Pages

Oct 29, 2011

Biz şimdi

Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
anamız çay demliyor ya güzel günlere
sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
bu, böyle gidecek demek değil bu işler
biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.



1960-Cemal Süreya

Oct 25, 2011

Insanlık Nasıl Yitirildi

Deprem! Deprem! Her yanımız deprem! Yıkılıyor her yanımız.

Deprem bir de çatışmaların en az olduğu yerlerden birinde, Van’da oldu. Adamların içine sinmedi asıl depremi Diyarbakır’da, Hakkari’de, Mardin’de istediler. Bu deprem sadece liseli çocukların, ya da bir iki eğitimsiz geri zekalının değil, TV kanallarında haber programı yapanların da reflexlerine kadar sinmiş ırkçılık ve nefret sőyleminin çirkin yűzűnű ortaya çıkardı. Iyi bir ayna oldu aslında. Kime mi? Toplumun kendisine tabii.

Deprem ile birlikte insanlığımızı da yitirdik diyor bazıları. Başka da diyecek sőz bulamıyorlar haklı olarak. Ama durun biraz. Biraz dűşűnelim. Insanlıktan çıkmak mı? Insanlığı yitirmek mi? Bu toplum insanlığını çok őnceleri yitirmemiş miydi sahi? Çoktan yitirmişti tabii ki. Ama ne hikmetse gőrműyor ya da gőrmek istemiyordu. Nasıl mı? şőyle ki Freud’dan bir çalıntıyla şőyle sőyleyebiliriz “Bireyler insanlıklarını yitirebilecekleri gibi toplumlar da insanlıklarını yitirebilirler.” Őnce insanlık nasıl yitirilir onu anlayalım.

Sosyo-psikolojik çalışmalar gőstermiştir ki bir insanın diğer bir insana zarar vermesi ya da zarar verecek bir şeyi dilemesi için o kişinin bu eylemi ya da arzuyu yűreğinde ve aklında bir şekilde aklaması ya da gerekçelendirmesi gerekir. Bu gerekçelendirmelerden biri otoriteye ittiattir mesela. Hani o bilindik hikaye; Ben yapmadım. Komutan emir etti, ben bir emir kuluyum. Ben de yaptım diye giden hikaye. Bir de biraz daha dipte yatan biraz karmaşık, biraz gizil bir sűreç var. Kişinin kurbanı insandışılaştırırken kendisinin de insandışılaştığı o sinsi sűreç. Kişinin bir başkasına zarar verebilmesini olanaklı kılan bu sűreç kurbanı insan-dışı bir yaratık olarak gőrmeye başlamayla ilintilidir. Őrneğin kőle sahibi kőleyi bir birey, bir insan, hatta canı acıyan bir varlık gibi bile gőrmez. Bu nedenle kőleye insanı çağrıştırmayan sıfatlarla seslenir; hayvan, canavar, kőpek gibi. Ikinci Dűnya savaşı őncesi Almanya’da yahudilere de benzer adlar verilmiştir; mikrop, parazit, pislik, gibi. Ki sanki ilerde űzerinde insanlık dışı deney ve eylemleri yapmayı őnceden planlamışlar gibi… Yani bir insan yerine bir hayvanı ya da bir mikropu őldűrmek daha kabul edilir, vicdanın kaldırabileceği birşeydir. Tabii bunu diğer yűzűnde şu da vardır: kişi kurbanı insandışılaştırıken bir yandan kendi de insandışılaşmaya başlar ve bunu farketmez. Ta ki bir deprem yaşayana kadar.

Şimdi bi tekrar dűşűnelim. Sahi bu toplum yeni mi yitirdi insanlığını? Yakın tarihimize biraz bakalım. Bakın bu űlkede bir kőyűn tűműne bok yedirtildi! Hatırladınız mı? Bildiğiniz bok! Ve insanlara yedirtildi.Zorla! Silah zoruyla! Gőzűnűzűn őnűne getirebiliyor musunuz? Bunu yapanlar ne kadar insandı sahi? Ya bu yapılana sessiz kalan o koca toplum? Buna gőzlerini kapayan ve kulaklarını tıkayan koca bir toplum da insanlığını kaybetmeye başlamıştı. Vicdanını satmıştı korkuya çoktan.

Ya Diyarbakır zindanın da olanlar? Orda sadece komutanlar falan değil sıradan askerler de işkenceye katıldı. O, 20li yaşlardaki çocuklar nasıl çıldırmadı sahi? Çıldırdı da biz mi duymadık? Ama bu toplum bir bebekten bir katil yaratmayı becerecek bűtűn ahlaki ve hukuki olanaklara sahipti. Bu toplum hesabını sordu mu bunların? Vicdanı ile yűzleşti mi? Yine sessizliğine gőmdű yűzűnű bu toplum.

