Pages

Jan 24, 2008

Eskiden Kopuşun Zamanı

Kültürlenme: Bir kültürün içine doğuyoruz. Dili, yasaları, ahlakı, önyargıları, önceden belirlenmiş, kurumlaşmış bir dünyanın içine doğuyoruz. Öyle hafife alınır türden bir sosyolojik belirleme değildir bu. Sizin siz oluşunuzu belirleyen bir sürü faktörün kaynağıdır bunlar. Bunlar sizin davranış örüntülerinizi belirler. Düşünme biçminizi, duygulanmalarınızı (sevinç, keder, hüzün, vb.) belirler. Yani neye nasıl kızıp, neye nasıl öfkeleneceğinizin yanı sıra neye nasıl güleceğinizi de belirler. Sosyal, bireysel, ve her tür problemin çözümüne dair izlenecek çözüm yollarını klasik ve operant koşullama yöntemleriyle beyninizin beyaz kağıdına yazarlar.

Sonra birgün bu içine doğduğunuz ve içinde büyüdüğünüz şeyin bok yığını olduğunu farkedersiniz. Sizi insan-dışılaştırdığını (dehumanization), sömürdüğünü, yabancılaştırdığını yaşarsınız. Karşı çıkarsınız bir şekilde. Bu karşı çıkış belki refleksif belki de bir olayın tetiklemesiyle olur. Bu sizin karşı çıkışınız bizim konumuz değil şimdi. (O konu ile politik bilimciler ilgilensinler). Peki nasıl daha etkili kavga verebileceginizi düşündünüz mü hiç?

Onların size ögrettiği biçimde düşünerek onlara karşı cıktığınızı düşündünüz mü hiç? Yani hep onların attığı topla oynadığınızı?

Onların size sunduğu dil olanaklarının içinde analizler ve sentezler yapıp onlara karşı cıktığınızı?

Onların size damardan aşıladığı değer yargılarıyla eylem ve davranışlarınızı sürdürdüğünüzün farkında mısınız? Size kıçlarıyla gülüyor olduklarını düşündünüz mü hic?

Ödevini Yapan Olarak Ezen: Ezen hem kendi yöntemlerini geliştirme ve uygulamada hem de muhalifin dilini ve yöntemini ögrenmede ödevini iyi yapmaktadır çunku varolma ve hegemonyasını sürdürmenin olmazsa olmaz koşuludur bu. Grev’i proleteryadan daha iyi çalışmıştır bugün. Sendikal örgütlenmeleri, gençlik dinamiklerini, umut ve umutsuzluk ideolojilerini, gerillanın dilini iyi ögrenmiştir. Bugün ezen silahli militaların ve kiralık-katil agentalarının yanı-sıra non-profit organizasyonları da koordine edip sokağı da control etmektedir. Bunları ögrenirken ya da analizlerken bizim de neleri nasıl ögrenmemiz gerektiğinin de muhendisliğini yapmaktadır kuşkusuz. Bu bizim markete gittigimizde hangi ürünü seçmemizi manipüle etmekten çok daha farklı bir şey degildir. Bu Pavlov’un klasik koşullanma deneyimin yalınlığından tutun da uyku sürecinde beyinin ne tür dataları nasıl işleme koyduğunun anlaşılması kadar karmaşıktır. Böylesi bilgiyi elinde tutan ve control edene karşı eski alıskanlıklarla karşı çıkmak umutsuz bir çırpınıştır. “Kahrolsun Faşizm” Pavlov’un köpeğinin salya salgılaması mekaniğiyle işliyorsa bir yanlışlık var demektir. “Kahrolsun Faşizm” 70’lerin aynı coşkusunu yaratmamaktadır kitlelerin yüreğinde ve beyninde.

“Ne yapmalı?” ya da “What is to be done?”

Bugün bütün bu olanaksızlıkları gözden geçirmenin zamanıdır. Yeni bir Marxism’den öte, yeni bir ideolojiden öte, yeni bir dil, taktik ve yöntem’in varlığina ihtiyaç vardır. Yeni bir yöntemle kavganın ve direnmenin zamanıdır. Yeni bir biçimde ve yeniden gülmenin, kızmanın, öfkelenmenin, ve ağıt yakmanın, sokaklarda öpüşmenin ve sevişmenin zamanıdır.

