Pages

Jul 30, 2014

Mahmut Dervis'den


Otursana
Indir șu avcı șeylerini allah-așkına / Dıșarıya tentenin altına koy
Öyle durma eșikte dilenci gibi ya da vergi memuru gibi
Trafiği yöneten sivil polis gibi de durma
Parlayan bir çelik gibi güçlü ol ve yüzündeki o tilki maskesini de çıkar
Büyüleyici bir șovalye gibi ölümcül

Ölüm
Bekle hele biraz ne olur
Hele bir otur
Bir bardak șarap iç.

Mahmut Dervis



Ingilizcesi


Sit
Put down your hunting things outside under the awning
Hang your set of heavy keys above the door!...
Don’t stand on the threshold like a beggar or tax collector
Don’t be an undercover policeman directing traffic
Be strong like shining steel and take off the fox’s mask
Be chivalrous glamorous fatal...
Death wait
take a seat
drink a glass of wine.

Mahmoud Darwish

Jul 18, 2014

Ateşler içinde Ortadoğu

(....)
ateşler içinde ortadoğu
ah ey Musa ah ey Muhammed
Tanrı çocuklarını unuttu mu?
(....)
bumerangdır ölüm, herkese döndü.

Gülten Akın

Jul 17, 2014

Bu ülkenin yetiștirdiği nadideler

Bir de “Bu ülkenin yetiștirdiği nadide” birileri vardır. Altta yatan mesaj da siz bu ülkeye aitsiniz; Bu büyük ve yüce ülke ve millet olmasaydı bir b*k olamazdınız mesajıdır. Hani bu ülkenin ekmeğini yedi sözü var ya, o da bunun bir bașka versiyonudur. Hem bu ülkenin ekmeğini yiyor hem de ileri geri konușuyor diyerek ses edenin sesini boğmayı amaçlayan söylemdir. Yok efendim yok. Bu ülke nadide hiç bir șey yetiștirmemiștir. Bu ülke katil yetiștirmiștir, ișkenceci yetiștirmiștir, hırsız yetiștirmiștir, 17 yașında çocukların yașını büyülterek asan pașalar yetiștirmiștir, bașka bir șey yetiștirmemiștir.

Diğer yetișenler bataklıkta yetișen çicekler gibi kendi çabalarıyla var olmușlardır; açlıkla, yoksullukla, ayrımcılıkla, içeri grime korkusuyla, içeri girerek, ya da içeri girmeyi sırada bekleyerek var olmușlardır. Varolanlardan ve varolmaya çalıșanlardan bir çoğu da batakta boğdurulmuș, kaybedilmiș, güvercin tedirginliğinde vurulmuștur. Bu ülke nadide hiç bir șey yetiștirmemiștir. Nadide diye devletten nișan alanların burunlarına yakından bakarsanız göt yaladıkları için burunlarına b*k bulaștığını göreceksiniz.

Jul 15, 2014

Işgal Altındaki Filistin’de Yaşam


Merkezi Batı şeria’da olan Uluslararası Kadınlar Barış Servisi (IWPS) adli bir organizasyonda gőnűllű çalışan Yahudi Asıllı bir Amerikalı activist olan Anna’nın deneyimleri ve gőzlerimlerinden olusuyor bu belgesel. Anaakım medya’dan duymadığınız, gőrmediğiniz hikayeleri, olguları, fotoğrafları, ve içeriği gőzler őnűne seriyor Anna. Bana inanmak zorunda değilsiniz. Hatta inanmayın kendiniz araştırın diyor Anna.

Işgal altında yaşayan bir Filistinli olmanın ne mene bir şey olduğunu betimlemeye calışıyor. Aklımda kalanlar şőyle: belli saatlerden sonra sınırı geçemiyorsunuz. Hastanız varsa doktora gőtűremiyorsunuz. Filistinlilerin arabalarının plaka renkleri yesil. Bőylece ucaktan bile olsa tespit edilebiliyorsun. Işe hergűn vaktinde gitmek nerdeyse imkansız. Çűnkű hiç olmadık yerde ve zamanda yollar kesilebiliyor ve geçisler engellenebiliyor. Filistinlilerin silah taşıması ve sahip olması yasak. Ama ziyonist isgalciler her tűrlű silah elde edebiliyor. Israil devleti Filistin topraklarında kurduğu, illegal olarak tabi, sitelere giden yahudi aylelere her tur ekonomik yardım yapıyor. Yani o kirli ideolojisine fakir insanların fakirliğini kullaniyor. Ve oralara gidenlerin çoğu yahudi de diğer űlkelerden gelen fakir yahudiler. Ve yoksullukla haksızlık arasında seçim yapıyorlar. Bir de fakir olayıp “bu topraklar benim” diyen ziyonistler var. Bunlar zoraki isgal ediyorlar kőyleri. Ordaki Filistinlilerin gitmesi için de elektrik trafolarını patlatmaktan tutun da, sularını ve otlatmaya getirilen hayvanları zehirlemeye kadar bir sűrű yőntem uyguluyorlar.

