Deprem! Deprem! Her yanımız deprem! Yıkılıyor her yanımız.
Deprem bir de çatışmaların en az olduğu yerlerden birinde, Van’da oldu. Adamların içine sinmedi asıl depremi Diyarbakır’da, Hakkari’de, Mardin’de istediler. Bu deprem sadece liseli çocukların, ya da bir iki eğitimsiz geri zekalının değil, TV kanallarında haber programı yapanların da reflexlerine kadar sinmiş ırkçılık ve nefret sőyleminin çirkin yűzűnű ortaya çıkardı. Iyi bir ayna oldu aslında. Kime mi? Toplumun kendisine tabii.
Deprem ile birlikte insanlığımızı da yitirdik diyor bazıları. Başka da diyecek sőz bulamıyorlar haklı olarak. Ama durun biraz. Biraz dűşűnelim. Insanlıktan çıkmak mı? Insanlığı yitirmek mi? Bu toplum insanlığını çok őnceleri yitirmemiş miydi sahi? Çoktan yitirmişti tabii ki. Ama ne hikmetse gőrműyor ya da gőrmek istemiyordu. Nasıl mı? şőyle ki Freud’dan bir çalıntıyla şőyle sőyleyebiliriz “Bireyler insanlıklarını yitirebilecekleri gibi toplumlar da insanlıklarını yitirebilirler.” Őnce insanlık nasıl yitirilir onu anlayalım.
Sosyo-psikolojik çalışmalar gőstermiştir ki bir insanın diğer bir insana zarar vermesi ya da zarar verecek bir şeyi dilemesi için o kişinin bu eylemi ya da arzuyu yűreğinde ve aklında bir şekilde aklaması ya da gerekçelendirmesi gerekir. Bu gerekçelendirmelerden biri otoriteye ittiattir mesela. Hani o bilindik hikaye; Ben yapmadım. Komutan emir etti, ben bir emir kuluyum. Ben de yaptım diye giden hikaye. Bir de biraz daha dipte yatan biraz karmaşık, biraz gizil bir sűreç var. Kişinin kurbanı insandışılaştırırken kendisinin de insandışılaştığı o sinsi sűreç. Kişinin bir başkasına zarar verebilmesini olanaklı kılan bu sűreç kurbanı insan-dışı bir yaratık olarak gőrmeye başlamayla ilintilidir. Őrneğin kőle sahibi kőleyi bir birey, bir insan, hatta canı acıyan bir varlık gibi bile gőrmez. Bu nedenle kőleye insanı çağrıştırmayan sıfatlarla seslenir; hayvan, canavar, kőpek gibi. Ikinci Dűnya savaşı őncesi Almanya’da yahudilere de benzer adlar verilmiştir; mikrop, parazit, pislik, gibi. Ki sanki ilerde űzerinde insanlık dışı deney ve eylemleri yapmayı őnceden planlamışlar gibi… Yani bir insan yerine bir hayvanı ya da bir mikropu őldűrmek daha kabul edilir, vicdanın kaldırabileceği birşeydir. Tabii bunu diğer yűzűnde şu da vardır: kişi kurbanı insandışılaştırıken bir yandan kendi de insandışılaşmaya başlar ve bunu farketmez. Ta ki bir deprem yaşayana kadar.
Şimdi bi tekrar dűşűnelim. Sahi bu toplum yeni mi yitirdi insanlığını? Yakın tarihimize biraz bakalım. Bakın bu űlkede bir kőyűn tűműne bok yedirtildi! Hatırladınız mı? Bildiğiniz bok! Ve insanlara yedirtildi.Zorla! Silah zoruyla! Gőzűnűzűn őnűne getirebiliyor musunuz? Bunu yapanlar ne kadar insandı sahi? Ya bu yapılana sessiz kalan o koca toplum? Buna gőzlerini kapayan ve kulaklarını tıkayan koca bir toplum da insanlığını kaybetmeye başlamıştı. Vicdanını satmıştı korkuya çoktan.
