Selahattin Demirtaș’tan 15 dakikada eleștirel pedagoji dersi. Ya da AKP’nin eğitim politikalarının analizi.
Pages
Feb 28, 2012
Feb 26, 2012
Sabahlamalar
Gűn ışımaya başladı.
Uzun bir geceydi; soğuk, karanlık, yalnız. Kirli gri bir gűn olacağa benziyor.
Nasıl da gűzeldi sabahlamalar eskiden. Uyumamak fazladan yaşamaktı. Kűçűk tűpűn űstűnde demlenen çay; sigaralar upuzun bir kara tren; şiirler; kısık sesle sőylenen tűrkűler, klasik roman değerlendirmeleriyle tarihsel analizler, ve o karşılıksız ya da imkansız aşkın (ki mutlaka biri bőylesi bir aşkın kurbanıydı) őznel ve nesnel koşulların ışığında en entel, en dialektik, en proleter, ve en tarihsel materialist abuksabuklamalarıyla karikatűrize etmeler. Sonra gűnűn ilk ışıklarıyla birlikte fırına gitmeler; Sonra sıcacık francala ve kahvaltı. Sonra radyoda haberler. Hele bir de kar yağmışsa binbir umutla okulların tatil edilişini ummalar… Işci arkadaşların hava durumu nedeniyle okulların tatil edilişini kıskanmaları; Hatta bir sabah biri, “Ne yani biz de darbe olsa da sokağa çıkma yasağı gelse diye mi umutlansak? demişti de nasıl gűlműştűk.
Gűn iyice ışıdı. Karanlık daha iyidi bu kirli gri gőkyűzűnden; en azından uzak da olsa yıldızlar parlıyordu…
Uzun bir geceydi; soğuk, karanlık, yalnız. Kirli gri bir gűn olacağa benziyor.
Nasıl da gűzeldi sabahlamalar eskiden. Uyumamak fazladan yaşamaktı. Kűçűk tűpűn űstűnde demlenen çay; sigaralar upuzun bir kara tren; şiirler; kısık sesle sőylenen tűrkűler, klasik roman değerlendirmeleriyle tarihsel analizler, ve o karşılıksız ya da imkansız aşkın (ki mutlaka biri bőylesi bir aşkın kurbanıydı) őznel ve nesnel koşulların ışığında en entel, en dialektik, en proleter, ve en tarihsel materialist abuksabuklamalarıyla karikatűrize etmeler. Sonra gűnűn ilk ışıklarıyla birlikte fırına gitmeler; Sonra sıcacık francala ve kahvaltı. Sonra radyoda haberler. Hele bir de kar yağmışsa binbir umutla okulların tatil edilişini ummalar… Işci arkadaşların hava durumu nedeniyle okulların tatil edilişini kıskanmaları; Hatta bir sabah biri, “Ne yani biz de darbe olsa da sokağa çıkma yasağı gelse diye mi umutlansak? demişti de nasıl gűlműştűk.
Gűn iyice ışıdı. Karanlık daha iyidi bu kirli gri gőkyűzűnden; en azından uzak da olsa yıldızlar parlıyordu…
Feb 21, 2012
Yasak bir dilde ağlamak
![]() |
Serpil Odabașı - Suç Unsuru |
Feb 16, 2012
Hayatın intikamı - Ece Temelkuran'dan
Ne zaman üniversitelere konuşma yapmaya gittiysem ya da ne zaman benden daha genç biri benim ondan daha fazla bir şey bildiğimi sanarak bana sorduysa "bu işin olurunu", dedim ki:
Üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama. Git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et, koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü. Maceraya çık, bedeli ne olursa olsun bunu yap. Çünkü...
Çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına, sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü. Âşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda. Maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu. Hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı. Serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları. Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını. Kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.
Sebeb-i firarım
Git dedi kalbim! Bu yüzden ben de bu asla tahmin edilemeyecek ülkeye geldim. Dünyanın en sessiz toprağına vardım. Başka ülkelere de gideceğim. Kalbim "Burada biraz duralım" dediğinde durup, bir ses gelmezse kulağıma, yola devam edeceğim. Çünkü vaktiyle bunu yapmaya cesaret edememiştim. Ben hayatın "bir işe yarasın" diye yaşanmayacağını, henüz şimdi, yeni öğrendim. Sonunda mutlaka bir şeye yarayacaktır herhalde, bir şeyler yazıp çizeceğizdir ama, adını koymaya çalışmadan bir çiçeğe bakmayı ben yeni temrin ediyorum. Öylesine bakmayı. Öylesine.
Ama yine de bugün bir göl kıyısında yürürken "yol defterime" bir not düştüm:
Taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır. Taş durdurur, çiçek yürür. Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir. Yani çiçek de taş da birbirini bilir. Ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir. Taştan çıkan çiçeğin asıl göze aldığı budur. Ey okur, bunun için geldim işte. Gürültüde görülmeyen şeyleri görmeye...
Feb 14, 2012
Sevgililer Günü
"...böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti..."
Bilmem ne hatırlattı bu șiiri sabah sabah. Sonra düșundüm de șu bireysel yașamın kapitalist ișgali altındaki hayatımıza sızmıș adına sevgililer günü denilen șeye de gönderme olabilir bu. Sevgilimiz hayat, teknoloji, ve ideolojiler.
Frankfurt Okullu amcalar ne derdi acaba bu dizeleri okusalardı Nazım’ın?
Sahi beğenirler miydi?
Feb 13, 2012
Tekel Belgeseli: Gördüğümüz Kendi Yüzümüzdür
5.Uluslararası İşçi Filmleri Festivali Açılış Filmi olan belgesel Tekel direnişi üzerine.
Harika bir belgesel.
http://www.sendika.tv/index.php?eylem=izle&id=532
Harika bir belgesel.
http://www.sendika.tv/index.php?eylem=izle&id=532
Feb 10, 2012
Kararmış çömlek
Korkunç güzel bir şiir. Tadına varmanız umuduyla.
