Pages

Feb 28, 2013

Beni Bir Kere Dövdüler


beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
geceleyin dövdüler dişlerimi tükürdüm

emirgan'la aramız çok eskiden beri yok
niye ölmedim diye bana bozuluyor
ötekiler şurda burda azar azar gördüğüm
çakıdan bozma itler sustalı birileri
fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
bir vakit omuzlarım tutmadı dişlerimi tükürdüm

boşyerlerime vurdular yumrukları duruyor
gecenin bir saatinde gizlice kustum
bir böcek yürüyordu boynumdan içeri
burnum mu kanıyordu ağlıyor muydum
büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
ayıran eden çıkmadı susadım su veren yok
kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
çocuk sıcaklığına sığınıp uyumayı
omzum bir vakit tutmadı dişlemi tükürdüm

fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
hiç kimse o halimde görsün istemiyordum
eczane aramak filan aklımdan geçmedi
sıcak bir şeyler içmek otelde motelde
kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
dağıtılmış suratımı avuçlarına saklamayı
ağlamayı düşünürdüm kim bilir belki de
bir vakit omzum tutmadı dişlerimi tükürdüm

beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
senin için dövdüler dişlerimi tükürdüm 

AttilanIlhan

Feb 24, 2013

Double Bind




Patolojik bir iletişim biçmi var. Iki ucu açık iletişim denilebilecek bir iletişimdir bu. Double Bind denilen bu iletişim biçmi iskencede de kullanılır. Kurbanın psikolojik bűtűnlűğűne yőnelmiş bir iletişimdir bu. Kişi birbiriyle çelişen uyaranlar alır ve bu içinden çıkılmaz bir durum yaratır. Sonuçta kişinin duygusal kabloları karışır, aklı karışır. Bu tűr iletişime maruz kalmış çocuklarda şizofreni çıkma olasılığı da yapılan araştırmalarda bulunulmuş.

Őrnek vereyim biraz: Orwell’in 1984’űndeki işkence bu yőntemi kullanır őrneğin. Soru basittir. 2+2 iki kaç Winston? Winston ne cevap verirse versin fiziksel siddete tabii tutulur. 4 der, işkence; 5 der, işkence; siz ne derseniz onu diyeyim der, işkence. Yoktur çıkış yolu Winston’ın.


Çocuk annesine sorar. “Anne dışarı çıkabilir miyim?”; Annenin yanıtı “çık allahın cezası çık”. Çocuğun kafası karışmıştır; anne çık diyor ama ses tonu çıkma diyor, “allahın cezası” çıkma diyor. Çocuk sokağa çıkıyor. Anne gelip dőverek içeri alıyor çocuğu. Sonra birden sesini yumuşatarak “dondurma ister misin?” diyor.

Freud der ki kişiler hasta olabilecekleri gibi toplumlar da hasta olur. Tűrkiye toplumu da hastadır. Hem de şizofrenik bir dűzeyde hastadır çűnkű sistematik bir biçimde yukarda őrneklediğim patolojik bir iletişim biçmine maruz kalmıştır.

Devletimizin kadife eldivenler giymiş demir elleri vardır. Hem okşar hem de dőver. Babmız da őyle. Kocalar da őyle. Anneler de őyle. Hem sever hem dőverler. Devlet seni korumak için ben varım der, ama sana en bűyűk tehdidi oluşturur. Polis koruyacağina, dőver. Askere zorla alınır insanlar; askerlik namustur, onurdur derler. Daha ilk iki haftada annesinden. Babasından, arkadaş çevresinden zorla koparılmış, kendini kelimenin tam anlamıyla yapayalnız hisseden o 18-20 yaşlarındaki őylesine dayak ve kűfűr yer ki; ne namusu kalır, ne haysiyeti, ne kendine saygısı. Sonra ya o patalojiye uyum sağlar psikopat olarak askerliğini bitirir. Ya intihar eder. Ya birini vurur.

