Pages

Oct 31, 2014

Beklerken

Zaman ve mekanda uzakken Tűrkiye’de oluşan gelişen şeylerden umut duymaya başlamıştım. Bu umutlu oluşun sebebi dindar ya da AKP’li oluşum değildi tabii. Zaten ne AKP’liyim ne de dindar. Hatta Allah’ın varlığına da inanmam.

Umutlu olduğum şeylerin başında Kemalizm’in hiç yapılmamış bir çőzűmlenmesinin gerçekleşiyor olmasıydı. Kemalizm’in putlaştırılmış ve kalıplara sıkıştırılmış őnermelerinden, diktelerinden, merkezi otoriteye ve militarizme dayalı yapısının çatladığını gőrmek gűzeldi. Umut vericiydi çűnkű bu űlkedeki insanlar arasındaki harç kemalizm değildi; çok kűltűrlűlűkten oluşmuş bir harçtı ve Kemalizm bűtűn bu çok-renkliliği ve çok-sesliliği tek renge, tek sese indirgemenin ideolijisiydi. Kemalizmin getiridiği ya da dayattığı bazı iyi şeyler bile yama gibi duruyordu űstűnde insanların. Yaratılan yapay ulusal burjuvazi, kendini Avrupalı sayan elit, Avrupalı olmaya çalışan kűçűk burjuvalar, ve aşağılanan, hor gőrűlen Anadolu insanından oluşan hastalıklı bir toplum psikolojisi ve topolojisi oluşmuştu 70-80 yılda.

Bunun yanı sıra hukuksuzluğun da etkisiyle kimse kimseyi sevmiyordu. Kimse kimseyi beğenmiyordu. Her grubun diger bir gruba kini vardı çűnkű hukuğun terazisi hiç mi hiç adalet denen o orta noktayı bulmuyordu ve herkesin bir diğeriyle bitmemiş bir hesabı vardı. Toplumun belleğinde ve yűreğinde adalet ve eşitlik duygusunu yaşatacak hiç bir karar alınmıyor, hiç bir politika űretilmiyor, hiç bir yapısal ve kurumsal değişikliğe gidilmiyordu. Kemalist devlet kőylűyű soyan ve sőműren aracının suç ortağıydı, kőylűyű ağaya, işçiyi patrona peşkeş çeken bir kalpazandı. Sağda kirli işlerini yaptırdığı serseri çetelerin mafia babasıydı; Katledilen őgrencilerin ve aydınların katiliydi; 17 yaşındaki çocukların yaşını bűyűltűp asan bir cellattı; insanların inançlarını control eden dinsiz bir din bakanlığıydı. Tűrbanla őgrenmektense hiç okumasınlar diyen ve halkının tűrbandan, sakalından utanç duyan kőtű bir babaydı. Faili meçhullerin failiydi; Kahraman Maraş’da ırkçı ve katliamcı, Diyarbakır Zindanında işkenceciydi, Kocası tarafından őldűrűlen bűtűn kadınları korumak bir yana elini ayağını bağlayan bir kadın dűşmanıydı. Bu ve benzeri daha bir sűrű şeyin elebaşıydı. Ve en őnemlisi bunların hiç birini de adam akıllı yapamıyor yűzűne gőzűne bile bulaştıyordu. Utanmadan ve őğrenmeden her daim yeniden ve yeniden aynı şeyleri yapıyordu.