Kararmış çömlek
Çok uzaktı geldiğimiz yol. Kardeşim, çok uzak.
Ağırdı, çok ağırdı bileklerde kelepçeler. Akşamları
sallayıp başını "vakit geçti" deyince küçük lamba
dünyanın tarihini okuyorduk belirsiz isimlerde
mapusane duvarlarına tırnakla kazınmış tarihlerde
ölümü beklemiş insanların çocuksu çizgilerinde
bir yürek, bir yay, zamanı gerçekten yaran bir
yelkenli
bizim bitireceğimiz tamamlanmamış dizelerde
bitmeyelim diye bitirilmiş dizelerde.
Çok uzaktı geldiğimiz yol, zorlu mu zorlu.
Şimdi senindir bu yol.
Avucunun içinde tutuyorsun
bir dost elini tutup nasıl dinlersen yürek atışlarını
kelepçelerin bıraktığı bu izin üstünde.
Düzgün yürek atışı.
Bir güvenli el. Bir güvenli yol.
Yanıbaşında, bu sakat adam çıkarıp ayağını
bir yana bırakıyor yatmadan önce - kof tahta bacak -
doldurmalısın onu, çiçek dikmeden önce saksıyı nasıl
dolduruyorsak toprakla
geceler yıldızlarla nasıl dolarsa
ağır ağır nasıl düşünceyle sevgiyle dolarsa yoksulluk.
Karar aldık, bir gün herkesin iki bacağı olacak
bir neşeli köprüsü gözden göze
yürekten yüreğe. Bu yüzden nerede durursan dur
güvertede çuvalların arasında sürgüne giderken
transit istasyonunun hapishane parmaklıkları ardında
"yarın" demeyen ölünün yanında
acı, sakatlanmış yılların binlerce değneği arasında
sen "yarın" deyip rahat ve güvenli oturuyorsun
insanların karşısında bir dürüst insan nasıl durursa.
Duvarlardaki bu lekeler belki de kandır
- günümüzde her kırmızı kandır -
karşı duvara yansıyan akşam güneşidir belki de.
Her akşam sönmeden önce kızıllaşır nesneler
ve daha yakın durur ölüm. Parmaklıkların dışında
çocukların ve trenin sesi duyulur.
O zaman daha da daralır hücreler
ama sen başak dolu bir yaylada ışığı düşünmelisin
yoksulların masasındaki ekmeği
pencerede gülümseyen anneleri
ayaklarını uzatacak bir yer bulmak için.
O saatlerde yoldaşın elini sıkarsın
ağaç dolu bir sessizlik olur
ağızdan ağıza dolaşır ikiye bölünmüş sigara
ormanı tarayan bir fener gibi - baharın yüreğine
varan damarı buluyoruz. Gülümsüyoruz.
İçimize doğru gülümsüyoruz.
Ama gizliyoruz şimdilik.
Yasa dışı gülümseyiş, güneş nasıl yasa dışı olduysa
gerçek de yasadışı. Gizliyoruz bu gülümseyişi
sevgilinin resmini nasıl gizliyorsak cebimizde
yüreğimizin iki yaprağı arasında nasıl gizliyorsak
özgürlük düşüncesini.
Buralarda hepimiz için tek bir gökyüzü ve ortak bir gülümseyiş var.
Bizi öldürebilirler yarın. Ama alamazlar bizden
ne bu gülümseyişi, ne de gökyüzünü bizden alırlar.
Tarlaların üzerinde gölgemizin kalacağını biliyoruz
yoksul evin kerpiç duvarı üzerinde
yarın örmeye başlayacakları büyük evlerin çatılarında
taze fasulye ayıklayan annenin eteğinde
serin avluda kalacak gölgemiz. Biliyoruz bunu.
Kutlu olsun acımız.
Kutlu olsun kardeşliğimiz.
Kutlu olsun dünya.
Bir zamanlar kurumluyduk kardeşim,
çünkü hiç bir güvencimiz yoktu.
Büyük laflar ederdik
süslerdik dizelerin kollarını altın sırmalarla
bir uzun sorguç dalgalanırdı şarkımızın alnında
gürültü ederdik - korkardık, işte bu yüzden gürültü ederdik
korkumuzu sesimizle kaplardık
topuklarımızı kaldırıma çalardık
uzun adımlar, çalımla,
insanların pencereden izlediği
ve kimsenin alkışlamadığı
içi boş topların geçiti gibi geçerdik.
O zamanlar tahta kürsülerde, balkonlarda söylevler duyulurdu
radyolar gümbür gümbür tekrarlardı söylevleri
korku bayrakların berisinde gizliydi
davulların içinde ölüler sabahlardı
aşkolsun anlayana
belki borular uyum sağlıyorlardı adımlara
ama yüreğe uyum sağlamaktan uzaktılar. Biz uyumu arıyorduk.
Silahların, camların parıltısı bir an bir şey verir gibi
oluyordu göze - tek bu
sonra hiç kimse tek sözcük anımsamıyordu,
anımsamıyordu bir tek söz ya da ses.
Akşam ışıklar sönüp rüzgâr sokaklarda kâğıt bayrakları sürüklerken
ve dururken kapının önünde silindirin ağır gölgesi
uyumuyorduk bizler
serpilmiş sesini topluyorduk sokakların
serpilmiş adımları topluyorduk
uyumu buluyorduk, yüreği, bayrağı.
İşte bak, kardeşim, sonunda öğrendik konuşmayı
tatlı tatlı yalın konuşmayı.
Anlaşabiliyoruz şimdi - fazlası da gereksiz.
Ve yarın diyorum, daha da yalın olacağız
tüm yüreklerde, tüm dudaklarda aynı ağırlığı edinen
sözler bulacağız
adıyla anılacak herşey,
ve ötekiler gülümseyip "böyle şiirleri
biz de yüzlerce yazabiliriz" diyecekler.
