Pages

Nov 28, 2010

12 Eylül Darbesi ve Eğitim


24 Kasım öğretmenler günü hakkında yaptığım “12 Eylül’ün ürünüdür” iddiası hakkında (ki bunu iddia eden ne ilkim ne de son) daha açıklayıcı bilgi istendi. Bunu fırsat bilip kendi deneyim ve gözlemlerime dayalı olarak yazayım dedim* (Dip notları düşmek zorunda kaldım. Konular, sarmal bir yay gibi, o denli birbiri içine geçmiş bir durumda ki, dip not düşmesem konular dağılıp duruyordu).

Lafı dolandırmadan şurdan başlamalı; 12 Eylül Türkiye toplumunun yeniden yapısallaştırılmasının projesiydi ve bu projenin önemli bir öğesi de eğitimdi. Örneğin 12 Eylül darbesinin en büyük sebebi söylendiğinin aksine insanların birbirlerini öldürmeleri falan değildi**. Asıl gerekçe bir yönüyle 1923’den beri koyun sürüsü gibi güdülmüş yığınların, okullardan çıkan öğrenciler ve öğretmenler tarafından aydınlanması, bilinçlenmesi ve bu bilinçlenmenin sonucu olarak kendisini yöntenelerden ve iş-verenlerden hak arama ve hesap sorma düzeyine doğru sosyal ve politik bir bilinçlenmeyi yaşamasıydı. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da yığınların artık kontroldan çıkmaya başlamasıydı. Bu nedenle eğitimin bu (ilerici) unsurlardan arınması darbe projesinin olmazsa olmaz koşullarından biriydi. Kuşkusuz sadece eğitimin bu unsurlardan arınması yeterli olamazdı. Bu arınmanın yanısıra eğitimin ve eğitim içindeki bütün öğelerin yeniden organizasyonu, rollerinin ve içeriklerinin yeniden tanımlanması gerekmekteydi. Ki öğretmenler ve idareciler bu planın en can alıcı (hem de gönüllü) aktörleri olmak durumundaydılar.

Bu nedenle, 12 Eylül darbesi ile birlikte, ilk yapılanlardan biri iyi ve nitelikli eğitmenlerin kıyımı olmuştur. Işkence ve tutuklamaların yanısıra 1402 adlı yasayla yüzlerce - binlerce öğretmen ve öğretim görevlisi görevden alınmış, sürgüne gönderilmişti.

Temizlik
Darbe olduğunda lise ikinci sınıfa yeni geçmiştim. Sokaga çıkma yasağı kalktığında sanki şehir de değişmişti. Sanki siyah beyaz bir ikici dunya savaşı filmindeymiş gibiydi şehir. Herşey yerle bir edilmişti ama binalar duruyordu yerli yerinde. Insanlar yere bakarak yürüyorlardı. Ürkek. Askeri jipler ve sivil polis olduğu her halinden belli olan adamların içinde olduğu Reno marka arabalar; OYAKın arabaları. Herşey renksizdi, yeryüzü de öyle, gökyüzü de, denizin yüzü de. Rengini yitirmişti herşey. Ya da her şey tek renkliydi: Gri. Şehrin bütün duvarları devlet sarısıydı sanki. Ve yamalı. Bütün sloganların üstüne badanalar sürülmüştü. Okula ilk gidişimi hiç unutamıyorum. Sanki benim okulum değildi. Yabancıydı okul bahçesi. Sıralar. Sıraların üstü nasıl da kazınmıştı; traşlanmıştı. Sevgilinin adını yazsan üstüne suç olacaktı.***

Ya öğretmenler? Olacak şey değil, nasıl olur da öğretmen kalitesi böyle düşer birden bire? Nerden geldiği bilinmez neredeyse eğitim ve öğretim formasyonundan haberi bile olmayan adamlar öğretmen diye türemeye başlamışlardı. Eski (gerçek) öğretmenler fişlenmeye başlanmış ve “görülen lüzum üzerine” gerekçesiyle en ücra köşelere sürülmüşlerdi. Sağlık durumu nedeniyle hastane ve doktor bakımından uzak yerlerde olmaması gereken bir öğretmenimin Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir köye atanması, sürgün değil bir cinayetti. Bir yıl geçmeden öğretmenimizin ölüm haberi gelmişti. Bunun yanısıra aile kurumunun kutsallığı gereği normalde evli öğretmenler eşlerinden ayrı yerlerde görevlendirilmezlerken bu kural (ve hatta yasa, 657 sayılı Devlet Memurlar Yasası) bütünüyle rafa kaldırılmış, öğretmenlerin ailesi parçalanmaya terk edilmiştir****.

Yeniden Yapılandırma
12 Eylül bütün kurumları, organizasyonları, ve yönetmeliklerini topluca fesh ettikten sonra kontrollü bir biçimde yeniden kuruyordu parçaları bir araya getirerek. Bir çok kurumun başına askerler ya da asker kökenliler getiriliyordu. Milli Eğitim Bakanlığına da emekli bir korgeneral olan,Hasan Sağlam getirilmiş ,yönetmelikler ve kurallar askeri emir gibi değişmeye başlamışlardı. Cok kısa bir sürede herşeyin yüzü ve rengi değişmeye başlamıştı. Öğretmenler ve idareciler nerdeyse sokaktaki ispiyoncular gibi çalışır olmuşlardı. Istiklal Marşı töreninde gülümseyeni dahi disipline verme ile değil sıkıyönetime verme ile tehdit etmeye başlayan sözde eğitici tipler olup çıkmıştı bir çok öğretmen. Öyle bir ortam oluşmuştu ki sıralara, duvarlara yazılan en ufak şeyler bile “acaba slogan mi” şüphesinden geçiyordu. Öğretmen eğiten değil polise veren olmuştu. Öğretmenlerin bir kısmı da korkudan sadece seyreder olmuştu olup biteni. Sesini çıkarsa gelip dersten bile alabilirlirlerdi öğretmeni. Bu paranoya değildi. Öylesine bir gerçekti. Öğrenciler de değişmişti sanki. Bir sürü tandık tip yoktu ortada. Aksine bir çok yeni öğrenci vardı. Bir çoğu da subay çocuğuydu.

