Pages

Feb 28, 2009

Neslimin Yükümlülüğü

"…Her nesil, şüphesiz, kendisini dünyayı değiştirmekle yükümlü hisseder. Benim neslim bunu yapamayacağını biliyor, ama benim neslimin belki de daha büyük bir görevi var. Bu görev, dünyanın kendi kendisini yok etmesini önlemek…"


Albert Camus
1957 - Nobel Edebiyat Ödülü Töreni

Feb 25, 2009

Yalana dair...


Bizim Tolga Vulgar adı ile yeniden açtığı Duyumsayıklamalarım’da yalana dair birșeyler yazmıș. Oraya yazacaktım ama yoruma izin yok herhalde.

Őzdemir Asaf’ın bir aforizmasını hatırlattı bana.

Yalanlar söyleseydin inanacaktım, ama yalan söyledin..

Feb 20, 2009

Ahmet Kaya, 80'ler ya da műzik yollu toplumsal kontrol ve katharsis

Bu sabah uyandım, Ahmet Kaya’nın bir tűrkűsű dilime dolanmış: Suphi. Hani o “Bir cebinde Das Kapital bir cebinde kenevir tohumu” olan. Sonra taa 80’lere gittim. Ahmet Kaya’nın ilk popűler olmaya başladığı anlara…1985’di ilk kaseti çıktığında. Yani 5 yıl olmuş darbe olalı. 5 yıl. Ama korku atmosferi öylesine egemendi ki sanki darbe daha dűn olmuş gibi hissediliyor. Kimse gűvende değil. Sol dağılmış! “Aman bu da önceki darbeler gibi olacak. Sol şimdi ve yeniden daha gűçlű daha sağlıklı toparlanır” diyenler yanıldıklarını anlıyorlardı sanki. Sol 70’lerdeki abilerini ve ablalarını model alan çocukların dilinde bir iki tűrkűnűn nakaratındaki sosyal analizlerle, dağa çıkanların ve içerde direnenlerin efsanevi öykűleriyle, fısıltıyla söylenen Kenan Evren fıkralarıyla sınırlıydı sanki.

Aslında 70’lerdeki tűrkűlerin műcadeleye çağıran coşkusu da git gide solmaya başlamıştı. Ortalık arabesk şarkılarla vıcık vıcıkdı; Arabesk sadece műzik değil kűltűr olmaya başlamıştı. Sanki biz Orta çağdaydık da arabesk vebaydı. Varolan arabesk ilahlarının yanına yenileri eklenmişti; Kűçuk Emrahlar Műslűm Gűrsesler gibi…Halk tűrkűler de arabesk gibi söylenmeye baslanmıstı, Tűrk Sanat Műziği de, pop műziği de..Bunların yanısıra Sezen Aksu’nun depresif şarkıları ve Murathan Mungan’ın sol’un sosuna batırılmış bireysel boğuntuları damardan alınan kederler gibiydiler.

Sonra özgűn műzik diye bir yeni tını başgösterdi. Sonra ögrenecektik bu da özgűn falan değildi, Gűney Amerika műziğinin bir uyarlamasıymış. Gurup Yorum başı çekiyordu bunda. Konserleri basılıyor, sık sık tutuklanıyorlardı. “Başına bir iş gelirse canım dağlara gel” diyorlardı. Sonra diğer guruplar vardı sanki biraz daha kűçűk burjuva duyarlılığıyla bezenmiş. Hele hele Yeni Tűrkű (ki bu da Rembetiko ve yunan műziği temalıydı. Yani pek yeni de değildi.), Mazhar Fuat özkan’lar bir başkaydılar.

Ve bűtűn bu curcuna da bir de Ahmet Kaya vardı. Bűtűn o kirlenmenin ve yozlaşmanın içinde Ahmet Kaya sanki şamar oğlanıydı. Her an yozlaşan, lűmpenleşen kendini sol diye tanıtan ve dayatan, ne zamandan beri ve kimin tarafından entellektűel birikimin Tűrk Standardları Enstűtűsű statűsűne atandıkları belli olmayan birileri nasılsa beğenmemişti Ahmet Kaya’yı. Ben de vardım bu guruhla Ahmet Kaya konusunda hemfikir olan. Devrimci arabesk műziği yapıyordu Ahmet Kaya. En azından devrimci birşey yapıyordu diyemiyorduk. Oysa ki biz dışardakiler içerdekilere karşı duyduğumuz utancı kapatmak için Ahmet Kaya’yı linç ediyorduk. Bunu yaparken sanki devrimciliğimizi, kirlenmemişliğimizi koruyorduk. Oysa ki kirleniyorduk. Içerdekiler bizden daha özgűrdűler. Biz dışardakiler özgűrlűğű utandırıyorduk. Ahmet Kaya aldırmadan söylűyordu tűrkűlerini. Hiç yitirmedi çizgisini (her ne ise) hiç ihanet de etmedi ne kendine, ne dinleyicisine, ne etnik kimliğine, ne de inandıklarına. Tűrkűsűnű söyleyerek var oluyordu ve bunu da kendince en iyi biçimde beceriyordu. Ya bize ne oluyordu ki?
Işte bu yűzden bu sabah Suphi tűrkűsűyle uyanınca içimde suçluluğunu çektim ve kendi adıma özűr dileyeyim dedim.