Bizim de istediğimiz bu işte.
Çünkü şarkımız insanlardan ayrı sivrilmek için değil, kardeşim
insanları birleştirmek içindir şarkımız
Demek ki inanmaları için
"bağıran haklıdır" demeleri için bağırmam gerekmiyor.
Hak bizden yanadır, biliyoruz bunu
ve ne denli alçak sesle seslensem de sana, inanacaksın biliyorum
alıştık alçak sesle yarenliğe: tutukluyken,
toplantılarda, yer altında çalışırken işgalde
alıştık küçük kesik sözlere, korkunun, acının üstünde,
gündüzün, saatin; gecenin korkunç dilsiz köşelerinin parolası
geleceğin ışıklarınca bir an aydınlanan zamanın kesişmeleri
acele sözler, yaşamın kısa özeti, en önemli noktalar yalnız
bir sigara paketine yazılmış ya da şu kadarcık bir kağıda
ayakkabının içinde saklı, ya da ceketimizin astarında,
ölümün üstünde bir büyük köprü gibi bir küçük kağıt.
Bunlar önemli değil, diyecekler, kuşkusuz.
Ama kardeşim sen, biliyorsun: bu yalın sözlerden
bu yalın davranışlardan, bu yalın şarkılardan
yaşam boy atıyor, boylanıyor dünya, biz de büyüyoruz.
Pek önemli bir şey yaptım denilemez.
Sadece, sizlerin dokunduğu duvarın yanından geçtim
ben de dokundum ona, yoldaşım,
sadece yiğitlerimizin, kurbanlarımızın adlarını
okudum transit istasyonlarında
bende taşıdım size takılan kelepçeleri
sizlerle acı duydum, düş gördüm
seni buldum, sen de beni yoldaşım.
Kampta Hristo amca bir fırın kurdu.
Durup bakıyordum ne yaptığını bilen yaşlı ellerine
o yalın, bilgili, yoldaş ellere
giitikçe yükseliyordu fırın
yükseliyordu dünya
yükseliyordu sevgi
ve sıcak somundan ilk lokmayı tadınca
bu tadla birlikte içime bir şey sindirdim
yaşlı duvarcının bilgili ellerinden bir şey
karşılık beklemeyen erinç gülümseyişinden bir şey
dünyanın ekmeğini yoğuran tüm yoldaşların
ellerinden bir şey
yararlı ve gerekli nesneleri yaratan insanın
o erinç güvenini.
Sonra, bir yığın şey öğrendik, ama herşeyi oturup anlatsam
hiç bitmeyecek şarkım
nasıl bitmezse sevgi, yaşam ve güneş.
Yalnız sarılmak için sana ve ağlamak için geliyorum kardeşim
uzun ayrılıktan sonra sevgilisine dönen vurgun gibi
bir tek öpüşle beklemiş olduğu o yılları
öpüşten sonra da anlatarak kendilerini bekleyen yılları.
Saatlerce aynı işaretlere baktık
yaşamlar boyunca araştırdık bu işareti,
ama güvenince bir kez ona, verdik yüreğimizi, ellerimizi.
Ve binlerce acılı insanın baktığı o işaret
bir şeyler ediniyor gözlerimizden, bakışmamızdan
ve büyüyor, büyüyor, büyüyor,
nasıl büyüyorsa hamur teknede, ağaç güneşte, umut yüreğimizde.
Ötekilerse, çok büyük, tutulmayan görülmeyen şeyler
bizim oldu şimdi çünkü onlarla birlikte baktık
uzun uzun, birlikte sevdik onları, bir parçamız oldular yanımızda
tuzluk gibi, çatal, tabak gibi,
ve şimdi aynı şekilde, bir yaprağa bakıyoruz yalın
ve sevgiyle ya da bir yıldıza
oturduğumuz taşa ya da geleceğin yüksek bacalarına bakıyoruz.
Yüreğim bugün günbatımlarında yalımlanan bir buluta benzemiyor
ne de Cennet'in ağaçları arasında masa kuran meleğe
çırparak ak kanatlarıyla yıldız kırıntılarını sakallarından eski azizlerin.
Yok böyle bir şey.
Şimdi geniş, kil bir çömlektir yüreğim
kaç kez ateşlere sürülmüş
binlerce yemek pişirmiş yoksullar için
emekçiler, gezginler için
işçiler için ve küçük birimleri için
aç güneş için, dünya için - tüm dünya için - işini gereği gibi yapan
yoksul, islenmiş, kararmış bir çömlektir
otlar ve arada bir parça et kaynatırm içinde
aç kardeşlerim altta karıştırırken ateşi
herbiri odununu katar
her biri payını bekler.
oturmuşlar koyunlarıyla, büyük başlarıyla birlikte
şimdi tıpkı sizin oturduğunuz gibi çepeçevre
havadan söz ediyorlar, güneşten, yağmurdan, barıştan
her geçen gün bakanları çoğaltan işaretten
hiç bir yıldızın söndüremediği o yıldızdan söz ediyorlar
ölüler de tablamızın çevresinde toplanıyor
paylarım bekliyor, onlar da.
Ve bir gömlek kaynıyor, şakıyarak kaynıyor.
Bir kaç gündür rüzgar kovalayıp duruyor bizi.
Çevrede her bakışta dikenli tel örgü
yüreğimizin çevresinde dikenli tel örgü
umudun çevresinde dikenli tel örgü.
Havalar soğuk bu yıl.
Daha yakın.
Daha yakın.
Islanmış kilometreler toplanıyor
dört bir yanlarda.
Çocukları ısıtacak küçük ocaklar taşıyorlar
cebinde yıllanmış paltoların.
Sıraya oturmuşlar, buhar tütüyor yağmurdan, uzaklıktan.
