Pages

Feb 28, 2012

Bir eleștirel pedagoji dersi

Selahattin Demirtaș’tan 15 dakikada eleștirel pedagoji dersi. Ya da AKP’nin eğitim politikalarının analizi.

Feb 26, 2012

Sabahlamalar

Gűn ışımaya başladı.

Uzun bir geceydi; soğuk, karanlık, yalnız. Kirli gri bir gűn olacağa benziyor.

Nasıl da gűzeldi sabahlamalar eskiden. Uyumamak fazladan yaşamaktı. Kűçűk tűpűn űstűnde demlenen çay; sigaralar upuzun bir kara tren; şiirler; kısık sesle sőylenen tűrkűler, klasik roman değerlendirmeleriyle tarihsel analizler, ve o karşılıksız ya da imkansız aşkın (ki mutlaka biri bőylesi bir aşkın kurbanıydı) őznel ve nesnel koşulların ışığında en entel, en dialektik, en proleter, ve en tarihsel materialist abuksabuklamalarıyla karikatűrize etmeler. Sonra gűnűn ilk ışıklarıyla birlikte fırına gitmeler; Sonra sıcacık francala ve kahvaltı. Sonra radyoda haberler. Hele bir de kar yağmışsa binbir umutla okulların tatil edilişini ummalar… Işci arkadaşların hava durumu nedeniyle okulların tatil edilişini kıskanmaları; Hatta bir sabah biri, “Ne yani biz de darbe olsa da sokağa çıkma yasağı gelse diye mi umutlansak? demişti de nasıl gűlműştűk.

Gűn iyice ışıdı. Karanlık daha iyidi bu kirli gri gőkyűzűnden; en azından uzak da olsa yıldızlar parlıyordu…


Feb 21, 2012

Yasak bir dilde ağlamak

Serpil Odabașı - Suç Unsuru
Bugün Dünya Anadil Günü. Benim anadilim Kürtçe’dir ve bana öğretilmemiștir. Bana yasaklanmıștır. Hatta yok “öyle bir dil!” denmiștir. Ama yemin ederim ve bütün suçlar kabülümdür ki ben onu hep benim saymıșım. Konușamasam da, anlamasam da yardım ve yataklık edip içimde ve dıșımda beslemișim. Bütün sevdiğim kadınlara, örneğin, en az bir kere “Ez te hazdıkım” diyerek propaganda çalıșmaları yapmıșım. Ah ne çok küfürt etmișim o dilde, ne çok gülmüșüm. Ağlamıșım ulan ağlamıșım ağıtlarda, türkülerde, halaylarda. Sessiz sessiz, hıçkıra hıçkıra. He valla Kürtçede ağlamıșım. Siz hiç yasak bir dilde ağladınız mı?

Feb 16, 2012

Hayatın intikamı - Ece Temelkuran'dan





Ne zaman üniversitelere konuşma yapmaya gittiysem ya da ne zaman benden daha genç biri benim ondan daha fazla bir şey bildiğimi sanarak bana sorduysa "bu işin olurunu", dedim ki:


Üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama. Git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et, koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü. Maceraya çık, bedeli ne olursa olsun bunu yap. Çünkü...

Çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına, sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü. Âşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda. Maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu. Hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı. Serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları. Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını. Kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.

Sebeb-i firarım 

Git dedi kalbim! Bu yüzden ben de bu asla tahmin edilemeyecek ülkeye geldim. Dünyanın en sessiz toprağına vardım. Başka ülkelere de gideceğim. Kalbim "Burada biraz duralım" dediğinde durup, bir ses gelmezse kulağıma, yola devam edeceğim. Çünkü vaktiyle bunu yapmaya cesaret edememiştim. Ben hayatın "bir işe yarasın" diye yaşanmayacağını, henüz şimdi, yeni öğrendim. Sonunda mutlaka bir şeye yarayacaktır herhalde, bir şeyler yazıp çizeceğizdir ama, adını koymaya çalışmadan bir çiçeğe bakmayı ben yeni temrin ediyorum. Öylesine bakmayı. Öylesine.

