Pages

Sep 28, 2012

Istifa Edin!


Halkının anayasal hakları ve bireyin özgürlüğünü kısıtkayan "hassasiyetini" kontrol edemiyorsan üstüne aldığın ișin ehli değilsin demektir. Bırak hükümet olma. Bırak devlet olma. Bırak o halkinin hassasiyeti dediğin șey sıçsın içine memleketin ve her șey inceldiği yerden kopsun.

Radikalin haberi
Vicdani retçi Halil Savda ve beraberindekilere 700 kilometre boyunca ilk müdahale Bahçeli ilçesinde yapıldı. Emniyet, 'halkın hassasiyetleri' yüzünden grubu ilçeye almadı

Sep 27, 2012

Devrimci olmak

Henry Giroux űnlű eleştirel pedagolardan/eğitimcilerden biridir. Boston Universitesindeyken salt ideolojik nedenlere dayalı olarak doçentliği verilmemiş ve işten atılmıştır. Oldukça zor anlar yaşamıştır. Bűtűn bunları Henry’ye ve diğer ilerici akademisyenlere yaşatan kişi John Silber adlı yőneticidir.

John Silber’in őlűm haberini alınca Henry Higher Education Chronicals’ın sitesine aşağıda yazılı notu bırakmış. “Ya kőtűydű, o*uspu çocuğuydu ama iyi adamdı dememiş.”

Ne iyi etmiş.
Devrimci olmak biraz da bu koşullandırılmış iyilik meleği olmaktan kurtulmaktır. Işte Henry'nin yazısı.

"John Silber tanıdığım, en şeytan ruhlu, ideolojik açıdan alabildiğine katı, ve en gerici üniversite yöneticilerinden biriydi. Politik sebeplerden dolayı bir çok fakűlte elemanını yaptıkları bilimsel araştırma ve katkılarına bakmaksızın işten attı ya da doçentliklerini vermedi. Insanları korkutup sindirmekten zevk almasının yanısıra korku, adam kayırma, ve aşağılamaya dayalı bir yőneticilik yaptı. Bir yőnetişim modeli olarak sűrdűrdűğű antidemokratik ve alabildiğine utançverici olan bu yőntem diğer benzer, űniversiteleri kendi derebeyliklerine dőnűştűrme amacında olan, yőneticiler için de bir model ve őrnek oldu. Çevresini de kendi kirli işlerini yaptırtabilecek bu ve benzer insanlardan seçerek kurdu. Akademi için bir utanç kaynağıydı.

Orjinali

" John Silber was one of the most mean spirited, ideologically rigid, and politically reactionary university administrators I ever met. He fired or denied tenure to people because of the political views, regardless of the quality of their scholarship. He enjoyed intimidating people and ruled through favoritism, fear, and humiliation. He sanctioned a model of governance that was as undemocratic as it was shameful and unfortunately it became a model for other wannabe administrators who wanted to turn their universities into tyrannical fiefdoms. He also surrounded himself with people who made a habit out carrying out his dirty work. He was a disgrace to academia."

Sep 26, 2012

Bu yollar yürünecek!

Siz gelmeseniz de bu yollar yürünecek diyorlar...
Keșke sizlerle olabilseydim.
Keșke sizinle yürüyebilseydim.
Selam size barıșın ve umudun insanları





Sep 25, 2012

Ölüm Yolunda Barış Yürüyüşü

 "Herkesten ricam bu yürüyüşü görmeleri ve bu yürüyüşte yer almaları.Bir saat olabilir yarım saat olabilir bize eşlik edebilirler. Veya bu barış mesajını, bir arada yaşama mesajını, Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü mesajını kamuoyunda sağduyu ile tartışılması yönünde çaba göstermelerini arzuluyorum!.." Halil Savda / Facebook sayfasi










Sep 22, 2012

Egemen Medya'nin Çekilmezliği

Hiç kimse Tűrkiye insanını (zekasını, onurunu, ahlakını, ve değerlerini) egemen medyanın aşağıladığı kadar aşağılayamaz. Bakın şu gazetelere (Milliyet, Hűrriyet, vb.), nasıl da salak yerine koyuyorlar bűtűn bir halkı. Nasıl da oynuyorlar değereleriyle insanların. Aynı sayfada hem değer verdiğiniz bir şeye ővgűler dűzűyor hem de aynı şeye sővűyor.