Solukları dumandır uzağa, çok uzağa giden trenin. Söyleşiyorlar
ve odanın solmuş kapısı dönüşüyor kollarını kavuşturup
kulak kesilen bir aynaya.
İşte bunları duyarak güçlenip doğruluyorum
orada ben de söze karışıyorum ateşe odun atarcasına
canlanıyor ateş, ışık çoğalıyor odun attıkça
duvarlar kızıllaşıyor, rüzgar çekiliyor, gıcırdıyor pencereler
hâlâ çayırda otlayan eşek sıpasını duyuyoruz dışarıda
ve köpek, ölülerin ayak uçlarına oturmuş, rahat.
Güneşin doğmasını bekliyoruz.
Rüzgâr dindi. Sessizlik. Düşünceli bir saban
tarlayı sürmek için bekliyor odanın bir köşesinde.
Daha iyi duyuluyor çömlekte fokurdayan su.
Tahta sırada oturup bekleyenler
yoksullar, bizimkiler, güçlüler,
emekçiler, proleterler.
Bir bardak şaraptır onların her sözü
bir lokma kara ekmektir
kayanın yanında bir ağaçtır
bir penceredir güneşe açılmış.
Bizim İsalarımızdır onlar, bizim ermişlerimiz
kömür yüklü vagonlar gibi ağır pabuçları
ellerinde kuşkusuz davranış
çalışmış eller, zorlu, nasırlaşmış eller
tırnaklan yıpranmış, sert kılları
insanın tarihi kadar geniş baş parmak
uçurumun üzerindeki köprü gibi karışı.
Tarihin arşivinde de saklıdır parmak izleri
sadece cezaevlerinin arşivlerinde değil,
sık örülmüş demiryollarıdır parmak izleri
geleceğe uzanan. Ve benim yüreğim yoldaşım
kilden, kararmış bir çömlektir
üstüne düşeni gerektiği gibi yapan.
Şimdi çocuklarım, masal söyleyen dedeler gibi düşünüyorum
(sakın gücenmeyin bana "çocuklarım" dedim diye sizlere,
belki sadece yaşça ileriyim sizden, o kadar
ve yarın siz "çocuğum" diyeceksiniz bana, ve ben gücenmeyeceğim
çünkü var oldukça dünyada gençlik ben genç olacağım
bana "çocuğum" deyin, çocuklarım)
böylece, şimdi düşünüyorum çocuklarım
bir sözcük arıyorum özgürlüğün boyuna denk
ne daha uzun ne daha kısa
fazlası yakışıksız
azı utangaçtır
amacıma gelince böbürlenmek değil
ne aşağıyım ne de üstünüm herhangi bir insandan.
Varacağız şarkımıza.
İyi biliyoruz bunu.
Senin görüşün nedir, yoldaşım?
İyi, iyi.
Otlar kaynadı.
Yağı az.
Zararı yok.
fazlasıyla iştahımız, yüreğimiz fazlasıyla.
Zamanıdır.
Burada kardeş bir ışık var eller, gözler yalın.
Burada ne sen benden üstün ne ben senden üstün olmalıyız
burada her birimiz kendinden üstün olmalıdır.
Burada büyük duvarın yanı sıra bir akarsu gibi akan
bir kardeş ışık var.
Düşlerimizde bile duyarız bu akarsuyu.
ve uyurken battaniyeden sarkıp elimiz
ıslanır bu akarsuda.
İki damla çırpsan bu sudan karabasanın yüzüne
kaçar duman olur ağaçların berisinde.
Ölümse bir yapraktan başka bir şey değildir
yükselen bir yaprağı beslemek için düşen.
Ağaç şimdi seninle göz göze şimdi yapraklarının arasında
senin kökün yolunu gösteriyor bütünüyle
sen dünya ile göz gözesin bir şeyin yok gizleyecek.
Ellerin temiz, güneşin kalın sabunuyla yıkanmışlar
dostların masasına çıplak bırakıyorsun ellerini
güvenip bırakıyorsun ellerini yoldaşların ellerine.
Davranışları gösterişsiz, kesin onların.
Ve arkadaşının ceketinden bir saç kılı aldığında bile
takvimden bir yaprak koparır gibisindir
dünyanın düzemini hızlandıracak olan.
Dünyaya gülmesini öğretene dek
daha çok ağlayacağını bilmene karşın.
Demek ki bir çömlek. O kadar.
kilden, kararmış bir çömlek,
kaynıyor, kaynıyor şakıyarak,
güneşin altında kaynıyor şakıyarak.
YANNİS RİTSOS
Kararmış çömlek
Çok uzaktı geldiğimiz yol. Kardeşim, çok uzak.
Ağırdı, çok ağırdı bileklerde kelepçeler. Akşamları
sallayıp başını "vakit geçti" deyince küçük lamba
dünyanın tarihini okuyorduk belirsiz isimlerde
mapusane duvarlarına tırnakla kazınmış tarihlerde
ölümü beklemiş insanların çocuksu çizgilerinde
bir yürek, bir yay, zamanı gerçekten yaran bir
yelkenli
bizim bitireceğimiz tamamlanmamış dizelerde
bitmeyelim diye bitirilmiş dizelerde.
Çok uzaktı geldiğimiz yol, zorlu mu zorlu.
Şimdi senindir bu yol.
Avucunun içinde tutuyorsun
bir dost elini tutup nasıl dinlersen yürek atışlarını
kelepçelerin bıraktığı bu izin üstünde.
Düzgün yürek atışı.
Bir güvenli el. Bir güvenli yol.
Yanıbaşında, bu sakat adam çıkarıp ayağını
bir yana bırakıyor yatmadan önce - kof tahta bacak -
doldurmalısın onu, çiçek dikmeden önce saksıyı nasıl
dolduruyorsak toprakla
geceler yıldızlarla nasıl dolarsa
ağır ağır nasıl düşünceyle sevgiyle dolarsa yoksulluk.
