Pages

Sep 28, 2007

Fuzuli’yi bilir misiniz?


Bu sabah bir Gazel'e uyandım. Içimde őyle hafif, henűz yazılmamış bir suzinak şarkı..Fuzuli’yi bilir misiniz?


Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür
Men kimem sâkî olan kimdür mey û sahbâ nedür

Gerçi cânândan dil-i seydâ içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-i dil-i seydâ nedür

Sep 25, 2007

Şiddet Kültürü – Polis Devleti

Őnce şu videoyu izleyin.

Şu videodaki görüntülere bakıp da insanlığından, vatandaşlığından, adalet sisteminden utanç duymayan miliyonlarca Türkiyeli vardır sanıyorum. “Eeee haketmiş! Çalmasaydı!” Diyen o kadar çoktur ki…Oysaki çaldığını bile henüz bilmiyoruz. Hiç bir delil yok ortada. Çünkü sözü edilen suç görünmüyor. Yani bir tek kuyumcunun şüphesi var ortada.

Oysa ki bu videoda görütülere yansıyan suçlu bilezik çaldığı iddia edilen genç kız değil. Suçüstü yakalanan kuyumcu ve polistir. Kuyumcu kiza fiziksel saldırıda bulunduğu için suçludur, polisler işkence yaptığı için suçludur.

Polisin gorevi yargilamak değildir. Ceza vermek değildir. Hele psikozunu tatmin etmek hiç değildir. Şüpheliyi (mahkeme karar vermedikçe herkes suçsuzdur çünkü) adalete teslim etmektir görevi polisin. Hele hele kaçma girişiminde bulunmayan, bulunamayacak olan - elleri kelepçelenmiş birine böyle dayaktır suç olan.

Kimdir suçlu? Yasaları çiğneyendir. Iskence yasaya aykırıdır. Polisler işkence yapmışlardır ve suç işlemişlerdir. Bir de zanlının videoya yakalanmamak için odaya götürülüyor olması, olayin kastını da gösteriyor. Yani yasayı çigneyen bu polis hangi yasanın koruyucusu olacak?

Biliyorum safça ve salakça geliyordur bu sorularım. Bu neyi gösteriyor biliyor musunuz? Ne kadar salakça yaşadığımızı…Ne kadar zavallıyız! Ve bu sizin başınıza gelmez sanıyorsunuz. Gelecek bir gün. Bir trafik meselesinden, ya da küçük bir tartışmadan, ya da aranan birinin eşkaline benziyorsunuz diye düşecek yolunuz karakola. Ya da ya da sadece yanlış zamanda yanlış yerde tesadüfen bulundunuz diye yolunuz düşecek oraya. Size de böyle davranacaklar. Sizin bacınıza da! Kızınıza da!

Başınıza polis vahşeti geldiğinde sakın üzülmeyin onurunuz kırıldı diye. Olmayan şey kırılmaz. Isterseniz ne zamandan beri onursuz yasadığınızı kendinize sorun…

Sep 23, 2007

Islam, Demokrasi, Humanizm ve Laik Cumhuriyet

Bi ara yazmıstım şu müslümanlara güvenmediğimi. Insana saygılarının olmadığnı, ilk fırsatta inançlarında egemen olan şiddeti, ayrımıcılığı, ve taçizi yaşama geçireceklerine olan öngörümü (önyargımı!) söylemiştim. Bakın Ramazanla birlikte neler olmuş. Tabii bunlar duyduklarımız…

