Pages

Oct 11, 2010

Kavramsal Bir Irdeleme

Işkence, göz altında kayıplar gibi insan hakları ihlallerine dair yazılıp söylenenlere baktığımızda sıkça rastladığımız belli açıklamalar vardır. Bunlardan ilki resmi gerekçedir. Yapılanların şüphelilerden bilgi elde etmek için yapıldığı söylenir. Ki buna çocuklar bile inanmamaktadırlar. Bir de araştırmalarla kanıtlanmıştır ki işkence sağlıklı bilgiyi garanti etmiyor.

Diğeri ise egemen ideolojinin amaçlarıyla ilişkilendirilir. Yapılanların sosyal kontrol için yapıldığı ileri sürülür. Kuşkusuz bu sosyal kontrol en akla yatkınıdır ve kısmen de doğrudur. Özellikle Orwell’in 1984’ünde işkence süreci bunun çok çarpıcı örneğidir. Işkenceci iki ile ikinin kaç edeceğini sorar. Kurban her 4 dediğinde işkencenin dozu artar. Doğru yanıt 5 olmak zorundadır. En sonunda kurban pes eder ve “evet iki iki daha beş eder” der. Ama bu defa yine işkence durmaz çünkü doğru yanıtın beş olması gerektiği söylenmemiştir. Işkenceci sonra açıklar özgürlük ancak onaylandığında iki ile ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Yani işkencedeki amaç kurbanı koşulsuz ittaat edecek (ama gönüllü) konuma getirmektir.

Şimdi bildiğimiz Türkiye’deki işkence yöntenlerine baktığınızda akla mantığa sığmayan, yüreğin kaldıramadığı şeylerin yapıldığını görüyoruz. Hayata Dőnűş operasyonu gibi ironik ve alaycı bir kod adı ile girişilen soykırımdan tutun da insanları lağım suyuna yatırma, canlı fare yedirtme, mahkumları birbirine tecavüz etmeye zorlama, Jop sokma, dışkı yedirtmelere kadar, ve daha niceleri…

Bunlar ne bilgi almak için ne de ideolojinin dayattığını kabul ettirmek için yapılan şeylerdir. Hrant Dink’le ilgili bir yazı da okumuştum; Dink diyordu ki Istiklal Marşı ve bayrakla işkence ediliyordu. Yani gerçekten bu adamların amacı sana bayrağı ve marşı sevdirmek olsa neden böyle bir şey yapsınlar. Yani bir köpek terbiyecisi bile bilir olumlu olumsuz pekiştireç ve cezanın kullanımını… Ya da Diyarbakır zindanından söz edilirken deniyor ki amaç Kürtleri Türkleştirmekti, kendi kültüründen, ve kimliğinden uzaklaştırmaktı. Bunun için, yani Kürtleri Türkleştirmek için sistematik olarak yaşamın içine enjekte edilmiş asimilasyon projeleri ve pratikleri vardı zaten. Bűtűn bunların űstűne ne diye bu insanlık dışıyőntemleri uygulamaya soksunlar ki. Daha fazla Tűrkleşemezssin ya! Işte asıl soykırım burda anlama bűrűnűyor. Amaç bu projelerin yetmediği yerde yok etmektir. Ama kolay değil bőylesi bir insan-dışılığı kabul etmek. Belki ıste bunun için yapılanların akla mantıga ve alışık olduğumuz adalet sisteminin paradigmaları içinde kafamıza yatacak bir açıklamaya inanmak istiyoruz.Buna inanırsak yüreğimizde daha kolay halledeceğiz belki bize yapılanları.

Yani bu yapılanların bilgi toplama, beyin yıkama, adam etme, yola getirme, kimliğini silme ve benzeri hiç bir amaçla ilişkisi yoktur.Yapılanlarin öyle kontrolden çıkmış histerik bir şiddet formu ile de ilişkisi yoktur.Yapılanlar ince elenip sık dokunmuş bir yok etme planıdır, katliamdır, soykırımdır. Soydakırımın tanımına yeniden bakalım

Soykırım, ırk, canlı türü, siyasal görüş, din, sosyal durum ya da başka herhangi bir ayırıcı özellikleri ile diğerlerinden ayırt edilebilen bir topluluk veya toplulukların bireylerinin, yok edicilerin çıkarları doğrultusunda önemli sayıda ve düzenli biçimde yok edilmeleridir.
(Vikipedi)


Hatta yukarıdaki tanımda eksik vurgulanmış bir yer de var. Tanım “dűzenli” diyor . “Dűzenli” lilik sistematik olmayı, planlanmış, ince elenip-sık dokunmuş olmayı ne derece vurguluyor emin değilim. Ayrıca bir katliam ya da soykırım planlanmış, sistematik olabilirken bazan dűzensiz de olabilir. Őrneğin paramiliter gűçler (Jitem gibi, Ergenokon gibi, devlet destekli űlkűcű çeteler gibi, spontane gőrűnűmlű linç kışkırtıcıları gibi) bir sűre sonra bu dűzenliliğin içinde kendi başına eylemlere girişebilir ve dűzenlilik içinde dűzensizliği yaratabilir. Yani beklenmedik, yani őngőrűlemeyen bir kaos ortamı da yaratılır, ki bőylesi bir kaos soykırımcılar tarafından oldukça arzu edilir bir gelişmedir. Hitler Almanya’sinda ve bazı Gűney Amerika űlkelerinde (Arjantin gibi) bu belirsizlik ortami gece ve sis (night and fog – ya da Almanca ile Nacht und Nebel) analojisiyle anılır. Ki bu genel geçer bir korku ve gűvensizlik ortamı yaratarak gűndelik yaşamı bir işkenceye dőnűştűrűr.