Ama yine de bugün bir göl kıyısında yürürken "yol defterime" bir not düştüm:

Taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır. Taş durdurur, çiçek yürür. Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir. Yani çiçek de taş da birbirini bilir. Ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir. Taştan çıkan çiçeğin asıl göze aldığı budur. Ey okur, bunun için geldim işte. Gürültüde görülmeyen şeyleri görmeye...

Feb 14, 2012

Sevgililer Günü

"...böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti..."

Bilmem ne hatırlattı bu șiiri sabah sabah. Sonra düșundüm de șu bireysel yașamın kapitalist ișgali altındaki hayatımıza sızmıș adına sevgililer günü denilen șeye de gönderme olabilir bu. Sevgilimiz hayat, teknoloji, ve ideolojiler.

Frankfurt Okullu amcalar ne derdi acaba bu dizeleri okusalardı Nazım’ın?

Sahi beğenirler miydi?

Feb 13, 2012

Tekel Belgeseli: Gördüğümüz Kendi Yüzümüzdür

5.Uluslararası İşçi Filmleri Festivali Açılış Filmi olan belgesel Tekel direnişi üzerine.

Harika bir belgesel.

http://www.sendika.tv/index.php?eylem=izle&id=532

Feb 10, 2012

Kararmış çömlek

Korkunç güzel bir şiir. Tadına varmanız umuduyla.

Kararmış çömlek

Çok uzaktı geldiğimiz yol. Kardeşim, çok uzak. 
Ağırdı, çok ağırdı bileklerde kelepçeler. Akşamları 
sallayıp başını "vakit geçti" deyince küçük lamba 
dünyanın tarihini okuyorduk belirsiz isimlerde 
mapusane duvarlarına tırnakla kazınmış tarihlerde 
ölümü beklemiş insanların çocuksu çizgilerinde 
bir yürek, bir yay, zamanı gerçekten yaran bir 
yelkenli


bizim bitireceğimiz tamamlanmamış dizelerde 
bitmeyelim diye bitirilmiş dizelerde. 
Çok uzaktı geldiğimiz yol, zorlu mu zorlu. 
Şimdi senindir bu yol.
Avucunun içinde tutuyorsun 
bir dost elini tutup nasıl dinlersen yürek atışlarını 
kelepçelerin bıraktığı bu izin üstünde. 
Düzgün yürek atışı.
Bir güvenli el. Bir güvenli yol. 
Yanıbaşında, bu sakat adam çıkarıp ayağını 
bir yana bırakıyor yatmadan önce - kof tahta bacak - 
doldurmalısın onu, çiçek dikmeden önce saksıyı nasıl 
dolduruyorsak toprakla 
geceler yıldızlarla nasıl dolarsa 
ağır ağır nasıl düşünceyle sevgiyle dolarsa yoksulluk. 


Karar aldık, bir gün herkesin iki bacağı olacak 
bir neşeli köprüsü gözden göze 
yürekten yüreğe. Bu yüzden nerede durursan dur  
güvertede çuvalların arasında sürgüne giderken 
transit istasyonunun hapishane parmaklıkları ardında 
"yarın" demeyen ölünün yanında 
acı, sakatlanmış yılların binlerce değneği arasında 
sen "yarın" deyip rahat ve güvenli oturuyorsun 
insanların karşısında bir dürüst insan nasıl durursa. 


Duvarlardaki bu lekeler belki de kandır
- günümüzde her kırmızı kandır -
karşı duvara yansıyan akşam güneşidir belki de.


Her akşam sönmeden önce kızıllaşır nesneler
ve daha yakın durur ölüm. Parmaklıkların dışında
çocukların ve trenin sesi duyulur.


O zaman daha da daralır hücreler
ama sen başak dolu bir yaylada ışığı düşünmelisin
yoksulların masasındaki ekmeği
pencerede gülümseyen anneleri
ayaklarını uzatacak bir yer bulmak için.


O saatlerde yoldaşın elini sıkarsın
ağaç dolu bir sessizlik olur
ağızdan ağıza dolaşır ikiye bölünmüş sigara
ormanı tarayan bir fener gibi - baharın yüreğine
varan damarı buluyoruz. Gülümsüyoruz.