Eskişehirde bir olay: 13 Eylülde iftar saatine yakın iki kadın kelli-felli biri tarafından hem de karakolun karşısında sözlü ve fiziksel taçize uğruyor, karakoldaki polisler adamdan bir özür dilemedikleri kalıyor hatta nerdeyse kadınları çok hassas olmakla falan suçluyorlar. Adamın oruçlu, özgür iradesiyle başını kapayan karısı kadınlara ”Ne var canım küfrettiyse?” demeye kalkınca adam Allah’ın ve yüce Türk milletinin veridği yetkiye dayanarak karısına da tokat atıyor ve de küfrediyor. Hem de karakolda. Hem de yasaları ve herkesi korumakla yükümlü bu nedenle vergilerimizle geçinen, maaş alan adil polisimizin önünde oluyor bunlar. Sonra kadınlarımızı alkol muayenesine gönderiyorlar (Allah çarpsın ki kızlık zarı kontrolü de akıllarından geçmistir ama belki oruçları bozulur diye vazgeçmişlerdir.) Sonra da polisimiz dayakçı adamla bir güzel iftar açmışlar. Olayı yaşayanlar anlatıyor: Kimi kime şikayet ediyoruz.

Bunun için Eskişehir Demokratik Kadın Platformu(DKP) bir basın açıklaması yapmış. Ama dava açmişlar mı onu bilmiyorum.

Bianet’ten Pelin Dutlu da bu olaydan sözettikten sonra başka bir olay daha anlatmış.
“İstanbul’dan trenle Eskişehir’e gelen üç kadın arkadaşımıza aynı kompartımandaki bir adam “beliniz gözüküyor” diye “Ramazanda böyle giyinilir mi?” diyerek tartışmaya giriyor, rahatsız ediyor hatta “Eskişehir’de görüşeceğiz sizinle” diye tehdit ediyor. Yol boyunca taciz ediyor. “

Ertuğrul Kürkçü kendisine yazan, devlet memuru olduğu tahmin edilecek olan bir kadının Ramazan ayıyla birlikte özgürleşen çalışma yaşamından kesitler sunuyor…Milliyet yazarı Meral Tamer’in durum kötüleşirse bir kaç yıl ıçinde kızını da alip Turkiye’den gidebileceğini söylediğini de vurguluyor…

Siz bakmayın bu olaylara. Bunlar münferi olaylardır, yoksa Islam ılmlı, saygılı, özgürlükçü, ve barış dolu bir dindir.

Kahraman Maraş, Sivas, ve daha nice olaylar da bir iki çürük elmanın işidir…

Sahi siz biliyor muydunuz, ben tesadüfen ögrendim. Maraş katliamı sanikları 1991’de Terörle Mücadele Yasasının bilmem neresinin nasıl yorumlanması sonucu serbest bırakılmışlar.

Sevgili, saygılı, ve en adil hukuğu ülkemin
Hukuğun islemesi için gecesini günduzüne katıp,
oruç-moruç demeden çalişan fedakar,
savcilari, hakimleri, polisleri, ve gece bekçileri ülkemin.
Ah humanist müslüman inancı ülkemin.
Hepinizi
Ama hepinizi tebrik ediyorum.
Bu ülke sizinle gurur duyuyordur…

Sep 19, 2007

Özgürlük Her Zaman Kazanılmak Zorunda!... mı?

Her nekadar Bruno Bozzetto animasyonunda çok güzel bir dille "Özgürlük Her Zaman Kazanılmak Zorunda!" dese de, kazanılmak zorunda olmayacağı günler umuduyla demek geliyor içimden…Hava gibi su gibi herkese yetecek kadar olmalı Özgürlük. Ölünmemeli uğrunda, öyle bir ihtiyac, gerekçe olmamalı... çok mu zor! Niye zor? (Biliyorum birileri onu da suyu pet şişelere koyup sattikları gibi onu da satarlar diyordur.) Ama hele bi önce oraya gelelim de sonra bakarız çaresine demek geliyor içimden….Çünkü şimdiden kestirilecek bir şeymiş gibi gelmiyor bana bu.

Sep 17, 2007

Washington’da savaş karşıtı gösteri

Dün 16 Eylül Pazar günü ABD Washington’da savaş karşıtı gösteri yapıldı. Gösterinin slogani: “Ordular biziz. Eve dönmek istiyoruz”. Gözaltına alınanlar da var. Tutuklananlar arasında ölen askerlerin anneleri, Vietnam malüleri, ve ögrenciler var. Polis tutuklananların polis şeridini yasadışı olarak geçmeye çalışmaktan dolayı gözaltına alındıklarını söylemiş.