Bunun yanısıra yavaş yavaş bütün derslerin müfredatları da değişmeye başlamıştı. Ders kitapları anlaşılması zor bir dille yazılır olmuştu. Adı sanı duyulmamış, ne idüğü belirsiz adamlar sosyolog, filozof, bilim adamı diye kitaplarda yer almıştı. Atatürk nerdeyse damardan veriliyordu. Ama çok ince bir ayarla Atatürk’ün devrimci potensiyele sahip yanları değil de gerici, bağnaz yanları sanki daha bir özenle seçilmişti. Türk-Islam senteziydi bunun adı. 1983 Anayasası ile birlikte de müfredatı sünni islam perpektifinden belirlenmiş din dersleri zorunlu olacaktı. Ki bu laiklik ilkesine en büyük darbeyi vuruyordu. Sonra YÖK kurulacaktı. Doğramacı ve Evren el-ele yüksek öğrenimin içine edecektiler hatta sonra Hasan Sağlam YÖK başkanlığı da yapacaktır. Yüksek öğrenimin lise öğrenimine dönüştürülme tarihi burdan başlayacaktı. Bunun ne mene bir şey olduğunu bilmeyen yoktur sanırım. Ama bu konuda Savran, S., Tanor, B., Vassaf, G. (1987). Out of order: Turkish universities and totalitarianism adli kitabına bakılabilir. Bu kitabın ana hatlarına da şurdan ulaşilabilir. Yüksek öğrenimin hala geçerli olan amaçlarına da bi bakın isterseniz *****

Yeniden yapılanmanın ekonomik ayağı da Özal ile birlikte devreye sokulacaktı. Bunun adı market ekonomisi ya da neo-liberal kapkaçtıcılık olacaktı. Özal ile birlikte eknomideki hareketlilik alabildiğine zengin ile fakir arasındaki uçurumu arttıracaktı. Hayali ihracatlar, ahlaksızlık, rüşvet, adam kayırma ve benzeri bütün namussuzluklar yeni “değer” olacaktı. Diğer yandan karma ekonominin ana ögesi olan develet kuruluşları özelleştirme yolu ile neo-liberal ideolojiye kurban ediliyordu. Bu arada eğitime ayrılacak para yok denirken bütçenin en büyük payı orduya ayrılıyordu. Ardından anayasa ile insanlara tanınmış ücretsiz eğitim olanaklarının paralı olmaya ve özelleşmeye başlaması bir diğer onemli gelişmeydi. Ha eğitime ayrılacak para yok derken aynı devlet özel okullara miliyonlarca dolarlık yardım yapıyordu. Devlet okullarında da deney yapacak deney malzemesi bile yoktu (bir önceki yazımda bu konuya dair kendi öğrencilik yıllarımdan bir örnek vermiştim). Hatta okullara kayıtlarda bile bağış adı altında insanlardan haraç alan bir sistem oluşuyordu ki miliyonlarca aile çocuklarına ders kitabi ve defter alamazken bu harçlarla cebelleşiyordu.

Işte bu yeniden yapılandırma ve kültürlemenin içinde git gide de yoksullaşan, yoksullaşırken bile askeri ideolojiye koşulsuz kayıtsız itaat eden öğretmenlerin ödüllendirilmesi hiç de fena bir motive edici mekanizma olmayacaktı. Işte bu motivasyon ihtiyacını karşılamak için 12 Eylül Millet Mekteplerinin açılış tarihi olan 24 Kasım’ı, her şeyde olduğu gibi, tepeden inme bir biçimde (Hatta bir çok kimse bilmez bile niye başka bir tarih değil de 24 Kasım) ispiyoncu ve kıç yalayan öğretmenlerine armağan edecektir. Aslında bir taşla iki kuş vurulucaktı. Bu öğretmenler günü ile hem öğretmenler motive edilirken diğ er yandan da yine propaganda aygıtı vatan, millet, sakarya aşısını damardan verecekti.

1980'lerin sonunda başlayan öğretmenlerin sendika kurma hareketi içinde ilk projelerden biri de öğretmenler Gününün 24 kasım değil 5 Ekim Dünya öğretmenler gününde kutlanmasıydı. Ancak öğretmenler sendakası çabaları da nasibini zırt pırt kapatılmaktan, tutuklanmalardan, işkencelerden alacaktı. Evet 1983’de demokrasiye geçildi dendi ama 12 Eylül hiç bitmedi ki!