İçimize doğru gülümsüyoruz.
Ama gizliyoruz şimdilik.
Yasa dışı gülümseyiş, güneş nasıl yasa dışı olduysa
gerçek de yasadışı. Gizliyoruz bu gülümseyişi
sevgilinin resmini nasıl gizliyorsak cebimizde
yüreğimizin iki yaprağı arasında nasıl gizliyorsak
özgürlük düşüncesini.
Buralarda hepimiz için tek bir gökyüzü ve ortak bir gülümseyiş var.
Bizi öldürebilirler yarın. Ama alamazlar bizden
ne bu gülümseyişi, ne de gökyüzünü bizden alırlar.


Tarlaların üzerinde gölgemizin kalacağını biliyoruz
yoksul evin kerpiç duvarı üzerinde
yarın örmeye başlayacakları büyük evlerin çatılarında
taze fasulye ayıklayan annenin eteğinde
serin avluda kalacak gölgemiz. Biliyoruz bunu.
Kutlu olsun acımız.
Kutlu olsun kardeşliğimiz.
Kutlu olsun dünya.


Bir zamanlar kurumluyduk kardeşim, 
çünkü hiç bir güvencimiz yoktu. 
Büyük laflar ederdik 
süslerdik dizelerin kollarını altın sırmalarla 
bir uzun sorguç dalgalanırdı şarkımızın alnında 
gürültü ederdik - korkardık, işte bu yüzden gürültü ederdik 
korkumuzu sesimizle kaplardık 
topuklarımızı kaldırıma çalardık 
uzun adımlar, çalımla, 
insanların pencereden izlediği 
ve kimsenin alkışlamadığı 
içi boş topların geçiti gibi geçerdik. 


O zamanlar tahta kürsülerde, balkonlarda söylevler duyulurdu 
radyolar gümbür gümbür tekrarlardı söylevleri 
korku bayrakların berisinde gizliydi 
davulların içinde ölüler sabahlardı 
aşkolsun anlayana 
belki borular uyum sağlıyorlardı adımlara 
ama yüreğe uyum sağlamaktan uzaktılar. Biz uyumu arıyorduk. 


Silahların, camların parıltısı bir an bir şey verir gibi 
oluyordu göze - tek bu 


sonra hiç kimse tek sözcük anımsamıyordu, 
anımsamıyordu bir tek söz ya da ses. 
Akşam ışıklar sönüp rüzgâr sokaklarda kâğıt bayrakları sürüklerken 
ve dururken kapının önünde silindirin ağır gölgesi 
uyumuyorduk bizler 
serpilmiş sesini topluyorduk sokakların 
serpilmiş adımları topluyorduk 
uyumu buluyorduk, yüreği, bayrağı. 


İşte bak, kardeşim, sonunda öğrendik konuşmayı 
tatlı tatlı yalın konuşmayı. 
Anlaşabiliyoruz şimdi - fazlası da gereksiz. 
Ve yarın diyorum, daha da yalın olacağız 
tüm yüreklerde, tüm dudaklarda aynı ağırlığı edinen 
sözler bulacağız 
adıyla anılacak herşey, 
ve ötekiler gülümseyip "böyle şiirleri 
biz de yüzlerce yazabiliriz" diyecekler.


Bizim de istediğimiz bu işte. 
Çünkü şarkımız insanlardan ayrı sivrilmek için değil, kardeşim 
insanları birleştirmek içindir şarkımız


Demek ki inanmaları için 
"bağıran haklıdır" demeleri için bağırmam gerekmiyor. 
Hak bizden yanadır, biliyoruz bunu 
ve ne denli alçak sesle seslensem de sana, inanacaksın biliyorum
alıştık alçak sesle yarenliğe: tutukluyken, 
toplantılarda, yer altında çalışırken işgalde 
alıştık küçük kesik sözlere, korkunun, acının üstünde, 
gündüzün, saatin; gecenin korkunç dilsiz köşelerinin parolası 
geleceğin ışıklarınca bir an aydınlanan zamanın kesişmeleri 
acele sözler, yaşamın kısa özeti, en önemli noktalar yalnız 
bir sigara paketine yazılmış ya da şu kadarcık bir kağıda 
ayakkabının içinde saklı, ya da ceketimizin astarında, 
ölümün üstünde bir büyük köprü gibi bir küçük kağıt.