Ilginç görüntü polisin asker elbisesi giymiş göstericileri gözaltına almasıyla gerçekleşti.

Sep 16, 2007

Yalnız ben de mi bu gariplik hali?




Şu Anayasa tartışmaları hiç mi hiç ilgimi cezbetmiyor. Kendimi zorlasam da halen hiç bir ilgili yazıyı okumadım, okuyamadım. Ögrenilmiş çaresizlik mi? Yorgunluk mu? Umutsuzluk mu? Tembellik mi? Tanısını da koyamadım bir türlü.





Yalnız ben de mi bu gariplik hali?

Sep 14, 2007

Kısa Tarihimizin Gerçek Boyutu

12 Eylül darbesinin gerçek boyutlarınin dökümünü birileri üstlenmis. Helmut Oberdiek adiyla (BIA Haber Merkezi – Berlin) yazılmış yazı boyutlara kanimca ilk defa mantıklı bir perspektiften bakıyor.
http://www.bianet.org/bianet/kategori/biamag/101765/11-12-eylul-darbenin-gercek-boyutu

Info-Türk diye Belçika’da kurulan bir sivil örgüt 1980’den beridir insan haklari ihlallerinin dökümünü tutmuş.

http://www.info-turk.be/

Araştırmacı Oberdiek Türkiye’de Yaşama Hakkı başlığıyla bulgularını şu sitede yayinlamış.

http://ob.nubati.net/tr/yasam//index.php

üçleme ana başlığı adı altında üç alt başlıkta toplamış yazılarını. Gözaltında Kayıplar, Gözaltında ölümler, ve Silahlı Guruplar tarafindan oldurulenler.

Sonra da yayınlanmış gazette küpürlerinden bir arşiv olusturmuş.

http://ob.nubati.net/tr/arsiv/

http://ob.nubati.net/en/news/index.php?twg_lang=tr

Kimseler dökümünu tutmadı diye dövünürken, böyle bir arşivin olması bence yaşanılan ve geçmişin karanlığına gömülmek istenen tarihimizi yaşatıyor.

Sep 12, 2007

Darbeler ve Bir Direnme Pedagojisi Olarak Illegal Fıkralar

Yaşam bir boyutuyla ayak direme işidir. Direnme işidir hayat. Ve yıkılmadan ezilmeden hayatta kalma işidir. Birtek formülü yoktur bu işin. Kolaylıkla denilebilir ki, ne kadar insan varsa o kadar da değişik başetme yolları vardır.

Yani kişiye göre değişir başetmenin yöntemi, zamana göre, nesnel koşullara gore değişir, diline, kültürüne, dinine göre değişir. Ama bazı yöntemler vardır ki nerdeyse ne bir ulus tanır, ne bir ırk, ne dil, ne de din: Evrenseldir. Herkes yapar demiyorum ama hemen hemen herkes yapar bunları. Örnegin kendi çocuğunu yiyen bir ana gibi devlet içerde düşman belirleyip topyekun bir kirli savaş ilan ettiğinde kendi çocuklarına karşı; korku iktidarı egemen olduğunda, belirsizlik gökyüzünü kapladığında, işkenceler, gözaltında kaybolmalar, suikastlar, çöplüklere bırakılmış cesetler insanlığınıza yeltenmiş en büyük tehdit gibi dururken her sabah yüzünüzü yıkadıktan sonra baktığınız aynada, insan kalabilmek mücadelesi evrensel ögeler taşır.

Bir tanesi türkü-şarkı söylemektir örneğin. Nazım demiş ya

“Insansız kalabildim ama/ Türküsüz asla”

Bir de fıkralar vardır. Her fıkra işkencecinin, katilin, ve onların emir-babalarının yüzüne savrulmuş tokat gibidir. Tükürük gibidir, kan sızmış. Manifestodur içinde antidot taşır bütün insansızlaştırma çabalarına ve taktiklerine karşı. Evrenseldir de…

Işte bir kaç örnek.