Bir sűtunda “yűreğimiz yandı” derken şehit edebiyatı yapıyor, hemen yandaki sűtunda sanki futbol maçından sőz edermiş gibi skor yarıştırıyor. Bir diğer sűtunda da bűyűk puntolarla “Mehmetçiğin terőriste attığı tokat kamerada” diye en aşşağılık dűzeyde bayağılaşabiliyor. Derdi değil őlen mehmetçik de dağdaki gerilla da. 

Adına yaşam ve aktűel verilen sayfalarda da hem pezevenklik yapıyor hem de erdem satıyor. Bir yandan “Bőyle de olmaz ki!”, “Aldatırken yakalandı!”, “Ahlaksızlar!” diye ahlak tellallığına soyunurken, őte yandan “kıç, bacak, meme” fotoğrafları satıyor. Bir fotoğrafa internetten bulunmuş diğer gelişi gűzel fotoğrafları yűkleyerek okuyucunun 20-30 sayfa ağzından salyalar akarak klik yapmasını sağlıyor. Bőylece her klikte sayfaya aldığı reklamların fiyatını yűkseltirken, bu űlkenin erkek egemen kűltűrűnden beslenen erkekliğe kadın gőrűntűleri sunuyor. Bir sayfada “zontalar sahile indi” diye turistlere bakanları gősterirken, őte yandan “Alman Helga Mustafa için deli oluyor” diyebiliyor.

Bu yayın organlarının bir diğer tiksindirici yanı da toplumdaki sorunlar karşısında takındıkları tavır ve duruşlar. Őrneğin toplumsal sorunlara yőnelik tavrı genelde yangına kőrűkle gitmesidir. Linçleri kőrűklemesi ve dűşmanlığı arttırmaya yőnelik bir dil kullanması nerdeyse suç dűzeyindedir. Bu dil ayrıca őylesine bilinçli, hesaplı ve kitaplı olarak populist ve őylesine futbol fanatikliğindedir ki bir sűrű doal faşisti sokağa dőkecek biçimdedir. Ama bilindiği űzre bu űlkede hukuk da ayaklar altındadır ve birilerine peşkeş çektirilmektedir. 

Kimdir bu gazette sayfalarını hazırlayanlar? Gazetecilik mi okumuşlar bunlar? Nerde okumuşlar? Etik diye bir şeyden haberleri var mı? Etik yerine etiksizlik mi őğrenmişler?

Sahi şu gazeteleri almama gibi bir protesto (boykot) eylemi neden kimseler dűzenlemiyor? Internet űzerinden de bunu gerçekleştirebiliriz aslında. Hadi gelin bunu organize edelim. 

Hadi onların anlayacağı dilden konuşalım. Paradan konuşalım. Duyarsızlığımız űzerinden para kazanmalarını engelleyelim. 

Ses edin, biryerlerden başlayalım.. 

Boykot edelim bunları...

Sep 19, 2012

Cardenal'den

20 yıl calıșmıșsın 20 milyon peso biriktirmek icin
Oysaki 20 milyon pesoyu sana vermek isterdik
O koșullarda calıșmak zorunda kalmayasın diye...

You were worked twenty years
to pile up twenty million pesos
but we’d give you twenty million pesos
not to have to work the way you’ve worked.”
 --Ernesto Cardenal

Sep 18, 2012

Mezarlarınıza tüküreceğim!

Bu yazıyı mutlaka okumalısınız. Bloga aldım ki kaybolup giderse kopyası kalsın elimde.