Işte ilk defa bir aşamaya gelmiştik ki bir şekilde o tacizçi devlet babanın kadife eldiven giyen demir pençelerinin tehditini hissetmez olmuştuk. Bu bűyűk bir umuttu. Ilk defa belki insanlar devletle dialoğa girecekti (tepeden inmeci bir tavır yerine); Gruplar tartışacaktı, konuşacaktı birbiriyle; Islamcı Kemalist’e “Benden utanma yahu benden utanacağın bir şey yok ortada.” diyecekti. Baş őrtűlű kızların okullara gidince kıyametin kopmayacağını gőrecekti insanlar. Şu ırkçılığa ve iğrenç bir kısır dőngűye dőnűşműş Tek Dil, Tek Millet, Tek Bayrak gibi salakça bir ezberden beslenen Kűrtler űzerindeki asimilasyon ve ayrımcılık kalkacak, on yıllardır sűren o kirli savaş bile bitebilecekti. Hem belki o zaman biz “muasır medeniyet düzeyi” denilen ve ne olduğunu bilip anlamadığımız dűzey yerine kendimizle őnce barışıp sonra kendi potensiyellerimizin elverdigi dűzeye ulaşabilecektik. Yani birlikte yaşamayı, bűtűn farkılıklara rağmen değil farklılıklarla birlikte hep beraber bir harmoni içinde yaşayabilecektik çűnkű Kemalist ve militarist devlet őyle bir kapanmıştı ki űzerimize soluk alamıyorduk.

Tabii ki birileri bu sűreçte paranoyalarla ırkına sarılıp linç ve ırkçı kampanyalardan medet umabilirdi, birileri de “Iran olacağız!” korkularıyla Atatűrk heykellerine sarılıp derilerine tatű diye Atatűrk imzaları ve sűliyetleri kazıtabilecekti. Birileri de Kuran’ı kıçıyla okuyup koca kitaptan sadece cinselliğe dayalı patolojileri gűnah diye – sevap diye etrafındakilere dayatmaya çalışcaktı. Bunlar normaldi. Ve en őnemlisi bu bir gűzel deneyim ve ayna olacaktı ve gerçek yűzűműzű gőrme şansı bulabilecektik. Çűnkű taaa 1923’den beri başımızda hep “herşeyin en iyisini” bilen ve hep “herşeyin en iyisini” yapan bir devlet vardı. Ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiğini, neyi őgrenip neyi őgrenmemmemiz gerektiğini, neyi dűşűnűp, neyi dűşűnmemmemiz gerektiğini bile denetlemeye çalışan bir devlet vardı ve bizim hata yapmamıza bile izin vermiyordu. Bűtűn hataları kendisi yapıyordu sonra da bizden acısını çıkarıyordu. Demirel demişti ya “Komunizm iyi bir şey olsa biz getirirdik” diye. Işte őyle bir durumdu memleketin hali. Bu nedenle de biz bir şey yapmaya kalktığımızda “siz kandırılmışsınız”, “sizi dışardan yőnetiyolar” diyerek tepemize vura vura kendimize duyabileceğimiz en ufak bir őzgűvene dahi olanak vermeyen bir devletti bu.

Şimdi islamcı ve műslűman olduğunu iddia eden bir iktidar vardı ve onu destekleyen her gruptan (sol dahil) insanlar vardı. Ve ilk defa ordunun “vatan elden gidiyor!” diye darbe yapabilecek olanagı ve şansı da kontrol altına alınmıştı; Ordu’nun elleri ayakları bir şekilde o Kemalist çőzűmleme sűrecinde bağlanmıştı. Ve yıllardır inanaçlarından dolayı hor gőrűlűp ezilip itildiklerini iddia eden bir grup demokratik yőntemle iktidardaydı. Ve bu grup ezilmeyi ve hor gőrűlmenin ne mene bir şey olduğunu bildiği için diğer ezilen ve horlanan gruplara ezilmeyecekleri ve hor gőrűlmeyecekleri bir toplumsal ve siyasal ortam sağlayacak gűce ve olanaklara sahipti. Ve iktidar partisini destekleyen eli kalem tutmuş hiç mi hiç azımsanmayacak bir entellektűel kitle de vardı; ki bu kitle demokratik anlamda toplumsal hareketliligi başlatabilecek deneyim ve birikime de sahipti. Yani eğer iktidarda olmanın gűcű kőtűye kullanılırsa bu kitle iktidar gűcűnű tahdit edebilecek demokratik potensiyele sahipti. Yani birlikte yaşamanın műmkűn olabileceği olanaklı gőrűnűyordu. Bundan umutlu olmamak için hiç bir mantıklı gerekçe yoktu ortada.