Bunlar önemli değil, diyecekler, kuşkusuz. 
Ama kardeşim sen, biliyorsun: bu yalın sözlerden 
bu yalın davranışlardan, bu yalın şarkılardan 
yaşam boy atıyor, boylanıyor dünya, biz de büyüyoruz. 


Pek önemli bir şey yaptım denilemez. 
Sadece, sizlerin dokunduğu duvarın yanından geçtim 
ben de dokundum ona, yoldaşım, 
sadece yiğitlerimizin, kurbanlarımızın adlarını 
okudum transit istasyonlarında 
bende taşıdım size takılan kelepçeleri 
sizlerle acı duydum, düş gördüm 
seni buldum, sen de beni yoldaşım.


Kampta Hristo amca bir fırın kurdu. 
Durup bakıyordum ne yaptığını bilen yaşlı ellerine 
o yalın, bilgili, yoldaş ellere
giitikçe yükseliyordu fırın 
yükseliyordu dünya 
yükseliyordu sevgi 
ve sıcak somundan ilk lokmayı tadınca 
bu tadla birlikte içime bir şey sindirdim 
yaşlı duvarcının bilgili ellerinden bir şey 
karşılık beklemeyen erinç gülümseyişinden bir şey 
dünyanın ekmeğini yoğuran tüm yoldaşların 
ellerinden bir şey 
yararlı ve gerekli nesneleri yaratan insanın 
o erinç güvenini. 


Sonra, bir yığın şey öğrendik, ama herşeyi oturup anlatsam 
hiç bitmeyecek şarkım 
nasıl bitmezse sevgi, yaşam ve güneş.


Yalnız sarılmak için sana ve ağlamak için geliyorum kardeşim 
uzun ayrılıktan sonra sevgilisine dönen vurgun gibi 
bir tek öpüşle beklemiş olduğu o yılları 
öpüşten sonra da anlatarak kendilerini bekleyen yılları. 


Saatlerce aynı işaretlere baktık 
yaşamlar boyunca araştırdık bu işareti, 
ama güvenince bir kez ona, verdik yüreğimizi, ellerimizi. 
Ve binlerce acılı insanın baktığı o işaret 
bir şeyler ediniyor gözlerimizden, bakışmamızdan 
ve büyüyor, büyüyor, büyüyor, 
nasıl büyüyorsa hamur teknede, ağaç güneşte, umut yüreğimizde. 
Ötekilerse, çok büyük, tutulmayan görülmeyen şeyler 
bizim oldu şimdi çünkü onlarla birlikte baktık 
uzun uzun, birlikte sevdik onları, bir parçamız oldular yanımızda 
tuzluk gibi, çatal, tabak gibi, 
ve şimdi aynı şekilde, bir yaprağa bakıyoruz yalın
ve sevgiyle ya da bir yıldıza 
oturduğumuz taşa ya da geleceğin yüksek bacalarına bakıyoruz. 


Yüreğim bugün günbatımlarında yalımlanan bir buluta benzemiyor 
ne de Cennet'in ağaçları arasında masa kuran meleğe 
çırparak ak kanatlarıyla yıldız kırıntılarını sakallarından eski azizlerin. 


Yok böyle bir şey.
Şimdi geniş, kil bir çömlektir yüreğim 
kaç kez ateşlere sürülmüş 
binlerce yemek pişirmiş yoksullar için 
emekçiler, gezginler için 
işçiler için ve küçük birimleri için 
aç güneş için, dünya için - tüm dünya için - işini gereği gibi yapan 
yoksul, islenmiş, kararmış bir çömlektir 
otlar ve arada bir parça et kaynatırm içinde 
aç kardeşlerim altta karıştırırken ateşi 
herbiri odununu katar 
her biri payını bekler.


oturmuşlar koyunlarıyla, büyük başlarıyla birlikte 
şimdi tıpkı sizin oturduğunuz gibi çepeçevre 
havadan söz ediyorlar, güneşten, yağmurdan, barıştan 
her geçen gün bakanları çoğaltan işaretten 
hiç bir yıldızın söndüremediği o yıldızdan söz ediyorlar 
ölüler de tablamızın çevresinde toplanıyor 
paylarım bekliyor, onlar da.