Şimdilerde de barıştan sőz ediliyor. Imralı ile gőrűşűlűyor. Ama bir taraftan polis Sinop’da ve Samsun’da linççilerle kol kola barış isteyenlere saldırıyor. Sonra uçaklar Gűney Doğu’yu bombalıyor; 10.000lerce Kűrt politik sebeplerle içerde.

Őnceleri rűyasını gőrsek sevinceğimiz şeylerin gerçekleşme olasılığı var ama bilemiyoruz sevinelim mi űzűlelim mi. Sevinirsek cezalandırılır mıyiz acaba? Ama sevinmesek de cezalandırılabiliriz. Hali hazırda cezalandırılıyoruz. Devletimiz de toplumumuz da yukarıdaki anne gibi .

-- "Anneeeee  korkularmzdan dışarı çıkabilir miyiz? Sevinebilir miyiz? Umutlanabilir miyiz?"

Feb 22, 2013

ilan

Bir 

ateist / alevi / ermeni / hristiyan / laik olarak 

ödediğim vergiden camilere giden parayı 

cami cemaatine helal etmiyorum.

Imza: ben

Feb 20, 2013

13 Cümlede "Kürt Sorunu"



“Ne okulu? Biz cahili ile başa çıkamıyoruz, okumuşuyla hiç halleşemeyiz.” Doğu da okul açılmasının gündeme gelmesi üzere Genelkurmay eski başkanı Fevzi Çakmak.

“Gizli oy açık tasnife dayanan bir seçim sistemi Türkiye için tehlikelidir. Bu kanun çıkarsa, doğudaki vatandaşlar oylarını ya Hasso’ya ya da Memo’ya vereceklerdir.” Bayındırlık eski Bakanı Cevdet Kerim İncedayı.

“Nerede bir Kürt görürseniz yüzüne tükürün.” Cemal Gürsel.

“Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” İsmet İnönü.

“Doğu da parti teşkilatları kurmayalım. Siz kurmazsanız biz de bizimkileri lağvedelim… Particiliğin milli birliği bozmasından endişe ederim.” İsmet İnönü’nün Demokrat Parti genel başkanı Celal Bayar’a yaptığı teklif.

“Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır; hizmetçi olmak hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman ve hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin.” Adalet eski bakanı Mahmut Esat Bozkurt.

“Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.” İsmet İnönü’nün başbakanlığında 1925 yılında kendisini ziyaret eden Türk ocakları yöneticilerine sarf ettiği sözler.

“Madde 41: ‘Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, ovacık, Hısnımansur (Adıyaman), Besni, Arga, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır.” Şark Islahat Planı.

“… başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilatı Esasiye kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onlar da beraber ifade etmek gerekir.” Mustafa Kemal Atatürk ‘ün 16/17 Ocak 1923 İzmit basın toplantısındaki açıklaması.

“Lozan’da milli davalarımızı biz ‘Türkler ve Kürtler’ diye savunduk.” İsmet İnönü’nün 1969 yılında ulus gazetesinde çıkan anlılarından.

“Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.” 23 Nisan 1933 yılında zamanın milli eğitim bakanı Dr. Reşit galip tarafından kaleme alınan Andımız.

“Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz kış erimeyen karlar vardı. Güneş açınca üzerleri buzlaşan camsı parlak bir tabaka ile örtülürdü karın yüzü. Üstü sert altı yumuşak olurdu. Bu karın üstünde yürününce, ayağın bastığı yer içeriye çöker, ‘kart-kürt’ diye ses çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere, Kürt denmesinin nedeni buydu. Bölücülerin Kürt dedikleri, yüksek yaylalarda, karlık bölgelerde yaşayan Türklerin karda yürürken ayaklarından çıkardıkları sesin adıydı aslında.”  Genelkurmay Başkanlığı’nın bastırdığı “Beyaz Kitap”tan.

“Madde 13/3: ‘Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba veya şehirlere iskânları mecburidir.” Mecburi İskan Kanunu.