Bir tane Friedrich Camus yazmıştı geçen gün.

Bodrum'da Zeki Müren'in sahne aldığı bir pavyona o gece Kenan Evren geliyor. Sahne performansı bitiyor. Zeki Müren rakı masasına oturuyor. İki masa arkasında da Kenan Paşa oturuyor. Gazeteciler Zeki Müren'le röportaj yapıyorlar.

- Sayın Müren, size neden Bodrum paşası diyorlar?
Zeki Müren arka tarafta oturan Kenan Evren'e bakıyor ve cevap veriyor:
- Bizim halk ibne diyemediğine paşa der!"

* * *

Kenan Evren en ünlü günlerinde. Doymuyor herkesin ona “Paşam” demesinden. “Paşam konuş” demesinden, şakşaklardan… Yine bir memleket gezisindeyken küçük bir çocuk görür yol kenarında çamura bulanmış tezekle oynayan, durdurur kafileyi. Yaklaşır, çocuğa sohpet etmeye çalışır.

- Neler yapıyorsun çocuğum?
- Heykel!
- Ne güzel şeyler bunlar. Benim de heykelimi yapar mısın?
Çocuk şöyle bakar Evren’e.
- Yok! der.
Evren ısrarlıdır.
- Neden?
- Çünkü senin kadar büyük bok yok…

***

70li yıllardan:

üniversiteli solcu genç evde desr çalışırken askerler ve polis birden eve girerler, birileri genci tekme tokattan geçirirken birileri de evi ararlar. Hiç bir şey bulamazlar. Ama sonunda biri teypte calan müziğe dikkat eder. Bu ne lan der, ögrenci de Mozart der. Yetkili biri de hemen "seni gidi Mozartist seni, götürün bunu!” der.

***

Yine bir ögrenci evi basılır. Kitaplar toplanır, falan filan. Sonra askerin biri duvarda asili duran Marx’ın resmine bakar. “Bu kim lan?” der ögrenciye. Öğrenci de “dedem o! Ne olmuş!” der. Asker de “Ulan böyle nur yüzlü bir deden var sen de kalkıp böyle kominist işlerle uğraşıyorsun” der.

***

12 Eylül’lü yıllardan

Amerikalı, Rus, ve Türk polisler beraber hizmet-içi kursu gibi bir şeye katılırlar. Kursun sonunda bir yarışma yapılacaktır. Yarışma ormana bırakılacak olan bir tavşanın en kısa zamanda kimin tarafından yakalanıp merkeze getirileceğine dayalıdır.

Sabah erkenden, ilk tavşan ormana bırakılır. Ilk Amerikalılar gider. 3 saat sonra tavşanla geri gelirler. Sonra Ruslar gider. Onlar da 2 buçuk saatte gelirler. Sonra Türk polisi için bir tavşan salınıverir ormana. Türk polisi gider. Saatler geçer. Kimseler yok ortada. Hava kararır. Yine kimseler yok ortada. Artık herkes kaygılanmaya başlar. Başlarına bir şey mi geldi diye herkes meraktan yerinde duramazken, bakarlar ki Türk ekibi yanlarında bir fille geliyor. Bu nedir diye sormak ister diğerleri,fil hemen laflarını keser.
“Valla ben tavşanım! Itiraf ediyorum ben tavşanım” der.

***

Şili’den Pinochet yılları:

Tavşanın biri sınıra koşarak telaş içinde sınırdaki askerleden yardım ister. Sınırdaki nöbetçi askerler sorar ne oluyor diye. Tavşan “Şili'de bütün filleri öldürüyorlar!” der. Askerler de tavşanı sakinlestirmeye çalışır; “iyi ama sen tavşansın sakin ol artık. Tavşan da aynı telaşla "iyi ama bunu nasıl onlara ispatlayacağım" der .

Arjantin'den junta dönemi:

Demokrasiye geçildikten kısa bir süre sonra büyük uğraşlardan sonra bir işkenceci sonunda adalete teslim edilir.