Karar aldık, bir gün herkesin iki bacağı olacak
bir neşeli köprüsü gözden göze
yürekten yüreğe. Bu yüzden nerede durursan dur
güvertede çuvalların arasında sürgüne giderken
transit istasyonunun hapishane parmaklıkları ardında
"yarın" demeyen ölünün yanında
acı, sakatlanmış yılların binlerce değneği arasında
sen "yarın" deyip rahat ve güvenli oturuyorsun
insanların karşısında bir dürüst insan nasıl durursa.
Duvarlardaki bu lekeler belki de kandır
- günümüzde her kırmızı kandır -
karşı duvara yansıyan akşam güneşidir belki de.
Her akşam sönmeden önce kızıllaşır nesneler
ve daha yakın durur ölüm. Parmaklıkların dışında
çocukların ve trenin sesi duyulur.
O zaman daha da daralır hücreler
ama sen başak dolu bir yaylada ışığı düşünmelisin
yoksulların masasındaki ekmeği
pencerede gülümseyen anneleri
ayaklarını uzatacak bir yer bulmak için.
O saatlerde yoldaşın elini sıkarsın
ağaç dolu bir sessizlik olur
ağızdan ağıza dolaşır ikiye bölünmüş sigara
ormanı tarayan bir fener gibi - baharın yüreğine
varan damarı buluyoruz. Gülümsüyoruz.
İçimize doğru gülümsüyoruz.
Ama gizliyoruz şimdilik.
Yasa dışı gülümseyiş, güneş nasıl yasa dışı olduysa
gerçek de yasadışı. Gizliyoruz bu gülümseyişi
sevgilinin resmini nasıl gizliyorsak cebimizde
yüreğimizin iki yaprağı arasında nasıl gizliyorsak
özgürlük düşüncesini.
Buralarda hepimiz için tek bir gökyüzü ve ortak bir gülümseyiş var.
Bizi öldürebilirler yarın. Ama alamazlar bizden
ne bu gülümseyişi, ne de gökyüzünü bizden alırlar.
Tarlaların üzerinde gölgemizin kalacağını biliyoruz
yoksul evin kerpiç duvarı üzerinde
yarın örmeye başlayacakları büyük evlerin çatılarında
taze fasulye ayıklayan annenin eteğinde
serin avluda kalacak gölgemiz. Biliyoruz bunu.
Kutlu olsun acımız.
Kutlu olsun kardeşliğimiz.
Kutlu olsun dünya.
Bir zamanlar kurumluyduk kardeşim,
çünkü hiç bir güvencimiz yoktu.
Büyük laflar ederdik
süslerdik dizelerin kollarını altın sırmalarla
bir uzun sorguç dalgalanırdı şarkımızın alnında
gürültü ederdik - korkardık, işte bu yüzden gürültü ederdik
korkumuzu sesimizle kaplardık
topuklarımızı kaldırıma çalardık
uzun adımlar, çalımla,
insanların pencereden izlediği
ve kimsenin alkışlamadığı
içi boş topların geçiti gibi geçerdik.
O zamanlar tahta kürsülerde, balkonlarda söylevler duyulurdu
radyolar gümbür gümbür tekrarlardı söylevleri
korku bayrakların berisinde gizliydi
davulların içinde ölüler sabahlardı
aşkolsun anlayana
belki borular uyum sağlıyorlardı adımlara
ama yüreğe uyum sağlamaktan uzaktılar. Biz uyumu arıyorduk.
Silahların, camların parıltısı bir an bir şey verir gibi
oluyordu göze - tek bu
sonra hiç kimse tek sözcük anımsamıyordu,
anımsamıyordu bir tek söz ya da ses.
Akşam ışıklar sönüp rüzgâr sokaklarda kâğıt bayrakları sürüklerken
ve dururken kapının önünde silindirin ağır gölgesi
uyumuyorduk bizler
serpilmiş sesini topluyorduk sokakların
serpilmiş adımları topluyorduk
uyumu buluyorduk, yüreği, bayrağı.
İşte bak, kardeşim, sonunda öğrendik konuşmayı
tatlı tatlı yalın konuşmayı.
Anlaşabiliyoruz şimdi - fazlası da gereksiz.
Ve yarın diyorum, daha da yalın olacağız
tüm yüreklerde, tüm dudaklarda aynı ağırlığı edinen
sözler bulacağız
adıyla anılacak herşey,
ve ötekiler gülümseyip "böyle şiirleri
biz de yüzlerce yazabiliriz" diyecekler.
Bizim de istediğimiz bu işte.
Çünkü şarkımız insanlardan ayrı sivrilmek için değil, kardeşim
insanları birleştirmek içindir şarkımız
Demek ki inanmaları için
"bağıran haklıdır" demeleri için bağırmam gerekmiyor.
Hak bizden yanadır, biliyoruz bunu
ve ne denli alçak sesle seslensem de sana, inanacaksın biliyorum
alıştık alçak sesle yarenliğe: tutukluyken,
toplantılarda, yer altında çalışırken işgalde
alıştık küçük kesik sözlere, korkunun, acının üstünde,
gündüzün, saatin; gecenin korkunç dilsiz köşelerinin parolası
geleceğin ışıklarınca bir an aydınlanan zamanın kesişmeleri
acele sözler, yaşamın kısa özeti, en önemli noktalar yalnız
bir sigara paketine yazılmış ya da şu kadarcık bir kağıda
ayakkabının içinde saklı, ya da ceketimizin astarında,
ölümün üstünde bir büyük köprü gibi bir küçük kağıt.
Bunlar önemli değil, diyecekler, kuşkusuz.
Ama kardeşim sen, biliyorsun: bu yalın sözlerden
bu yalın davranışlardan, bu yalın şarkılardan
yaşam boy atıyor, boylanıyor dünya, biz de büyüyoruz.
Pek önemli bir şey yaptım denilemez.