Bütün bir toplumu okula dönüştürme
Eğitim deyince, hele hele bir toplumun yeniden yapısallaştırılması denince, bu projenin kaçınılmaz olarak okulun dört duvarlarının dışına da taşınması bir zorunluluktur. Yani 12 Eylül okul içinde bütün bunları yaparken bütün bir toplum için de bir gizli müfredatı vardı, bunu da basın, yayın yolu ile uygulamaya koymuştu. Türkiye’de basın ve yayın organlarının eğlendirmek ve bilgilendirmek işlevinin yanısıra statu quo’ya göre beyin yıkama işlevinin bilinçli olarak uygulamaya sokulmasının tarihi de buradan başlatılabilir belki. Örneğin TV ve gazeteler gelişi-güzel ama çok sık aralıklarla insanları belli mesajlar taşıyan imaj bombardumanına tutuyorlardı. Gün geçmiyordu ki ev baskınlarında yakalanmış (utançtan başları önde) gençler, toplanmış yasak kitaplar (Platon’un Devlet adlı kitabı da yasaktı biliyor musunuz?), ve silahlar aynı karede gösterilmesin. Silah ile kitap aynı şeye dönüşüyordu insanların kafasında. Kitapdan okumaktan korkan bir toplum doğuyordu. Bunun yanısıra da başka gizil bir kampanya başlatıldı. Her şeye rağmen hala okuyan, araştıran, ve sorgulayan insanı entellektüel diye değil de “entel” diye aşağılayan bir alt-kültür de yaratıldı. Sadece belli şeylere gözle görülür bir onay verilir olmuştu. Bunların başında spor (fanatikliği), arabesk müzik, ve milli ögelerle ilgili her tür aktivite geliyordu. Diğer her şey suç olma olasılığı taşıyordu. Örneğin futbol stadyumlarına döner bıçağı ile gitmek cebinde Nazım’ın bir şiirinin yazıldığı kağıt parçası ile yakalanmak kadar tehlikeli bir şey değildi.

Işte 24 Kasım öğretmenler günü böylesi bir yeniden yapısallaştırmanın öyle rastgele olmayan, belli bir amaca hizmet eden seçilmiş bir günüdür. Umarım bu kadar açıklama bu konuda fazla bilgisi olmayana yeterli bir açıklama olmuştur.

* 12 Eylül dönemini eğitimin penceresinden bilimsel olarak inceleyen birilerinin olduğundan da haberdar değilim . Bildiğiniz kaynaklar varsa ve paylaşrsanız sevinirim. Kanımca ulus olarak bir büyük eksikliğimiz de bu tür dönemlerin belgelerini tutamayışımızdır.

**Ordu ve insan yaşamına değer vermek başlı başına çelişki değil mi? Yok hiç bir zaman ölen insanlar adına kaygılanmamıştır bu zümre. Bu nedenle darbenin neden daha once gelmediği sorusu kimselerce mantıklı bir biçimde yanıtlanmadı. Çünkü darbecilerin asıl gerekçe diye öne sürdüklerine bakıldığında (ölen-öldürülen insanların rakamları) çok daha önce darbenin yapılması gerekiyordu.

*** Bunlar duygusal ifadelermiş gibi görünüp ana konumuz olan eğitim ile ilgisi yok diye düşünmeyin sakın. Duygu öğrenilenin yerleşip yerleşmemesinde çok önemli bir rol oynar. Öğretileni sadece davranışlara değil insanların beyinlerine, yüreklerine, umutlarına kazımak istiyorsanız duygu öğesini göz ardı edemezsiniz. Hele hele bu öğrenme deneyimini psikolojik tarvma ile karıştırıp sistematik olarak beş duyuya iletilecek biçimde eşgüdümlerseniz belki planladığınız ve tercih ettiğiniz davranış örüntülerini genlerle diğer kuşaklara aktarma şansınız bile olabilir kimbilir.

**** Fiziksel ya da mekensal olarak bunu beceribildiler ancak. Bizimkiler çoktan öğrenmişti gözden uzak olanın gönülden de uzak OLMAMASI gerektiğini.

***** Yüksek öğrenimin hala geçerli olan amaçları:

Site: http://www.yok.gov.tr/content/view/435/183/lang,tr/ 


  Amaç:
             Madde 4 – Yükseköğretimin amacı:
             a) Öğrencilerini;
             (1) ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı,
             (2) Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan,
             (3) Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu,
             (4) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren,
             (5) Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı,
             (6) Beden, zihin, ruh, ahlak ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş,
             (7) İlgi ve yetenekleri yönünde yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, beceri, davranış ve genel kültürüne sahip, vatandaşlar olarak yetiştirmek,
             b) Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak,

Nov 23, 2010

Ülkemin Güzel Őgretmenlerine!

Duyduk ki Nevzat hocaya birisi yumruk atmış. Şok olmuştuk. Őylesi iyi bir őğretmene bőyle bir şeyi kim, nasıl yapardı? Liseli serseliğimizle kendi kendimize yüklediğimiz asayişi ve adaleti sağlama gőrevi gereği çocuğu dővecektik. Nevzat hoca duymuş çocuğu aradığımızı. Geldi konuştu bizimle. “Ulan oğlum bunlar őğrencidir çocuktur, anasına kızar, babasına kizar gelir bize yumruk atar. Sevdiği kız onu sevmez o gelir bize sataşır. Üstünüze vazife değil. Kimseye karışmayın” diyip gitmişti. Başka bir şok yaşıyorduk. Disipline bile vermedi çocuğu. Duyduk ki çocuğu kantine gőtürmüş bir çay ısmarlamış ve konuşmuş…

Fizik őğretmenimiz HK vardı. Laboratuvarda deney malzemesi yoktu. Deney yapamıyorduk. Yandaki zengin lisesinden biriyle arkadaşlık kurmuştu. Arkadaşlığını kullanarak arada bir deney malzemesi çalar getirirdi ki deney yapabilelim. Hocam hırsızlık yanlış değil mi dediğimizde őğretmek için yaparsan değil derdi gülümseyerek. Okuldan çıkmış evine giderken yolda őnünü kesin bir soru sorun isterseniz. Bırakır elindeki James Bond çantayı yere, ağır paltosunu omuzunu silkerek düzeltir, sonra da size problem anlatmaya çalışırdı. Otobüsü kaçırır. Eve geç gider ama size anlatırdı. Ha kendi sınıfındaki bir őğrenci olmanız da gerekmezdi haaaa…

Yeni bir edebiyatçı gelmişti. Faşisttir diye duymuştuk. Derste yapmadık şey bırakmadık. Provoke etmeye çalışıyorduk resmen. Her zaman yumuşak ses tonuyla ve saygıyla konuşurdu. Őğrenci kimliğimize ilk defa saygı gősterildiğini yaşıyorduk. Alıştığımız bir şey değildi. Ve őyle güzel divan şiiri okurdu ki, hepimize divan edebiyatını sevdirmişti. Gerçekten faşist miydi? Tanıdığım hiç bir faşiste benzemiyordu valla…