Hakim: 30 insanın ölümunden, yüzlercesinin kaçırmaktan, alıkoymaktan, iki ödenmemiş trafik biletinden yargılaniyorsunuz. Ne diyeceksiniz suçlamalar hakkında?
Işkenceci: Bir yanlışlık olmalı. Benim arabam yoktur hakim bey.
Hakim: Aaa öyle mi? özür dilerim. Dava kapanmıştır!

Hadi sıra sizde? Fıkralarınızı bekliyorum.

Not: Fıkralar yorumların içinde kaybolmasın diye ana metine ekleyecegim.


Anonim yazmış
12 Eylülün ilk günlerinde Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya her sabah genelkurmaydaki işine giderken Ankara'da ayakta duran bir Atatürk heykelinin önünden geçmek durumundadır.

Bir sabah yine aynı yerden geçerken heykelden gelen bir sesle irkilir: "Tahsin, Tahsin bana bir at bul!" Şahinkaya şaşırır. Ertesi gün daha ertesi aynı sese tanık olur. Sonunda durumu Kenan Evren'e anlatmaya karar verir. Ordan birlikte geçmek isterler. Ertesi sabah heykelin yanına vardıklarında heykelden bu kez şu ses duyulur: " Tahsin, Tahsin ben senden at istedim, eşek değil!.."

***

Anonim yazmış

12 Eylülden sonra Kenan Evren birden ne çok konuşm... 12 Eylülden sonra Kenan Evren birden ne çok konuşmayı sevdiğini farketmişti. Her şehirde, her kasabada, her köyde, hatta bazen semtlerde de durur konuşma yapardı. Bu konuşmaların iki önemli teması vardı: “ülkenin bölünmez bütünlüğü” ve sınıf meselesinin önemli bir faktör olmayışıydı.. Bunu da gittiği her yerde şöyle yapardı. Mesela Çanakkale’de mi konuşuyor, konuşmanın başında hemen, “Ben aslen Çanakkale’liyim” derdi. Ve ardindan da eğer kalabalıkta işçiler çoğunluktaysa, “Size işçi diyorlar. Benim babam da bir işçiydi. Ben de aslında sizin gibi bir işçi çocuğuyum” derdi. Köylülerle mi konuşuyor, “Size köylü diyorlar ama benim anam da köylüydü. Yani ben de aslında bir köylü çocuğuyum” derdi. Bir gün de Izmir’e konuşma yapmak için geliyormuş. Kerhanesiyle ünlü Tepecik semtinin ordan geçerken oruspuların yollara dizildiğini görünce dayanamamış bunlar ba bizim halkımız demiş ve durmuş konuşmasına başlamış…”Size oruspu diyorlar ama ben de aslında bir oruspu çocuğuyum” demiş…

***


Sep 10, 2007

Sayılarla 12 Eylül Askeri Darbesi




Araştırmalara göre 12 Eylül Askeri Darbesi'nin toplumsal ve siyasal bilançosu şöyle:


1 milyon 683 bin kişi 'fiş'lendi.


650 bin kişi gözaltına alındı.



Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.

7 bin kişi idam istemiyle yargılandı.

517 kişiye idam cezası verildi.





259 kişinin idam dosyası Yargıtayca onandı.

49 kişi idam edildi.

71 bin kişi 141, 142 ve 163'den yargılandı.

98 bin 404 kişi 'örgüt üyesi' olmak suçundan yargılandı.

388 bin kişiye pasaport verilmedi.

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.

30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.

300 kişi 'kuşkulu bir şekilde' öldü.

171 kişinin 'işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı.

14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları 'açlık grevi' sonucu yaşamını yitirdi.

30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.

1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi.

1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü.

47 yargıç görevden atıldı.

7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü.

937 film 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandı.

23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu .

İstanbul'da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı.



13 büyük gazete için 303 dava açıldı.

31 gazeteci cezaevine konuldu.

Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi.

300 gazeteci saldırıya uğradı.