Şebnem Korur Fincancı
http://evrensel.net/news.php?id=36345

Etrafımız kutsallıklar ve kutsamalarla sarılmış, elimizi kolumuzu oynatamaz durumdayız. Kutsal “vatan” ile başlayan, bu kutsamanın sürdürülebilirliği için olmazsa olmaz kutsal “aile” ile devam eden bir dizi kutsallık hepimizi esir almış ne zamandır. Kutsallıklar hep ürkütmüştür beni işin doğrusu. Birinin kutsalı öbürünün laneti olabilir kolayca. Kutsallık atfedilen değerler olunca, bu değerlerin dışında kalanlar da olacaktır kaçınılmaz olarak. Kutsadığınız kadar lanetlersiniz ve lanetlisinizdir zira.
Kutsallarınızı seçtiğinizi sanıp, yanılsamalar içinde yaşarsınız. Vatanla başlayan kutsallıklar dizisi, insanın en mahrem yerlerine doğru sızarken dayatılan kuşatma içinde, kendinizi birilerinin mezarına tükürürken bulabilirsiniz.
Bir insanın yaşayabileceği en büyük acı çocuğunun ölümüne tanıklık etmek zorunda kalmasıdır. Hayatın olağan akışı, çocukların üzücü de olsa ana babalarının ölümüne tanıklık etmesidir. Ölümü ve dolayısıyla yaşamı anlamlandırmamızda, ana babalarımızın ölümü önemli köşe taşlarından birisidir. Yakınlarımızın bu ölümleri bizimle paylaşırken söyledikleri ve çok değerli bulduğum, “bu acıyı unutturacak acı yaşamayın” sözü de içinde çocuğunun ölümüne tanıklık etmeme dileğini barındırmaktadır. Ana baba ölümünü unutturacak ve yas süreci hiç kolay olmayacak ölüm bu olsa gerek, sanıyorum.
Uzun zamandır bu topraklarda insanlar çocuklarının ölümüne tanıklık ediyor. Derin acıyı hissederken, kutsal “vatan” sağ olsun söylemini de ağızlarından eksik etmemelerinde aslında bu ölümü anlamlandırma ve tahammül edilebilir kılma çabasını sezebiliyoruz. Kutsala atfedilen değer de bu ölümler sonrası yaşandığı gibi, zaman zaman acıların katlanılabilir olmasını sağlamak olmalı.
Peşpeşe yaşanan ölümler ve kutsallıklara sarılarak acıyı hafifletme girişimleri zamanla tehlikeli bir boyuta ulaşıyor sanki…
Bir insan çocuğunun ölümüne, ölüme gidişine adım adım tanıklık etme acısını yaşamışken, bu acıyı ırkçı bir nefretle karşılama davranışı geliştirebilmenin temelinde, kendi acısını kutsama ve bir diğerinin mezarına tükürerek rahatlama yatıyor. Hepimiz birbirimizin mezarına tükürmeye başlamadan bu gidişe dur demek gerekiyor.
Yaşananlar bana Boris Vian’ın; 1940’larda dünya ağır bir paylaşım savaşından çıktıktan sonra ABD’nde tırmanan, ırkçılığı anlattığı “Mezarlarınıza Tüküreceğim” romanını anımsattı. Hem de yazarın ironik biçimde, bu kitabından uyarlanan filme duyduğu öfkenin sonunda gelen ölümünü…
Birbirinin mezarına tüküren insanların olduğu bir ülkede yaşamaktan, kutsadıkları bütün o değerlerden ve kutsallıklarından utanç duyuyorum.
Acıyı paylaşabileceğimiz ve dostluk ve dayanışmaya dönüştürebileceğimiz bir dünyada yaşamak için mücadele edenler biraz olsun bu utancı hafifletiyor. Bu topraklarda Müge Tuzcuoğlu da yaşadığı için, ölümlerin acısını ayak tabanlarından derinde hisseden Halil Savda yürümeye devam ettiği için de kıvanç duyuyorum. Bir gün kimse kimsenin mezarına tükürmesin diye bu mücadele!

Sep 8, 2012

Türban Cinsel Taciz ve Tecavűzden Korur mu?

Çeviride iyi değilim. Ancak bazan bazı şeyler diğer şeylerden daha ağır basar. Aşağıdaki yazı gibi. Başka űlkelerdeki tessettűr ve kadına yőnelik şiddet űzerine deneyimlerin dile getirldiği bőylesi bir yazının herkesçe okunması gerektiği dűşűncesi çevirimin kőtűlűğűne ağır bastı. 