Ve ilk őğretmenlik yaptığım kasabada őğretmenler tenefüslerde elerinde sopalarla dolaşırlarken ben gül dalı taşıyordum. Lise son sınıftaki őğrencilerden birinin dikkatini çekmişti de geldi sordu. Yukarıdaki őrnekleri anlattım. Beni bőyle őğretmenler yetiştirdi ben nasıl eli sopalı őğretmen olurum demiştim…

24 Kasım’ı 12 Eylül faşizmi faşistleşen őğretmenlere armağan etmişti. Çok uğraştık bu günün gelenekselleşmemesi için ama őyle gőrünyorki bir çok kişi kanıksamış bu tarihi. Yeni őğretmenler bunun ardındaki faşist ve militarist oluşumdan bile habersizler sanki.

24 Kasım’ı kutlayacak değilim kuşkusuz. Yine de őğretmenliği yüreğiyle yapan bütün őğretmenlere ; ülkemin güzel őğretmenlerine selam olsun demek geldi içimden.

Nov 22, 2010

kadercinin / kendine tapmadan önceki son -ya da sona yakın- öfkesinin bir dünya görüşünün yorumuna başlangıç olan/ çelişkili kötü şiiridir

Şiiri Arkadaş őzger yazmış. Şiirin tűmű burda. Ben okudum. Zihni (Sezi-yorum) műziğini yaptı, Youtube’da size getirdi. Internet aracılığı ile ortak bir şeyler űretebilme doyumunu yaşamak gűzel. Hala ses kalitesi konusunda sorunlarımız var. Belki ileride bir software bulunca onu da hallederiz. Ilki muziklisi ikincisi muziksizi. Şiirsiz kalmayın.



Nov 20, 2010

Başarılı Bir Anti - Komünist Olmak İsteyenlere 40 Tavsiye

J. Slavyanski ironiyi kullanıp basit bir rehber hazırlamış anti-komünistler için . 40 maddeden oluşuyor.

1. Her fırsatta, Marksizmin saygınlığını yitirdiğini, gününün geçtiğini, ölüp gittiğini ve gömüldüğünü vurgulayın. Ardından, iş yaşamınızın geri kalanı boyunca, öldüğünü iddia ettiğiniz Marksizme saldırarak, kazanç dolu bir kariyer yapın.

2. Unutmayın, “Komünist” bir ülkedeki doğal olmayan her ölümden, yalnızca devletin liderleri değil, bir ideoloji olarak Marksizm de sorumludur. Komünist olmayan ülkelerde aynı nedenle gerçekleşen ölümleri ise yok sayın.

3. Komünizm ya da Marksizm, siz ne olmalarını istiyorsanız, odurlar. Ülkeleri, hareketleri ve rejimleri “Komünist” diye damgalarken, onların gerçek hedeflerini, yazıya dökülmüş ideolojilerini, diplomatik ilişkilerini, ekonomi politikalarını ya da mülkiyet ilişkilerini incelemeniz gerekmez.

4. Komünistlerin de içinde bulunduğu her tür çatışmada, çatışmanın ve onun ürünü tüm ölümlerin suçu Komünizme atılabilir. Bunu 2. Dünya Savaşı’na uygularken dikkatli olun. Sovyetler’e ya da Komünist partizanlara karşı savaşan faşist hareketler iyiydi; ama Nazi Almanyası’nı açıkça övmemeye çalışın. Kendinize hakim olamıyorsanız, bunu özel sohbetlerinize saklayın.

5. Marksizmin “gerçek anlamına” ve Komünizmin gerçek temsilcilerinin kimler olduğuna siz karar verirsiniz. Gerçekte Trotskiy’den de nefret etseniz bile, yetkilerinin Stalin tarafından gasp edilmiş olmasıyla ilgileniyor görünün.

6. Sürekli olarak George Orwell’dan söz edin. “Hayvan Çiftliği”nden ya da “1984”ten alıntı yapın. Orwell’ın Sovyetler Birliği’ni hiç görmemiş olduğu gerçeğini ve her iki kitabın da birer roman olmasını önemsemeyin.

7. Demografik verileri önemsemeden ve tutarlılık kaygısı gözetmeden büyük ölüm sayıları verin. Açlıktan ölenlerin sayısı 3 milyon mu? 7 milyon mu? 10 milyon mu? Toplam 100 milyon kişi mi öldü? Merak etmeyin, kimse, çalışmanızdaki verileri kontrol etmeyecektir. Siz de büyük olasılıkla herhangi bir araştırma yapmadığınızdan, bu durum işinize gelir.

8. Komünist bir rejimde tutuklanmış olan herkes, büyük olasılıkla, hiçbir suç işlememişti. Komünistler yalnızca zararsız şairleri ve dünyayla paylaşacak güzel bir mesajları olan siyasi peygamberleri tutuklamıştı.

9. Stalin’in yaptığı ya da yapmadığı her şeyin kötü bir gizli nedeni vardı. Her şeyin!

10. Bir önceki maddenin ruhuna uygun olarak, Stalin’in her şeyi yapma ve bilme gücü olan bir varlık olduğunu, Sovyetler Birliği’nde olup biten her şeyi tam olarak bildiğini ve 1924-1953 yıllarında yaşanan her şeyi tam olarak kontrol ettiğini unutmayın. O dönemde olup biten her şey, Stalin’in iradesiyle olmuştu. Stalin, söz konusu dönemde işlenen tüm suçların her tür ayrıntısını biliyordu ve sınırsız zorbalığı nedeniyle, nerede olduklarını ya da ne tür bir konuma sahip olduklarını hiç gözetmeden, milyonlarca masum insanı öldürdü. Her şeyi yapma ve bilme gücü olduğundan, altındaki on binlerce kişiden gelen bilgilere bağımlı değildi.