3 gazeteci öldürüldü.

49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu için imha edildi.

Sep 2, 2007

Bir filim, Eve Dönüş ve 27 yıl sonra 12 Eylül'ü Hatırlamalar

Geçenlerde bir forumda biri şöyle tanımlıyordu 12 Eylül’ü;

Tank sesiyle uyanmanın, her 100 metrede bir donunuza kadar aranmanın, alçak sesle konuşmak, düşünmemeye çalışmak ve "yanlış anlaşılmamaya çalışmanın" ne olduğunu biliyor musunuz siz? Etrafınızdakilerin ikişer üçer ortadan kaybolduğunu, işkence seslerinin işkencehanelerin çevresindeki 1 km karelik alanda kulak tıkacına ihtiyaç bırakacak kadar "rahatsız edici" hale geldiğine tanıklık etmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz siz?

Seneryosunu ve yönetmenliğini Ömer Uğur'un yaptığı Eve Dönüş adli film işte Türkiye’nin anlığında hala çok canli duran bu 12 Eylül (27 yil geçmiş! Oysa hiç o kadar da uzak hissedimiyor! Sanki dünmüş gibi.) karabasanın bir boyutuna kamerayi uzatmış. İzlemediyseniz izleminizi tavsiye ederim. Sanki bir filim eleştirisi yapacakmışım gibi başladım sanki ama bir filim eleştirisi değil bu yazı, zaten filim eleştirisi yapmaya kendimi yetkin de görmüyorum. Ben filimin işlediği olgunun ve tarihsel bir dönemin tanıklığını şöyle ya da böyle başarılı bir biçimde yapmasından dolayı takdir edilmesi gerektiğine inanıyorum, çünkü 12 Eylül 1980’den şimdiye kadar gördüğüm ender onurlu bir çaba var bu filmde.

12 Eylül bir sürü hayata mal oldu, en azindan üç kuşağa (Her darbe en azından üç kuşağa mal olur. Darbenin yapıldığı dönemin gençlerine, onlarin ailelerine, ve onlarin çocuklarına) travma yaşatti. Ve biz tarih karşisinda beceriksizliğimizle suçluyuz; işkencecileri ve onların paşalarını yargıya getiremediğimiz gibi, belgeleyemedik de yaşananlari ve yaşatılanları. Ömer Uğur bu boşluğu doldurmak için elinden gelenin en iyisini hiç de ticari bir kaygı gütmeden yapmış. Saygıyla teşekkür ediyorum kendisine.

Filim Istanbul’un kenar mahellerinde yaşayan apolitik, o dönemin söylemiyle “lümpen” bir işçinin, Mustafa, darbeyle birlikte başlayan rastgele tutuklamalar, işkencelerden kendi payına düşeni alışını anlatıyor. Iş arkadaşlari tek tek göz altına alınırken, Mustafa’nın tavrı “o işlerle uğraşmasalardı! Bak beni kimse içeri aliyor mu!” olur. Ama Mustafa da bu histeri ve terörden kimsenin muaf olamdığını öğrenecektir. Filim izleyiciye 22 gün süren işkenceler sonunda Mustafa’nın bir daha sağlıklı bir hayatı olmayacağını yaşatiyor, hissettiriyor. Işkencenin mantığını, devlet terörünün yöntemlerine göndermeler yapıyor filim. Gözaltında, işkencede öldürülenlerin nasıl da “çatışmada öldürüldü” haberleriyle hasıraltı edildiğine tanıklık yapıyor filim.

Finalinde de filimin bütün yükünü taşıyan olguya tekrar vurgu yapılıor. Hiç Kimse Muaf Değildir zulümden, işkenceden, rastgele tutuklamalardan, göz altında kaybolmalardan, yargısız infazlardan.

Hiç Kimse Muaf Değildir!

Hiç Kimse!



Meraklısı için not:
Belgenet.com 12 Eylül’ü belgelemiş…Milli Güvenlik Konseyi bildirileri, Evren’in konuşmaları vebenzerlerine ulaşılabilir.