Ve bir gömlek kaynıyor, şakıyarak kaynıyor.


Bir kaç gündür rüzgar kovalayıp duruyor bizi. 
Çevrede her bakışta dikenli tel örgü 
yüreğimizin çevresinde dikenli tel örgü 
umudun çevresinde dikenli tel örgü.


Havalar soğuk bu yıl. 
Daha yakın.
Daha yakın.


Islanmış kilometreler toplanıyor 
dört bir yanlarda. 
Çocukları ısıtacak küçük ocaklar taşıyorlar 
cebinde yıllanmış paltoların. 


Sıraya oturmuşlar, buhar tütüyor yağmurdan, uzaklıktan. 
Solukları dumandır uzağa, çok uzağa giden trenin. Söyleşiyorlar 
ve odanın solmuş kapısı dönüşüyor kollarını kavuşturup 
kulak kesilen bir aynaya. 
İşte bunları duyarak güçlenip doğruluyorum
orada ben de söze karışıyorum ateşe odun atarcasına
canlanıyor ateş, ışık çoğalıyor odun attıkça 
duvarlar kızıllaşıyor, rüzgar çekiliyor, gıcırdıyor pencereler 
hâlâ çayırda otlayan eşek sıpasını duyuyoruz dışarıda 
ve köpek, ölülerin ayak uçlarına oturmuş, rahat. 
Güneşin doğmasını bekliyoruz.


Rüzgâr dindi. Sessizlik. Düşünceli bir saban
tarlayı sürmek için bekliyor odanın bir köşesinde. 
Daha iyi duyuluyor çömlekte fokurdayan su. 


Tahta sırada oturup bekleyenler 
yoksullar, bizimkiler, güçlüler, 
emekçiler, proleterler. 
Bir bardak şaraptır onların her sözü 
bir lokma kara ekmektir 
kayanın yanında bir ağaçtır 
bir penceredir güneşe açılmış.


Bizim İsalarımızdır onlar, bizim ermişlerimiz 
kömür yüklü vagonlar gibi ağır pabuçları 
ellerinde kuşkusuz davranış
çalışmış eller, zorlu, nasırlaşmış eller 
tırnaklan yıpranmış, sert kılları 
insanın tarihi kadar geniş baş parmak 
uçurumun üzerindeki köprü gibi karışı. 


Tarihin arşivinde de saklıdır parmak izleri 
sadece cezaevlerinin arşivlerinde değil, 
sık örülmüş demiryollarıdır parmak izleri 
geleceğe uzanan. Ve benim yüreğim yoldaşım 
kilden, kararmış bir çömlektir 
üstüne düşeni gerektiği gibi yapan.


Şimdi çocuklarım, masal söyleyen dedeler gibi düşünüyorum 


(sakın gücenmeyin bana "çocuklarım" dedim diye sizlere, 
belki sadece yaşça ileriyim sizden, o kadar
ve yarın siz "çocuğum" diyeceksiniz bana, ve ben gücenmeyeceğim 
çünkü var oldukça dünyada gençlik ben genç olacağım 
bana "çocuğum" deyin, çocuklarım)


böylece, şimdi düşünüyorum çocuklarım 
bir sözcük arıyorum özgürlüğün boyuna denk 
ne daha uzun ne daha kısa 
fazlası yakışıksız 
azı utangaçtır 
amacıma gelince böbürlenmek değil 
ne aşağıyım ne de üstünüm herhangi bir insandan. 


Varacağız şarkımıza.
İyi biliyoruz bunu.
Senin görüşün nedir, yoldaşım? 
İyi, iyi. 
Otlar kaynadı.
Yağı az.
Zararı yok. 
fazlasıyla iştahımız, yüreğimiz fazlasıyla. 
Zamanıdır. 


Burada kardeş bir ışık var eller, gözler yalın. 
Burada ne sen benden üstün ne ben senden üstün olmalıyız 
burada her birimiz kendinden üstün olmalıdır. 
Burada büyük duvarın yanı sıra bir akarsu gibi akan 
bir kardeş ışık var. 
Düşlerimizde bile duyarız bu akarsuyu. 
ve uyurken battaniyeden sarkıp elimiz 
ıslanır bu akarsuda. 