Ama sonra ne oldu?

Sahi ne oldu?

Toplum olarak bir çuval inciri berbat ettik. Ilk defa yakaladığımız bu şansı pervasızca harcadık. Iktidar, para ve gűc tutkunu birine ve etrafındaki kıç yalamada uzmanlaşmış bağnaz, kőtű niyetli, çıkarcı, hırsız, fesat ve bil cűmle olumsuz sıfata sahip insan kılıklı kravatlıların en beceriksiz yőnetimine dűştűk. Eleştirdikleri Kemalizm]den daha zorba ve hukuksuz oldular. Ahlaksız oldular. Yűzssűz oldular. Sonra siyasi gűcűn getirdiği hezyanla toplumdaki kutuplaşmayı kőrűklediler. Tarihsel olarak gruplar içinde ve gruplar arasında hali hazırda var olan olumsuz dinamikleri onulmaz bir dűşmanlığa taşıdılar. Ve karşı çıktıkları Kemalizm’in kara bir parodisine dőnűştűler.

Ve bu benim en bűyűk hayal kırıklığımdır. Ah ben insana olan gűvenimle ne çok safdilimdir bilseniz. Allah’a inancım olamasa da Allah’a inancı olan bir sűrű dűrűst ve namuslu insanlar tanıdım. Bir kaçı da yukarda sőzűnű ettiğim entellektűel tayfadandı. Ve onların ahlaklı olacağına ve nasıl ki kapı kapı dolaşıp Kemalizmin yapı taşlarını çőzűmleyip insanları oy sandıklarına ve universite őnlerinde protestolara taşıdılarsa bu iktidara dayalı kokuşmaya da karşı ayak diriyeceklerine inandım. Çűnkű baştaki hırsız ve kalpazanlar gűçlerini ardlarındaki bu entellektűel kitleden ve onların ardındaki kalabalıktan alıyordu. Ama ne yazık ki o okumus, o ahlaklı, o entellektűel grup kahvedeki fesat, içi ve dışı çirkin olan adamın yanında saf tutup bűtűn okuduklarını unuttular ve destek verdiler baştaki kokuşmaya. Ve şimdi o baştaki kokuşma kendi sonunu hazırlarken űlkeyi de peşinden sűrűklűyor bir bilinmez bataklığa…

Bakalım gelecek gűnler daha neler gősterecek.

Oct 28, 2014

NEHİRLER AKA AKA...

Yolcu!

Görüyorum ki, bir on önce varmak istiyorsun oraya. Gerginsin, kıpır kıpırsın, soluk soluğasın, yay gibisin ey yolcu! Coşkunluğun ne güzel, gerili­min ne güzel, öfken ne güzel! Sana selâm, sana saygı, ey yolcu!

Fakat düşündün mü yolunun uzunluğunu? Ne­ler var yolunun üstünde, düşündün mü? Koşar-adım aşabilecek misin şu dağı, geçebilecek misin bu hız­lı şu beli, tırmanabilecek misin bu solukla şu sırtı? Ovada dikenler boy-atmıştır belki, kayalar yollara uçmuştur, kuru dereleri seller basmıştır, kar yağ­mıştır belki o tepelere? Böyle, uçar gibi geçip gide­bilecek misin oralardan, hemen varabilecek misin oraya? ı8elki sırtlanlar üşüşmüştür leşlere, kuzgun­lar çöküşmüştür ak kayalara, kuduzlar tutmuştur belki yolları. Belki silinmiştir ayak izleri yolcula­rın. Bütün bunları bir bir düşündün mü, ey yolcu? Çünkü sen, ne ilk yolcususun bu yolun, ne de son.

Derim ki sana:

Nehirler boyunca git! Nerelerde ve niçin dur­gundur nehirler, nerelerde ve niçin hırçındır nehir­ler, nerelerde ve niçin mendereslidir, nerelerde ve niçin çağlayanlı ve de çavlanlıdır nehirler, gözle­rinle gör, duy kulaklarınla! Gör ve duy ki, nasıl varır nehirler denizlere!