Sadece, sizlerin dokunduğu duvarın yanından geçtim
ben de dokundum ona, yoldaşım,
sadece yiğitlerimizin, kurbanlarımızın adlarını
okudum transit istasyonlarında
bende taşıdım size takılan kelepçeleri
sizlerle acı duydum, düş gördüm
seni buldum, sen de beni yoldaşım.
Kampta Hristo amca bir fırın kurdu.
Durup bakıyordum ne yaptığını bilen yaşlı ellerine
o yalın, bilgili, yoldaş ellere
giitikçe yükseliyordu fırın
yükseliyordu dünya
yükseliyordu sevgi
ve sıcak somundan ilk lokmayı tadınca
bu tadla birlikte içime bir şey sindirdim
yaşlı duvarcının bilgili ellerinden bir şey
karşılık beklemeyen erinç gülümseyişinden bir şey
dünyanın ekmeğini yoğuran tüm yoldaşların
ellerinden bir şey
yararlı ve gerekli nesneleri yaratan insanın
o erinç güvenini.
Sonra, bir yığın şey öğrendik, ama herşeyi oturup anlatsam
hiç bitmeyecek şarkım
nasıl bitmezse sevgi, yaşam ve güneş.
Yalnız sarılmak için sana ve ağlamak için geliyorum kardeşim
uzun ayrılıktan sonra sevgilisine dönen vurgun gibi
bir tek öpüşle beklemiş olduğu o yılları
öpüşten sonra da anlatarak kendilerini bekleyen yılları.
Saatlerce aynı işaretlere baktık
yaşamlar boyunca araştırdık bu işareti,
ama güvenince bir kez ona, verdik yüreğimizi, ellerimizi.
Ve binlerce acılı insanın baktığı o işaret
bir şeyler ediniyor gözlerimizden, bakışmamızdan
ve büyüyor, büyüyor, büyüyor,
nasıl büyüyorsa hamur teknede, ağaç güneşte, umut yüreğimizde.
Ötekilerse, çok büyük, tutulmayan görülmeyen şeyler
bizim oldu şimdi çünkü onlarla birlikte baktık
uzun uzun, birlikte sevdik onları, bir parçamız oldular yanımızda
tuzluk gibi, çatal, tabak gibi,
ve şimdi aynı şekilde, bir yaprağa bakıyoruz yalın
ve sevgiyle ya da bir yıldıza
oturduğumuz taşa ya da geleceğin yüksek bacalarına bakıyoruz.
Yüreğim bugün günbatımlarında yalımlanan bir buluta benzemiyor
ne de Cennet'in ağaçları arasında masa kuran meleğe
çırparak ak kanatlarıyla yıldız kırıntılarını sakallarından eski azizlerin.
Yok böyle bir şey.
Şimdi geniş, kil bir çömlektir yüreğim
kaç kez ateşlere sürülmüş
binlerce yemek pişirmiş yoksullar için
emekçiler, gezginler için
işçiler için ve küçük birimleri için
aç güneş için, dünya için - tüm dünya için - işini gereği gibi yapan
yoksul, islenmiş, kararmış bir çömlektir
otlar ve arada bir parça et kaynatırm içinde
aç kardeşlerim altta karıştırırken ateşi
herbiri odununu katar
her biri payını bekler.
oturmuşlar koyunlarıyla, büyük başlarıyla birlikte
şimdi tıpkı sizin oturduğunuz gibi çepeçevre
havadan söz ediyorlar, güneşten, yağmurdan, barıştan
her geçen gün bakanları çoğaltan işaretten
hiç bir yıldızın söndüremediği o yıldızdan söz ediyorlar
ölüler de tablamızın çevresinde toplanıyor
paylarım bekliyor, onlar da.
Ve bir gömlek kaynıyor, şakıyarak kaynıyor.
Bir kaç gündür rüzgar kovalayıp duruyor bizi.
Çevrede her bakışta dikenli tel örgü
yüreğimizin çevresinde dikenli tel örgü
umudun çevresinde dikenli tel örgü.
Havalar soğuk bu yıl.
Daha yakın.
Daha yakın.
Islanmış kilometreler toplanıyor
dört bir yanlarda.
Çocukları ısıtacak küçük ocaklar taşıyorlar
cebinde yıllanmış paltoların.
Sıraya oturmuşlar, buhar tütüyor yağmurdan, uzaklıktan.
Solukları dumandır uzağa, çok uzağa giden trenin. Söyleşiyorlar
ve odanın solmuş kapısı dönüşüyor kollarını kavuşturup
kulak kesilen bir aynaya.
İşte bunları duyarak güçlenip doğruluyorum
orada ben de söze karışıyorum ateşe odun atarcasına
canlanıyor ateş, ışık çoğalıyor odun attıkça
duvarlar kızıllaşıyor, rüzgar çekiliyor, gıcırdıyor pencereler
hâlâ çayırda otlayan eşek sıpasını duyuyoruz dışarıda
ve köpek, ölülerin ayak uçlarına oturmuş, rahat.
Güneşin doğmasını bekliyoruz.
Rüzgâr dindi. Sessizlik. Düşünceli bir saban
tarlayı sürmek için bekliyor odanın bir köşesinde.
Daha iyi duyuluyor çömlekte fokurdayan su.
Tahta sırada oturup bekleyenler
yoksullar, bizimkiler, güçlüler,
emekçiler, proleterler.
Bir bardak şaraptır onların her sözü
bir lokma kara ekmektir
kayanın yanında bir ağaçtır
bir penceredir güneşe açılmış.
Bizim İsalarımızdır onlar, bizim ermişlerimiz
kömür yüklü vagonlar gibi ağır pabuçları
ellerinde kuşkusuz davranış
çalışmış eller, zorlu, nasırlaşmış eller
tırnaklan yıpranmış, sert kılları
insanın tarihi kadar geniş baş parmak
uçurumun üzerindeki köprü gibi karışı.
