Anna’nın őgrenme deneyiminin iki őnemli yanı var: Birincisi Anna’nın yaşadığı bu değişimin Anna’dan bir takım őzveri istemesidir. Anna’nin ayrıcalıklı, zengin, ve rahat geçen yaşantısından ődün vermesini şart koşan bir değişimdir bu. Büyük saray gibi ev, Küba’lı bakıcı ki çok güzel yemekler pişirir, őzel Katolik okul ve aynı derecede ayrıcalıklı yetişen arkadaşlar, vs. vs. vs. Sadece bir çocuk için değil bir yetişkin için de ayrıcalıklardan vazgeçilmesi kolay değildir. Ahlaksal ve ideolojik bir “doğru” için zevk ve rahatlık őgesinden vazgeçiş üst düzey bir ahlaksal gelişimi gerekli kılar. Bu ahlaksal gelişimin yanısıra da soyut bir sentezleme ve analiz yeteneğini gerektirir. Bu nedenle ayrıcalıkların reddi alabildiğine devrimci bir süreçtir. Transformatiftir! Anna’nın őgrenmesindeki ikinci őnemli yan, Anna’nın őgrenmesinin pedagojik açılımıdır. Anna’nın őğrenirken geçirdiği değişim őnceden edinilmiş, organize edilmiş bilişsel ve biliş-dışı şemaların yeniden organizasyonunu gerektirmektedir. Yeni eskiyi sarsmaktadır, rahatsız etmektedir. Piaget buna disequilibrium der. Yani bu durum bir billişsel dengesizlik durumudur ve pek arzulanan bir durum değildir. Bireyi rahatsız eder. Birey itkisel olarak bilişsel düzeyde bir uyuma ulaşmaya çalışır. Bu uyum bilginin asimile edilişinden (yani yeni bilginin hali hazırda varolan bilgiyle uyumlu hal alabilmesi icin yeniden yapılandırılışı süreci ya da sindirilişi) bilişsel uyuma (accommodation) ve dengeye (equilibration) kadar bir sürü karmaşık süreci içerir. Doğal olarak bu sorgulama süreci aynı zamanda Anna’nın doğumundan beri kendisine verilmiş ya da kendisinin sorgulamadan kabul ettiği (anti-kominist ve dinsel) “doğru”ların da sorgulanmasını içeriyor; yoksul ve zengin arasındaki farktan, Incil’deki hikayelerin ana fikrine ordan da koministlerin sakallı ve barbar olduklarına kadar. Anna sorgularken őğrenmeye açıktır ama. Eski bildiklerine kőrükőrüne sarılmaz. Yeniyi çürütmeye yeltenir. Eski yeniyi çürütemediğinde yeni kabullenilir Őgrendikçe yanlışı ya değiştirir ya da bütünüyle sőker atar. Yanlışlarından da őğrenir Anna. Dayanışma (solidarity) ile sürü davranışı arasındaki farkı őgrenişi buna güzel bir őrnektir.
Anna yeni gőzler edinmektedir hergün; dünyayı yeni gőzlerle gőrmeye başlar. Anna Freire’nin dediği gibi sőzcükleri metinden okuyup őylece dünyayı okumaz belki ama dünyayı okuyup őylece sőzcükleri anlamlandırır hem de metin olmadan. (Kuşkusuz Freire’nin sőylemi ezilen, cahil bırakılmış ırgat ve işçilerin okuma yazma őğrenmeyle őzgürleşme süreciyle ilişkilidir. Yine de bu çağrışım eleştiriden őte Freire’ye bir katkı diye alınmalıdır). Anna őğrendikçe daha bir cesur, daha bir yiğit, daha bir kendinden emindir. Okulunu değiştirmeyi ve bütün arkadaşlarını yitirmeyi gőze alışındaki şüphe içermeyen mantıksal çıkarsaması ve psikolojik rahatlığı radikal pedagoji açısından daha bir derinlemesine incelenmeye değerdir.