11. Kapitalist ülkelerde bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan her tür eylemle ilgili olarak, sürekli bir şekilde “Komünist” ülkelere saldırın.

12. Marksizmin, gelecekteki olası bir toplum hakkındaki tarifi nedeniyle ütopyacı olduğunu iddia edin. Ama bunun yanında, Marksizmin, Komünist toplumun neye benzeyeceği konusunda hiçbir zaman ayrıntılı bir tarif vermemesi nedeniyle başarısızlığa uğradığını da iddia edin. Buradaki büyük çelişkiyi önemsemeyin.

13. Marksizmi bir tür dinsel inanç, Mesihçilik ya da aklınıza gelen herhangi bir ruhani zırvalık gibi göstermeye başlayın. Her tür siyasal ideoloji ile dinler arasında bazı benzerliklerin bulunabileceğini söyleyenleri önemsemeyin.

14. Anti-komünist saldırıların taktiğini unutmayın: Stalin sonrası döneme ekonomik gerekçelerle saldırın ve başarısız olunduğunu iddia edin. Bilgili bir hasmınız, Stalin döneminde sosyalist ekonominin başarılı olduğunu söyleyeceğinden ve bu dönemin ekonomisi gerçekten de başarılı olduğundan, o döneme insan haklarıyla ilgili gerekçelerle saldırın.

15. İnsan doğası. İnsan doğası nedir? Sizin açınızdan, insan doğası, hoşunuza gitmeyen siyasal görüşlerin ya da sistemlerin neden yanlış olduklarının en kolay açıklamasıdır.

16. Bolşevik devrimler, şiddet yoluyla ve kan dökülerek yapıldı. Buna karşın tüm burjuva devrimleri demokratik halkoylamalarıyla gerçekleştirilmişti ve şiddet türü şeylere tanık olunmamıştı.

17. Sürekli olarak “özgürlük” ve “demokrasi” gibi sözcükler kullanın. Sizden istense bile, bu terimleri asla tanımlamayın.

18. Komünistleri, yaşadığınız dönemin popüler tartışmalarına göre, bir şeylerden yana ve bir şeylere karşı gösterebilirsiniz. Eğer sağcı kesime sesleniyorsanız, Komünistler, dejenerasyonu ve eşcinselliği temsil ediyordur. Daha hoşgörülü bir kesime sesleniyorsanız, Komünistler eşcinsellik düşmanıdır. Aslında, Komünistler, aynı anda hem ahlaki dejenerasyonu hem de aşırı bir ahlâkçılığı temsil eder. Buradaki çelişkiyi de önemsemeyin.

19. Molotov-Ribbentrop Paktı üzerinden her fırsatta Stalin’i suçlayın; ama bu arada, Amerika’nın, İngiltere’nin ve Fransa’nın savaştan önce Nazi Almanyası’na, faşist İtalya’ya ve emperyalist Japonya’ya verdikleri desteği ve bu ülkelerle işbirliğine gitmiş olmalarını tümüyle yok sayın. Her zaman olduğu gibi, hasımlarınızın, saldırmazlık paktının bağlamını tartışmalarına izin vermeyin.

20. Doğu Avrupa’nın yeni kavuştuğu “özgürlük”ü kutsayın. Göç nedeniyle nüfusun büyük ölçüde azalmasını, doğum oranlarının düşmesini, alkol ve uyuşturucu kullanımının artmasını, siyasal istikrarsızlığı, iç savaşları, etnik temizlik operasyonlarını, kadınların seks ticareti için taşınmasını, çocuklara fuhuş yaptırılmasını, örgütlü suçları, intihar oranlarının yüksekliğini, işsizliği, hastalıkları vb. yok sayın. Konuşma özgürlüğünüz olduktan sonra, bunların ne önemi var?!

21. Her fırsatta, Komünist ülkelerdeki korku kültüründen, gecenin bir yarısında insanların kapısının çalınmasından söz edin. Amerika’da, uyuşturucuyla savaş döneminde, uyuşturucu ticareti yaptıkları kuşkusuyla insanların gece yarıları yataklarından kaldırılmasının, üzerlerine silah dayanmasının normal sayılmış olmasını önemsemeyin.

22. Komünistleri, dine baskı uygulamakla suçlayın. İslamcı köktendincileri, laik olmamakla suçlayın. Ne çelişkisi?!

23. ABD’nin şu anda, Afganistan’daki ilk zaferini finanse ettiği, desteklediği ve hatta yönettiği bir hasma karşı aşırı pahalı ve kaybetmekte olduğu bir savaş yürütüyor olmasındaki ironiyi görmezden gelin.

24. Bugünün dünyasının devam eden ve hatta kötüleşen sorunlarına karşı sizden bir çözüm istendiğinde ne diyeceksiniz? ÖZGÜRLÜK!! (Hasmınız uzaklaşıp gidene kadar tekrar edin.)

25. “Komünist”lerin hiçbir şeyine güvenilemez. Hruşov’un 1956’daki “Gizli Konuşma”sı ya da Trostskiy’in yazdıkları gibi, sizin işinize yarayanları dışında...

26. Komünist liderler, karşı devrimden korunmaya bir sürü zaman ayırırken, “paranoyakça” davranıyordu. Doğu Bloku’nda kapitalizmin restorasyonu da dahil olmak üzere, gerçekten de böyle bir tehdidin bulunduğunu gösteren tonla kanıtı yok sayın.