Derim ki sana:

Denize varmaktır amacı nehrin, denize var­mak, ey yolcu!

Büyükse dağ, aşamıyorsa üstünden nehir, do­lanır çevresini dağın. Büyükse kaya, söküp atamıyorsa nehir, birikip birikip taşlar üstünden, dola­nır yanını yöresini. Yokuşsa yolcu, koşamıyorsa, menderesler çizer nehir. Uçurum çıkarsa önüne, kapıp bırakır kendini nehir, açar kanatlarını ve varır varacağı yere, oraya denize!

Derim ki sana:

Nehirler boyunca git ve gör nehirlerin nasıl yol aldıklarını! Sen de bir nehirsin ey yolcu! Senin de varmak istediğin bir yer var. Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak! Engeller nasıl aşılır, öğren nehirlerden! Yan yolda yokolup git­mek değildir amaç, nehirler gibi akıp, nehirler gibi u!aşmaktır oraya! Varmaktır oraya, ey yolcu!

Derim ki sana:

İyi oku yolunu, avucunun içi gibi bil! İyi belle yolunun engellerini! Dizlerini, ciğerlerini, yüreğini sıkı tut, iyi dengele! Ovada koşar gibi vurma ken­dini dik yokuşlara! Uçuruma atlar gibi bindirme kayalara! «Daha koş, daha koş!» diye alkış tutan­lara kanıp da, kesilip kalma yarı yolda! Dipdiri varmalısın oraya! Varıp birşeyler yapmalısın! Hız koşusu değildir bu, ey yolcu, engelli koşudur bu! Engelleri aşa aşa, gücünü koruya koruya varmalı­sın oraya! Çünkü oraya varmaktır amacın, koş­mak değil!

Boşuna sevmedim nehirleri! Aktıkça büyüme­si boşuna değil nehirlerin! Akan büyür, ey yolcu!

«Erişir menzil-i maksûduna âheste giden» demi­yorum ben sana, «tîz reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır» demiyorum. Böyle demiyor çünkü nehir­ler. Duracaksın, dolacaksın, kemireceksin, oyacak­sın, dolaşacaksın, atlıyacaksın, aşacaksın, koşacak­sın ve varacaksın oraya, diyor nehirler. Öyle diyo­rum ben de! Beni dinle, beni anla, ey yolcu!

adım adım

kulaç kulaç

ilerliyor nehir

yoklayıp

araştırarak

tartıp

dengeliyerek

adım adım

pençe pençe

ilerliyor nehir

birdenbire koçbaşı

birdenbire ipek bir çarşaf

ve balıklar kurbağalar yosunlar

köprüler ve yoksul değirmenleri bozkırın

birdenbire bir uğultu

birdenbire bir kıyamet

bindirip

çekilerek

çekilip

toparlanarak

varıyor koca dağın ardındaki o koca dağa

varıyor cüceleşip

devleşerek

varıyor

nehirlerce kahkahalara

şarkılar söylemeliyim

nehirler gibi uzun

nehirler gibi kollu

nehirler gibi hırçın

ve yumuşak

ve nehirler gibi

dur

durak bilmeyen şarkılar söylemeli­yim

gitmek

nehirlerle yanyana

gitmek

nehirler gibi zor

nehirler gibi çetin

nehirler gibi umutlu

gitmek

nehirlerden de öteye

oraya

taa oraya

o büyük kurtuluşa


yüreğim

yaralı kuşum

topla ve aç kanatlarını

Hasan Hüseyin --Acıyı Bal Eyledik

Oct 11, 2014

İyi Adama Bir İki Soru: Kürde Neden Düşmansın Canım Kardeşim?

Sevinç Koçak - Yazmış Wilhelm Reich'in Kűçűk Adam'ı yazdığı dőnemleri anımsatıyor yaşadıklarımız. Ve kűçűk adamlar hep çoğunluktalar...