Kaynak: Burdan

Feb 19, 2013

Sinop, Linç ve Barıș

Dünkü Sinop Madımak’ın çirkin tekrarıydı, yeni katliamların provasıydı.

Hiç ders almamıșız. Hiç bir șey öğrenmemișiz toplumsal barıș adına. Bir asker öldürüldüğünde karalar bağlayanlar barıș çabalarını neden desteklemezler? Siz iyi insanlar neden yüzünüzü ötelere çevirir sessizliğe bürünürsünüz barıș çabaları baltalanırken, neden?

Bizden yani o iyi, dürüst, ahlaklı, güzel insanlardan destek almasalar bunların hiç birini yapamazlar. Hiç bir güç yapamaz. Yani biz bu kadar mı zavallıyız allah așkına! Ne kadar zavallıyız biz.

Pavlov’un köpeği, Skinner’in kutusundaki o fare ve kuș bizden çok daha mı zeki? Yok yok sorun barıșı yeterince istememekte. Peki barıșı yeterince istemeniz için daha kaç kiși ölmesi gerekiyor?


Feb 12, 2013

ANLAR

Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.

Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85′indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM…

Jorge Luis Borges

Feb 8, 2013

En güzel üç kadın

20inci Yüzyılın en güzel üç kadını: Rosa Luxemburg, Simone de Beauvoir, ve Emma Goldman


Feb 6, 2013

Bir "Islami Hoşgörü!" Hikayesi


tarih: 27 ocak 2013
saat: sabah 5:30
yer: atatürk havalimani
Kaynak: Burdan (Ekşi Sözlük)

istanbul'a sadece 4 günlüğüne geldim ve işlerimi hallettikten sonra geri dönüyorum. 4 gün boyunca sabahtan akşama kadar ordan oraya koşturdum, millete laf anlattım. bütün işlerim bitince de son gece arkadaşlarla buluştuk, ev partisi, taksim falan derken sabaha kadar takıldık. 4:00'daki havataş otobüsü ile de havalimanına gittim.

havalimani saatine ve gününe bağlı olarak normalde olduğundan çok daha yoğundu ve kitlesi farklıydı çünkü umre zamanıymış.öncelikle umre'ye gidenlerle bi sorunum yok. hatta benim ya da başkalarının hayatına karışılmadığı sürece hiçbir sorunum yok kimseyle. isteyen istediğine inanır, istediği şekilde yaşar ve giyinir (popi meselesi). her yerde yarı çıplak, ayaklarında terlikler olan amcalar ve komple kapalı teyzeler var. beyaz ve siyahın müthiş ahengi tüm havalimanını sarmıştı (soru: umreye giden kadınlar da beyaz giyinir diye biliyordum ben ama burdaki teyzeler komple siyahtı. bilgisi olan arkadaşlar bu konuda bana bilgilendirici mesaj atarlarsa mutlu olurum)... bu gruba karşı yapabileceğim tek eleştiri ayaklarını lavabolarda yıkayan amcalar oldu. az ileride mescid olmasına rağmen girdiğim her tuvalette bir amca lavaboda ayağını yıkıyor ve ayaklarını her yere değdirmekte bir sakınca görmüyordu... bu durumdan tiksindiğim için (ayakları temiz olsa da ben hijyenik bulanıyorum) havalimanından varacağım noktaya gelene kadar tuvaleti kullanmadım.

güzel güzel check-in yaptım, bavulumu teslim ettim, pasaport sırasında bekliyorum. sıralar tabii ki de içerideki kitle ile orantılı olarak umre'ye giden vatandaşlardan oluşuyor. önüm arkam her yer ya beyazlı amca ya da siyah teyze. hatta arada beyazlar içerisinde çocuklar da var.