Marcuse daha 1960’larda söylediydi; mesele bilmekde ya da ögrenip ögrenmemekde değil. Çünkü bilgi de ögrenme de ortada, ulaşılır yerdeler. (Burada bilme ve ögrenme aşağılanmıyor. Problemin çözümünde –artık- yetersiz kalışının altı çiziliyor). Mesele başka bir şey. Yani egemen ideoloji bilincaltina, sezgiye, koşulsuz-yargısız içsellemelere yönelik çalışırken, Marx’ın aforizmalarını bilmek çok da motive edici olamamaktadir kitleler için ya da gündelik yaşamın problemleri içinde varolma çabasi veren işçi Ahmet abi için.

Yeni bir söylem gerekli Ahmet abinin üstündeki ölü toprağını silkmek için. Yeni bir heyecan. Yeni bir inanç.

Artık “mantıklı” düşünmemenin zamanıdır. Mantıklı düşünme akışını bozma yetkinliğini edinmenin zamanıdır. Yeni sloganların, yeni kahramanlık söylencelerinin zamanıdır.

Reçete: Yaratıcılık

Bunların yazılı olduğu bir reçete yok kuşkusuz. Ama en azından başlangıç olma potensiyeline sahip olabilecek şeyler var: Adı da YARATICILIK.

Bu işi de %52 gibi oluşumlar başlatmış ve iyi de götürüyorlar gibi geliyor bana. Ancak yalnız birakılmamalı. Desteklemeli…

Ne güzeldir “Zalime inat yaşasın hayat” demek. ölmenin ve öldürmenin yüceltildiği bir yerde “Yaşasın hayat” demek devrimci eylem olmaktan öte kendi başına küçük bir devrimdir.

En önemlisi bu ve benzeri yaratıcı eylemler daha da geliştirilmeli. Yani bu güzelim başlangıç burda bırakılmamalı. Geliştirilmeli, çeşitlenmeli, her yerde herkesçe herkesin kendini bulduğu eylemlilikler fışkırmalı.

Yeni eylemlilikler

  • dayanılmaz çekici olmalı
  • alışılmamış
  • yakıcı
  • yıkıcı
  • uslanmaz
  • acımasız
  • karnaval gibi eğlenceli
  • bulmaca kadar bilinmez
  • öngörülmez
  • sevgiliyle buluşmanın heyecanı
  • öpüşmenin şevhetiyle dolu olmalı
  • Alaycı olmalı hem de ciddi.

Bu yaziya bir giriş diye bakabilirsiniz. Yeni yaratıcı eylemliliklere giris yazısı: Ilk firsatta Rebel Clowning diye Ingiltere’de gelisen bir eylemliligi tanitacağım. Ilginç bulacağınızı umuyorum.

Jan 22, 2008

Bırakın şu düdüklügü

YouTube’da sansürlenmiş, bilmiyordum. Ulan bütün bir ülkeyi hapse çevirdiniz be. Bi anlasam ah! Keşke bir anlasam. Yahu gerçekten bőyle yaparak ne elde ediyorsunuz? Anlamıyor musunuz őnüne geçemezsiniz?

Kürtleri asimile edeceğiz diye ne planlar yaptınız, neler ettiniz hatta devleti ucuz bir cinayet aygıtına dőnüstürdünüz. Ne oldu? Kürtler ortadan kalktı m?

Türkler daha bir Türk mü oldu? Ülke barış dolu mu oldu?

Kitapları yasakladınız da ne oldu? Marx’in adını mı duymadı genç kuşaklar?

Nazım’ı yasakladınız da ne oldu? Engelleyebildiniz mi çocukların ilk sevgiliye Nazım’dan şiir okumalarını?

Filimleri yasakladınız da ne oldu? Yılmaz Güney’i ve filimlerini seyretmedi mi çocuklar?

