Pages

Aug 30, 2008

Sokal Şakası

Social Text (Sosyal Metin) adıyla bilinen ve ancak çok güçlü makalelerin yayınlanma şansını bulduğu bu sosyoloji dergisinin 1996 yılı bahar ve yaz ayları sayısının 217-252 sayfaları arasında bir makale yayınlandı. Makalenin başlığı: “Sınırları aşmak: Quantumlu yerçekiminin transformatif yorumuna doğru” idi ya da orjinal adıyla "Transgressing the Boundaries: Towards a Transformative Hermeneutics of Quantum Gravity."

Makaleye nerdeyse ödül verilecekti ki Alan Sokol diye bir adam çıktı ortaya. New York Universitesinde bir fizikçi olduğunu ve bu makaleyi kendisinin yazdığını ama makalede yazılanların hiç bir anlam ifade etmediğini, bütünüyle saçma sapan bir kelime ve kavram oyunlarından oluştuğunu söylüyordu. şaşırmıştı makalenin yayınlanmasına. Sanıyordu ki makalelinin daha ilk paragrafında yazılanların bir şaka, parodi olduğu editorler tarafından anlaşılacaktı. Anlaşılmadı. Böyle bir saçmalıkla dikkatleri üstüne çekebileceğini de hesaplamıştı ancak.

Niye mi yaptım? Itiraf ediyorum, ben utanmaz arlanmaz bir eski solcu olarak şu postmodernistlerin yapı sökümcü analizlerinin işçi sınıfına nasıl yardım ettigini hiç anlayamadım. Ve ben eski kafalı bir bilimci olarak benim dışımda benden bağımsız bir fiziksel gerçekliğin ve onun doğru bilgisinin var olduğuna naifce inanlardanım. Ayrıca o gerçekliği keşfetmenin de benim işim olduğuna inananlardanım.

diyordu.

Aug 26, 2008

Çocukluk ve Post Travmatik Türkiye Sendromu

Irak’taki őlümlerin çetelesini tutan siteye gőre 2007 yılı içinde 658 çocuk őldürülmüş. Çocuklar savaşın kirli yüzünde hep gőzden kaçan unsur olur diyordu Garcia-Navarro NPR’ın sabah programında.

Çocuklar şiddete maruz kalmaktan ya da şiddete tanık olmaktan kaynaklı travmalar yaşıyorlar.
Gőzümün őnünde birinin őldürüldüğünü gőrdüm

diyor 12 yaşindaki bir çocuk. Bir diğeri
Geceleri karabasanlar gőrüyőrum

diyor. Őldürülmenin yanısıra, çocuklar ayrıca tecavüz, kaçırılma, ve işkenceye de maruz kalıyorlar.
"Nefes almakta zorlanıyorum. Sık sık kendimi panik içinde buluyorum. Her an biri evimize saldıracak sanıyorum” diyor biri.

Çocuklar travmayla daha iyi baş edebilsinler diye Bağdat’ta bir merkez açılmış. Geleceğe umutlu bakmaları, korkularını bir an için de olsa unutmalarını, ya da resimle, oyunla, müzikle yaşadıkları korkunç şeyleri dışa vurarak varolmalarına yardım etmeyi amaçlıyor bu merkez. Bilmiyorum bu merkez ne kadar yardımcı olacak bomba gürültüleri arasında top oynayan bu çocuklara. Ama hiç yoktan iyidir diyorum yine de. Hiç yoktan iyidir. En azından birileri sizler őnemlisiniz, sizleri seviyoruz, biz sizin sağlığınız için kaygılanıyoruz diyor.

Bunları dinlerken kendi çocukluğum geçti gőzlerimin őnünden. Gazeteci standinin őnünde iplere asılı duran Günaydin gazetesinin ilk sayfası. Nerdeyse kan damlayacak sayfadan. Őylesine kanlı. Kızıldere katliamı olduğunu sonradan őgreneceğim.

Sonra herkesin kulağı “ajans heberleri”nde. Devletin astığı gencecik çocuklar. Sonra 12 Eylül.

Őldürülecek, gőzaltında kaybolacak, iskenceden geçecek, herhangi bir kimlik kontrolünde kaybolacak kadar büyümüştüm de… Kalabalık caddelerde telsiz cızırtıları. Güpegündüz caddenin ortasında alınıp gőtürülenler. Beyaz renk Reno arabalar. Plakasız Murat 124’ler. Kafalara inen silah kabzaları.
Milli Güvenlik dersine giren o hep ővünerek oğlunun Amerika’da olduğunu sőyleyen yarbay yazdığım kompozisyon yüzünden sıkıyőnetim komutanlığına adımı vereceğini sőylemiş lise üçüncü sınıflara. Okula gidememiştim bir hafta. Her askeri Jip gőrmede yüreğin yerinden oynaması. Oysaki Jiple almazlar normalde. Ama korku. Korkuya sőz geçmez ki..

Ya geceler! Uzun kış geceleri… Ekim geceleri… Kasım, Aralık geceleri… O başka bela…
Alıp gőtürecekler
Yastığım aranacak sıcaklığımı

Diye yazmıştım.