Filistinlilerin bir çoğu mutlaka işkence ve hapishaneden geçiyor. Sanıldığının aksine Filistin’liler her gűn şiddet (terőr) eylemi yapmıyor. Aksine yaşamlarının her anı siddetsiz direnç eylemiyle geçiyor ve asıl şiddeti Filistin devleti uyguluyor. Anna bunun őrneklerini de sunuyor.

Ve en őnemlisi Anna Israil’in yaptığı bu zulmun bűtűn yahidleri kapsamadığını hatta bir çok yahudinin buna karşi çıktığını őzellikle hatırlatıyor. Nasil ki hukumetler ve devlet bűtűn bir halkı-dinsel grubu, ya da etnik kimliği yűzde 100 temsil etmiyorsa, Israil’deki durum da aynı diyor.

Gerçekten hiç slogana kaçmadan, ajite etmeden çarpıtmadan anlatıyor Anna başından geçenleri. Bence műmkűn olduğunca bunu yayın. Anaakım medyanın inadına. Yayın. Insanların madalyonun diğer yűzűnű de gőrmeye ihtiyacı var.

Jul 4, 2014

BİR DELİNİN MAL BEYANI


1- Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- Gökyüzünde bir bulut
3- Bitlis'te beş minare
4- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
5- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri
yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
6- Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
7- Palandökende bir palan, iki döken
8- Kastamonu'da üç kasto
9- Üç fay hattı
10- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11- Dünyada mekan
12- Ahirette iman
13- Denizde kum
14- Uzayda yerçekimsizlik
15- Bir çuval gazoz kapağı
16- Bir kibrit kutusu sigara izmariti
17- On sekiz saç biti
18- Biri İngilizce 6 adet küfür
19- Yirmi tane boş naylon poşet
20- Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
21- Bir sürü saç sakal, kıl, tüy, yün
22- Uç ayrı parkta, üç ayrı belediyeye ait, üç ayrı banka reklamlı bank
23- Bir ayakkabı çekeceği
24- İki büyük taş kütlesi
25- Bir adet ağaç gölgesi
26- Üç kuş kanadı sesi
27- Bir sürü kedi, köpek
28- Bir Marmara Denizi
29- Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
30- Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
31- Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
32- Nakit 15 kuruş
33-Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür
Met-Üst

Jul 3, 2014

Severmişim Meğer


Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım
akşam oluyor
dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedimtoprağı severmişim meğer
toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
ben sürmedim
Platonik biricik sevdam da buymuş meğer

meğer ırmağı severmişim
ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile
bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin
bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
bilirim benden önce duyulmuş bu keder
benden sonra da duyulacak
benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
benden sonra da söylenecek

gökyüzünü severmişim meğer
kapalı olsun açık olsun
Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe
hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın
kulağıma sesler geliyor
gök kubbeden değil meydan yerinden
gardiyanlar birini dövüyor yine

ağaçları severmişim meğer
çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın
çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar
kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
İzmir’in kavakları
dökülür yaprakları
bize de Çakıcı derler
yar fidan boylum
yakarız konakları
Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
ucu işlemeli

yolları severmişim meğer
asfaltını da
Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
asıl adı Göktepe ili
bir kapalı kutuda ikimiz
dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak

hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok
ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
bunu bir kere daha yazdımdı
çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi
önde körüklü kaat fener
belki böyle bir şey olmadı
….
çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım

severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim

güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın

meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana

bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara

ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer

ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde
yanında pencerenin
altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
bir eski ölümdür benim için
Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
saçları saman sarısı kirpikleri mavi

zifiri karanlıkta gidiyor tren
zifiri karanlığı severmişim meğer
kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
kıvılcımları severmişim meğer
meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

NÂZIM HİKMET
19 Nisan 1962

Jul 1, 2014

Roman Okudum Seni Düşündüm

Bende tarçın sende ıhlamur kokusu
Yürürüz başkentin sokaklarında
Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi
Üstünde iki yonga: Çarşamba, bir de cuma
Ayrılık lafları etme sevgilim
Önümüz Temmuz önümüz Ağustos nasıl olsa
Kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz
Sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da
Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da
Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa
İşimiz mi yok, şu Akay'a sapalım istersen
İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna
Börekçi! diye bağır istersen şurda
Kısmet çıkar -sanırım- Emek'te oturan kıza
Abiler! Abiler! diye bir şey satayım ben
Mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda?
Üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim
Madrid'te yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu
Londra'da
Seversin mi beni, doğru söyle ama? - Sigara?
Ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca
İnan Selimiye'nin minareleri gibisin
Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya

Cemal Süreya
Roman Okudum Seni Düşündüm