Motomat çevirmemeye çalıştım. Gerçekliği çarpıtmadan olanı vermeye çalıştım ama kolay okunsun diye de kendimce bazı sőylemleri değiştirdim. sürç-i lisan ettiysem affola… 

Türbanın cinsel saldırı karşısında kadınları koruduğuna dair efsane űzerine

6 Eylül 2012 - Josh Shahryar 
Kaynak: http://www.womenundersiegeproject.org/blog/entry/the-myth-of-how-the-hijab-protects-women-against-sexual-assault

Afganistan'daki iç savaş yűzűnden ailem 1980'lerin sonlarında Pakistan’a kaçmak zorunda kaldığı zaman henűz 6 yaşındaydım. Ablam, benden beş yaş büyük Neelo, Afgan mülteciler için kurulmuş Suudi Arabistan destekli ve Müslüman Kardeşler ideolojisi doğrultusunda olan devlet okuluna yazılmıştı. O da pek çok Müslüman kadın gibi sıradan bir başörtüsü takıyordu. Neelo’nun küçük çantasını alıp, başőrtűsűnű saçlarına dolayıp okula gidişini bugűnműş gibi hatırlıyorum. Sonra okuldan gőzleri yaşlı gelişini de hatırlıyorum. Anneme ve babama okuldaki nöbetçilerin kendilerine bundan bőyle ya tűm türban (full hijab) ya da çarşaf giyerek okula gelmelerini, aksi takdirde okula alınmayacaklarını sőylediğini de hatırlıyorum. Ablamın o kűçűk başőrtűsű artık yeterli değildi. Ablam artık radikal tutucuların kontrolűnde olan bir okula gidicekti.

Bőylece ablam Neelo, nerdeyse şu fotoğrafta gőrűldűğű gibi, kadını bűtűnűyle kısıtlayan bir formda giyinmek zorunda bırakılmıştı.

Bir yıl sonra okula başlayacağım gűne kadar her şey yolundaydı. Okula başlayacağım sıra annem beni karşısına alıp ablamla beraber okula kadar yűrűmek zorunda olduğumu sőyledi. Yaşım ilerlerken tűrbandan ve çarşaftan nefret etmeye de başlamıştım. Yıllarca, her okula gider gelirken erkeklerin ablamın o kara-koyu elbiselerin ardındaki gelişen vűcudunu sűzűşlerini gőrdűm. Bedenine dair gőrűlen tek şeyin ablamın gőzleri olmasına rağmen, erkekler hep birbirlerine fısıldar, elleriyle [cinsel içerikli] işaretler yapar, kedi gibi miyavlar, alay edici sőzler sarfeder ve ablamın ne kadar gűzel olduğuna dair laflar atardılar. Kaldırımda yűrűrken yanımızdan geçen erkekler, o zamanlar çok kűçűk olduğum için anlayamadığım, bir sűrű cinsel içerikli ve kadını aşağılayan şeyler sőylerdiler. Annem ve babam benim ablamla beraber okula gitmemi istiyordular çűnkű eğer yanında ben olmasam o adamların ablama daha kőtű şeyler yapabileceklerini biliyorlardı.

Kadınların avuçlanmalarına, dővűlmelerine, hatta kaçırılmalarına dair hikayelerle bűyűdűm. Ve işin ilginç yanı bu duyduğum olaylardaki kadınların hepsi tűrbanlı ve çarşaflıydı. Bu olayları gerçekleştirenler de nerdeyse tüm etnik gruplardan erkekler olduğu gibi bizim gibi Pakistanlı műltecilerdi. Bu yaşadıklarımdan bana kalan kızgınlık, çaresizlik ve travmadır.

Biz [ablamla ben] bu konuda hiç konuşmadık. Ablam bilmediğimi sanıyordu ama ben onun duygusal ve psikolojik olarak nasıl incindiğini biliyordum. Bunu bilmem için ablamın bana tűrban ve çarşafın kendisini korumadığını sőylemesine hiç mi hiç gerek yoktu. Yűzűnű őrten peçesinin ardındaki gőzyaşlarını gőrmek yetiyor ve artıyordu bile.