Sonra dağın birden bire umut oluşu vardı. Uzaktaki, hiç gőrmediğim, adını hiç duymadığım dağların kurtuluş oluşu. Daha güvenli gőrünüyorlardı bizim şehirden, semtten, mahalleden, sokaktan. Belki de őlüme kurtuluş demeye başlamıştım kimbilir. Ya őldürmeye? Yok yok yapamazdım. Insan yaşamına kastedmeyi ne kıçım yedi ne de beynim.

Ya biri çıksaydı?

Ya biri çıksaydı “hadi!” deseydi?

Gider miydim?

Kaç çocuk travmayla büyüdü 70’lerden 80’lerden 90'lardan beri? Kaç kürt çocuğu őldürüldü? Kaç çocuk işkenceden geçti? Çocuklarının hesabını soramadı bu ülke. Çocuklarını koruyamadı. Daha iyi büyüsünler diye merkezler açmadı. Belki bu yüzden 23 Nisanlarda ağlarım ben. Çocukluğumuzun içine edenler gőzlerimizin içine baka baka bayram kutlarlarken ağlarım ben.


Sahi ne diye yazdım ben şimdi bunları? 12 Eylül yıldőnümü mü yaklaşıyor ne!

Aug 12, 2008

Zorba

Patron dinle bak. Küçük bir kőye gitmiştim bir gün. 90 ından bir dede gőrdüm, badem ağacı dikiyordu. “Ne o dede!” dedim “bu yaşda badem ağacı mı dikiyorsun?” Dede dőndü ve bana baktı sonra da dedi ki “Oğlum ben hiç őlmeyecekmiş gibi yaşiyorum hergünü”. Ben de ona dedim ki “Ben de her an őlecekmiş gibi yaşıyorum!” Sence hangimiz daha haklı Patron?

(Nikos Kazantzakis, Zorba the Greek, Chapter 3, page 35)

Aug 6, 2008

Global Kapitalizm: Siz ne marka Jean giyiyorsunuz?

Daha biraz evvel bir dokümanter seyrettim. Çin’deki bir tekstil fabrikasında gizlice çekilmiş. 17 yaşında Jasmin diye bir kızın yaşamını da merkeze almış. Adı China Blue. Boğazıma düğümlenmiş bir ağlamak gelmiş izlediğimden beri. Karnımda bir ur sancısı. Etimde bir kıymık zonkluyor.

Işçiler fabrikanın yatakhanesinde kaliyorlar. Alabildiğine kalabalık. Suyu kovalarla taşıyorlar. Kira ve yemek paraları yövmiyelerinden kesiliyor; bunun için hergün 1 US dolarından az kesiliyor. Çalışanlar parça başı çalışıyor. Jasmin’in saatliği 6 US sentine geliyor. Yani 10 saatte 60 sent kazanıyor Jasmin. Hergün sabah 8’den gece yarısı 2’ye kadar çalışıyor. Yani 18 saat. Yani 1.08 cent kazanıyor Jasmin. 80 centi yemeğe ve yatakhane parasına gitse , günde Jasmin’in eline net 28 sent geçiyor. Yani haftada (7 gün çalışsa) 196 sent. Yani 2 dolar bile değil. Yani ayda 8 dolardan bile az. Her ay bu paranın ödeneceği bile garanti değil.

Işte bazı alt başlıklar:
  • Fabrikanın müşterileri: Wall-Mart, Levi Strauss , Tommy Hilfiger, Gap, Target and Lane Bryant.
  • Bu kölelik Çin’in yanısıra diğer az ve çok gelişmiş ülkelerde de görülüyor. Bunların başında Amerika ve Meksika var. Sonra Saipan (çin’e ait bir ada ki sadece fabrikalar var adada), Hindistan, Tayland, ve çeşitli Afrika ülkeleri geliyor.
  • Çin’de işçilerin sendika hakkı yok. Grev hakkı yok.
  • Fabrika sahibi eski bir polis şefi.
  • Müşteriler fabrikayı denetime gelince hangi işçilerle konuşulacağını, işçilerin ne cevaplar vereceğini fabrika sahibi ve usta başılar belirliyor (Herkes oynanan oyunun farkında ama!). Işçiler hafta sonlarının tatil olduğunu, iyi kazançlari olduğunu, ve mutlu olduklarını söylüyorlar.
  • 2001 yılı verilerine göre Saipan’deki fabrika işçileri her Levi’s kot başına 3 dolar kazanmışlar. Aynı yıl Levi’s’in CEO’su Philip Marineau 25.1 miliyon dollar kazanmış. Yani saatliği 11,971 Amerikan doları.

Istedim ki bu zulumun bir yüzü olsun diyor filimci. Yoksa insanlar rahat uykularındalar. Yüzünü görmedikleri, adını bilmedikleri insanların bu insanlık dışı koşullarda ucuza çalıştırıldığını bilip de bu zulmu durmadan üretenlerin ürünlerini almak çok zor gelmemektedir sıradan insana. Bir yüzü olsun istemiş bu zulumun ve çok güzel de bir yüz vermiş bu zuluma. Ne zaman gözlerimi kapasam Jasmin’in uykusuz yüzü gözümün önünde şimdi.

Beni uyutmadın ulan filimci. Beni uyutmadın! Umarım bu zuluma ben gibi dolaylı bulaşanların çoğuna ulaşır da bozarsın uykularını, benimkini bozduğun gibi…

Ne güzel bozdun uykularımı filimci. Eline, beynine, ve herşeyi göze alarak bunu gerçekleştirmeye çalışmış yüreğine sağlık…