27. Komünist rejimler halkın desteğini hiçbir zaman kazanmamıştı. Bu söylediğimizin doğru olmadığı örneklerin varlığına ilişkin kanıtlar sunulursa, insanların beyinlerinin yıkandığını savunun. Bunun yapılmasının önündeki mali ve lojistik engelleri hesaba katmaya kalkışmayın.

28. Komünist propaganda, kaba ve ilkeldir. Eğer birileri komünist sanatçı ve yazarların dünyaca ünlü çalışmalarından söz etmeye başlarsa, hemen uzaklaşın.

29. Bir Komünistle karşılaşana kadar, “özgürlük” ve “çoğulculuk” adına laikliği savunun. Karşınıza bir Komünist çıktığında, din kartını kullanın.

30. Komünist olmayan ülkelerde gerçekleştirilen gaddarlıkların ve diğer kötü şeylerin tek sorumlusu, tek tek “kötü insanlar”dır. “Komünist” bir ülkede gerçekleşen her tür kötü şeyin sorumlusu, ideoloji ve sistemdir. Bir de Stalin.

31. Anti-komünist olmak için herhangi bir ideolojik tutarlılık gerekmez. Zamanınızın yüzde 90’ını, sosyal demokrasinin sözde sosyalizmini övmeye ayırın; sonra da kapitalist sistemi “Stalin dönemi Rusyası”yla karşılaştırın (bu konuyu daha önce hiç incelemediyseniz, “1984”ü ve “Hayvan Çiftliği”ni okumanız yeterli). Kapitalizmden sürekli olarak şikayet edin, ama birileri alternatif olarak Komünizmi önerdiğinde oradan uzaklaşın. Aşırı sağdaki bir faşist misiniz? Sürekli olarak, kapitalizm koşulları altındaki kültürel dejenerasyondan şikayet edin; ama bu arada, ırkçılığınız dışında hiçbir anlamlı gerekçe gösteremeseniz bile, Marksizme sonuna kadar karşı çıkmaya devam edin.

32. Eğer anarşistseniz, kendi ideolojinizin tüm tarih boyunca yüzde 100’lük bir başarısızlık oranına ulaşmış olmasına karşın, her fırsatta Marksizmin “başarısızlık”ından söz edin. Bu başarısızlıktan Komünistleri ve silahlanmayı sorumlu tutun. Kendisini gericiliğe karşı savunamadıktan sonra, en mükemmel toplumun bile hiçbir işe yaramayacağını görmezden gelin.

33. Neo-Nazi misiniz? Komünizm, Yahudiliktir. Tartışma bitti.

34. Neo-Hippi misiniz? Komünizm, sizin yücelttiğiniz Tibet kültürünün Çin tarafından ezilmesidir.

35. Mao döneminde gerçekleştirildiği iddia edilen soykırımı her fırsatta kınayın; ABD’nin Nixon döneminde Çin’le kurduğu ilişkileri ve kapitalist Çin’in modern ABD ekonomisinde oynadığı rolü görmezden gelin. Çin hakkında olumlu bir şey söyleyecekseniz, bu ülke kapitalisttir. Eğer eleştirecekseniz, hâlâ Komünisttir.

36. Marksizmin gözlem ve deneylere dayalı olmadığını iddia edin. Neo-liberalizm, “demokrasi” ya da “özgürlük” de gözlem ve deneylere dayalı değildir; ama bunu boş verin.

37. Nerede, hangi ülkede, hangi tarihsel dönemde olduklarından, geçmiş deneyimlerden ve tüm diğer etkenlerden bağımsız olarak, Komünistlerin, Stalin dönemi Rusyası’nın bir kopyasını yaratmak istediğini ileri sürün. Stalin döneminde, sanayileşmenin çok geri olduğu bir ülkenin kalkınması gibi bir sorunla uğraşılmış olmasını, bunun bugüne taşınamayacağını vb. önemsemeyin.

38. Sihirli “totaliter” sözcüğünü kullanmayı öğrenin. Bu sözcük, karşı kutuplarda yer alan iki ideolojiyi aynı çuvala sokmanızı sağlar: Komünizm ve Faşizm.

39. Sosyalist ülkelerin, piyasa reformlarına başvurdukları ölçüde, daha büyük ekonomik sorunlar yaşamaya başladığını görmezden gelin.

40. Sayılar ya da tarihsel bağlamla ilgili eleştiriler aldığınızda, “acımasız zorba”, “vahşi katil” gibi etiketlere başvurun. Stalin gibi insanların, öldürdükleri onca insan nedeniyle kitle katili olduklarını ve kitle katili oldukları için onca insanı öldürdüklerini biliyoruz. İşte bu kadar açık ve net!

(çeviren: Erkin Özalp)
Stalker'dan

Nov 12, 2010

Tanrı Baba

Tanrı Baba bir sabah uyanınca
Biz insanları düşündü nasılsa
Gitti pencereye "Kim bilir" dedi.
'Belki o gezegen yok oldu gitti"
Ama baktı uzakta, çok uzakta
Bir köşecikte fır fır dönüyor dünya.

"Şeytan canımı alsın " dedi Tanrı
'Alsın vallahi çocuklar
Bir şey anlıyorsam
Bu dünyalıların tutumlarından''

"Ey benim minnacık yaratıklarım
Ak ve Kara, donuk ve yanıklarım''
Dedi Tanrı, babacan haliyle.
"Sözde ben yönetiyor muşum sizi
Oysa görüyorsunuz,
Allah çok şükür,
Benim de sürüyle bakanlarım var"

"Şeytan canımı alsın " dedi Tanrı
Alsın vallahi,
Bu bakanlar ikişer, üçer
Atmazsam kapıdan dışarı.''