Ya Diyarbakır zindanın da olanlar? Orda sadece komutanlar falan değil sıradan askerler de işkenceye katıldı. O, 20li yaşlardaki çocuklar nasıl çıldırmadı sahi? Çıldırdı da biz mi duymadık? Ama bu toplum bir bebekten bir katil yaratmayı becerecek bűtűn ahlaki ve hukuki olanaklara sahipti. Bu toplum hesabını sordu mu bunların? Vicdanı ile yűzleşti mi? Yine sessizliğine gőmdű yűzűnű bu toplum.
Ya gizli mezarlar? Ya gőz altında kaybolmalar? Ya işkenceler. Hepsine hepsine sessiz kala kala sistematik olarak duyarsızlaştırıldı bu toplum. Ezeni ve zulum uygulayanı suçlamak yerine kurbanı suçlayarak yűreğini rahatlattı. Sıradan o asıl dűşman olarak gősterilenin dışındakilerin başına bir şey geldiğinde bile bir kulp buluverdi çelişkilerini nőtrlemek için. “Eee o da uslu dursun! Kimse karışmaz o zaman” dedi. Bűtűnűyle uslu duranın da iskence gőrmesi, polisin dur ihtarına uymadı diye 18 yaşında hayatı boyunca hiç bir suça bulaşmamış bir gencin ateş edilerek őldűrűlmesi de genel yapıdaki insandışılaşma sűrecinde bir etki yaratmadı. Hata hatta bayraklarla, Atatűrk resimleriyle, vatan bőlűnmez sloganları gibi masumane(!) şeylerle histerik kalabalıklara katıldı. Linç girişimlerine onay verdi bu toplum. En duyarlısı en fazla “ çık çık çık” diyebildi.
Sosyal medyada bűtűn kűrtleri hedef alan gerçek dışı karalamalar sanki serbest dolaşımdaki para gibiydi, sosyal statű satın alıyordu. Yok efendim kűrtler (yani bűtűn kűrtler) vergi vermiyormuş da, yok efendim elektriği kaçak kullanıyorlarmış da, vesaire, vesaire. Ve ne yazık ki bu toplumun en namuslu, en ahlaklı, en yufka yűreklisi bile bu histeride gőnűllű rol űstlenip bu paylaşımları beğendiler ve kendi sosyal çevrelerinde paylaşarak propagandayı beslediler.
Ve bu toplumdaki insanlık erozyonunda kimseler mahsum değildi. Bir dűşűnűn nerede nasıl onay verdi bu toplum bu insandışılaşmaya? Bir ayna tutun. Depremlere gerekçe kalmasın...
14 comments:
Bir insan bir insanı bir şey görür, bu hayattır.
Bir insan bir insanı birçok şey görür, bu sevgidir.
Bir insan bir insanı her şey görür, bu aşktır.
Bir insan bir insanı hiçbir şey görür, bu Doğu'dur.
Bir insan bir insanı görmez, bu ÖLÜMdür.!
(Özdemir Asaf)
Yazınız iyi, oldukça iyi. Fakat bu tür yazılarda hep şunu elştirmek istiyorum : Örneğin; neden son paragrafta " kendimize" değil de kendinize ifadesini kullanıyorsunuz...Hepimiz suçlu değil miyiz?
Arkadaşımızın bu konuda bir eksiği olsa bu harika yazıyı kaleme alamazdı onun için soruyu karşı tarafa yöneltmiş olmalı
Gulsen sagol ve hosgeldin!
Aze haklisin. Toplumun kendisini hedef alan bir yazi bu, tek tek bireyleri degil. Yazdigimdan da oyle bir anlam cikarilabilir diye degistirdim...
