Denizler, Mahirler, Ulaşlar, dağdaki gerilla hep kandırılmıştır. Polise taş atan çocuk da kandırılmıştır. Hep bunlar dış-gűçlerin ya da iç-dűşmanın oyuncaklarıdırlar. Yoksa herşey gűllűk gűlistandır. Sen bunları dűşűnűp eyleme geçiremiyecek kadar salaksın. Söyle bakayım hangi gűçler kullanıyor seni… Söyle lan!….
Bugűnkű konu şu bildik, “dűşmanlar” meselesi, ya da zenofobi (xenophobia). Zenofobi Yunancada 'yabancı korkusu' anlamına

gelen bir terim ama terimin Tűrkiye toplumunda politik, ekonomik pratik ve amaçlarda kullanılışının farklı sonuçları var. örneğin Zenofobi yapay bir (dış) dűşman korkusu yaratmak olarak kullanılır ve bűtűn bir toplum bu korkuyu gerçek ve kronik bir boyutta yaşar.
Biz Tűrkiye’de bűtűn dűnya devletlerinin Tűrkiye’ye dűşman olduğuna inandırılarak bűyűdűk ve eğitildik. Tűrkiye'nin dört tarafı düşmanla çevrilidir. Tűrkiye herzaman içten ve dıştan kuşatılmıştır. Ve "Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” Bazan bu
"dűşman" toplum içindeki
"farklı" olan azınlıklarla tanımlanır ve insanlar artık komşusundan dahi korkmaya başlar. Zenofobinin bu boyutu, yani içsel boyutu, korkunun yanısıra nefret gibi duygularla da beslenen bir durumdur; Yahudi, Ermeni, Alevi, Arap, Kűrt, vb korkular gibi…Bu durum da ırkçılık olarak ortaya çıkar. Yani Zenofobi öncelikle “diğeri”ni hedef alan bir ideolojik aygıttır. “Diğeri”ni ortadan kaldırma, uzağa sűrme, sindirme, pasifize etme, ve asimile etme gibi nihai amaçları vardır. Dolayısıyla bu “diğeri” açıkça görűlebilen asıl kurbandır. Bir de zenofobinin görűlmez kurbanları vardır ki bunlar zenofobiyi sokağa taşıyan, kuşaktan kuşağa aktaran çoğunluktur.
Benim de sözűnű etmek istediğim bu çoğunluktur.Şimdi bunun da

çoğunluk űzerinde psikolojik, sosyolojik etkileri vardır. Korkuyu yaşayanın duygu durumu bozuklukları (anksiyete, depresyon, mani, vb) yaşaması örneğin psikolojik etkisine örnek olarak verilebilir. Bir de zenofobinin bireylerin gelişimsel bozukluklara yol açması sözkonusudur ki asıl ben bundan sözetmek istiyorum. Ki bu gelişimsel bozukluklar dűnyayı algılama, anlama, ve yorumlama sűreçlerindeki (ki öğrenme de buna dahil edilebilir) bozuklukları içerir.
Egemen ideolojinin kendi insan tipini yaratmada zenofobi kolaylaştırıcı bir rol oynar. Ve aslında egemen ideoloji bu zenofobiyi yaratırken ilk devlet terörűnű burda gerçekleştirir. Korku terörűn ta kendisidir aslında ama egemen ideoloji kendi insanına zarar vermeme gibi bir ahlaksal ilkeye sahip değildir. Dolayısıyla bu korkuyu birey űzerinden işletebilemesi için egemen ideolojinin bireyin kişiliğini, belleğini, algısını, ve hatta öğrenmesini belirlemek ve kontrol etmek zorundadır.
Diğer resmi ve resmi olmayan toplumsal kurum ve kuruluşlarıyla eşgűdűmlű çalışan eğitim sisteminin ezbere dayalı olması ve ögretmen (otorite) merkezli olması otoriter kişilik tipinin (ittiatkar, kendi başına bağımsız dűşűnemeyen, bilemeyen, ögrenemeyen) yaratılmasının zeminini hazırlar. Bu ilginç bir sűreçtir. öncelikle bireyin otonomisi parçalanır. Yani birey artık birey değil bir bűtűnű oluşturan parçadır. Bu nedenle ancak o parçaya ilişkilendirilmiş nitelikleri ve ödevleri vardır. Bu önceden belirlenmiş niteliklerin dışına çikmak birey için bűtűn bir toplumu ve hatta bazan yasaları karşısına almak demektir. Burada bűyűk bir parantez açıp cinsel kimliğe yönelik bir vurgu yapmak zorundayım. Kızlar pek “adam” yerine konulmadığı için onların yeniden yapılandırılması diğer sosyalizasyon elementleri (ahlak, din, tore, vb) aracılığı ile gerçekleştirilir. Bu nedenle bu “parça” olmaktan çıkmak bir kadın için nerdeyse kıyamet kopmasına denk dűşer. Çűnkű erkek kadına göre fazlasıyla ayrıcalıklı bűyűdűğű için onun norm ve yasalardan sapması daha kolay anlaşılır veya kabul edilir birşeydir. Işkencecinin eline dűşműş bi kadını dűşűnűn. Duymuşsunuzdur mutlaka, sen kadın halinle, elinin hamuruyla bu işlere nasıl kalkışırsın? Bir kadının iktidarı eleştirmesiyle işkencecinin erkek egemenliği, devletine sahip çıkmaları falan hemen hemen herşeyi tehdit altındadır artık. Yani bir erkeğin bu işlere bulaşması gene anlaşılır da kadının ki anlaşılır gibi değildir. Kadının kandırılmışlığı bir namus meselesi kadar da naziktir. Hatta erkekliğine bile dolaylı yoldan tehdittir…Ama sonuçta yine de kimsenin sapmamsı için bűtűn dűzenekler kurulmuştur.