 Kaynak: Burasi

Eki 11, 14 • Kör Kâtip


Şu barbarlar çetesi, Kürtlerin kökünü kazısa, yeryüzünde sana daha fazla yaşam alanı mı açılacak sanıyorsun?

İşçi ölümleri, yoksulluk, açlık, sefalet, çevre kirliliği… Bütün bunlara karşı çıkarken bu kadar insanın katledilmesine nasıl seyirci kalabiliyorsun?

Gezi’de her gün “Yalan söylüyorlar!… Penguen medyası!… Yandaş medya!…” diye öfkelendiklerine şimdi neden inanıyorsun?

Sen eline aldığında hak arayışının timsali olan taşlar, Kürtler eline alınca niye düşman oluyor her seferinde? Filistin’de taş atan çocuklar kahramanken, Kürt çocuklara bu öfken niye?

Aklına estikçe kovuyorsun Kürtleri ülkeden. Tapusunu kim verdi sana? Bir tapun varsa, seni kandırmak için seçimlerde kaçak inşaata izin veren belediyeler dağıtmıştır mutlaka. Tepene çöker o inşaat, altında kalırsın, demedi deme.

Kobanê’ye destek verenlere, “Gidin orda savaşın!” diye çemkiriyorsun sürekli. Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir haksızlığa karşı çıkmak için orda olmak gerektiğini mi düşünüyorsun? Koşul buysa, demek ki sen hiçbir haksızlığa karşı çıkmıyorsun. Kızma ama, Gazze’ye ne zaman gidiyorsun?

‘Kürtler zaten tembel. Devletimizin Doğu’ya yapmadığı yatırım kalmadı ama sırf bu ülkeye zarar vermek için çalışmadılar hiç. Devletin yaptıklarını da yakıp yıktılar.’ Çalışkan kardeşim, neden tembel Kürtler kendi Doğu’larından senin Batı’na gelip ucuz iş gücünü oluşturuyorlar biliyor musun? Mevsimlik işçi, çocuk işçi, atık kâğıt işçisi, inşaat işçisi… İşçi işte, bildiğin işçi… Oturdukları yerde devlet onları beslerken, neden kalkıp ‘senin’ şehirlerinin en yoksul mahallelerinde yaşıyorlar? Üstelik de şehrin yoksulları tarafından bile dışlanıyorlar, milliyetçi duyguları her kabaranın saldırısına uğruyorlar?

“Ama hassasiyetler…” Yalnızca senin mi var hassasiyetlerin canım kardeşim? Başkasının yok mu? Yıllardır Kürtlere yapılan baskıların parçası senin hassasiyetlerin. Bayrağı eline alan Kürtlere saldırıyor. Bayrağı eline alan, devlete sırtını yaslamış oluyor. Bayrağı eline alan kendisini kahraman sanıyor. Şarkılarını dilinden düşürmediğin Ahmet Kaya’yı linç etmeye çalışan hassasiyetleri ne de güzel savunuyorsun.

Che Guevara’ya bayılıyosun. Balya balya sözlerini paylaşıyorsun. Peki Arjantinli Che’nin Kübalı bir gerilla olarak Bolivya dağlarında ne işi vardı diye neden hiç düşünmüyorsun?

Sokakta Kürtçe konuşanlara öfkeli bakışlar fırlatıyorsun. İnandığın Tanrı yarattıysa her dili, her ırkı, her cinsi neden karşı çıkıyorsun? Yok eğer inanmıyorum diyorsan, hangi hakla kendini bir başkasına dayatıyorsun?

“At iziyle it izi” meselesi var bir de. Karışıyormuş sürekli birbirine. Öyle diyorsun. Bunu söyleyerek aslında vaktiyle sokağa çıkmış ya da sokağa çıkanlara alkış tutmuş olsan da, masum cici çocuk olduğunu göstermeye çabalıyorsun. Kürtler bu ülkenin kötü çocukları, kötü arkadaşlıklar kurmadığını ebeveynin olan devlete ispat etmeye çalışıyorsun. Kendini küheylan sanan sen, bu masaldaki kurtların kuyruğundan bir türlü kopamayan kuzusun canım kardeşim, masalın sonunu göremiyorsun.

