Işten çıkmış eve gidiyordum. Radyoda Amerikan ordusundaki eşcinsellere yőnelik baskıları konu alan bir haber program. Dinlerken bir an kendimi bir yığın, birbirinin benzeri düşüncelerin akışında yakaladım; “Ulan eşcinselsen orduda ne işin var!” “Eşcinselsen seni istemeyen, seni dışlayan, seni günahkar eyleyip afaroz eden kilisede ne işin var! Camide ne işin var!” Dikkat ederseniz soru işareti bile yok sonlarında. Çünkü soru sormuyordum, yargılıyordum. Suçluyordum. Doğru muydu mantığım?
Farkım neredeydi eşcinselleri dışlayanlardan? Mantığım neydi? Aynı mantığı bir adım őteye gőtürsem őyle saçma sapan yerlere varmak mümkündü ki. Ilk anda kulağa doğru ve haklı imiş gibi gelen bu yargıların yanlışlığı insana bireye őnceliği vermeyip genel ahlaki yargıları insanın ve bireyin őnüne koymaktan kaynaklanıyordu. Asıl doğru olanı o insanların (daha da genele gidersek toplumda ezilenlerin, marjine itilenlerin) istedikleri her yerde olma haklarını savunmaktı. Diğerlerinin sahip oldukları bütün haklara (evlilik gibi) sahip olmalarını savunmaktı. Orduda olmanın militarizmle ilişkisini, kilisede, camide, hahamda olmanın toplumların afyonu olan bir kurumun parçası olmakla ilişkisini, aile ilişkilerinin kapitalizmin üretim ilişkilerinin ya da devletin ideolojik tohumlarının atıldığı en küçük sosyal yapı olma ilişkisini tartışmak sonraki mesele olmalıydı oysa. Őnce őzgürlük ve hakların güvenliği, sonra ahlaksal, ideolojik ayrışmaların tartışması yapılmalı. Hem őzgürlüklerin yaşandığı bir süreçte belki bu tür ayrılıklar hem kavga edilmeden de tartışılabilir.
14 comments:
Gramsci ve Rimbaud'ya sığınmak...
O değil de, hangi özgürlük ortamı?
Hum? bu soru biryerlerden gelecek diye bekliyordum. Polemige girmeden: Varolan - verili kosullarin ozgurlugunu sonuna kadar kullanmak ve zorlamak. Hani o cok bildik anayasal haklarla tanimlanmis olani mesela... Hani egemen ideolojinin sadece kagit uzerinde kotardigi yutturmacalari bile gercege donusturmek devrimin evrim surecinde onemli bir adim diye dusunuyorum...
Haklısın, yalnız ilkin pragmatik düşünce üretebilen ve ürettiği bu düşünceleri eyleme çevirebilen kişiler gerekli (ezilenler için sistemin içinde ajanlık yapanlar diyelim bu kişilere -ki onlar genele göre isimsizdir, tanınmazlar, kafkaesk bir yanları vardır-), daha böyle insanlar üretemedi bu toplum (Matematiksel anomalileri vuruyorlar zaten, onlar bir yana... Adını sen koy, Zeitgeist mı dersin, Aydınlanma sonrası materyalist düşünceyi -akabinde varoluşçu düşünceyi- oluşturan zemin mi dersin) kaldı ki ortaklaşan bir şeyler bekleyelim, herkes ayrı bir mecrada, efkarın orasını burasını çekiştiriyor. Ortak akıl için, serin olsun şafaklar, magalda kül bırakmıyor kimse; ama bir de değse bir yere; hala sivil anayasa yazacaklar, birleşecekler (Çözüm arayışında bir kaldırımları söken gençliğe bak, bir de bunlara)... Sınırlı olan özgürlüğü, bir şekilde ezilenin lehine çevirmek gerekiyor değil mi? Yirmi birinci yüzyıl oldu, hala aynı şeyler; jandarma Diyarbakır Lice'de ağanın tarlasını koruyor, köylüler oturma eylemi yapıyor. Bu son grevden bahsetmeyeceğim bile... Demem o ki, keşefettiğimiz kodlamalar en derindekiler, bir şekilde 'sosyolojik bir yapıbozum'a girilmeli, eğer maksat o duvardaki çatlak tuğlalardan sızmakla olacaksa, bir an evvel harekete geçilmeli (İran olayları ve Twitter bağlantısı). Sonra barikatlara bir şekilde geliriz zira geçtiğimiz yüzyıl dikkatle incelenirse; 'devlet' bir çok düşüncenin içini oymakla meşgulken yenilerinin üretilmeyişinden dolayı şu anda kısır bir döngünün içinde olduğumuz görülecektir. Acilen bu coğrafyaya uygun düşen, günlük yaşamla (akıllara Certau gelsin) ilintili sistemler kurmalıyız, kuramıyorsak da kurabilenlerin yolunu açmalıyız...
Çok fena polemiğe girerim...