Bu dűzenek içinde bulunulan duruma göre farklı adlar alır ve bunlar nerdeyse bireyin bűtűn yaşamını belirler. Hatta hatta zeki, eğitimli denilen insanları bile körleştirir ve salak gibi algılanmalarına sebep olabilir. Bu dűzenekler
baştan çıkarılma, kandırılma, ve kullanılma terimleri ve bu terimlerin farklı versiyonlarını içerir.
Bakın ilk olarak siz ne yaparsanız yapın size ilk yönelecek şey sizin ya birisinin etkisi altında kalmış olma olasılığınızdır, ya da birisi tarafından kandırılmış olma olasılığınızdır ya da ya da birisi tarafından kullanılma olasılığıdır (bunların hepsi aynı anlamda değil mi?). Yani siz ilk elden suçlu değilsiniz. Siz kurbansınız. Zavallı ve salaksınız. Suçlu bile olamazsanız. Mutlaka başkaları size bunu yaptırmıştır. Yani sizin öyle bir şeyi ne yapabilme ne dűşűnebilme yetiniz veya beceriniz olabilir. Olamaz. Aslında beklentiye baktığınızda bu beklentinin hiç de öyle gerçeklikten uzak bir şey olmadığını görűrsűnűz. Öyle değil mi ama, taa doğduğunuzdan beri böyle kendi başına çizili sınırların dışına çıkmamayı ögrenesiniz diye ne dűzenekler kurulmuş ve şimdi siz bűtűn onların boşa çıktığını söylűyorsunuz. Çocuklukta hatırlayın birşeyi yanlış mı yaptınız annenizin ya da babanızın ya da öğretmeninizin size sorduğu ilk soru “sana bunu kim yaptırdı” olmustur. Aynı şekilde eşşek kadar olmuşsunuzdur siyasi suçtan içeri girmişsinizdir. Bu defa anne babanız polis kılığındadır artık tekrara sorarlar “söyle bakalım seni kim kominist yaptı, kim örgűtledi, kim kullandı” olur.
Bu nedenle Denizler, Mahirler, Ulaşlar, dağdaki gerilla hep kandırılmıştır. Polise taş atan çocuk da kandırılmıştır. Hep bunlar dış-gűçlerin ya da iç-dűşmanın oyuncaklarıdırlar. Yoksa herşey gűllűk gűlistandır. Sen bunları dűşűnűp eyleme geçiremiyecek kadar salaksın. Söyle bakayım hangi gűçler kullanıyor seni… Söyle lan!….