Blogları sansürlediniz. Topluca insanlar blog yazmaz mı oldu yani?

YouTube’u, yasakladiniz da ne olcak?

YouPorn’u yasakladınız da ne olacak? Ahlakınız temiz mi kalacak?

Bırakın şu düdüklügü. Sahi mutlu olmaya, birini sevmeye – gerçekten sevmeye- çalissanız ya…

Bu arada IP’inizi saklayarak diger sitelere gitmek isteyenler şu aşağıdaki adreste boş satıra gitmek istedikleri adresi yazarak ulaşabilirler. http://anonymouse.org/anonwww.html

Jan 13, 2008

Diktatörlük mü değil mi?

Kandanadam Küçük Prens adli kitabın linkini verip herkesin okuması gerektiğini tartısıyor. Yazısına başlarken diyor ki “Atatürk diktatör müydü? Bu soru bayağı popüler bir soru. Bilmiyorum Türkiye'de buna nasıl cevap verilir.. Ama şunu biliyorum; hiçbir zaman seçilerek bir yere gelmedi. Genel seçimlerden bahsediyorum. Tek parti dönemi, meclisten alınan yetkiler, vb, vb.. Neyse, burasına takılmayacağım.”

Ben asıl buna takılmak istiyorum. Bence adını koymak gerek. Hatta adını koymak için problematize etmek de gerekiyor nasil yönetildiğimizi. Hala Allah’in varliğını “eee Kuran öyle diyor”a dayandıran bir çok insane varken, Turkiye bir cumhuriyettir ve demokrasiyle yönetilir” inancini Mevcut ideolojinin illegal olarak okul koridorlarında ya da siniflarinda dağittiği bildirilerden ve alnımızın çatısına salya sümük yapıştırılan fişlemelere dayandırıp “eee Inkilap Tarihi kitabi ya da Anayasa öyle diyor”a dayandırıyoruz. Bence 1923'den beri yasadigimiz bir diktatörlük. Diktatörlüğün gün ışığı görmemiş formlarının uygulandığı bir dikatatörlük. Ben başkan ve parlemontonun seçme ve seçilme kriterine bakıp bir yönetimin demokrasi olduğu saçmalığını insan zekasını aşağılayan en adi bir indoktrinasyon olarak görüyorum. Bence asıl baz alınması gereken kriter hukuğun dengeli ve herkes için adil bir biçimde işlemesi. Işte bunun için Türkiye’de demokrasi hiç olmamıştır.

Herşeyin başında demokrasi halkın kendini yönetmesidir (en basit tanımıyla) Biz deki uygulama halka güven duymayan bir diktatörler gurubunun ve onların ekonomik destekçilerinden oluşan küçük bir zümrenin Türkiye insanının kendini nasıl yönetmesi gerektiğini dikte ettiği, söz dinlemediğinde kulağını çektiği bir dikatörlük formudur. Şu aşağidaki bir kaç soruya yüreğiniz ezilmeden evet diyorsanız siz demokrasi de yaşiyorsunuz demektir. Ben de gerçeklikten kopmuş bir dünya da yaşıyorum demektir.