Anna’nın őğrenmesini őnceki őgrenmesinden ayıran başka bir şey de Anna’nın kendi (nerdeyse tümüyle) őzgür iradesiyle bağımsız őğrenmesidir. Anne babası Anna’nın beynini yıkayamayacak kadar çok meşgüldürler zaten. Hatta biraz ihmale (neglect) varan bir tutum içindedirler. Sevgi hep var ama. Ya da şőyle sőylenmeli ailede sevgisizlik yok. Aile içinde düşünsel çatışkılar da vardır. Anne ile baba arasındaki erkek egemen anlayış ile kadın hakları mücadelesi gibi. Ancak herkes haklı gibi gőrünmektedir. Herşey için Fidel’i suçlayan Kübalı bakıcı, yoksulların ve işçilerin zenginlerin mallarında hiç doymayan aç gőzleri olduğunu sőyleyen anneanne, Katolik okuldaki arkadaşlar, kitaplar ve rahibeler, herkes ama herkes haklı ve sarsılmaz doğruları olduğunu iddia etmektedirler. Yani Anna soruları, çelişkileri, ve çatışkıları ile başbaşadır. Sorularını sorar, cevapları sağdan soldan cımbızla toplar gibi arar bulur, gőzlemini yapar, bilgisini ve dünyasını yıkar, kurar, ya da yeniden kurar. Bazan sorularının kolay cevabı da yoktur. Anne-babasının Anna’ya “saçma sapan konuşma” dediği de olur. Bazı soruların mutlak doğru cevabının olmadıgını da őğrenir; “doğru ve haklı olduğumuza nasıl emin olabiliriz?” diye sorar őrneğin. Ama filimde asla Anna’nın bir őgrenme yőntemi olarak sorgulamasına yőnelik bir saldırı ya da heves kırış yoktur. Ancak Anna’nın Mickey Mouse’un faşist oluşunu kabul edip etmediğini ya da 9 yaşındaki çocuğun anlayacağı dilden ifade edilişini pek őğrenemiyoruz.
Radikal pedagojiye yőneltilen en büyük eleştirilerden biri radikal pedagojinin elitist bir dile ve sőyleme sahip olması ve ezilenler için savaşırken diliyle kendisinin de ezilenleri ezip yabancılaştırdığı eleştirisidir. Bu eleştirinin haklı yanlarının yanısıra haksız yanları da vardır. Bu başka bir yazının konusu ancak bu filim pedagojik açıdan gősteriyor ki radikal pedagojinin sőylemlerinin o denli de sofistike, karman çorman, sadece belli birilerinin anlayacağı dilde olması olmazsa olmaz bir koşul değildir. Bu filim sadece bir őrnek olarak bile gőstermektedir ki; ezilenlerin bilinçlendirilmesine yőnelik anti-hegemonik, anti-faşist, ve anti-emperyalist çalışmalar onları yabancılaştırmadan da gerçekleştirilebilir. Bunun yanısıra bu filim kapitalist propagandanın bütün gerçekliği çarpıtma çabalarına rağmen dünyayı kandırılmamış, çarpıtılmamış gőzlerle okumanın mümkün oluşunu da tartışmaya açmaktadır. Burda kuşkusuz ezilenlere de gőrev düşüyor. Ezilenlerin en azından Anna’nin inatçılığından çıkarması gereken dersler var: Istemek. Őğrenmeyi istemek. Pes etmemek. Soruların cevabını aramak. Kolayına kaçmamak. Çünkü őgrenmenin gerçekleşmesi için gerekli olan herşey ortadadır…Noam Chomsky haklı olarak diyordu bilgi ortada diye. Herşey biliniyor. Mesele insanların arzularının eksikliği.
12 comments:
Guzel bir degerlendirme yazisi olmus. Eline saglik.
Ozellikle kosullarin degisimine, kucuk erkek cocugu ile Anna tarafindan gosterilen tepkilerin farkina deginmen pek yerinde.. Ama sorunun cozumu hala cok komplike. Yani Mickey Mouse'a fasist dedikten sonra, cocugun bunu algilamasi nasil saglanabilir?
Aslinda Mickey Mouse'a fasist, ya da Sirinler'e komunist demek "yetiskin" dilinde bence komik ama cocugun algilamasi icin, o zamana kadar sempati duydugu cizgi film karakterine artik baska bir aciyla bakmasini saglamak icin, boyle provoke edici ve abarti orneklerin cocuk yetistirilmesinde kullanilmasi akillica olabilir. Cunku, cevremde de bunu cok iyi gozlemliyorum, cocukken aldigimiz her ne ise, hayatimiz boyunca acaip etkili oluyor, cocukken aldigimiz her kalem darbesi, keskin bir cizgi demek geriye kalan hayatta.
