Pages
Apr 30, 2010
ÇAĞRIŞIMLAR
Çok büyük bir orantıda
Dinlediniz mi.
Çok büyük bir yalanı
Çok yalın bir doğrultuda
Söylediniz mi.. Gecikmiş bir gizleme,
Birikmiş bir özlemi
Sakladınız mı.. Gelmeyecek bir gideni,
Olmayacak bir nedeni
Beklediniz mi
Bir gerçeği erken,
Bir açlığı tokken
Anladınız mi
Hep mi hep ölecekmiş gibi,
Hiç mi hiç ölmeyecekmiş gibi
Yasadınız mı.. Yalanı sürmeye,
Yanlısı görmeye
Saklandınız mı...
Doğruluğun yönünde,
Doğruların önünde
Aklandınız mıh.
Ortamsız bir yaşamda,
Yaşamsız bir ortamda
Harcandınız mı..
ÖZDEMİR ASAF
Apr 29, 2010
O Esnada
Boğuluyorum!
"O esnada" olan iyi şeyler duymaya ihtiyacim var. Yoksa, nefes alamıyorum. Hadi o iyi şeyleri yapmaya başlayalım "o esnada"... Hadi ne olur? ilk iş … … yapalım (hadi devamını siz getirin)…
Apr 27, 2010
Köprü
ay doğuyor
ay doğuyor
dedi kadın
yüzü aydan da güzel kadın
ve baktılar ölü aylar üzerinde gülüp duran ay şafağına
baktılar, yan yana yüreklerinde evcil fırtınalara
ay doğuyor
ay doğuyor
aya bak
eski resimler sürüklerken ölü çerçeveleri
ülkeleşirken gece yapraklarında zaman
kızgın karıncalar mıdır bu karanlıkta
bırakılmış silahlar mı
tepelenmiş yaralılar
yakılmış yuvalar mı
nedir bu karanlıkta?
değil orman
değil su
değil göç
upuzun bir köprü belki
upuzun bir bethoven
önde bütün uçlarıyla kaçak bir kent gecesi
hava kavun ve mazot
ekmeksiz tarım işçileri yol boylarında
dolmuşun pikapında Konya kaşık havası
akşam gazetelerinde bir başka faşing
korkularda sevinçlerde kara Afrika
batak evlerinde damping
ve silahın birdenbire namus oluşu
ve silahın birdenbire yaşamak
ay doğuyor
ay doğuyor
aya bak
dedi kadın
yüzü aydan da güzel kadın
ve baktılar karanlıkta kanatları kıvılcımlı kırlangıç sürülerine
güneşli duvarlardan akıp giderken mızraklı kabartmaları
bir zamanların
sanki hiç kullanılmamış
sanki garip garip gece kuşları
baktılar ay şafağında tükenip giden güne
on yıl öncesi de bir kadın
yine yol boylarında işsiz işçiler
yine beton duvarları banka afişli
yine yıkık saraylı tok yarasalar
yine yorgun şilepleri korsan limanlarının
yine yeşil çuhalarda camgözlü kafatasları
yine deprem yine salgın yine kan
yine çarp yine çıkart yine böl yine topla
yine telekslerde kelle hesabı
elektronik aygıtlarında silah vurguncusunun
on yıl öncesi de bir kadın
dalgın gözlerinde sapsarı yalnızlığı savaş alanlarının
yaslanarak öfkesine bir kadın
ay doğuyor
ay doğuyor
aya bak
yüzün belki uzak bir gül, belki bir dağ kuytusu
çekip gitmek birdenbire, belki pişman bir gülüş
başını kaldır biraz, yüzünü yıldızlara göm
dur yıkılmış köprülerde, bütün renkleri kullan!
bin yıl öncesi de bir kadın
ceylanların yıldızlı sulara değdiği saatlerde
en yangın yüzüyle yaslanıp yalnızlığına
bir gelip bir giden umutlarına
aşkına eşkıya tenhalığına
uzak gece nehirlerine
ay doğuyor
ay doğuyor
aya bak
ve zaten hiçbir zaman hiç kimse kanmadı bu çeşmelerden
belki hiç kanılmayacak
atılmış köprülerin upuzun hüznü
upuzun acısı durup bakmanın
ay hep doğar böyle, güzelim
ay hep doğacak böyle
tut elimden, yum gözlerini
ayak seslerimizi dinle
küskün bir köpek gibi yakın ve uzak
çölde kervan gibi çıpıl ve çıplak
müzelerde tozlar gibi
ayak seslerimizi
ay doğuyor
ay doğuyor
aya bak
Hasan Hüseyin
Apr 19, 2010
23 Nisan çocuk bayramı
- Ortalama olarak (nerdeyse ırkçı düzeyde) Türk milliyetçisidir,
- Askerdir (yeri geldiğinde hiç bir şeyi sorgulamadan itaat edecek; őlecek-őldürecek), ve
- Müslümandır.
