Her şey olup bittiğinde -bir de- muhteşem direnişileri hatırlayacağız: Mesela İspanyol faşitlere karşı pervasızca şu lafı eden Don Miguel de Unamuno gibi: "Vencereis pero no convencereis!" "Yeneceksiniz fakat ikna edemeyeceksiniz."
Cuneyt sagolasin Unamuno'yu tanittigin icin. Daha once duymamistim kendisini.
Evet ikna edemiyecekler cunku bizi ikna edebilmek icin sahip olmasi gereken seylere sahip degiller: haklilik, akil ve sagduyu
"You will win because you have enough brute force. But you will not convince. For to convince you need to persuade. And in order to persuade you would need what you lack: Reason and Right."
Tolga, Kacak ben hep orijinalini aramisimdir bu turkunun. Gul mudur? Fiske midir?
Herkesin tas attigi ya da atmaya zorlandigi yerde dostun gul atmasi beni direclendirir diye dusunuyorum. Beni yaralamaz. Gul atmak destek vermektir hem de korkunc yaratici bir guzellikte destek vermektir. Gul tasin antitezidir...
Ilk ogretmenlik yilimdi baktim ki fasist ogretmenler ellerinde dovmek icin cetvel ve sopa ile geziyorlar koridorlarda (tenefus aralarinda). Ben de inadina gul - cicek vb. seyler bulup gezerdim nobet gunlerimde. Sonra da bir ogrencim anlatmisti: benim arkamdan beni kotuleyen (ocu gibi gostermeye calisan) o fasist ogretmene karsi bir ortaokul son sinif ogrencisi demis ki "iyi ama ogretmenim o ogretmen elinde gulle dolasiyor siz sopayla". Nasil aglamistim duydugumda... Neyse konuyu dagitmayayim. Ne diyorduk evet gul ve fiske.
Fiske kelime anlami olarak kucuk cakil tasi ya da bu tasinin parmak uclariyla atilmasi anlamina gelse de gul atmak gibi degildir. Bu fiske yaralayabilir insani cunku sonucta o dost artik o yiginin parcasi oluvermistir; yigindan farkin yoktur fiske bile atsa... Katilmisdir kalabaligin lincine...
Gul atan kalabaliktan ayridir. Kalabaliga karsidir.
zindancıbaşı ile sipahilerin son duanı oku sözlerine "duamız okunmuş, namazımız kılınmıştır" diye karşılık veren Haydar (Pir sultan abdal), keçibulan'a doğru zincirlenmiş olarak götürüldüğünde meydanın kenarına yığılmış sivas'lılar tarafından taşlanır, hakarete uğrar. "medet mürüvvet ya ali" sözleriyle sehpaya çıkan pir sultan, kalabalık arasında en çok güvendiği ve sırlarını paylaştığı, güveninden asla şüphe duymadığı talibi derviş Ali'yi görür. tekrar fark eder ki "inanmış, aldanmış ve yenilmiştir". pir sultan abdal, kendisini taşlayan kalabalığın içinden ona güller atan derviş ali'yi görünce "şu illerin taşı hiç bana değmez, ille dostun gülü yaralar beni" deyişini söyler ve darağacına çıkar. hallac'ın ve nesimi'nin yol kardeşi olarak aynı yolda hakka yürür. büyüklerimden böyle dinledim ben bu hikayeyi. bu çağın hikayesine gelince, bir kaç sorum olacak size hocam: yanlış anlamadıysam, martin luther king'in güzel sözünü hatırlatarak şu yaşanan süreçte ısrarla "sessiz kaldıkları" iddia edilen sosyalistlerin bir kesimine serzenişte bulunuyorsunuz. eğer öyleyse (yani yanlış anlamadıysam meramınızı) kendi adıma, ötedenberi ne söylediği nasıl söylediği, hayat karşısında nasıl tavır aldığı ortada olan bu "bir kısım sosyalist"in şu yaşanan kakafoniye kendi seslerini katmamalarını sessizlik olarak tanımlamayı çok doğru görmüyorum. ayrıca king'in sözü ile pir sultan'ın deyişi arasında (-ki ikisi de kendi