Tarihin arşivinde de saklıdır parmak izleri
sadece cezaevlerinin arşivlerinde değil,
sık örülmüş demiryollarıdır parmak izleri
geleceğe uzanan. Ve benim yüreğim yoldaşım
kilden, kararmış bir çömlektir
üstüne düşeni gerektiği gibi yapan.
Şimdi çocuklarım, masal söyleyen dedeler gibi düşünüyorum
(sakın gücenmeyin bana "çocuklarım" dedim diye sizlere,
belki sadece yaşça ileriyim sizden, o kadar
ve yarın siz "çocuğum" diyeceksiniz bana, ve ben gücenmeyeceğim
çünkü var oldukça dünyada gençlik ben genç olacağım
bana "çocuğum" deyin, çocuklarım)
böylece, şimdi düşünüyorum çocuklarım
bir sözcük arıyorum özgürlüğün boyuna denk
ne daha uzun ne daha kısa
fazlası yakışıksız
azı utangaçtır
amacıma gelince böbürlenmek değil
ne aşağıyım ne de üstünüm herhangi bir insandan.
Varacağız şarkımıza.
İyi biliyoruz bunu.
Senin görüşün nedir, yoldaşım?
İyi, iyi.
Otlar kaynadı.
Yağı az.
Zararı yok.
fazlasıyla iştahımız, yüreğimiz fazlasıyla.
Zamanıdır.
Burada kardeş bir ışık var eller, gözler yalın.
Burada ne sen benden üstün ne ben senden üstün olmalıyız
burada her birimiz kendinden üstün olmalıdır.
Burada büyük duvarın yanı sıra bir akarsu gibi akan
bir kardeş ışık var.
Düşlerimizde bile duyarız bu akarsuyu.
ve uyurken battaniyeden sarkıp elimiz
ıslanır bu akarsuda.
İki damla çırpsan bu sudan karabasanın yüzüne
kaçar duman olur ağaçların berisinde.
Ölümse bir yapraktan başka bir şey değildir
yükselen bir yaprağı beslemek için düşen.
Ağaç şimdi seninle göz göze şimdi yapraklarının arasında
senin kökün yolunu gösteriyor bütünüyle
sen dünya ile göz gözesin bir şeyin yok gizleyecek.
Ellerin temiz, güneşin kalın sabunuyla yıkanmışlar
dostların masasına çıplak bırakıyorsun ellerini
güvenip bırakıyorsun ellerini yoldaşların ellerine.
Davranışları gösterişsiz, kesin onların.
Ve arkadaşının ceketinden bir saç kılı aldığında bile
takvimden bir yaprak koparır gibisindir
dünyanın düzemini hızlandıracak olan.
Dünyaya gülmesini öğretene dek
daha çok ağlayacağını bilmene karşın.
Demek ki bir çömlek. O kadar.
kilden, kararmış bir çömlek,
kaynıyor, kaynıyor şakıyarak,
güneşin altında kaynıyor şakıyarak.
YANNİS RİTSOS
Feb 3, 2012
Kansız bir ihtilal

Normalde seçimle başa gelmiş hűkűmetlerin / iktidarların egemen statukoyu karşısına alması beklenmez. Iktidar olmuş hűkűmet daha çok statukonun devamını sağlamaya devam eder. Çűnkű bu hűkűmet herşeyin başında egemen sistemin partisidir. Sistemin içinde yeşermiş, bűyűműş ve gűven almıştır. Hele hele Tűrkiye gibi resmi ideolojisinin ve statűkosunun ardında çok kőkleşmiş hukuk gibi, ordu gibi, őrgűn bir biçimde koordine edilmiş kurum ve kuruluşları varken kalkıp bu statűkonun temellerini içten sarsıp kontrolű ve yőnetimi ele geçirmek kolay őngőrlebilecek bir şey değildir. Evet bence AKP’nin yaptığı ya da becerdiği budur. Bűtűn kurumları ele geçirmiş durumdadır AKP. En őnemlisi Tűrkiye’deki kutsal sayılan, űlkenin gerçek sahibi ve koruyucusu konumundaki o bőbűrlűlűklerinden ve sűneppeliklerinden yanına yanaşılamayan silahlı kuvvetleri etkisiz hale getirmekten őte kendine kapı kulu eylemiştir. Bunu da o denli oyunu kuralına gőre oynayarak yapmıştır ki paşalar bile liseli bir kızın kapris ve kibirliliği içinde istifa tehditleri triplerine girmişlerdir. Sonunda da pes etmişlerdir. Tabi bunu yaparken adalet sisteminin ve hukuğun içindeki gűce ve erke tapan kokuşmayı çok iyi manipűle edişinin de hakkını vermek gerekir. Işte hapishaneler tıklım tıklım fikir suçlarıyla dolmaktadır. Űniversite őğrencisinden gazetecisine, őgretim gőrevlisinden, sokaktaki gazeteci çocuğa kadar herkes gőz altına alınma tehdidiyle ve olasılığıyla karşı karşıyadır.