Aslında senin Kürtlerle bir problemin yok. Ne de olsa; senin Kürt komşuların da oldu, halanın kaynının baldızıgil de Kürt, ayrım yapsanız Kürt gelin almazdınız, sevdiğin Kürt arkadaşların var keşke bütün Kürtler onlar gibi olsa, hatta bu ülkede Kürt cumhurbaşkanı bile…

Ne kadar zavallısın. Kürtlerden nefret eden sen, Türkleşmiş Kürt seviyorsun. Anlaşılmıyor sanıyorsun.

Afrika’daki açlara üzülen, kedi yavruları için barınak arayan, sokağa kuşlar için su bırakan sen, konu Kürtler olduğunda nasıl bu kadar zalim olabiliyorsun? Köle pazarlarında satılan kadınları, sınırdan geçmeye çalışırken vurulan çocukları görmüyor musun? Görüyorsun ve en fenası da bundan tuhaf bir haz alıyorsun.

İnsanlar ölüyor canım kardeşim. İnsanlar, kurşuna diziliyor, başları kesiliyor, kadınlara tecavüz ediliyor, çocuklar katlediliyor… Devlet dairelerindeki türbanı hazmedemeyen sen, Müslümanlık adına yapılan vahşete seyirci kalıyorsun. Sıra hiç sana gelmez sanıyorsun. Mülkiyetçilik ruhuna öyle işlemiş ki, Devleti de senin sanıyorsun.

Kürde niye düşmansın canım kardeşim? Kürdün davası seninle değil ki, sana da zulmedenlerle. Köyünü yakanlarla, dilini konuşturmayanlarla, çocuğunun adına bile karışanlarla. Yani senin de emeğini çalanlarla. Sana n’oluyor? Polis sana vurduğunda katil de, Kürdü vurduğunda neden kahraman oluyor?

Ama üzülme, iyi insansın sen. Şüphemiz yok bundan.

“şimdi bizi iyi dinle:

düşmanımızsın sen bizim

dikeceğiz seni bir duvarın dibine

ama madem bir sürü iyi yönün var

dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine

iyi tüfeklerden çıkan

iyi kurşunlarla vuracağız seni.

sonra da gömeceğiz

iyi bir kürekle

iyi bir toprağa.” (Brecht)

*Bu satırlar yazılırken, Nusaybin sınırında bir çocuk katledildi asker kurşunuyla, Berkin’den 6 yaş küçüktü… Diyarbakır’da bir genç hayatını kaybetti polis kurşunuyla, Ethem’den 2 yaş küçüktü… Esenyurt’ta bir genç sivil faşistlerce öldürüldü, Ali İsmail’den 1 yaş küçüktü… Ve sen bu satırları okurken kim bilir daha kaç kişinin canına kıymış olacak devletinin kanlı elleri. 8 yaşında kalan Beşir Remezan Arif’in annesi dedi ki:“Otobüs yakıldıysa yenisini alırım, kaldırım taşı söküldüyse yerine koyarım. Şimdi siz de bana çocuğumu geri verin.” Şimdi oturup bankamatiklere ağla sen, canım kardeşim. Çünkü onlar Kürt değil.

Oct 10, 2014

Kobani'nin özeti



Eksi'den biri cok guzel ozetlemis su Kobani olayini. Buraya da alayim dedim. Bir kopya da burda bulunsun.