bu süreçte ilk tepkiler gelmeye başlıyor kulağıma. "nebçim giyinmiş", "alkol mü almış o", "yabancı da değil, elinde türkçe kitap var (kitap da marquis de sade'dan tanrıya karşı söylev[evet o gruptan dayak istediğim doğrudur] ), türk ve müslüman küpe takar mı" gibi tepkiler. cevap vermiyorum çünkü arada çıkabilir böyle insanlar diye düşünüyorum. total olarak umre'ye gidenlere mal etsem yaptığım ayıp olacak. pasaport kontrolü ciddi bir iş olduğu için (gruptakilerin büyük kısmının ilk defa yurtdışına çıktığını varsayıyorum çünkü genel prosüedürlerden %99'unun haberi yoktu) sadece bana söylenmekle yetiniyorlar. ben de eleştirileri çok takmıyorum zaten.

kontrol sonrası hem uçağıma biraz daha zaman olması, hem kitleden biraz uzaklaşmak hem de kitap okurken takılmak için bira içmeye gidiyorum (sabahın o saatinde sadece ben değil, orada bulunan herkes alkol alıyordu bu arada). biramı bitirdikten sonra kafede kendi kendime takılırken umre'ye giden gruptan bir amca yavaşça sokuluyor yanıma ve "delikanlı bizim tarafa gelebilir misin, sana birşey sormak istiyoruz" diyor. ben de saflığıma yanayım ki "heralde bilet, kapı, uçak vs. ile ilgili soru soracaklar" diye gidiyorum yanlarına.

görüntü şu: oturma yerlerinin orda beni bekleyen yaklaşık 20 kişilik siyah ve beyaza bürünmüş bir grup ve nefretle bakan gözler. giderken resmen 3,5 atmaya başlıyorum. "amca noldu istersen burda sor" diyerek kaçmaya çalışıyorum ama amca sanki beni idama götürür gibi yapışmış koluma "yok yok gel sen" diye mırıldanıyor. gittikten sonra "he amca buyur sor" dememi beklemeden arkadan yaşlı bir teyze "evladım sen türk ve müslüman değil misin?" diye acı bir ses çıkartıyor. "ha ney?" falan diye dumur olmuşken yaşça biraz daha genç bir abi "sen utanmıyor musun" diye ikinci soruyu soruyor. "ne diyorsunuz siz? ne utanması?" dememe kalmadan "bizi günaha sokmaya utanmıyor musun?" diye bir köşede ölmek üzere lan amca soruyor. "en sonunda biraz da sesimi yükselterek "ne diyorsunuz siz, ne günahı, ne utanması" diye konuşuyorum. beni oraya getiren amca "evladım sırada alkol kokuyormuşsun, kulağında küpe var, içeri girdikten sonra seni alkol alırken görmüşler. umre'ye gidenlerin yanında bir müslüman olarak bunu yapmaya utanmıyor musun?" diye açıklamayı yapıyor.

işte o anda elim ayağım titremeye başlıyor, beynim zonkluyor. "amcacım öncelikle size ne benim giydiğim kıyafetten?" diye sinirli bir şekilde konuşuyorum (hayır daha sesimi yükseltmedim). "hem ayrıca alkol almamdan size ne? siz alkol almıyorsunuz ki. alkol kokusu yüzünden de abdest bozulmaz, bişi olmaz" diye devam ediyorum. benim cevabım üzerine gruptaki yaşlılar arkaya doğru gerilerken gençler öne doğru çıkmaya başlıyor, "olmaz" diye sert bir dille beni uyarıyorlar(!). "ne demek olmaz ya? size ne benim yaptıklarımdan?" diyorum. "biz umre'ye gidiyoruz, senin imanın da bizi etkiler" gibi saçma bir söylemde bulunuyorlar. "benim imanımdan size ne? ben zaten müslüman bile değilim, allah'a ya da başka bir varlığın gücüne inanmıyorum. din ile alakam yok" dememle ipler kopuyor. genç olanları iyice yanıma geliyor ve "ne diyon sen" moduna geçiyorlar. çevredeki insanlar da bu sırada yavaş yavaş huzursuzlanmaya da başlıyorlar. "kardeşim sizle mi uğraşacağım, işim gücüm var benim" diye arkamı dönmemle bir tanesinin koluma yapışıp "kafir misin sen?" diye bağırması bir oluyor. şansıma o sırada yakından havalimanı polisi geçiyor da "memur bey bakar mısınız" diye sesleniyorum. polisin geldiğini gören grup geri çekilip kolumu bırakıyor. ben de hala saf bir şekilde "yardım isterim polisten, beni en azından kapıya kadar götürür. bu grup da bir daha bulaşmaz bana" diye düşünüyorum ki meşhur türk polisini nasıl unuttuğum için sonradan kendime kızdım.