Kusura bakma be Ahmet abi.

Bak sana Edip Cansever amcanın şu şiirini armağan edeyim …

“Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
….
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmektir…
…..
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
….
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Feb 18, 2009

Carpe Diem

  • Sabah kalktığınızda içinizden hiç gelmese dahi neşeli bir tűrkűyű dilinize dolanana kadar mırıldanın…

  • Kendinize canlı bir rengi gűnűn rengi olarak seçin ve űstűnűzde taşıyın (gömleğinizde olabilir mesela, ya da mendilinizde)

  • Bugűn en az iki kişiyi gűldűreceğim diye söz verin kendinize ve sözűnűzű tutun.

  • En az bir kişiye karşılık beklemeden yardım edin.

  • Hafta sonu için şimdiye kadar hiç denemediğiniz ama hep keşke yapabilsem dediğiniz bir şeyi yapmayı planlayın..

Feb 10, 2009

Benim öğretmenlerim gibi bir öğretmen: Denis Rancourt

20 yıldır Ottowa űniversitesinde fizik profösörű olan Denis Rancourt, bu yıl daha sömesterin ilk gűnű sınıfa giriyor ve herkese halihazırda A+ verdiğini söylűyor. Benim işim ne sizin gelecekteki patronlarınız için sizin bilgi, beceri ve yeteneklerinizi değerlendirip ölçmektir, ne de sizi bilgiyi transfer edebilen otomatik bir makina haline dönűştűrmektir, ne de sizi olguları arz talep dengesine bağlı olarak ötebilen (kusabilen) mekanizmalara dönűştűrmektir. Benim işim sizin bilim insanı olmanıza yardım etmektir sizi robotlaştırmak değildir.

Ayrıca Rancourt cinema politico (politik sinema) adında ucretsiz ders de veriyor kampűsde.

Bunları dedi ve yaptı diye işinden atılıyor Rancourt. Hatta bu yetmezmiş gibi kampűse girdiğinde özel műlkiyete izinsiz girmek ya da haneye tecâvüz suçundan (trespassing) tutuklanıyor.

Bu bizim űlkemiz için haber bile değildir çűnkű biz öğretmenlerimizin okuldan alınışlarını görmenin ötesinde işkencelerden geçtiğini bile gördűk. Bizde 1402’lik diye gurupça işten atılmalar varken yukardaki gibi bir olay nedir ki. Haber olan ya olması gereken dűnyada gelişen otoriter ve faşizan eğilimlerdir, kazanılmış özgűrlűklerin kaybedilmeye başlanmasıdır.

Linkler:
http://denisrancourt.blogspot.com/

http://academicfreedom.ca/

http://www.theglobeandmail.com/servlet/story/RTGAM.20090206.wprof06/BNStory/National/home

http://www.academicfreedom.ca/index.php?option=com_phocagallery&view=category&id=1&Itemid=74

Feb 5, 2009

Feb 4, 2009

Yılmaz Erdoğan'dan

Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde...
El tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara,
Kaldırdık tüm tutuşmaları!...
Yasak kelime oyunu yapmak!..
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak!...
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yasak!...
Tomucuklanmak günah ve,
Bir insan gözü yüzünden yüz gün ard arda uyumamak!...
Kimse ölmesin diye kimsenin aklında,
Her sevdalı verdiği sözü geri alacak!...
Güneşi, ayı hatta hiçbir tabiat olayı,
Şahit gösterilmeyecek hiçbir sevdaya!...
Ne deniyorsa onu atacak kalp!...
Ve süresi 24 saate çıkarılacak,
Meskun mahallerde ağlamanın!....
Yılmaz Erdoğan

*Meraklısına Not: Kendimce zengin dizeleri belirgin kıldım.