  • Diyarbakir hapishanesinde (ve diğer 12 Eylül zindanlarında) yaşananlar bir demokrasi de (Olağan üstu hal bile olsa) yasanır mı? Hadi yaşandığını varsayin peki bu insanlık suçlarının zanlılarından hesap sorulmaması demokratik midir?
  • Bir demokraside bir başbakan ya da Cumhurbaşkanı "Anayasayi bir kere ciğnemekle bişey olmaz"diyebilir mi?
  • Demokrasilerde 12 yasinda bir cocuk örgüt elemanı diye yargısız bir infazla katledilebilir mi? Katledenler serbestçe maaşını alip işine devam edebilir mi? Hatta promosyon gibi ödül alır mı?
  • Demokrasilerde kadınlar erkek egemen değer yargılarına peşkeş çektirilir mi?
  • Tecavüze “stretch kot giymişti. Tahrik var” diye indirim verilir mi?
  • Mahkemelerde ya da mahkemeye bile gitmeden karakollarda şikayette bulunan kadına nasihat çekilip evine geri gönderilir mi?
  • Kocanın karısına tecavüz etmesi tecavüz değil “ask yapması” diye yorumlanır mı?
  • Tecavüz suçu işleyen ben “evleneceğim bu tecavüz ettiğim kurbanla” deyince, “afferim oglum şimdi seni serbest bırakıyorum git ömur billah bu kıza tecavüz et, yeter ki toplumun ahlak anlayışı zedelenmesin” denir mi?
  • Devlet kızlık zari’ndan sorumlu olur mu?
  • Gözaltında çeşitli objeler (job, şişe, vb) kullanıp insanlara cinsel ıskence yapıldığı sorulduğunuda bizim aslan gibi delikanlılarımız var öyle bir şey yapacaksak obje niye kullanalım diyebilecek biri bakanlık yapabilir mi?
Umurumda degil Atatürk diktatördü ya da değildi. Türkiye Cumhuriyeti dikatatörlükle yönetiliyor 10 yıllardır. önce bunu açığa çıkaralım. Sonra ayrıntılara sıra gelir.

Genç Siviller'den "Biraz da Biz Kürtleşelim"

Biraz da Biz Kürtleşelim
Türkler İçin Hızlandırılmış Kürt Kültürü Dersleri

Genç Siviller- Siyasal Ufuk Hareketi

Biz Türkler Kürtlerle ilgili ne biliyoruz?
Tanıdığımız bütün Kürtler Türkçe konuşuyor. Biz Kürtçe ‘merhaba’ demeyi becerebilir miyiz?
Kürtler; Saadettin Kaynak şarkılarını okuyabilir, Neşat Ertaş türkülerine eşlik edebilir. Ya biz! Bir tane bile olsa Kürtçe şarkı biliyor muyuz?
Bütün Kürtler, Türklerin Orta Asya’dan gelip Malazgirt Ovasından Anadolu’ya girdiğini bilir. Peki, Kürtler nereden geldi, dağda Kart-kurt sesi çıkaran dağ Türkler olduğunu biliyorduk, 20 yıl önce öyle olmadıkları ilan edildi.Yoksa hep burada mıydılar?
İştahla yediğimiz yemeklerin kaçı Kürt yemeği dersiniz?
Biz; yanı başımızda yaşayan, komşumuz, arkadaşımız, hani “o kız alıp kız verdiğimiz” Kürtlerle ilgili ne kadar da az şey biliyoruz. Almanlarla, Japonlarla, Fransızlarla ilgili bildiğimizden bile daha az, farkında mısınız?
Hasıl-ı kelam, Kürtler bugüne kadar epey Türkleşti. Sıra bizde.
Biraz da biz Kürtleşelim. Hem de cebren ve hileyle değil, gönüllü olarak, isteyerek.
Türkler İçin Hızlandırılmış Kürt Kültürü Dersleri 2 aylık periyodik eğitimlerle biraz da olsa Türkleri Kürtleştirmeyi amaçlıyor. Ne asimile etmek için, ne farklılıkları yok etmek için. Tamamen iyi niyetlerle. Hemen yanı başımızda yaşayan yıllarca yok sayılmış büyük bir kültürel birikim ile zenginleşmek, yılların eksiğini tamamlamak için. Bundan sonra ağız tadıyla hep birlikte yaşamak istiyorsak birbirimizi daha yakından tanımaya ihtiyacımız var. Zaten “Türkler ve Kürtler de bir arada yaşayamayacaksa batsın bu dünya!


Kayıt ve İletişim İçin: bilgi@gencsiviller.net


Jan 11, 2008

If the birds do not come

(Affola! Cevirmeye cesaret edemedim ya da kiyamadim)

If the birds do not come
I, whose wings are cleft
And whose gentle talons
Hold you fast to my breast
And from whose throat comes only
The coarse, grey, and grating cry
Of extremity - where no music is -
I, if the birds do not come,
Will sing to you...

If the birds do not come,
Will you who are Spring and
Flight and all Music,
Will you sing to me,
if the birds do not come?