polis klasik olarak "noluyor burda" laflarından sonra ben birşey demeden gruptan bir "memur bey bu adam bize hakeret ediyor" şikayeti geliyor(!?!?!). lan yüzsüzlüğe bak; polisi çağıran ben, şikayet karşı taraftan. tabii ki de yüze türk polisi benim gibi bir genç yerine umre'ye giden ulvi kişileri dinleyecekti; "ne diyorsun sen" diye bana çıkışıyor.

ben:"memur bey, ben kendi halimde kitap okuyordum. aha bu amca geldi beni çağırdı sonra da bana hakaret etmeye başladılar"
gruptan biri: "ne hakareti lan? sen demedin mi ben allah'a inanmıyorum diye?"
polis: "allah'a mı inanmıyor? çıkar bakim cüzdanını (da neden lan neden?)
ben: "neden memur bey, allah'a inanmıyorum demek kötü birşey mi?"
polis: "sen çıkar bakim cüzdanı"

neyse cüzdan çıkartılır verilir. bu arada cüzdan ile ilgili bir bilgi: (bkz: #28121212)

polis: "neden boş senin din hanen?"
ben: "memur bey ben ateistim"...

işte bu laf. aha bu lafı bu grubun içinde dedim. türk polisi bu grubun yanındayken dedim... polisin "nasıl lan" demesi ile grubun "puuuu rezil"vb. lafları, polisin "git gözümün önünden kendini çok sevdirmeden" tarzı lafları sayesinde arkamda bana küfreden bir grup ve grubun yanında yer alan bir polis ile uzaklaştım oradan. çok eminim ki havalimanında olmasak hem o polis hem de grup tarafından fiziksel temasa (koldan tutmadan daha fazlası) maruz kalarak ayrılacaktım oradan...

oysa ki ne kadar da güzel bir 4 gün geçirmiştim lan türkiye'de. işlerimi halletmiş, arkadaşlarımla güzel vakit geçirmiş şekilde yüzümde gülümseme ile geri dönüyordum. hatta bir sonraki işim türkiye'de olsun da daha çok böyle güzel zamanım olsa diye düşünürken son kararımı verdim; nah dönüyorum. çünkü bu olay sonuç değil başlangıç. "ecdadımız", "dinimiz", "peygamberimiz" düşünceleri "ama biz hep ezildik ve eziliyoruz" cümleleri ile iyice arttı ve artacak. toplum müslüman-diğerleri şeklinde ayrılmış durumda ve müslümanlar öyle bir güç kazanmış durumdalar ki kendi halinde takılan insanları bile güzellikle(!) dine döndürmeye çalışıyorlar.

biliyorum bütün müslümanlar böyle değil. biliyorum bu arkadaşları eleştiren müslümanlar da var ama böyle gruplar git gide artmakta ve yüzsüzce insanlara saldırmakta.

edit: öncelikle geçmiş olsun diyen, iyi dileklerini ileten, fikirlerini paylaşan tüm yazarlara teşekkür ederim zamanım elverdiğince yanıtlamaya çalıştım, yanıtlayamadıklarımı da fırsat buldukça yanıtlayacağım.

bütün mesajlar çok güzeldi ama polly jean'e ayrıca teşekkür etmek istiyorum. hem yazdığı entry hem de yurtdışında yaşayan birisi olarak hukuksal olarak neler yapabileceğim konusunda verdiği tavsiyeler sayesinde yarın avukat ile görüşmeye gidiyorum. gelişmeleri avukatımın izin verdiği sürece buradan paylaşmaya çalışacağım.