 Bu anılar geçenlerde műslűman kadınların ne giyeceklerini seçme őzgűrlűğűnű kutladığı gűn olan Dünya Hicap Günü sebebi ile depreşti. Başörtüsü, yüz ve vücut örtülerinin daha kısıtlayıcı formları yaygın anlamında hijap olarak bilinir; yüzyıllar boyunca, bu muhafazakar İslam'ın bir sembolü haline gelmesinin yanısıra bazı kendini mütevazi ve dindar sayanlar için ise belirleyici bir özellik olmuştur. Uygulamada tüm műslűman ülkelerinde aynı biçimde gerçekleşmese de "muhafazakar" tűrban örtünme kadının saçlarının tamamen bir kumaş ile kapanmasıdır. Bazı yerlerde, őrneğin Gűney Asya’da, bu kadının bűtűnűyle yüzünü (perde – çarşaf gibi) kapatmasıdır. Ya da Pakistan, Afganistan ve Hindistan’da olduğu gibi burkadır (içinde kendine ait peçesi olan kapüşonlu bir giysi). Yani hicap (tűrban ve çarşafla kapanma) muhafazakar bir yorumlamayla kadının bedeninin yüzű, elleri, ayak bileklerinin altı ve bazan da boynu dışında hiç bir yerinin gőrűnmemesini sağlayan bir őrtűnmedir. Geçen iki yüzyıl boyunca, kadın hakları konusunda büyük atılımlar dindar kadınların dahi őzgűrce giyinmelerini olanaklı kıldı. …..

Şimdi sőzű Sehmina Cafer Chopra tarafından yazılan ve műslűmanlıkla ilgili konuların işlendiği popűler bir site olan Islam101.com da yayınlanan makaleden alıntılara bırakayım.

 Peçenin kadını sűslemesinin yanısıra kadını koruma gibi bir yararı da vardır. Müslümanlar inanırlar ki kadınlar kendi bedenlerini ve gűzelliklerini herkesin gőrebileceği biçimde sergilerlerse, kendilerini bir cinsel nesne konumuna sokarak aşağılamış olurlar ve kendilerine cinsel amaçlı bakan erkekler karşısında savunmasız kalırlar (Nadvi, 8)  
Hicap kadınları őylesine mütevazi ve iffetli kılar ki erkekler bu kadınlara yaklaşmaya, sataşmaya cesaret edemezler (Nadvi, 20).  
Erkekler bedenini sergileyen kadından karışık sinyaller aldığında ve kadının cinsel amaçlı ilgi istediğine inandığı durumlarda hicap cinsel istismar ve taciz gibi olası problemleri ortadan kaldırır. Başőrtűsűnűn bir şekilde cinsel taciz ve/veya kadına yőnelik cinsel amaçlı şiddete karşı koruyacağı inancı hiç de kűçűk bir azınlığın gőrűşű değildir. 

Şeyh Yusuf ya da Ayetullah Seyyid Ali Hamaney gibi űnlű İslam din adamları bu tűr gőrűşleri desteklemektedirler. Bu tűrban ve çarşafın kadını koruyacağı savı sadece yanlış bir iddia değil, ayrıca hiçbir temeli olmayan tehlikeli bir varsayımdır da. Bunu bir olgu olarak biliyorum çűnkű kapanmanın ablamı korumadığını yıllarca kendi gőzlerimle gőrdűm. Bunu biliyorum çűnkű kapanmış kadınların cinsel taçiz ve tecavűze uğradıklarını birinci elden gőrdűm, duydum, ya da okudum.