Kısaca 1980’den sonra sola yapılan ideolojik bir soykırımken Kürtlere yapılan da etnik bir soykırımdır. Ve bunun ardında yatan motif de etnik ya da ideolojik nefrettir. Çünkü bu yapılanların başka hiç bir amacı ve hedefi olmadığı gibi akla yatkın başka bir açıklaması da yoktur. Kenan Evren en aşşağılık yüzsüzlüğü ile itiraf da etmiştir “Asmayıp da besleyelim mi?” diye. Asabildiklerini astılar geri kalanı da diğer yöntemleri kullanarak katlettiler.

Bu nedenle inanıyorum ki hukukçuların ve insan hakları savunucularının bu suçlara ilişkin kavram ve kapsamlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir. Görevi kötüye kullanma olan işkence, sistematik ceza aracı olarak işkence ve soykırım amacı güden işkence birbirinden ayrıştırılmalıdır.

7 comments:

Aslısın said...

Şahane bir yazı, elinize, aklınıza, kalbinize sağlık. Her kelimesinin altına imzamı atarım.

Eleştirel Günlük said...

Asli tesekkur ederim.

Anonymous said...

"Yani bu yapılanların bilgi toplama, beyin yıkama, adam etme, yola getirme, kimliğini silme ve benzeri hiç bir amaçla ilişkisi yoktur.Yapılanlarin öyle kontrolden çıkmış histerik bir şiddet formu ile de ilişkisi yoktur."...yukarıdakiler de amaçlananlar arasındadır bence...yani bu amaçları tümden yok saymak doğru olmaz galiba...ama evet eğer yukardaki amaçlar gerçekleştirilemiyorsa yok etme başvurulandır...

Eleştirel Günlük said...

ayaklaraturab hosgeldin. O sayilanlar amaclananlar arasinda degil demek uclarda bir aykirilik olacagi icin ozellikle onu sectim ve soyledim. Yapilanlara bakildiginda onlarin amaclar arasinda oldugunu gosterecek o denli az delil var ki. Sanki onlar sadece yapilani mesru kilmak icin olusturulmus gibi geliyor bana. "Dogruyu soyle ulan" "Konus ulan" diye diye oldurulen kac kisi vardir kimbilir. Yok dertleri dogru soyletmek degil. Hic degil...

zihni örer said...

İşkenceyi yaptıranın amacı, kendi "doğrularıyla" çelişen direnci kırmak, bunun için kullandığı işkenceci (alet) de özel seçilmiş, insanlık damarları kurutulmuşi psikopat, bu işten zevk alan hasta insan(cık)lardan seçilmiştir.

Yani, kullananda "bilinç" var, kullanılanda "azıdiş".
bir parça "et" için...

not:3. okuyuşum bu yazıyı, eklenecek fazla birşey yok, aynı gibi düşünüyorum.

Eleştirel Günlük said...

Zihni hocam tesekkurler.Ne yazik ki yapilan calismalar iskencecilerin cogunun oyle klinik anlamda patolojileri oldugunu gostermemis. Kuskusuz bu klinik kriterlerin ne mene bir sey oldugu tartisilir. Ornegin iskenceci toplumca onay goren davranisi yaptigi icin psikolojik boyutta bunun ahlaksal yarilmalarini yasamiyor. Ama bu durum onlarin "normal" oldugunu ne derece ne neye gore belirliyor tartisilmasi gereken bir olgu. Bu anlamda klinik anlamda oyle cok kolay radara takilmayan kisilik bozukluklari ile taninmali iskencecinin patolojisi ama kisilik bozukluklari da toplumda (toplumun normlari ile parelellik tasiyan normlarla) onay gordukce hic mi hic rahatsizlik olarak su yuzune cikmiyor...

zihni örer said...

Evet haklısın, toplumun hatta devletin bir işkenceciyi bütünüyle kavraması, bir çeşit terapi etkisi yaptığı düşünülebilir.
Düşün ki, bir köylü çocuğu erin askerden terhis edildikletn sonraki terkedilmişliği gibi bir ilgisizlik olsa o işkenceciye, yani kendi haline bırakılsa, inanıyorum ki aykırı davranışları kendini çabuk ele verecek. Bir subayın bir devlet dairesinde bir işini gördürmek için sivil elbiseyle gittiğinde, işinin diğer insanlar gibi sıraya konulduğunu ve bu duruma ne kadar içerlediğine şahit olmuştum. Aynı işini bir gün sonra askeri elbiseyle aynı dairede, üstüne bir de kahve ısmarlanarak yaptırdığını gördüm. Asıl etik olanın ikinci muamele olduğunu asker de oradaki devlet meuru da kanıksamış! O iş kendi olağan seyrinde yapılmış olsaydı, o subayın günlük yaşamında kim bilir kaç kişinin canı yanacaktı.
gibi....