yazarların bana özel mesaj ve sosyal medya yoluyla kendi başlarından geçen olayları da anlatmaları aslında uzun süredir görmezden geldiğim ama türkiye içerisinde olayların nerelere vardığı konusunda da çok bilgilendirici oldu. bu konuda kendime de kızmama yol açtı. arkadaş ve ailevi çevrem sayesinde bir nevi fanusta yaşadığımı farkettim. tabii ki de haberleri okuyordum, sosyal medyadan olayları takip ediyordum ama okuduklarımın büyük bir kısmı daha önce hiç duymadığım ve gerçekten insanların onurunu kıran şeylerdi... normalde yaşadığım olaya "he" diyip geçecekken olayı biraz daha irdeleme ve duyurma isteğimin artmasına neden oldu.

haber.sol.org şimdilik ilk haberi yapan yer olmuş. yarın avukatım ile konuştuktan sonra işim dolayısıyla da tanışık olduğum gazetecilerle konuşacağım. bir şekilde birinden umut çıkar diye düşünüyorum.

bu arada bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek için; kendimi sözcü vs. olarak görmüyorum. bir şekilde paylaşılan, konuşulan bir olayın yazarı olarak sadece şansım olduğunu düşünüyorum. şansımız olursa diğer sıkıntı yaşayan ve bana mesaj atan insanlara da ulaşıp onların da anılarını paylaşmasını rica edeceğim.

bütün bu süreçte beni en çok üzen şey ise şu oldu; hala ülkemi, doğduğum büyüdüğüm yerleri seviyorum ama şu anda çok fazla dönmek istemiyorum. sanırım belirli bir politik yapı da değişmeden dönmemek için elimden gelen herşeyi yapacağım. ama üzüldüğüm nokta ailemin, arkadaşlarımın böyle şeylerle her an karşı karşıya gelecek olmaları korkusu ve onlara bir zarar gelecek korkusu.

son birşey: yazımda da siyah kıyafet konusunda sorumu sormuştum. bu konuda bilgili arkadaşlar geri dönüş yaptılar: normalde herkesin beyaz giyinmesi lazımmış ancak cemaat veya tarikat tarzı gruplar kendilerini belli etmek için farklı renkler giyiyorlarmış. hatta bana bunu açıklayan yazarların yakın çevresi ya da kendileri umre'ye gitmiş kişiler ve onlar da kıyafet farklılıkları ya da başka nedenler yüzünden bu kişilerle sıkıntı yaşamışlar. hadi ben ateistim de kendi dininden olan insanların farklılıkları yüzünden bile sataşan bir grup olduğu sürece çok fazla hoşgörü beklemeyin benden lütfen.

Feb 4, 2013

Neden?

Neden çoğunluk böyle dandik? Neden çoğunluk sadece geyik yaparak tüketir günlerini- ömrünü? Neden çoğunluk böyle uçkurunda ya da benlik saygılarının gölgeleri altında süklüm –büklüm?

Biliyoruz ki o denli mutlu değiller iste. Kredi kartına borçlanarak aldıkları o Ay-fonlarla çektikleri o boy-boy fotoğrafları da güzel değil; O kadar güzel değiller! Beni “beğen” linkine tıklayarak beğenin diye kıvranıșları sonunda gerçekten beğenildiklerini mi hissediyorlar? Șu jiletle traș olunca ya da șu parfümü sürünce daha bi çekici olmadıklarını bilmiyorlar mı?

Mutsuz yalnızlıklarıyla yatıp, mutsuz yalnızlıklarıyla kalktıklarını herkes biliyor. Herkesin bildiğini de biliyorlar. Eeee o zaman bu oyun niye? Bu delizyona dönüșmüș illizyonlar niye? Bu intihara dönüșmüș yașama sevinciyle flörtleșmeler niye?