Őrtűnmek kadınları erkeklerin cinsel saldırılarından korumadı ve korumayacak da. Aslında kadının bedeninin bir kısmının gőrűnmesi değil, kadının gőlgesinin bile gőrűnmesi sapkınlar ve sapıklar için kadını cinsel nesne ve fetiş haline getirebilmek için yeterlidir. Kadınlara (Başörtülű ya da değil) karşı cinsel tacizin nerdeyse bir salgın haline geldiği Mısır bu konuda őrnek olarak verilebilir.
Tahran'da bir billboard "Tesettür Güvenliktir." (Omid 20) 


Başörtüsü ve kadınlara yönelik cinsel taciz ve şiddetin sıklığı arasında bir korelasyon olduğu ve bu korelasyonun başörtüsü takanlarda daha dűşűk olduğuna dair sőylentinin kendisi aslında sistematik olarak kadını daha da ezilen (victimized) bir konuma sokmaktadır. Erkekler cinsel taçiz veya tecavűz olayında kapanmamış kadını (taciz edilmeyi bir şekilde kadının istediğini iddia ederek) suçlarken, bu saldırıya uğramış tűrbanlı ya da çarşaflı kadının da mutlaka bunu hak edecek bir şey yaptığını ima ederek yine kadını suçlarlar ve kadına zarar verir. Diğer tüm kurbanı suçlama olaylarında olduğu gibi, bu tűr imalar/iddialar kurbanın cinsel saldırı hakkında konuşmasını engeller.

Birçok ana akım muhafazakar Müslüman din adamı ve Zakir Naik gibi sözde sosyal bilim adamları, bu videoda gőrűleceği gibi, açıkça tűrban ya da çarşaf giymeyen kadınların cinsel taçiz ve saldırıya davetiye çıkarttıklarını iddia etmektedirler. Hatta daha da ileri giderek Batıda yűksek oranda cinsel saldırıların ve şiddetinin olmasının bir sebebi olarak kadınların őzgűr giyinmesine bağlamaktadırlar. Bunun yanısıra yine aynı kişiler cinsel suçların ve şiddetin műslűman toplumlarda nasıl da gőz ardı edildiğini, resmi kayıtlara geçirilmediğini (cinselliğe dair bir çok şeyin tabu olması ya da olumsuz stigma içermesine dayalı olarak) ve sağlıklı-sistematik bir biçimde rapolaştırılmadığını őnemsemez ve gőrmezden gelirler. Hatta hatta bu tűr cinsel şiddetin bir çok űlkede namus cinayetlerine sebep olduğu gerçeğini de göz ardı ederler.

Sapık sapıktır. Sapıklar kadınlara cinsel taciz uygular, tecavűz ederler. Bu kadınların mini etekli ya da çarşaflı olmaları ile ilgili değildir. Kadınlar őzgűrce giyindikleri için bunlar sapık olmamışlardır. Başörtüsünűn bőylesi olağan űstű marifetleri (kadını cinsel saldırılardan ve taçizlerden koruduğuna) olduğuna dair uydurmaları besleyip, pekiştirip bűyűttűkçe kadına yőnelik cinsel şiddet problemi çőzűlmeyecek aksine bűyűtűp duracaktır. Bu sorunun çőzűmű için bu konuda [ kadın da erkek de ] açıkça konuşabilmelidir, insanların sorunun boyutlarının farkına varmaları konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapmalı ve bu konudaki şikayetler bir cinsel suç olarak değerlendirecek ve hakkında gerekli yasal işlemler ve dűzenlemeler yapılmalıdır. Eğer bu ve benzeri uygulamalar 1980lerde műmkűn olsaydı ablam Neelo – ve daha diğer milyonlarca kadın- taçiz ve tecavűze dayalı o acıları çekmek zorunda kalmayacaklardı.

Tűrban ya da çarşaf giymek ya da giymemek kişisel bir seçenektir ve bu bir hak olarak korunmalıdır. Tűrban ve çarşaf giymeyi seçmiş bir çok kadın bu konudaki tevazűyű, mutluluğu, ve kendini dine veya tanrıya adamaya dair coşkuyu yaşamalıdır. Ancak sorun başörtüsü veya kadınların seçimi ile ilgili değildir. Sorun bilimsel bilgiyi çarpıtarak da yapılan bir tűr kadın dűşmanlığıdır. Sorun kadınların kapanıp kapanmaması değil, sorun kapanmış ya da kapanmamış bűtűn kadıların gűvenliği sorunudur. Sorun islam toplumlarındaki kadınların evde, sokakta, ve işyerlerinde gerçek anlamda korunması sorunudur – őyle sihirliymiş gibi giyince kadını koruyan bez parçası sorunu değildir.