"Mesele arzularin eksikligi" diyorsun ama bu "eksiklik"e sebep olan ne? Bizi sermaye duzeninde cezbeden seyler var, kendimizin bile donup bakmak, hesaplasmak istemedigi keyif verici bir "sey" var. Kapital sistemi hicbir zaman herseyi sermayeye dondurmuyor, ortada herkesin keyfi icin biraktigi, belli belirsiz, simgelestirilemeyen bir "sey" var. Bu seyin keyfinden vazgecmek nasil olabilir? Ya da vazgecilmeli midir?
Eski zamanlarda bir efendi gosteren S1 (ornegin din. millet, ideoloji) etrafinda bir grup kulturu olusturmak mumkundu (hala da mumkun tabii ama genel olarak S1'in buyuk topluluk olusumundaki verimliliginin dustugunden soz edenler var ve ben de onlara katiliyorum bu konuda); hal boyleyken arzularimizi birbiriyle kesistiren, carpistiran ama biraradaligi da saglayabilen bir dinamigin nasil yaratilacagi sorusu etrafli bir yanita muhtac.
Ama en azindan birbirimizi durtmekten vazgecmeyecegimiz bir "kuvvet" gerek, orasi kesin.
Hem sizin hem de Tolga Bey'in değindiklerinden sonra iyice merak ettim.
filmi izlemedim, ama anlatilanlardan az cok sahneler canlaniyor gözümün önünde...
iyi anlatim elestirel abi...
bunlar fakat yine de film üzerinden bir yorum getirmek imkani vermiyor bana...yazinin odaklandigi konu basliklarindan biri olan "cocuk nasil iyi yetistirilir" konusunda bir kac kelam etmem mümkün ama onu da toparlamak kolay degil simdi...
yine de "bütün, yanlistir" diyen bi biri olarak, bilgi-yanilsama-bilinc ekseninde senin yorumunla konusma halinde bir kac sey söyleyebilirim saniyorum...
gerceklik gercek"in carpitilmis hali oldugu icin her zaman ve her yerde, bu türden bir carpikligi asmanin herhangi bir yolu yok...masum okuma mümkün olmadigi icin, dünyanin carpitilmamis bir okumasini tasarlamak da egitimle mümkün degil...ama gercekligin kapitalist düzenlenisine itiraz etmek, ve o düzenlenisteki yanlisliga karsi baska bir bilgi tasarlamak olasi ve gerekli...
deginecegim ikinci nokta ise "egitim" ve "bilinclendirme" gibi kelimelerin bende yarattigi huzursuzlukla ilgili...sahsen birilerinin bilinclendirilmesinden bahsedildiginde biraz tuhafsiyorum durumu...allah kimseyi bilinclendirilmek durumunda birakmasin :)..ama sorun bilinclendirilende degil bilinclendirmek arzusunda olanda...bir kez biri/ya da birileri birilerini bilinclendirmek sevdasina kapildi mi, bi daha kolay kolay iflah olmaz gibi geliyor bana...
bunun belirli bir ideolojisi de yoktur üstelik...
aslinda ikisi birbirinden farkli ama bilemiyorum bir "yanilsamanin" elestirisini yapmakla, "bütün yanilsamalardan arinmis bir bakisa sahip olmak" arasindaki farki hangi dil karsilayabilir...
babalarinin örgüt cizgisine göre slogan atan ya da konusan cocuklar vardi, nasil sevilir, pohpohlanir, el üstünde tutulurlardi anlatamam...cocuk olmaktan cikmislardi, sevimsizdiler oysa...miki mausu gördügünde, "vay pis fasist" diyen cocuk muhtemlen belirli bir bakis acisindan bilinclendirilmis olunuyor, ama ben sahsen pedagojiyi süpheli kilan seyin tam da burada daha da süpheli hale geldigini düsünüyorum...her konuyu bilen atalarimiz, agac yasken egilir demisler bu sebepten...tesbihteki hata ifade ettigi seyin korkunc bir sekilde dogru olmasindan kaynaklaniyor...köse bucak kacardim cocuklar belirdi mi...ben böyle pedagojinin diye diye :)...
filme bakma imkanim olursa, üzerinde devam ederiz yine....