Roscoe Lee Browne

Jan 9, 2008

EG Şiir Sitesi Üvercinka ile Yayın Hayatına Bașladı!

Şiire bulașip da Cemal Süreya’yi tanımayan, Cemal Süreya’yi tanıyıp da Üvercinka’nin kim olduğunu merak etmeyen var mıdır? Atilla Ilhan der ya “Ah kim olduğunu bilsem Pia’nin/ őlsem eksiksiz őlürdüm”, iște őyle bir șeydir üvercinka.

Iște bir șiir hayranı birinin üvercinka hikayesi…
1954 yilinin Kasim ayinda Eskisehir Vergi Dairesi'nde stajyer olarak göreve baslar Cemal Süreya.Liseden sonra bos kalmamak icin Eskisehir Vergi Dairesi'nde calisan,Üvercinka adini verdigi bir kiza asik olur.Müfettislik sinavina hazirlandigi dönemde,3 Agustos 1955 yilinda,Seniha'dan kizi Ayce dünyaya gelir.Üvercinka,o dönemde ayrilmak istedigini bildiren bir mektup verir Cemal Süreya'ya.Ertesi yil da Istanbul'da üniversiteye baslar.Yine de iliskileri tamamen bitmez.Zaman zaman Istanbul'da görüsürler.Cemal Süreya,matematik biliminde akademik kariyer yapan Üvercinka'nin evlenip,esiyle birlikte Anadolu'ya gitmesinden cok sonra bile,onun izini sürmekten kendini alamaz.Cemal Süreya'nin yasami boyunca,Üvercinka'nin kim oldugu gizini korur okurlar acisindan.Bir söylesisinde Üvercinka'nin anlami soruldugunda,güvercinin barisi ve sevgiyi simgeledigini,ilk harfinin kaldirilmasiyla olusan üvercin sözcügünün,kadin adlarinin bazi yörelerde aldigi 'ka' takisiyla da Üvercinka halini aldigini belirtir.Üvercinka,güvercin kanadi ya da güvercin kadin sözcüklerinden türetilmis bir sözcük olarak da düsünülebilir.Üvercinka adli siirinde,'Ben böyle canli sac görmedim ömrümde/ Her telinin icinde ayri bir kalp carpiyor' diyecek kadar sever Üvercinka'yi.1956 yilinda yayimlanan Elma siirinde,soyadindaki 'Y' harflerinden birini attigini ilan eder.Bunun gerekcesini de bir söylesisinde Üvercinka'yla baglantili kilar.Hafizasina güvendiginden dolayi telefon numaralarini kaydetmeyen Süreya,Üvercinka'yla bir telefon numarasi üzerine girdigi iddiayi kaybetmesi sonucunda soyadindaki 'Y' harflerinden birini atar.


Üvercinka’yı YouTube’a okudum
. Ziyaretlerinizi beklerim efendim. Arada bir orada șiirler okuyacağım.

Jan 6, 2008

Big Brother is Watching You!

Büyük Kardeş sizi izliyor söylemini bilirsiniz. George Orwell’in o mükemmel romınının ana temasıdır. Orwell’in 1984’ü bir anıt gibidir bütün otoriter rejimlerin karşısında. Ben de haberi bir Kanadalı blog’da gördüm. Peki siz biliyor muydunuz, Orwel’in kendisinin de Ingiliz gizli servisi ajanlarınca izlendiğini?

Oysa daha biraz önce devletin “milli güvenlik” adına ne mene bir suç kurumuna dönüştüğünü söylemiştim. Ancak insanların bunu denetleyebilmesiyle devletin insanlara hizmet eden bir kuruma dönüşebileceğini ima etmiştim.

Haberi The Independent gazetesi yazmış.

Bu arada 1984’ün Ingilizcesine buradan ulaşabilirsiniz.

Devletten Hesap Soruyorsunuz Ha!