"kobani hakkında ağır bir cehalet var. hangi konuda yok ki. karanlıkta bir mum yakıp bu cehaleti ortadan kaldırmaya çalışayım.

her şey 2011 yılında çıkan arap baharıyla başladı. tüm arap ülkelerinde diktatörlere yönelik isyanlar çıktı. bizim hükümet ilk başlarda duyarsız kaldı ama sonra isyancıları destekledi. libya'nın bombardımanına katıldı, isyancılara para verdi vb. aynı libya'dan 6 ay önce insan hakları(!) ödülü almıştı tayyip. kimse de sormadı ne oldu da insan hakları ödülü aldığın adamı 6 ay sonra bombalayacak noktaya geldik diye.

ha işte kuzey afrika diktatörlükleri birer bire yıkılırken isyan dalgası suriye'ye de sıçradı. onlar yıkıldı suriye'de yıkılır zaten diyen hükümet suriye'de şeriatçı bir yönetimin kurulmasının fırsatı olarak değerlendirdi olayları ve isyancılara destek verdi. abd'nin de işine geldi bu. çünkü suriye öteden beri rusya'nın sadık bir müttefiki, hamas ve hizbullah gibi ısrail düşmanı oluşumların bölgedeki koruyucusudur. ısyanlar kısa bir sürede bastırıldı. bunun üzerine akp ve batı dünyada ne kadar cihatçı, şeriatçı terörist varsa silahlandırıp suriye'ye yoılladılar. öyle böyle değil yüzbinlerce terörist afganistan'dan, libya'dan, çeçenistan'dan uçaklara doluşup doluşup türkye üzerinden suriye'ye girdiler. o zamanlar suriye'nin dostları toplantıları yapılıyordu. katar, suudi arabistan temsilcileri falan suriye'de demokrasi yok diyordu. 100 ülke destekledi bu politikayı. sadece türkiye'nin suçu yok yani. teröristlerin silahlandırılması suudi ve katar paralarıyla türkiye üzerinden yapıldı, yapılıyor halen. ( mit tırları). yaralanan teröristler türkiye'de tedavi edildiler.

ama bütün bu çabalar sonuçsuz kaldı. zira rusya, ıran ve çin suriye'ye destek verdi. + lübnan hizbullahı. daha da önemlisi başta diktatörlükten şikayet edenler bile gelen şeriatçı teröristleri görünce esat'tan yana tavır koydular. akp suriye ile savaşmak için her şeyi yaptı. teröristlere kimyasal silah verip çocukları bile öldürttü ama artık çok geçti. zıra abd de esat giderse yerine geleceklerin el kaideci olduklarını görüp yavaştan geri adım attı politikalardan. hatta ışid, el nusra gibi örgütlerle bizzat savaşmaya başladı. hele musul'un düşüşü erbil ve bağdat'ın tehdit altında olması abd'nin önceliğinin kendi yarattığı teröristler olmasını sağladı. ama türkiye için ışid ve diğer teröristlerin yaptıkları önemli olmadı hiç bir zaman. bizimkiler halen esatı devirip ırak ve suriye'de türkiye'nin uydusu sünni şeriatçı diktatörlükler kurma hevesindeler.

buraya kadar kürtlerden bahsetmedik. ırak kürtlerini bir tarafa bırakıp konumuz olan suriye kürtlerinden bahsedelim. suriye'deki kürtlerin çoğu türkiye'den oraya gitme. buradakilerin akrabaları. bu yüzden suriye uzun yıllar kimlik vermedi zaten bunlara. baasa karşı oldu kürtler hep. sadece bölcülükten değil yani baas bunlara 2.sınıf bile değil vatandaş muamelesi yapmadı. ama. aması şu. suriye karışınca türkiye sınırında yaşayan kürtlerin etrafı şeriatçı teröristlerle doldu. suriye hükümeti bölgeden sürüldü. bunun üzerine kürtler ( pyd) suriye yönetimiyle de anlaşıp 3 bölgede özerk yönetimlerini kurdular. silahlı güçlerini ( ypg) oluşturup bu bölgeleri savunmaya başladılar. dediğim gibi esat göz yumdu. silah verdi, bölgedeki emeklilerin maaşlarını ödemeye devam etti, hatta para da vermiş diye duydum ama haberim yok tam. halen kürt bölgelerinde suriye devletinin üsleri var. kürtler bölgedeki diğer gruplarla ( arap aşiretleri, hristiyanlar vb) de anlaşıp 3 tane kanton denen bölge oluşturdular. kendilerince mükemmel dedikleri bir sistem kurdular. mükemmel mi bilmiyorum ama şeriatçıların yönetikleri yerlere bakarsak bayağı iyi diyebiliriz. yayılmacı da olmadılar. sadece kendi bölgelerini savundular. bazen ösoyla bazen ışidle savaştılar. ama sınırlar pek değişmedi. ta ki ışid'in son saldırısına kadar. ışid musul'u alınca orada silahlarını bırakıp kaçan 85000 kişilik ordunun silahlarına da el koydu. ıyice güçlendi ve ağır silahlarla biribiriyle kara bağlantıları olmayan 3 kantondan ortadakine saldırdı. kobani ili var burada da. gerisini biliyorsunuz köyler düştü kobani ili ise direniyor.