bağlamları içinde çok anlamlı ve güçlü ifadelerdir) doğrudan bir benzerlik kurulamaz. tamamen anlamak için soruyorum (gerçekten aptallığıma verebilirsiniz, samimiyetle anlamadım hocam): king'in sözünü king'den bağımsız olarak anlarsak eğer, bir özdeşleşme kuruyorsanız sözün öznesi olan biz kimdir (kendinizi de dahil ettiğinizi varsayarak soruyorum). aşağılayıcı ve cesaret kırıcı sözleri dillendiren düşmanlar kimdir ve asıl sessizlikleriyle yaralayıcı olan dostlar kimdir, sessizlikleri nasıl bir sessizliktir? ikinci anıştırmaya gelirsek yine öğrenmek için soruyorum, hem size hem de bağlantı kuran arkadaşlara; tüm bu olup bitenler içinde pir sultan abdal kimdir, derviş ali kimdir, sivas halkı kimdir, hızır paşa kimdir ve daha da önemlisi padişah kimdir? iktidarın dilini kullananların dayattığı taraflara taraf olmamak "bertaraflık" olarak mı değerlendirilmelidir? söylenen onca söz, verilen onca kavga bir kakafoninin şamatasına kurban mı edilecektir? kasımpayalı ya da velipaşalı olmak zorunda kalmadan bu soruna müdahil olanamaz mı? her iki ikdidar odağına karşı da sözü, eleştiriyi, mücadeleyi sürdürerek ve asla vazgeçmeyerek; her iki iktidar odağının da birbiriyle kapışmasından keyif alınamaz mı? kapışanlar arasında ne pir sultan abdal ne de martin luther king var. sanırım hızır paşa, onun padişahı ve king'i yok eden abd'li büyük beyaz babalar'ın parsa kapma kavgasından söz etsek daha doğru olacak. eee o zaman sessizlik ve şamata üzerine bir daha düşünmek gerekmez mi? sevgiler, selamlar. Sima güler.
Bir sene kadar onceydi. Oprah (Winfrey) Talk Show da ilginc bir program yayinlandi.
Produktor Chicago nun siyah-beyaz karisik liselerinden birine gider ve bu siyah ve beyaz cocuklarin birbirleri ile sosyal iliskisi olmadigini goruntuler ve roportajlarla tespit eder. Dahasi nefret ve asagilamayida kameralarla yakalar.
Bir kac hafta sonra, okul yoneticileri ve ogrenciler dahil herkesi program yapmaya razi eder ve son sinif ogrencilerinin hepsini okulun spor salonuna getirir. Tahmin edeceginiz gibi siyah cocuklar salonun bir tarafindaki oturaklara oturur, beyazlar oteki, hispanikler de ayri bir grup olusturur. Acilis konusmasi ve nasihatlerden sonra "sakatligi, hastaligi olan cocuklar salonun ortasina" denir. Her renken pek cok cocuk iner... ve sorulardan biri "sakatliginizdan dolayi asagilandiginizi hissediyormusunuz" denir ve cevap "evet". "Ne hissettigini anlat" deyince pek cogu aglamakli bir sekilde anlatir. Durumun vehameti insanin icini CIZ ettirir.
Sonra "fakir ogrenciler salonun ortasina" anonsu yapilir. Ayni sorular sorulur. Ayni incinmeler anlatilir. Ayni seyler ana-babasi bosanmis, tecavuze ugramis, dayak yiyenler, gocmen olanlar, dini-mezhebi farkli olanlar, babasi hapiste olanlar, yetimler vs katagorileriyle devam eder.
Programin sonunda Oprah "her anons ettigimizde salonun ortasina inenlerin hepsinin tekrar salonun ortasina inmesini istiyorum" dediginde oturaklarda tek bir cocuk dahi kalmaz. ***
Gun geldiginde kendinizin o oturaklarda kalacagina inaniyorsaniz yaniliyorsunuz.
9 comments:
ki onun acisi unutulmuyor da dusmaninki gibi. rahmetli ne guzel demis.
"Su ellerin tasi bana hic degmez
Ille dostun bir tek gulu yaralar beni"
valla ben de tam bunu diyecektim ki, tolga demis zaten...