Bursa Valisi Şehabettin Harput, İznik Gölü'nde balık avlarken 51 gün önce kaybolan Nevzat Can ve Aydın Çil'in ailelerini ziyaret etti.
Arama çalışmalarına çocuklarının kaybolmasından 4 gün sonra başladığını belirten aileler, "Aramaya geç başladılar, erken bıraktılar" diye yakındı. Bu siteme öfkelenen Vali Harput, "Siz devlete hesap mı soruyorsunuz? Kimsenin devletten hesap sorma hakkı yoktur" diyerek azarladı.

Böyle yazıyor Milliyet haberi. Haber olacak ne var bunda? Bu haberden sonra vali istifa etseydi, ya da o duyarlı Türk halkı sokağa dökülüp “toplumsal refleks” verseydi anlardım. Hiç bir şey olmadı oysa. Mesele devlete gelince akan sular durur bu ülkede. Çocuklarımız ne olduğu-neye hizmet ettiği bilinmez bir savaşta can verince Allah devlete zeval vermesin demez miyiz? Analar gönüllü olarak asker doğuran – kurban doğuran rahim-makinası olmak için sıraya girmez mi? Askere gönderdiğimiz cocuklarımız hapishanelerde devletin a-li idealleri adına işkenceci olmaz mı? Savasta esir dusenden bile olmeden esir dustugu icin hesap soran devletten siz hicbir sey icin hesap soramazsınız. Benim cocugumu olume zorunlu goturen-gonderen sensin, sen once bana olen cocuklarımın hesabını ver diyen ana-babalar oldu mu hic? Olsalar da devlete karsı terrorist propagandası yapmaktan dava acılmıstır. Siz kim oluyorsunuz da devletten hesap soruyorsunuz ha!

Develetin gorevi insanın guvenliğini ve yaşama hakkını sağlamaktır. Devletin olmazsa olmaz koşulundan biridir bu. Devlet insanına hizmet için vardır. Ki insan kim olursa olsun; sapık da olsa, katil de, hırsız da, terrörist de. Evet terrörist de olsa o kişi sonucta bu ülkenin sorununa kendince çözüm için yasal olmayan bir yolu seçmiş ya da seçmek zorunda bırakılmış insandan başka biri değildir. Devletin görevi yasalar cercevesinde her insanı, evet terrörist de olsa, yaşama hakkını ve sağlığını korumalıdır. Yaşama-Dönüş adı altında devlet kendi insanlarını soykırımdan (evet bu da bir soykırımdır) geçiremez. Devlet bu kıyımları yaparken ses çıkarmadığınız için şimdi sıra size geldi işte. Şimdi hiç bir şeyden hesap soramayacaksınız. Yasalarla sizin güvenliğinizi sağlamak için maaş alan polis dur emrine uymadığı için vurulacaktır. Çocuklarınızı kurtarmak için işe alınmış ve maaş alanlar çocuklarınızı kurtarmaya gelmeyeceklerdir ve siz hesap soramayacaksınız. Eğer sorarsanız ağzınızın üstüne tokadı patlatacaklardır işte böyle.

Devlet sizin beyninizi yıkadığı gibi herşeyden ulu ve herşeyin üstünde bir kavram-kurum değildir. Devlet Kenan Evren’in ve diğer paşaların babalarının çiftliği değildir. Devlet herkes için varolan herkes için eşit çalışmakla - hizmet vermekle yükümlü sosyal bir oluşumdur. Hepsi bu. Evren’in “asmayıp da besleyelim mi?” salaklamasıyla kafanızda biçimlenen öylesi basit ve ilkel bir şey değildir devlet. Tabii ki devlet besleyecek. Tabii ki asmayacak. Devletin görevi insanın yaşama hakkını savunmaktır, bunu garanti altına almaktır. Işte bu nedenle bütçe verilir size, bunun için kurumlar oluşturulur. Çünkü bu devlet sizin bakanlarınızın, yüksek rütbeli subaylarınızın cebini doldurduğu, düsük benlik-saygılarını diğerlerini ezerek yükseltikleri, korkak ve gözünü kan bürümüş polislerinizi robo-cop vari maskelerin ve terörle mücadele yasalarının arkasına saklanıp 12 yaşındaki çocukları öldürdükleri ve öldürüp de gurur duydukları rehabilitasyon merkezi degildir.