Sevgili Tolga,
Bir arkadasim vardi, cocuguna kizinca sen fasist misin yahu diye kizardi. Sordugumda da "simdiden fasistin kotu bir sey oldugunu ogrensin" demisti. Gulmustuk... Gulduk falan ama ciddi bir epistemolojik konu var orada tabii ki...
Arzularin eksikligi konusunda da tek akla yatkin tartismayi Marcuse yapiyor saniyorum. "Happy submissiveness" " Happy unfreedom" gibi kavramlarla. Marcus'e gore kapitalist toplum bireyin butun varolusunu istemektedir; sadece paketleme bantindaki emegimizi degil, sadece kimligimizi degil, bilincimizi degil sadece, butun beden ve ruhumuzu da istemektedir. Bu surecte de birey sistemin gercekligini kendi gercekligi sanmaktadir. Hatta Marcuse buna illizyon da demiyor. Cunku artik bu illizyon olmaktan cikmis, Kacakkova'nin dedigi gibi, kendisi gerceklik olmustur. Boyle olunca da elestirel dusunme yetisini de yitirmektedir birey. Cok emin degilim kapitalizmin herseyi sermayaye dondurmediginden ama ortada keyif icin duran sey ilginc bir konu. Bir bedeli yok mu sence o "keyif"in? Yani dolayli yoldan da olsa mala donusmuyor mu? Neyse ama sordugun soru da onemli! Bu keyiften vazgecmeli mi? Ya da bu keyifin ne oldugunu bi bilsek...Cunku sanmiyorum bu keyifin bircoklarinca farkinda olundugunu...
Birbirimizi durtecek kuvvet'in bir kismini yine kapitalizmin yarattigi bloglama aracindan aliyoruz. Ha bir de Ahmet Telli'ydi sanirim diyordu: Biz bir sekilde buluruz kendimizi heder etmenin bir yolunu....
Sevgili Ebru gercekten izlenmesi gereken bir filim. Firsat bulursaniz kacirmayin...
Kacak bu ne yaaa! Bi de filimi izlesen kimbilir ne olurdu halimiz...
Saka bi yana da sordugun sorular yerli yerinde. Kaygilarin da... Ne yazik ki yaniti yok bu sorularin. El yordamiyla ilerliyoruz ve umarim ufuk kendini sunacaktir karanligin sonunda...
Hep ogretmen olmak istemistim. Kimbilir kendime BILINCLENDIRME misyonunu almistim. Sonra bir gun ogretmen oluverdim. Ve o gun en can alici soruyu sorduydum kendime: Kime neyi ogretebilirim? Birilerine ogretme hakkim var mi? Gordum ki ve anldim ki ogretmek yanlis bir terim. Objektivist egitim felsefelerinden geliyor. Hani Freire'nin dedigi bankaci model. Yok ben kimseye birsey ogretemem dedim. Ama beraber ogrenebiliriz demeye baslamistim. Neyse ki ilkokul ogretmeni degildim.
Mesele cocuklar olunca olay cetrefillesiyor kuskusuz cunku isin icine bir suru faktor giriyor (sosyal ogrenmeden, bilissel ogrenmeye ve hatta Pavlov'un kosullu ogrenmesine kadar). Bunun icin Anna'nin inatci, asi, haddini bilmez tavri ogrenici karekterleri acisindan cok onemli...
Bir de ote yandan ben vulgarca ve buyuk bir ironiyle sunu da derdim:
Mukemmel ve ideal bir dunyada yasamiyoruz. Sosyallesme kacinilmaz bir beyin yikamayi nasil olsa iceriyor. Ve hic bir cocuk kendisine sunulani elestirel aklin suzgecinden gecir(e)miyor. Ancak yetiskinlikte bazi kosullar gerektirdiginde bu elestirel suzgeci kullanabiliyor insanlar...Bu nedenle sistem cocugumun beynini yikayacagina ben yikarim cocugumun beynini... Yani mesele sosyallesme, egitim, ogretim konularina gelince ortalik herkesin kendine ozgu bir ajandasinin oldugu bir savas alani.