- Bu tip ayrıca korkularla ve kuşkularla çepeçevrilmiştir. Bu nedenle en başta kendi içindeki farklılıklara şüphe, korku ve kinle bakar; ülke iç düşmanlarla doludur. Türkiye ülkesi de dőrt bir taraftan düşmanlarla çevrilidir. Dünyadaki her ülkenin Türkiye topraklarnda gőzü vardır. Ve her an iç ve dış düşmanlar Türkiye üzerinde oyunlar oynarlar.
Şimdi bőylesi bir projeninin nesnesi olan çocuklara çocuk bayramı bayram gibi olabilir mi? őnce şiirler, piyesler, korolar, ve benzeri aktiviteler düzenlenecektir. Bu etkinliklerde çocuklar bayram gibi değil de bir asker ciddiyetiyle vatan gőrevi gibi yapacaklardır. Onun için, mesela, şiirler őylesine bi seçilecektir ki, őylesine ezberlenecektir ki, őylesine ağlanacaktır ki, dinleyen büyükler (Milli Eğitim müdürü, okul müdürü, őğretmenler, bőlgenin alay komutanı ve diğer yüksek erkan) kendilerinden utanmak yerine gururlanacak ve (sahte) gőzyaşlarını tutamayacaklardır.
Günün sonunda tőrene katılmış ve gőrev almış çocuklar neye nasıl hizmet ettirildiklerini bilmeden, yorgun argın ama vatan için büyük bir iş yapmanın coşkusuyla, tőrene aktif olarak katılmayanlar ise bu milli hizmete katkıda bulunamamanın ezikliğini yüreklerinde hissederek uykuya gideceklerdir.
Ya diğer çocuklar; kürdü, ermenisi, yahudisi, rumu, çingenesi? Onlar da iç düşman olacaklar…
Apr 18, 2010
Min Dît (Gördüm)
Taraf’tan Tuğba Tekerek Min Dît (Gördüm) filminin yönetmeni Miraz Bezar’la sőyleşi yapmış. Filmi izlemedim henüz ama Miraz bazı şeyler sőylüyor ki (ki eminim bunları belki daha őnce diğerleri de sőylemiştir. Hatta Diyarbakır’da kimi durdurup benzer sorular sorsanız onlar da sőyler ) ama ben yine de sőylediklerinden bazılarını alayım buraya. Siz de butun sőyleşiyi okuyun bence.. Sonra da filmi izleyin…
Aslında filmin en büyük eleştirisi. Türkiye’de olup bitenlerden haberdar olmayan insanlara yönelik. O kadar ağır şeyler yaşadık bu ülkede, ama yaşananları bugün bile bağırsanız duymuyorlar. Hâlâ “Aman tanrım ne Kürtler gelsin ne İslamcılar gelsin. Darbe olsun da her şey olduğu gibi kalsın” diyenler var.
Ben daha sert bir şehir [Diyarbakir] bekliyordum. Ama bakıyorsunuz o sertlik içe atılmış. Ancak eylemler olduğu zaman dışa vuruluyor. Bu beni acıttı çünkü insanlar gerçekten yaşadıklarını içine atıyor. Sizin ailenizden birisi vefat ederse, siz aslında bunu duyurmak istersiniz, paylaşmak istersiniz. Bunu yapamıyorsunuz. Hakkınızı savunamıyorsunuz. Kocanızı kaybeden, götüren kişiyi görmüşsünüz ama bir şey yapamıyorsunuz. Bunu senelerce, toplumsal olarak kanıksamışsınız. O yüzden inanılmaz derecede bir burukluk yaşanıyor.
Bu film için “A ne güzel, film yapmaya başladılar artık, gayet hoş, ileriye bakalım” diyenler var. Böyle olmuyor. İleriye bakmak güzel ama geçmişi olmamış saymak da korkunç. Bu ülke binlerce köyü yaktı. Nasıl olur da biz kendi toprağımızda yaşayan insanların köylerini yakarız, nasıl bir köylüye dışkı yedirebiliriz ve bunun cezasını hiç kimse çekmez. Burada da Güney Afrika’daki gibi hakikat komisyonları gibi şeylerin olması lazım. Olsun ki, toplumsal barış oluşsun. Birbirimizi anlayabildiğimizi görelim. Ben bir işkencecinin, bir JİTEM’cinin ağladığını, gerçekten pişman olduğunu görmek istiyorum. Bunlar olsun ki o da kendini anlatabilsin.
Min Dit
Uploaded by bezarfilm
Apr 17, 2010
Kürtlere neden vururlar
Hakkâri’de on dört yaşındaki bir çocuğu polis yerlerde sürüklenen annesinden koparmaya çalışırken, neden yüzünü gözünü kanlar içinde bırakacak, elmacık kemiğini kıracak kadar döver? Neden BDP’li Sırrı Sakık’ın eşinin mezarının Ankara Gölbaşı’nda defnedilmiş olması karşısında birtakım adamlar “Teröristlerin eşini buraya defnettiniz” diye sinirlenirler? Ya da biraz daha eskilere giderek bir daha sorayım: Mevsimlik Kürt işçileri neden birtakım şehirlere sokulmaz? Neden birtakım kasabalarda adlî olaylar hızla Kürtlere dönük linç eylemine dönüşür? Neden internete salınan birtakım yazılarda “Kürtlerin çok hızlı çoğaldığından, onlarla evlenilmemesi, Kürt yemekleri yenilmemesi gerektiğinden” bahsedilir?