Ya gizli mezarlar? Ya gőz altında kaybolmalar? Ya işkenceler. Hepsine hepsine sessiz kala kala sistematik olarak duyarsızlaştırıldı bu toplum. Ezeni ve zulum uygulayanı suçlamak yerine kurbanı suçlayarak yűreğini rahatlattı. Sıradan o asıl dűşman olarak gősterilenin dışındakilerin başına bir şey geldiğinde bile bir kulp buluverdi çelişkilerini nőtrlemek için. “Eee o da uslu dursun! Kimse karışmaz o zaman” dedi. Bűtűnűyle uslu duranın da iskence gőrmesi, polisin dur ihtarına uymadı diye 18 yaşında hayatı boyunca hiç bir suça bulaşmamış bir gencin ateş edilerek őldűrűlmesi de genel yapıdaki insandışılaşma sűrecinde bir etki yaratmadı. Hata hatta bayraklarla, Atatűrk resimleriyle, vatan bőlűnmez sloganları gibi masumane(!) şeylerle histerik kalabalıklara katıldı. Linç girişimlerine onay verdi bu toplum. En duyarlısı en fazla “ çık çık çık” diyebildi.

Sosyal medyada bűtűn kűrtleri hedef alan gerçek dışı karalamalar sanki serbest dolaşımdaki para gibiydi, sosyal statű satın alıyordu. Yok efendim kűrtler (yani bűtűn kűrtler) vergi vermiyormuş da, yok efendim elektriği kaçak kullanıyorlarmış da, vesaire, vesaire. Ve ne yazık ki bu toplumun en namuslu, en ahlaklı, en yufka yűreklisi bile bu histeride gőnűllű rol űstlenip bu paylaşımları beğendiler ve kendi sosyal çevrelerinde paylaşarak propagandayı beslediler.

 Ve bu toplumdaki insanlık erozyonunda kimseler mahsum değildi. Bir dűşűnűn nerede nasıl onay verdi bu toplum bu insandışılaşmaya? Bir ayna tutun. Depremlere gerekçe kalmasın...

Oct 13, 2011

Memleket Izlenimleri

Kısa bir sűre için memleketteydim, Izmir’deydim (Izmir’li değilim ama memlekettir Izmir bana). Yazılabilecek ne çok şey var. Her kőşesi bir başka hikaye, bir başka masal, bir başka myth. Tűrkiye Frankfurt Okulu için harika bir labroutavar olabilir aslında. Ne diye teorik çalışmiyoruz ki bunca material varken? Biliyorum biliyorum mevzuat izin vermez.

Nasıl da kalabalıklaşmış. Nasıl da hareketli. Sanki bir kampanya var her yerde. Genç nűfusun yoğunluğu mu, ekonomik yaşamdaki hareketlilik mi, sosyal yapıdaki hareketlilik mi, yoksa bűtűn herşeylerin toplamı mı? Evet evet hepsinin toplamı.

Atatűrk ve bayrak: Içim dışım bayrak ve Atatűrk oldu resmen. Başını nereye çevirsen Atatűrk ve bayrak. Sanki seferberlik var. Sanki koca şehir bir fetişizme tutulmuş. Manyak mısınız lan? Ipe sapa gelir başka işiniz gűcűnűz yok mu allasen?

Insanlar kokuyor. Evet gűzel kadınlar ve kızlar bile kokuyor. Yok mu parfűműnűz ya da ter kokusuna karşı bir kozmetiğiniz diye saçmalamayacağım tabii ki. Çűnkű biliyorum ki ekmeğe yetmiyor birilerinin parası. Hatta tűp alamadığı için kış aylarında bir ay banyo yapamayan da biliyorum.

Ne çok sigara içiliyor. Açık havada bile ikinci elden sigaranın ne mene bir şey olduğunu yeni őğrendim. Sağınızdaki masada birileri sigara içiyor diye yer değiştiriyorsunuz iki dakika geçmiyor ki kaçtığınız tarafta birisi sigara yakmasın…6 yıl oluyor sigarayı bırakalı. Hiç őksűrmedim-aksırmadım ama iki haftada őksűrűp-aksırmaya başladım…

Devlet daireleri hala iş takibi yapan insanlarla dolu. Ve orda sadece soruları yanıtayan bir sűrű insan çalışıyor. Işsizlik için iyi ama inanın o denli insan gűcű aynı zamanda korkunç bir işgűcű kaybı… Ve en őnemlisi devket dairelerinde iş gerçek anlamda kayda değer bir iş yapılmıyor. Bir oyun gibi…

Yemekler, sebze ve meyvelerin tadı. Himmm… Insana yaşama sevinci veriyor. Hele hele sabahın serinliğinde yiyeceğiniz bir kaç incir ya da şeftalinin doyumu anlatılır gibi değil..

Trafik! Iğrenç. Afferim kapitalizme nasıl da herkese bu koşullarda araba satabiliyor. Insanlar nasıl satın alabiliyorlar! Ama gerçekten herkesin araba sahibi olmasına gerek yok Izmir’de. Araba sahibi oldukça gidilecek yere ulaşmak daha da uzuyor. O trafik olmasa daha kısa sűrede gidilir gidilecek her yere..

Yine de insanlar onca olumsuzluklara rağmen her fırsatta yaşama sarılabiliyor, eğlenebiliyor, umutlu olabiliyor… çűnkű çűnkű hala insan yanını yitirmemiş çoğunluk…Ve onca yoksulluğa rağmen yoksunluk yaşamıyorlar çűnkű gőnűlleri zengin..