Boşuna mı şarap verdim,
Kızlar verdim size
Güzel güzel yaşayasınız diye
Nasıl olur da siz bana
'Orduların Tanrısı' dersiniz
Ne yüzle alıp adımı dilinize
Top atarsınız birbirinize... "

"Şeytan canımı alsın " dedi Tanrı
"Alsın vallahi çocuklar
Bir tek orduya kumanda ettiysem bugüne dek
Su süslü püslü zibidilerin
İşi ne yaldızlı tahtlar üstünde?
Nedir o kasilmalari, böbürlenmeleri?
Beslediginiz bu karınca beyleri
Sözde benden kutsal haklar almışlar
Benim inayetimle kral olmuşlar. "

"Şeytan canımı alsın " dedi Tanrı
"Alsın vallahi çocuklar "
Sizleri böyle kötü yönetenler
Geldiyse benden.
Bir de o kara bücürler var, benden geçinen
Burnum illallah dedi tütsülerinden
Yaşamayı oruca çevirmis bu softalar
Verdikleri parlak vaazlara gelinceee,

"Şeytan canımı alsın " dedi Tanrı
"Alsın vallahi
Birsey anlıyorsam bu heriflerin anlattıklarından''
"Artık bana kızmayın çocuklar
Sevişin, güle oynaya yaşayın
Sizi yakar makarım diye de korkmayın,
Kralına da, yobazına da basın kalayı!. .''
Ama keselim, Allahısmarladık
Jurnalciler duyarsa yandık.

"Şeytan canımı alsın " dedi Tanrı
"Alsın vallahi çocuklar
Bu yüzsüz herifleri
Sokarsam kapidan içeri
Kapıdan içeri kapıdan içeri...

Pierre Jean Beranger

Nov 10, 2010

Ne ülke ama!

‎10 Kasım'da saygı duruşuna geçmeyini DÖV,
Oruçta yiyip içeni DÖV,
Bayrağa yan baktı diye DÖV,
Üstünde Ahmet Kaya tişörtü var diye DÖV,
Kürtçe şarkı söyledi diye DÖV,
Annesi ile Kürtçe konuştu diye DÖV,
Türkçe bilmiyor diye yine DÖV,
Korucu olmadı diye DÖV,
Oyunu vermedi diye DÖV,
Zafer bayramında marş okumadı diye DÖV,
Mahalleden geçti diye DÖV,

Ve bu olup bitenlere SÖV, ama sövdün diye gel yine DÖV..

Bijwen | Kürt 2.1

Nov 8, 2010

öğretmen'e

"Yahu siz farkında değilsiniz ama benim hayatımda çok özel bi yeriniz var. İlk sizin sayenizde farklı olmanın, düşünmenin tadına vardım ben, yoksa şimdi sünepe bi CHP'li olurdum en fazla... :)))"

(eski) Bir öğretmen daha ne duymak ister ki? 
 

Nov 5, 2010

Gözümüz var toprağında bu vatanın

“Evet, gözümüz var toprağında bu vatanın. Gözümüz var ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için.”Hrant Dink.
Hrant'ın kendi sesinden o metin burda. 


.....
Aslında ne Türk'üz
                  ne Kürd'üz
                        ne Ermeni'yiz.. 
                              Öyle bir babamız var ki Hrant, 
                                                               hepimiz yetimiz...

Yetimler Ağıdı'ndan

Nov 2, 2010

Yasağın Pedagojisi

Babası en ağır siyasi cezaların verildiği bir hapishanede mahkûmdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanınd...a yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı... Çok üzülmüştü küçük kız... Babasına söyledi bunu, o da: "Üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?"dedi. Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu: "Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı? Küçük kız babasına eğilerek, sessizce: "Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!..."

Nov 1, 2010

Restore Sanity

Amerika ilginç dőnemlerden geçiyor. Aslında bütün dünya ilginç bir süreçten geçiyor. Bunun Amerika’daki bir yansımalarından biri geçen Cumartesi Washington, DC’de idi. Sağcılar her sağcı gibi geçmişten analojilerle ruhlarını yeniden canlandırmaya çalışıyorlar. Tabii bunu yaparken de kendi eski başkanlarının iki dőnemde içine sıçıp bıraktığı dünya politikalarından tutun da ekonomik krize kadar herşeyi sanki sosyalist Obama yapmış gibi bütün salakları yanlarına çekmek için kullanıyorlar. Hani şu ünlü çay partisi. Hani şu 1773’lerde Ingilizlerin yüksek çay vergisini protesto etmek için Boston limanında bütün çayları denize dőktükleri olay.


Dangalaklığın bini bi para yani. Eee Amerika’da işçi sınıfı yok, sinif mücadelesi hak getire, sosyalist ve komunistleri kimlere yakıştırdıklarını bi gőrseniz kıçınızla gülersiniz. Sosyal demokratların sağcı muhafazakarlardan pek farkları yok zaten. Nasıl olsa patronları aynı şirketler. Entellektüeller deseniz soyları tükenmiş; Üniversitelerde gıklarını çıkaramayan memurlara dőnüşmüş akademisyenler. Chomsky dışındakiler şamar oğlanına dőnüştürülmüş, kaçanlar da (Henry Giroux gibi, geçen yıl őlen Joe L. Kincheloe gibi) Kanada’ya kaçmışlardır.

Günümüzün entellektüeli medya entellektüelleridir artık. Medyanın kendi çarkları içinden çıkan; düşünce ve eylem sınırları őnceden çizilmiş. Aynı takımın oyuncusu entellektüeller; sağcısı ve solcusu -ki ne kadar solda oldukları tartışılır- aynı takımda . Bu takımda gol atıcılar da entellektüellerinin dahi diyemeyeceği, cürret edemiyeceği şeyleri şakaya katarak sőyleyen komedyen entellektüeller arasından seçilip beslenmektedir. Jon Stewart ve Stephen Colbert adlı komdyenler üstlenmişti bu mitingi düzenlemeyi. Marcuse bu tür radikalmiş gibi gőrünen ama eğlence ya da komikliğin gürültüsünde kaybolan őzgürlük yanılsamlarına represif telorans demişti. Evet bu illizyon içinde 250.000 kişi őzgür olduğumuzu düşünürek yürüdük en büyük alanında Washington’ın.