Vuruyorlar; kuşkusuz, yıllarca zehirlendikleri komplo teorileriyle, kolayca vurulabilir düşmanların varlığına inanmak istiyorlar...
Çukurca’da yedi askerin ölümüne neden olan mayını PKK’nın döşediğine inandırıldıktan sonra, TSK’nın koyduğunun anlaşılması üzerine, yani inançlarını sarsacak bilgiler geldikten sonra bile, hiçbir şey olmamış gibi havalara bakıp ıslık çalmaya devam etmelerinde olduğu gibi... Üretilmiş olan, öğrenmiş oldukları düşmanlık kategorilerine inanmaktan başka bir çareleri olmadığı için vuruyorlar.
Ama çok daha somut, sıradan insanın “vurma” esnasındaki davranışında, mesela, herhangi bir konuda eylem yaparken polisler tarafından “yakalanmış olan” ve hazır hedef halindeki birtakım solcu gençlere, polisleri aşarak vurmanın kolaylığı gibi bir şey olmasın sebep? Bu kolaylık ve güven içinde, yiğitlik, kahramanlık görüntüleri altında, etrafta alkışlayacak birilerinin olmasının verdiği güven olmasın? İçlerindeki öfkeyi, günah keçisi olarak ilan edilen insanlara yöneltirken, vurmanın meşru olduğu ve vurulduğu takdirde de başına bir şey gelmeyeceğinden emin olma durumu mesela?
Apr 14, 2010
Ahmet Türk: Bin yıllık geçmişimiz var, kardeşliği sevgiye dönüştürebilmeliyiz.
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, ortak aklı ortaya koyduğumuzda, ülkemizin sorunlarına, başta Kürt sorununa ciddi bir yaklaşım gösterdiğimizde, gerçekten sevgiyle kucaklaşmayı esas aldığımız sürece, insanlarımız katkı sunarlar. Bugün artık bütün siyasilerin bu bilinçle, bu ülkenin sorunlarına yaklaşmasını umut ediyorum, diliyorum. Biz burada bir bütünüz. Bin yıllık bir geçmiş var, birlikte yaşanmışlık var. Bu güzel kardeşliği sevgiye dönüştürecek bir duruşu artık göstermemiz lazım. Bundan umutluyum. Bunu istemeyenlere rağmen, demokrasi dışı güçlere rağmen biz bunu başarabiliriz. Herkese büyük sorumluluk düşüyor. O yönelme karşısında lakayt davranan polise bile büyük sorumluluk düşüyor. Siyasilere büyük sorumluluk düşüyor. Halka, insanlarımıza sorumluluk düşüyor. İnanıyorum ki, bir söz var, 'Bir musibet bazen çok hayırlı şeyler getirir' Böyle olayların yaşanmamasını diliyorum. Ama önemli olan, bütün yaşananlardan ders çıkarmamız, geleceği kardeşçe, birlikte örecek, bunu birlikte gerçekleştirecek ortak duruşu, mantığı, ortaya koymamızdır. Bu konuda herkesten tekrar tekrar duyarlılık bekliyorum
Apr 12, 2010
Ahmet Türk'e Saldırı
O Diyarbakır zindanından çıkıp da geldi. O insanın insan olduğuna utandığı yerde insandan umudunu kesmeden, hiç kimseye nefert duymadan, yüreğini sevgiyle besleyerek, yaralarını sevgiyle sararak durdu karşısında zulmun. Bir iki yumrukla ne yapabileceğinizi sandınız? Ondaki cesareti mi kıracaktınız? Ondaki sevgiyi mi yaralayacaktınız? Onu korkutacak mıydınız? Yoksa kendinizi mi rahatlatacaktanız?
Zavallısınız. Bilmezsiniz ki nefret kendi sahibini de yiyen doymak bilmez bir canavardır. Ve nefretten daha büyük bir cehennem yoktur aslında. Ve size söylenebilecek hiç bir şey bulamıyorum. Belki de buna ihtiyaç da yok, çünkü içinizdeki nefret sizin cezanızdır aslında. Cehenneminiz! Içinizdeki nefrettir sizin en büyük cezanız.
Apr 10, 2010
Şükriye Tutkun ve Hak Edilen Yerde Ol(a)mamak
Apr 6, 2010
Orhan Veli'nin őlűmű?
Internetten aradım da şu bilgiyi buldum. Ama inanmakta şűpheliyim doğrusu…
Ankara'da bir gece sokakta Belediye'nin açtırdığı bir çukura düşmüş, başından yaralanmış (10 Kasım 1950) , iki gün sonra da İstanbul'a gitmiştir. İstanbul'da bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçirmiş, hastaneye kaldırılmıştır (14 Kasım 1950) . Alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi edilmiş, ancak sonradan beyin kanaması geçirdiği anlaşılmıştır. Aynı gün akşama doğru komaya giren Orhan Veli, geceleyin saat 23.20'de hayata gözlerini yummuştur (14 Kasım 1950) .