Ruh sağlığı konusunda tek resmi otorite olarak kabul edilen Amerikan Psikiyatri Derneği (APA) şimdiye kadar hiç bir zaman ırkçılığı, aşırı ırkçılık da dahil, resmen bir mental bozukluk diye tanımlamadı (Poussaint, 2002). Tarihsel olarak bu mesele 1960’lara kadar uzanıyor; Bir grup sivil hak savunucusu Afrikalı-Amerikalı psikiyatrist bu meseleyi gündeme getirmiş ama sonuç alamamış. APA’nin verdiği yanıt problemin kültürel olduğu yönünde olmuş. Yani 1960’lardan beridir iki görüş var ortada diyebiliriz. Birileri ırkçılığı sosyal, kültürel, ve hatta ögrenilmiş bir davranış örüntüsü olarak görürken bir diğer grup da bunun normative değil alabildiğine patalojik olarak görmektedir.
Ben APA’nin resmi açıklaması yönündeki eğilimlerde bilimsel kaygıdan öte sosyopolitik ve ideolojik kaygıların yatmakta olduğuna inananlardanım. Yani koca bir toplumu, özelinde hele hele Amerikan halkını, hasta ilan etmek (ki gerçekten dünyada ırkçılığın bu denli bir toplumun en ince dokusuna kadar işlemişini bulmak oldukça zordur sanırım) kolay göğüslenebilecek bir şey değildir. Her ne kadar Freud bireyler kadar toplumlar da hasta olabilir demişse de APA’nin ideolojik misyonu kesinlikle böyle bir şeyi onaylamayı izin vermezdi. Ve eminim eğer öyle bir şeyi APA kabul etse(ydi), birileri çok rahatsız olur, bir çok kişi işinden olur, bir sürü önüne geçilmesi zor olaylar yaşanabilir(di). Yoksa APA’nin kara kitabı (bazan bir ceza yasası gibi algıladığım için böyle derim ben) DSM’ye (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) baktığımızda mental hastalık tanımı ve kriterleri bir ırkçının kafasında olup bitenlerle çok mu çok ilişkisiz olmadığını görebiliriz. Örneğin patalojinin en temel kriterlerinden biri gerçeklikten kopuk algı ve inanışlardır. Irkçı algı ve düşünceye baktığınzda da ırkçı anlayış, yargı, ve kanıların gerçeklikle ilişkisinin sağlıklı olduğunu ileri sürmek oldukça zordur. Bir ırkçının nefert duyduğu gruplara ilişkin duygu durumuna baktığınızda bu duygu durumunda anti-sosyal kişilik bozukluğundan tutun da paranoid ve şizoid bozukluklara kadar bir çok patalojik öge bulabilirsiniz.
1970’lerin başında gönüllü olarak akıl hastenelerinde çalışmış bir zenci sosyolog anlatmıştı. Bir sizofren getirmişler bir gün. Adam UFO’lara ve UFO’ların dünyayı işgal ettiğine falan inanıyor. Hatta aile yakınlarını bile tanımayacak kadar gerçeklikten kopmuş bu adam bizim zenci sosyoloğu görünce adama “fucking nigger!” diyerek aşağılayan tavrı hemen takınıvermiş. Bunu dinlerken ırkçılığın patalojik dünyanın nasıl da doğal bir parçası olduğunu düşünmüştüm. Annesini bile tanımayanın zencinin “nigger”liğine ilişkin tanıdıklığını yitirmemiş olması başka nasıl açıklanabilir ki!
Çok derinlemesine incelemeye dahi gerek duymadan şöyle bir etrafa bakıp ırkçılığa ilişkin ilk elden akla gelen soruları şöyle sıralanabilir:
- Kendisine etniğinden ya da derisinin renginden dolayı ırkçılık yapıldığıdan rahatsız olanın başkasına benzer şeyleri yaparken rahatsız olmaması ile şizofrenlerde görünen benliğin bölünmesi arasında ne derece farkı vardır?
- Peki 12 yaşındaki bir çocuğun katledilişi karşısındaki duygusal küntlüğün psikolojik açıklaması nedir?
- Irkçılığa dayalı soykırımlar nasıl olurda normal bir ruh halinin yansısı olabilir?
Bence bu ve benzeri sorular bilimsel anlamda geçerli sorulardır ve yanıtlanmayı (bilimsel çalışma ve ararştırmalarla tabii) hak etmektedirler. Irkçılığı bir sosyal fenomen olarak gören resmi APA anlayışı bireydeki patalojiyi o fenomenden nasıl ayırdığını bir türlü açıklayamamaktadır. Garip garip gerekçelerle kıvırmaktadır. Örneğin en ilginç kıvırmalardan biri ırkçılığın mental hastalık olarak kabul edilmesinin asıl gözünü kin ve nefret bürümüş ırkçılarca (ki bunlar nasıl oluyor da sağlıklı normal bir insan diye görülüyor orası da şaşırtıcı) suistimal edileceği yönündeydi. Bu daha çok hukuğu ilgilendiren kaygı hemen nasıl oluysa birden APAin derdi oluyor. Aslında yine bunun altında APAnin Amerikan halkının intikam alma geleneği ile çatışmaktan kaçınması yatıyor gibime geliyor. Amarikan hukuk sisteminde oldukça içkin olan bir intikam geleneği (culture of vengeance) hala varlığını sürdürmektedir. Bu nedenden dolayıdır ki idam cezası yaygın bir biçimde uygulanmaktadır.
Psikiyatri ve Psikoloji bırakıp egemen ideolojinin ve gerici kültürel normların yardakçılığını yapmayı bilimsel kaygılarla soruna yaklaşmalı ve tanıyı koymalıdır. APA’in takındığı tavır öylesine zavallı ki, probleme ilişkin soruyu bile sormaktan çekinmektedir. Problemin sosyo-kültürel olduğunu iddia ederek problemi savuşturmaya çalışmaktadır. Işe bunun içindir ki, APA her şeyden önce ırkçlığı algısal ve duygu durumsal bir patalojik bozukluk olup olmadığını sormakla işe başlamalıdır. Sonra da verilere dayalı olarak konu yeniden tartışılabilir.
No comments:
Post a Comment