Bırakın savaş manzaralarını hiç birimiz bilmeyiz bile askerde kac çocugun psikolojik sağlığını yitirdiğini, tecavüz edildiğini, ve eğitim adi altinda işkence edildiğini ve hatta cinayete kurban gittiğini. Hiç bir kurum var mıdır yıllık “eğitim zaaiyatı” (askerde öldürülen) çocukların dökümünü tutan? Siz kimden hesap soracaksınız ha! Ama bu devlet “iyi cocuklarına” cinayet işletir ve hesap da sormaz. Siz kendinizi ne sanıyorsunuz da devletten hesap soruyorsunuz! Siz özallardan, çillerlerden hesap sordunuz mu ki? Gözünüzün içine baka baka devletin yasalarını çiğnemediler mi? Sonra hiç utanmadan “yasaları bir kere çiğnenmekle birşey olmaz” demediler mi? “Alışırsınız alışırsınız diye utanmazca yanaklarınızdan kesme almadılar mı? Siz devleten hesap mı soracaksınız?

Bırakın bu ciddi (!) meseleleri hadi küçük meselelere (politik olmayanlara) bi bakalım.

Her yıl trafik kazalarında yüzlerce insan öldürülür. Kim hesabını sordu bunun? Trafik Canavarı diye birşeye inandırılmışsınızdır ve bir de bir kaç sarhoş ve uykusuz söfördür sanki sadece suçlu. Adam gibi yol yapmayan, trafik eğitimi vermeyen, kuralları uygulamayan devlet hiç suçlu değildir. Şarampole yuvarlanan arabaların ve arabalarda canını yitiren insanların hesabını kim sormuş? O virajın açısının ne olması gerektigini, o açıya göre uygun hız limitinin yazılı olduğu işaretlerin görülebilir bir yere konulup konulmadığının hesabını kimden sordunuz? Kim hesap sorar ambulansın ne zaman geldiğini? Ambulansta yapılan müdahalenin uygunluğu veya etkililiğini kim sorar?

Devlet hastanelerinde de insanlar öldürülüyor. Deney faresi gibi kullanılıyor bu ülkenin insanı. Ama hastaneler eğitim kurumlarıdır bu nedenle dava bile edilemez. Siz kimden hesap sorduğunuzu sanıyorsunuz? Küçük bir üşütmeden dolayı hastaneye gitmişti garson Memet abi, dünya tatlısı bir insandı. Iki gün sonra öldüğünü duymuştuk. Ilkokul mezunu karısına, okuma-yazması olmayan ana babasına hastaneyi mahkemeye verin dediydik. Bu valinin yaptığı gibi firça yemişlerdi savcıdan, ve polisten. Bayat penisilin vermişlerdi Memet abiye. Bu cinayet değil miydi? Siz kimden hesap soracaksınız? Devlet heryerde bütün kurumlarıyla en dokunulmazlığıyla yaşam hakkınıza tecavüz ediyor 1923’den beri. Siz kimden hesap soruyorsunuz ha?

Yani

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Jan 3, 2008

Sikiniz Sağolsun

Yılbaşı gecesi Taksim’de bir gurup hayvan kadınlara cinsel taçiz yaparlar. Sonra içlerinden sadece beş kişi gözaltına alınır. Tacize uğrayan kadınlar şikayetçi olmayınca zanlılar para cezası (57 YTL ) ile serbest bırakılır.

Işte çağdas Türk hukuku: Sapına kadar ERKEK! Köküne kadar ERKEK.

Insanı erkek olmaktan - insan olmaktan utandıran,

kadını, kadının bedenini, kadının bilincini böylesi aşağılayan

hukuğu sike dayali egemenlik ideolojisine peşkeş çektiren

böylesi bir uygulama başka nerelerde var acaba?

Jan 1, 2008

Yeni Yıl

Yeni Yılda gerçekten herkese sağlık, başarı ve mutluluk dolu bir yaşam ve barış dolu bir dünya dilemek isterdim. Gerçekten bunları dilemek cok isterdim...Gerçekten...