Her şey olup bittiğinde -bir de- muhteşem direnişileri hatırlayacağız:
Mesela İspanyol faşitlere karşı pervasızca şu lafı eden Don Miguel de Unamuno gibi:
"Vencereis pero no convencereis!"
"Yeneceksiniz fakat ikna edemeyeceksiniz."
Sagolun arkadaslar; King ayni seyi bir de soyle demis:
“The ultimate tragedy is not the oppression and cruelty by the bad people but the silence over that by the good people.”
En buyuk trajedi kotu insanlarin zulum ve baskilari degil iyi insanlarin sessizligidir"
Cuneyt sagolasin Unamuno'yu tanittigin icin. Daha once duymamistim kendisini.
Evet ikna edemiyecekler cunku bizi ikna edebilmek icin sahip olmasi gereken seylere sahip degiller: haklilik, akil ve sagduyu
"You will win because you have enough brute force. But you will not convince. For to convince you need to persuade. And in order to persuade you would need what you lack: Reason and Right."
Ceviride beceksizlik varsa affola!
Tolga, Kacak ben hep orijinalini aramisimdir bu turkunun. Gul mudur? Fiske midir?
Herkesin tas attigi ya da atmaya zorlandigi yerde dostun gul atmasi beni direclendirir diye dusunuyorum. Beni yaralamaz. Gul atmak destek vermektir hem de korkunc yaratici bir guzellikte destek vermektir. Gul tasin antitezidir...
Ilk ogretmenlik yilimdi baktim ki fasist ogretmenler ellerinde dovmek icin cetvel ve sopa ile geziyorlar koridorlarda (tenefus aralarinda). Ben de inadina gul - cicek vb. seyler bulup gezerdim nobet gunlerimde. Sonra da bir ogrencim anlatmisti: benim arkamdan beni kotuleyen (ocu gibi gostermeye calisan) o fasist ogretmene karsi bir ortaokul son sinif ogrencisi demis ki "iyi ama ogretmenim o ogretmen elinde gulle dolasiyor siz sopayla". Nasil aglamistim duydugumda... Neyse konuyu dagitmayayim. Ne diyorduk evet gul ve fiske.
Fiske kelime anlami olarak kucuk cakil tasi ya da bu tasinin parmak uclariyla atilmasi anlamina gelse de gul atmak gibi degildir. Bu fiske yaralayabilir insani cunku sonucta o dost artik o yiginin parcasi oluvermistir; yigindan farkin yoktur fiske bile atsa... Katilmisdir kalabaligin lincine...
Gul atan kalabaliktan ayridir. Kalabaliga karsidir.
zindancıbaşı ile sipahilerin son duanı oku sözlerine "duamız okunmuş, namazımız kılınmıştır" diye karşılık veren Haydar (Pir sultan abdal), keçibulan'a doğru zincirlenmiş olarak götürüldüğünde meydanın kenarına yığılmış sivas'lılar tarafından taşlanır, hakarete uğrar. "medet mürüvvet ya ali" sözleriyle sehpaya çıkan pir sultan, kalabalık arasında en çok güvendiği ve sırlarını paylaştığı, güveninden asla şüphe duymadığı talibi derviş Ali'yi görür. tekrar fark eder ki "inanmış, aldanmış ve yenilmiştir". pir sultan abdal, kendisini taşlayan kalabalığın içinden ona güller atan derviş ali'yi görünce "şu illerin taşı hiç bana değmez, ille dostun gülü yaralar beni" deyişini söyler ve darağacına çıkar. hallac'ın ve nesimi'nin yol kardeşi olarak aynı yolda hakka yürür. büyüklerimden böyle dinledim ben bu hikayeyi. bu çağın hikayesine gelince, bir kaç sorum olacak size hocam:
yanlış anlamadıysam, martin luther king'in güzel sözünü hatırlatarak şu yaşanan süreçte ısrarla "sessiz kaldıkları" iddia edilen sosyalistlerin bir kesimine serzenişte bulunuyorsunuz. eğer öyleyse (yani yanlış anlamadıysam meramınızı) kendi adıma, ötedenberi ne söylediği nasıl söylediği, hayat karşısında nasıl tavır aldığı ortada olan bu "bir kısım sosyalist"in şu yaşanan kakafoniye kendi seslerini katmamalarını sessizlik olarak tanımlamayı çok doğru görmüyorum. ayrıca king'in sözü ile pir sultan'ın deyişi arasında (-ki ikisi de kendi bağlamları içinde çok anlamlı ve güçlü ifadelerdir) doğrudan bir benzerlik kurulamaz. tamamen anlamak için soruyorum (gerçekten aptallığıma verebilirsiniz, samimiyetle anlamadım hocam): king'in sözünü king'den bağımsız olarak anlarsak eğer, bir özdeşleşme kuruyorsanız sözün öznesi olan biz kimdir (kendinizi de dahil ettiğinizi varsayarak soruyorum). aşağılayıcı ve cesaret kırıcı sözleri dillendiren düşmanlar kimdir ve asıl sessizlikleriyle yaralayıcı olan dostlar kimdir, sessizlikleri nasıl bir sessizliktir? ikinci anıştırmaya gelirsek yine öğrenmek için soruyorum, hem size hem de bağlantı kuran arkadaşlara; tüm bu olup bitenler içinde pir sultan abdal kimdir, derviş ali kimdir, sivas halkı kimdir, hızır paşa kimdir ve daha da önemlisi padişah kimdir? iktidarın dilini kullananların dayattığı taraflara taraf olmamak "bertaraflık" olarak mı değerlendirilmelidir? söylenen onca söz, verilen onca kavga bir kakafoninin şamatasına kurban mı edilecektir? kasımpayalı ya da velipaşalı olmak zorunda kalmadan bu soruna müdahil olanamaz mı? her iki ikdidar odağına karşı da sözü, eleştiriyi, mücadeleyi sürdürerek ve asla vazgeçmeyerek; her iki iktidar odağının da birbiriyle kapışmasından keyif alınamaz mı? kapışanlar arasında ne pir sultan abdal ne de martin luther king var. sanırım hızır paşa, onun padişahı ve king'i yok eden abd'li büyük beyaz babalar'ın parsa kapma kavgasından söz etsek daha doğru olacak. eee o zaman sessizlik ve şamata üzerine bir daha düşünmek gerekmez mi? sevgiler, selamlar. Sima güler.
Bir sene kadar onceydi. Oprah (Winfrey) Talk Show da ilginc bir program yayinlandi.
Produktor Chicago nun siyah-beyaz karisik liselerinden birine gider ve bu siyah ve beyaz cocuklarin birbirleri ile sosyal iliskisi olmadigini goruntuler ve roportajlarla tespit eder. Dahasi nefret ve asagilamayida kameralarla yakalar.
Bir kac hafta sonra, okul yoneticileri ve ogrenciler dahil herkesi program yapmaya razi eder ve son sinif ogrencilerinin hepsini okulun spor salonuna getirir. Tahmin edeceginiz gibi siyah cocuklar salonun bir tarafindaki oturaklara oturur, beyazlar oteki, hispanikler de ayri bir grup olusturur.
Acilis konusmasi ve nasihatlerden sonra "sakatligi, hastaligi olan cocuklar salonun ortasina" denir. Her renken pek cok cocuk iner... ve sorulardan biri "sakatliginizdan dolayi asagilandiginizi hissediyormusunuz" denir ve cevap "evet". "Ne hissettigini anlat" deyince pek cogu aglamakli bir sekilde anlatir. Durumun vehameti insanin icini CIZ ettirir.
Sonra "fakir ogrenciler salonun ortasina" anonsu yapilir. Ayni sorular sorulur. Ayni incinmeler anlatilir.
Ayni seyler ana-babasi bosanmis, tecavuze ugramis, dayak yiyenler, gocmen olanlar, dini-mezhebi farkli olanlar, babasi hapiste olanlar, yetimler vs katagorileriyle devam eder.
Programin sonunda Oprah "her anons ettigimizde salonun ortasina inenlerin hepsinin tekrar salonun ortasina inmesini istiyorum" dediginde oturaklarda tek bir cocuk dahi kalmaz.
***
Gun geldiginde kendinizin o oturaklarda kalacagina inaniyorsaniz yaniliyorsunuz.
Post a Comment