Herkesler ordaydı. Islamcısı da ordaydı, sağcısı da, demokratı da, liberali de. Garip bir şekilde anarşistler yoktu ortada. Oysa ki hep orda olurlardı. Sahi nerdeydiler?

Yürürken dilime nakarat gibi dolanmış şu sőzler vardı:

Where have all the intellectuals gone? Where have all the anarchists gone?

Bunlar “çok erken” diyor umutsuz olmak için, “Obama'ya biraz daha zaman ve şans verin” diyor








Bu pankart da “serbest piyasa ekonomisinin eli olmadik yerime değdi” diyor









Bu amcam barışçı bir Islamdan yana...









Bu amca da inadına namaz kılıyor. Saat 3'de ne namazı kılınır sahi? Ama korkusuzca namaz kılabilmesi ne güzel. Sıkıysa bi yahudi, hrıstiyan, ya da bir ermeni ibadetini ulu orta yapsın bakalım bizim oralarda. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak ha!



Bu da Arizona denen eyaletin son zamanlardaki göçmenlere yönelik faşistçe çıkışına laf sokuşturuyor.












Bu vatandaş çay partisinin yeni neferlerinden biri...











Bu da tek anarşiste benzeyen kişiydi gördüğüm. Kimseleri de yoktu yanında. Yapayalnızdı gerçek bir anarşist gibi. Pankartının (bile) kızgın olduğunu söylüyor.










Bunlar kiliseyi ve kilisenin homoseksüeliteye karşı çıkışına laf sokuşturuyorlar.









Burdaki espriyi anlamış değilim. Belki de bir espri de yok :-)









Hükümet bize yardım etmez biz kendi kendimize yardım edelim diyor. Bunu da anlamadım çünkü burdaki muhafazakarlar hükümet ve devletin mümkün olduğunca insanların yaşam alanlarından çekilmesini istiyorlar. Alabildiğine kapitalist bir yaşam istiyorlar. Bu pankartta baska bir seye de gönderme olabilir. Mesela hükümet batan şirketlere ekonomik yardım etti, bunlar birbirine yardim ediyor bize yardim edecekleri yok da diyor olabilir.



Burdaki comic sans (yazi karekteri) ile bizim komedyenlere bir gonderme var ama tam ne demek istedigini anlamadim. Diğerini de anlamadim.








Bu hoştu. Herkesin birbirine faşist deyip Hitler’e benzettildiği bu saçmalıklar çağında “yeter herkese Hitler bıyığı çizmeyi bırakın” diyor...Diğer pankartta ise Amerikalılara yakıştırılan bir takım sıfatları (steryotipleri) sıralıyor. Sonra da “başka bir steryotipiniz var mı?” diyor.




Bu arkadaş da “V for Vendata” filminin etkisinden kurtulamamış daha.











Bu abla da Obama'ya yüklenen olumsuzmuş gibi vurgulanan sıfatları (müslüman ve sosyalist) kullanarak ben başkanımı seviyorum diyor.









Özgürlük ucuz değil ama bu kadar da pahalı olmamalı.









Iki şey var Amerikalıların en çok nefret ettigi:
1- vergi ödemek
2- Vergilerle gerçekleştirilen ve kendilerinin yararlandıkları hizmetlerden de vazgeçmek zorunda kalmaları. Burda vergi ödemek istemeyen muhafazakarlara laf atma var...





Çöp! :-)











 Bunlar da başka bir faşist, dinci, ve homofobik çift. Biri homoseksüellerin "terör bebeklerini" (her ne demekse) evlatlık edinip edinmemelerinin asıl sorulması gerektiğini söylüyor, diğeri ise Obama'nin Amerikan vatandaşı olmadığını ima eden bir espri yapiyor...






Bu da demokrasinin şirketlere satıldığını ima eden bir pankart.










Uygarca miting böyle olur. Biri (kadın) diyor ki Fox TV (faşist sağcı tv) gerçeği söylüyor. Diğeri de Fox'ı ne kadar çok izlerseniz o kadar az öğrenirsiniz (bilirsiniz) diyor...







Bu da başka bir muhafazakar. Hemi de dinci. Tanrının ideologlardan nefret ettiğini söylüyor. Küçük harflerle de en azından onlardan o kadar da etkilenmediğini söylüyor.







Homoseksüeller, naziler ve Meksika’lı göçmenler yüzünden vergilerin yükseldiğinden şikayet ediliyor (mi?)...










Korkunun gerekliliğine gönderme yapıp muhafazakarlara oy verin diyor. Çünkü muhafazkarların bugünlerde oynadığı en büyük kart "korku kartı". Sosyalizm korkusu, islam korkusu. vs..







Burda da komedyen Stewart'a laflar var. Stewart'in şovunun islami-komunist, yahudik-nazi, homo-faşist, sosyalist, femino-ayı (grizzly - boz ayı demek) saldırılardan oluştuğunu ve durdurulması gerektiğini söylüyor. Bunlar da korkunun gerekliliğini ima ediyor.






“Aklıbaşında olmayı yeniden yapılandırın” diyor. Anayasadaki “Biz insanlar” yerine biz şirketler yazıldığına gönderme var.









Uyuşturucunun serbest bırakılıp vergilendirilmesine dair bir poster.








Bu pankart Amerikalinin sosyalizm hakkındaki bilgisini çok iyi ifade ediyor. Hükümet ve devletin vergilerle yaptığı herşey (demiryolu, havayolu, karayolu, kanalizasyon, vs hepsini boykot edin diyor.