peki kürtler türkiye'den ne istiyorlar? türkiye ile ne alakası var? çok alakası var. her şeyden önce türkiye pyd'ye hep zorluklar çıkardı. bunun sebebi de pyd'nin pkk'yla bağlantısı falan değil ha. kürtler neden esat ile savaşmıyor. tüm dertleri bu. akp hükümeti başta ışid bölgedeki şeriatçı devletlerin destekçisi oldu. halen bu desteğin devam ettiğini düşünüyorlar ki bence haksız değiller. abd fikir değiştirip ışid'e karşı koalisyon kurmasına rağmen türkiye buna ilk başta destek vermedi baskılar artınca da destek verir gibi yaptı ama lafta kaldı bu destek. örneğin ıncirlik üssünün kullanımına izin vermedi, havadan bombardıman işe yaramaz deyip buna katılmadı, kara harekatına da esat'ı devirirsek katılırım dedi. tampon bölge denen bir şey uydurup kürtlerin kantonlarını işgal etmeye kalktı vb. bununla da yetinmedi kuşatılmış kobani'ye yardım etmedi. örneğin barzani koridor aç kobani'ye askeri yardım göndereyim dedi. türkiye görmezden geldi. ışid'in militanlarının sınırı geçtiği görüldü ama sınıra kürtlerin yaklaştırılması yasaklandı. onu bırakın savaştan kaçan sivillere bile sınırı zar zor gönülsüz olarak açtı.

kobani'nin düşmesi demek sıranın diğer kantonlara glemesi demek ki bunu da rte mutlu mutlu söyledi zaten. kobani'nin düşmesi demek binlerce kürdün boğazlanması demek. türkiye'deki kürtler de hem hükümeti zorlamak hem de dünyanın llgisini bölgeye çekemek için ayaklandılar. bir nevi kardeşleri için isyan ettiler. ışe de yaradı abd, suriye ordusu ışid mevzilerini bombalamayı arttırdı, kobani'de çatışan ypg güçlerinin morali yükseldi vb. yetmez ama evet. akp hükümeti şeriatçı teröristlere verdiği desteği bitirene kadar gösteriler devam etmeli. ama eder mi? zor gibi görünüyor. çünkü görünen o ki mesele kobani değilmiş kürtler akp hükümetine isyan etmemiş , pkk devlet binalarına saldırıyormuş gibi haberler yapılıyor. yakılan bayraklar, atatürk büstleri, otobüsler gösterilip kamuoyunun milliyetçi duyguları okşanıyor. haliyle de ahali kürtler gene azdı diye bakıyorlar olaylara. mhp seçmenini geçtim chp seçmeni bile olaylara karşı. sözlükte birinin dediği gibi yeni şafak ve sözcü aynı manşeti atıyor. muhalefetin hükümete eleştirisi kürtleri açılım süreciyle azdırdın şeklinde oluyor sonuçta hiç bir şey değişmiyor suriye'de, ırak'ta yüzbinlerce masum ölmeye devam ediyor.

Kaynak: Surdan