Dedim ya EG ben kızgınım nasıl bir kızgınlıksa bu yine gücüm kendime yetiyor. Ne yapmalı bilmiyorum ki.
eg selam,
emrah göker’in siteye koydugum kolajinin adi „korozyon“...demirin cürümesini, paslanmasini, bozularak icten ice kendini yiyip bitirisini anlatiyormus...terimin toplumsal dünyaya uyarlanmasi böyle cok manidar olmus görünüyor....
yazida söylediklerinle birlikte, "insanlik erozyonu" dedigin seyi, bir bir tür siyasal ve toplumsal "korozyon" olarak kaydedebiliriz...
genel kurmay'in aciklamasini gördüm biraz önce, basbakanin kac terörüstün etkisiz hale getirildigi dile getiren aciklamalarini...
genel aciklamalar neyse de, cümlelerin ici carpiyor nedense insana....
“yüzlerce yıllık devlet geleneği ve ortak akıl neyi gerektiriyorsa, onun yapılması gerektiği“ tekrar ediliyor misal....
„atılacak her adımda, toplumsal hassasiyet ve değerlerimizin gözetilmesi"nden ya da...
ne var bunda, hep ayni seyler diyebiliriz ama, bu eldeki "korozyon" tablosu ile bakilinca, daha bir ürkütücü görünüyor sanki...
Haklisin Kacak su devlet gelenegi denen cemberden disari cikamiyorlar. Yani Israil'e Filistinlilerle barisi oneriyor, Afrika'ya barisi ve refahi getirmeye cabaliyor, Araplara degisimin onunde engel olmayin deniyor da kendine gelince alabildigine devletci ve korozyonu gore gore devletci yani...
Ebru sahi ne gelir ki elimizde insan olmaktan ve insan kalmaya calismaktan baska...
"sanal" dedikleri bu alemin bir şeffaf yanı var ki, sinsilikleri gizleme gereği duyulmuyor, içinden geleni açıklıkla kusabiliyorlar. bu açıdan bakıldığında olumlu bir aşama.
"mahalle baskısı" kavramını eğip büküp inkar edenlere kapak olacak örneklerden biri bu.
"Bu toplum insanlığını çoktan yitirmişti" önermesiyle, "korozyon" örneği bütünleşmiyor gibi. haddeden çıkan demirin daha sonraki nemli koşullarda paslanması, bu toplumun korozyon tarihinin ya da edinilen paradigma tarihi ve niteliğini, çapını ve kökenini belirlemek gerekir ki, aradığımız şeyi yitirdiğimiz yerde bulacağımızı bilelim.
özetle din, ırk ve servet fetişizmini ortaya seremeiz gerekiyor. gerisi sonuçtan ibaret.
öfkeyle başlayan hamleler çözümlemeye evrilmedikçe konunun reyting grafiğiğnden başka şey görülmeyecek hayatımızda...
Baris isteyene terorist denilen noktada cozum oldukca sislerin ardinda kaliyor...
insanligi coktan yitirmek ve korozyonun butunlesmemesini biraz daha acar misiniz?
biraz açayım: desem de daha çok seni tekrar edeceğim:)
demir haddeden çıktığında pırıl pırıldı ve sonradan pas tuttu.
biz toplum (çoğunluk) olarak ne zaman gıpta edilecek bir düzeydeydik de sonradan bozulduk!
savaş ganimetleriyle dolu bir imparatorluktan günümüze kadar insanlığa miras bırkmakla övünebileceğimiz bir eser arıyorum.
"iyi insan" olmanın özendirici yanından çok taciz edici yanı ağır basıyor.
yoksullula açlık sınırı arasında debelenen bir toplumun siyasal kararı kendine benziyor doğal olarak. açlık güdüsü bütün canlılar için bencilliğin baskın çıktığı özellik olduğundan, vahşi tutumların ilişkilerimize yansımaması mümkün mü!
"vatanı koruyanlarla", ondan nemalananların çıkar çelişkisi din ve benzer faktörlerle örtüldüğünde, akıl tutulması da kaçınılmaz oluyor.
kendi doğrularının farkında olmayan, başkasıonın doğrusunun farkında nasıl olur ki!
Eyvallah hocam. Sagol aciklama icin.
Deprem,deprem,deprem.Her tarafımız yıkıldı bizim !
Post a Comment