"yanilsamanin" elestirisini yapmakla, "bütün yanilsamalardan arinmis bir bakisa sahip olmak" diye birseyin olmasi pek mumkun gibi gorunmuyor bana. Oncelikle "yanilsamanin" elestirisini yapmak butun yanilsamalardan arinmis olmayi gerekli kilmaz-kilmamali...
Ilginc olan bir sey de su: Mikey'e fasist diyen cocuk niye bize itici geliyor da fabrikalari ve miliyonlarca dolari olan (herhalde boyle bir episod da vardi) Mikey'i seven cocuk o denli itici gelmiyor...
elestirel abi, cocugun miki"yi sevip sevmemesi ayri, fasist demesi ayri....onu degil de kötü kediyi seven cocuklar vardir az da olsa...sirinler yerine gargameli sevenleri de vardir...red kit yerine daltonlari seveni...kovbolyardan cok kizilderili olmak isteyenleri...bu tiplerin ariza cikaracaklari daha o zamanlarindan bellidir...ama fasist diyen cocugun durumu epey bi farkli bundan...ayni sey sirinler"i gördümü "vay pis komünistler" diyen cocuk icinde gecerlidir...
hareket etmek nasıl iptilaya dönüşürse zamanla harketsizlikte öyle dönüşür...
yaralı kurdun iyilşetirildiği kümese müptela olması gibi...
ağdaki dirsek temasına mesela ben fazlasıyla alıştım...
disipline soktu burası beni...
yorum yazan yazısını geri alamıyor mesela...
Bir de şu sorun var arzu güdüklüğü: kişi çok ama çok coşkulanıyor ve arzuluyor bir şeyi ama sürdürmüyor, sürdüremiyor...
sürdürmek de çok önemli...
bu guzide degerlendirmelerden sonra sanirim tez vakit izlenmesi gerekenlerin basina alinacak bir film.
kacakova demis ki: "ama sorun bilinclendirilende degil bilinclendirmek arzusunda olanda."
Bu guzel bir cikis.
Bilinclendirecegim diye ortaya cikanlar, digerlerinde olmayan bir bilince sahip olduklari iddiasini tasirlar.
Bu "bilinc" digerlerinde ilgi uyandirmayinca da, bunu halkin cehaletine, aptalligina, kucuk cikarlar pesinde kosmasina falan baglarlar...
Elestirel diyor ki "sistem yikayacagina, ben yikayayim cocugumun beynini".
Bu konuda ciddi bir fikir birligi var insanlar arasinda. Bence talihsiz bir durum. Zira "sistem" kendi bilinci olan ve onu empoze etmeye calisan bir insan degil. Aslinda sistemin beyin yikamasi soylemi bile cok da iyi tarif edilmis bir soylem degil. Ama bir annenin cocugunun beynini yikamaya soyunmasi bence korkunc bir sey. [Calislar cifti ve ogullari arasinda gecen bir soyleside buna dair guzel bir muhabbet vardi.]
Ilginc bir psikoloji deneyinde deneklere bir seyin sayisi ya da olcusu uzerine bir tahmin yapmalari isteniyor. (Sizce dunyanin en uzun irmagi kac km? gibi bir soru.)
Ayni deneklere ayni soru bir sure sonra tekrar soruluyor.
Ilginc bir sekilde her bir denekte su gozleniyor. Birinci ve Ikinci cevaplarin ortalamasi dogru cevaba daha yakin...
Bilinclendirmek arzusu, tersinden daha iyidir. Aydinlanmadan bu kadar korkmak niye? Yani sonucta eger bir cocuga sahipsen, onu "sahip" olarak en bastan donsuturuyorsun demektir. Bunu reddetmekteki asil ideolojik sakatligi gormuyor muyuz? Yani bu durumda ideolojiye karsi cikan ideolog olma durumu soz konusu.
Bence cocuk elbette bir cok bilmis bir "yetiskin"e degil ama bir canavara donusturulmeli :)
Arkadaslar degerli katki ve yorumlariniz icin tesekurler. Yorumlariniz da ciddi ve detayli yanitlar gerektiriyor ancak zamanim pek yok (sasirtici degil degil mi?)Belki daha derin bi analizde yorumlariniza gonderme yapar soylesiriz...
Post a Comment