Valla guzel polemige girmissin:-) Yok bunlar polemik degil bence tartisilmasi gereken seyler. Bakalim digerleri neler dusunuyor...
aydinlanmaya inanmiycak kadar realist, ama vazgecemiycek kadarda idealistim. bir cok cözüm var herkesin bildigi o yüzden simdi öyle bir cözüm tavsiylerine girmiycem. arkadasinda söyledigi gibi o cözümleri getirebilcek kafa yok ve su durumda olsa bile bir faydasi olmaz sanirim, sunaki iktidara akilla yaklasilcak gibi digil.
daha cok yolumuz var.
diğerlerinden bir olarak, böyle derin konularda boğulmak can sıkıcı tabi ki:) bakın, "can sıkıcının ardına gülümseme işareti koydum. Bu bir suçluluk duygusudur. Yani, gerçekleden kaçınma gibi..
işte o "düzenzedeler" (eşcinseller falan) de aynı şeyi yapıyor olabilirler.
sağ ve solun kökeni şunu dedim:
bir sağcı, statükoyu değiştirmeyi denemek yerine, statüko içinde bir yer edinme (tutunma) çabasıyla yetinir.
Bir solcu ise, hayatın zorunlu gereksinimlerini karşılama çabası kapsamında bir sağcı gibi davranırken, buna ek olarak, içinde bulunulan durumdan "daha iyisine" sahip olunması gereğini irdelemeye cesaret eder.
kısacası, suçluluk psikozunun sürüklediği proleter sağcılık ile keni için iyi olmayanı "değiştirme" cesareti arasındaki fark....
Mevcut düzenler, elbette "yasal makyajlarını" ihmal etmeyecektir!
Bu çelişikileri farketmenin bir simgesel adı solculuktur demeye çelışıyorum.
son kelime "çelışıyorum" değil,
ÇALIŞIYORUM
olacaktı, arada çok fark var.
dream white'a: Bahsettiğim Aydınlanma vurgusu, tarihsel materyalizme kendimce bir göndermeydi, Aydınlanmaya oldum olası kuşkuyla bakmışımdır, özellikle Kant felsefesi bana Weber'i çağrıştırdığından, genelde bunları düşünürken sakin olmaya çalışıyorum. "Şu anki iktidara akılla yaklaşılacak gibi değil" evet ama hiçbir zaman "daha çok yolumuz var" dememeliyiz bence: yoksa Ataol'u çağırırım:
"...Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda,
sandviç yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz.
Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl bitebilir bir bombayla,
nasıl kazanabilir o kirli adamlar..."
zihni'ye: Kanımca "günümüz faşistleri statüko içinde bir yer edinme (tutunma) çabası"nda değiller, kıvrak politika (ve de poetika) usulleriyle, iktardaki yeni oluşum içinde akıp gidiyorlar. Özellikle son beş yılda değişen ağızlara bakarsak (isim vermeme gerek var mı bilmiyorum) bunu görebiliriz.
ve Ağabey'e: Sana, bu yorumsuzluğun üzerine, cevap hakkımı saklı tutuyor ve kulağının pası silinsin diye güzel insan Serap'ın ağzından seveceğini umduğum bir parça gönderiyorum.
http://www.youtube.com/watch?v=nbj0_xJ0ImY
Hum? su agabey bana garip gelmistir hep. Diyeceksen "abi" de yav. Bi de abi de de me EG de... :-)
Tek tek yanitlar vermek yerine genel bir yorum getirecegim ve umarim affedersiniz. Bence genel yanilgilarimizda (biz = ilericiler) biri gundelik sorunlari cok soyut ve cok ideal bir cerceveye oturtup oyle yaklasiyoruz. Hatta bazan olumsuz ongorulerden olusmus gozluklerimizi takip bu is boyle olmaz, bunun boyle olmasi icin su su gereklidir diyoruz. Sonra da bi bakiyoruz ki havanda su dogmusuz. Yola ciktigimiz amaci da unutmus olmusuz. Bu anlamda da mikro amaclar ve pragmatik yontemlerin gundelik yasam icerisindeki insani (dogal fasist insani) buyuk teorilerden daha saglikli donusturecegine inaniyorum. Yani adam diyor ki benim hastam var bakamiyorum, biz adama kapitalist toplum elestirisi yapinca cok pardon ama "adam bize hassiktir"i cekiyor ve biz insana yabancilasmis oluyoruz. Hum? turku icin de cok sagol. Iyi geldi valla...
Geçen yıl newroz zamanları konuştuklarımızdan sonra seni düşünürken, hep bir ağabey formatı beliriyor kafamda, ister istemez diyorum bunu. Yoksa yaşlı değilsin, bunu herkes biliyor. (:
Hem sen Demirkubuz filmleri izledin mi bakalım? Hele fikir teatisi ederiz demiş idin.
Hum? Sagol geriye gidip yeniden okudum yazismalarimizi. Iyiymis. Yahu sen gene de agabey degil abi de hic olmazsa. agabey niyeyse etimde kiymik gibi batiyor ve gicik oluyorum... Tabii ki ben yasli degilim.. :-)
Inanmayacaksin ama hala Demirkubuz'un filmlerini izleyemedim. Izlerim elbet bir gun... :-(
Bende "ağabey", bir Tanju Okan, bir Erol Taş, bir Yılmaz Güney havasındadır; bir yandan halay çeker, bir yandan rakı içer, bir yandan da hayata mavra laflar atabilecek kadar kendindedirler bu şahsiyetler (zihnimde oluyor bunlar tabi, Hero'daki farazi dövüşmeler gelsin aklına eğer izlediysen). Şimdi her cümlenin sonunda vurgu yapmak beni yarım bıraksa da, sen merak etme, bundan sonra EG diyeceğim.
Peki, izlememekle sen kaybediyorsun.
(:
Post a Comment