Evet AKP alabildiğine bűtűn kurumları ve yőnetimlerini ele geçirmiş, popular desteği de arkasına almıştır ve kansız ihtilalini gerçekleştirmiştir. Bunun karşısında da direnecek ya da karşı duracak ipe sapa gelir bir şey yoktur. Yoktur, çűnkű aslına bakarsanız AKP’nin başarısının altında asıl Kemalizm’in ya da egemen TC ideolojisinin doğmalığı, beceriksizliği, kısırlığı, ve faşizan yanları yatmaktadır. Yani Kemalizm o denli kısır, o denli tepeden inmeci, o denli insanların varoluş koşullarını yok sayıcı olmasaydı AKP’nin işi bu kadar kolay olmazdı. Őylesine ki, AKP’nin statűkoyu sarsan çabaları (őrneğin Atatűrk’ű ve Kemalizmi eleştirileri, 19 Mayıs’ı, 23 Nisan’ı, ve andımızı kaldırma ya da yeniden yapılandırma girişimleri) AKP karşıtı insanlardan bile destek almaktadır çűnkű kőhneleşmiş, 1930ların faşist ruhunu bugűne taşımaya çalışmak olsa olsa AKP gibi kendince benzer hesapları olanlara yaramaktadır. Hatta bunun için bir bakıma bugűn gelinen nokta Demokratik Parti’nin başlatıp bitiremediği projenin devamı gibi de gőrűnebilir ki bunun da ardında Kemalizm adına savunulan şeyin alabildiğine elitist, ayrımcı, anti-demokratik vb. Oluşudur,
Bir tek BDP ve kűrtler var AKP’nin karşısında durabilen; durabilecek olan. AKP’nin polemiklerine, retoriklerine, ayak oyunlarına, insan hakları maskeli insan hakları dűşmanlığına (çűnkű AKP’nin asıl kaygısı insan hakları değil AKP yanlısı műslűman hakkıdır. ) en haklı ve en akıllı açıyla yaklaşan Kűrtlerdir ama gel gőr ki Kűrtlerin adı da terőrle bir anıla anıla urettikleri politiklar kolayca gőz ardı edilebilmekte, hatta kale alınmamaktadır. Bir de şu var ki őnemle altını çizmek gerekr. O da Kűrt probleminin AKP’nin can yeleği oluşudur. Kűrt meselesi olmasa belki AKP orduyu bu denli kolay da altedemeyecekti. Işte onun içindir ki AKP Kűrtlerin katliamına ses çıkarmamakta da, belki katliamın planına bile katılabilmektedir. Yoksa bir Filistin’linin (Filistinli műslűmanın tabiii – Hristiyan Filistininlinin AKP nin pek umurunda olacağını sanmıyorum), bir Afrikalı műslűmanın bűtűn acılarını yűreklerinde hisseden AKP bir Kűrt (műslűman bile olsa) katlımı karşısında ki kılının kıpırdamamazlığı nasıl açıklanır?
Çok merak ediyorum daha neler olacak diye. Gőrecğiz!
Tabi bir de bűtűn bunların ortasında olup bitten Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılma katakullileri-savaşları var. Sıra Iran’a ve Suriye'ye geliyor gibi gőrűnűyor. Belki Erdoğan ve ekibi tam içine etmeden Ortadoğu projesinin bir parçası olarak içine edilecek Tűrkiye’nin. Edilse de kurtulsak. Bunu bazan gerçekten inanarak sőylűyorum çűnkű Tűrkiye kendi çocuklarını çiğ çig yiyen bir mitolojik canavar bir anaya dőnűşműştűr çoktan. Kanla beslenmektedir. Iyileşeceği de yok gibi gőrűnűyor…
Ama siz yine de umudu kesmeyin olur mu? Benim serzenişlerimi aklın kőtűlűğű gibi gőrűn…
Feb 2, 2012
İthaf
Seni kurtaramamıştım,
Sen kulak ver bana.
Bu yalınkat sözlerimi anlamaya çalış
Çünkü bir başkası utandırır beni.
İnan bana, söz sihirbazlığı yok bende.
Beni güçlendiren, ölüm demekti senin için
Bir çağa veda ile bir yeni çağın başlangıcını karıştırdın,
Ve nefretin ilhamı ile şiirsel güzelliği,
Kaba kuvvetle narin düzeni.
İşte sığ Polonya ırmaklarının vadisi. Apak sisin içine
Atılmış upuzun bir köprü. İşte yıkık bir kent.
Rüzgâr senin mezarına martı çığlıkları serpiyor
Ben konuşurken seninle.
Şiir nedir ki kurtarmazsa
Ulusları, insanları?
Resmi yalanların suç ortağıdır,
Az sonra gırtlakları kesilecek ayyaşların şarkısı,
Liseli kızlara eğlencelik
Güçlü şiire özlem duydum ya ne olduğunu bilmeden,
Yararlı amacını geç öğrendim ya.
Kurtuluşumu işte bunda buldum, yalnız bunda.
Darı ve haşhaş tohumları dökerlerdi mezarların üstüne
Kuş biçiminde gelen ölüleri beslemek için.
Bu kitabı buraya ben senin için koydum.
Sen eskiden yaşamıştın.
Bir daha bizi ziyaret etme diye.
Czeslaw MILOSZ
Çeviri : Talât Sait HALMAN
Sen kulak ver bana.
Bu yalınkat sözlerimi anlamaya çalış
Çünkü bir başkası utandırır beni.
İnan bana, söz sihirbazlığı yok bende.
Beni güçlendiren, ölüm demekti senin için
Bir çağa veda ile bir yeni çağın başlangıcını karıştırdın,
Ve nefretin ilhamı ile şiirsel güzelliği,
Kaba kuvvetle narin düzeni.
İşte sığ Polonya ırmaklarının vadisi. Apak sisin içine
Atılmış upuzun bir köprü. İşte yıkık bir kent.
Rüzgâr senin mezarına martı çığlıkları serpiyor
Ben konuşurken seninle.
Şiir nedir ki kurtarmazsa
Ulusları, insanları?
Resmi yalanların suç ortağıdır,
Az sonra gırtlakları kesilecek ayyaşların şarkısı,
Liseli kızlara eğlencelik
Güçlü şiire özlem duydum ya ne olduğunu bilmeden,
Yararlı amacını geç öğrendim ya.
Kurtuluşumu işte bunda buldum, yalnız bunda.
Darı ve haşhaş tohumları dökerlerdi mezarların üstüne
Kuş biçiminde gelen ölüleri beslemek için.
Bu kitabı buraya ben senin için koydum.
Sen eskiden yaşamıştın.
Bir daha bizi ziyaret etme diye.
Czeslaw MILOSZ
Çeviri : Talât Sait HALMAN
Subscribe to:
Posts (Atom)