İki damla çırpsan bu sudan karabasanın yüzüne 
kaçar duman olur ağaçların berisinde. 
Ölümse bir yapraktan başka bir şey değildir 
yükselen bir yaprağı beslemek için düşen. 


Ağaç şimdi seninle göz göze şimdi yapraklarının arasında 
senin kökün yolunu gösteriyor bütünüyle 
sen dünya ile göz gözesin bir şeyin yok gizleyecek.


Ellerin temiz, güneşin kalın sabunuyla yıkanmışlar 
dostların masasına çıplak bırakıyorsun ellerini 
güvenip bırakıyorsun ellerini yoldaşların ellerine. 


Davranışları gösterişsiz, kesin onların. 
Ve arkadaşının ceketinden bir saç kılı aldığında bile 
takvimden bir yaprak koparır gibisindir 
dünyanın düzemini hızlandıracak olan. 
Dünyaya gülmesini öğretene dek 
daha çok ağlayacağını bilmene karşın. 


Demek ki bir çömlek. O kadar. 
kilden, kararmış bir çömlek, 
kaynıyor, kaynıyor şakıyarak, 
güneşin altında kaynıyor şakıyarak.

YANNİS RİTSOS

Feb 3, 2012

Kansız bir ihtilal

Birilerinin hali hazırda sőylemiş olabileceği riskini gőze alarak sőylemek istiyorum aklımdan geçenleri. Tűrkiye’de olup bitenler (őzellikle de AKP iktidarı ve yaptıkları ve yapacakları) uzun soluklu kansız bir ihtilalin resimli őykűsű gibi geliyor bana. Her ne kadar ihtilal genelde “ordu” ya da “militan bir grubu” çağrıştırsa da, bu defa karşımızda seçimle başa gelmiş bir iktidarın ihtilali var.

Normalde seçimle başa gelmiş hűkűmetlerin / iktidarların egemen statukoyu karşısına alması beklenmez. Iktidar olmuş hűkűmet daha çok statukonun devamını sağlamaya devam eder. Çűnkű bu hűkűmet herşeyin başında egemen sistemin partisidir. Sistemin içinde yeşermiş, bűyűműş ve gűven almıştır. Hele hele Tűrkiye gibi resmi ideolojisinin ve statűkosunun ardında çok kőkleşmiş hukuk gibi, ordu gibi, őrgűn bir biçimde koordine edilmiş kurum ve kuruluşları varken kalkıp bu statűkonun temellerini içten sarsıp kontrolű ve yőnetimi ele geçirmek kolay őngőrlebilecek bir şey değildir. Evet bence AKP’nin yaptığı ya da becerdiği budur. Bűtűn kurumları ele geçirmiş durumdadır AKP. En őnemlisi Tűrkiye’deki kutsal sayılan, űlkenin gerçek sahibi ve koruyucusu konumundaki o bőbűrlűlűklerinden ve sűneppeliklerinden yanına yanaşılamayan silahlı kuvvetleri etkisiz hale getirmekten őte kendine kapı kulu eylemiştir. Bunu da o denli oyunu kuralına gőre oynayarak yapmıştır ki paşalar bile liseli bir kızın kapris ve kibirliliği içinde istifa tehditleri triplerine girmişlerdir. Sonunda da pes etmişlerdir. Tabi bunu yaparken adalet sisteminin ve hukuğun içindeki gűce ve erke tapan kokuşmayı çok iyi manipűle edişinin de hakkını vermek gerekir. Işte hapishaneler tıklım tıklım fikir suçlarıyla dolmaktadır. Űniversite őğrencisinden gazetecisine, őgretim gőrevlisinden, sokaktaki gazeteci çocuğa kadar herkes gőz altına alınma tehdidiyle ve olasılığıyla karşı karşıyadır.

Evet AKP alabildiğine bűtűn kurumları ve yőnetimlerini ele geçirmiş, popular desteği de arkasına almıştır ve kansız ihtilalini gerçekleştirmiştir. Bunun karşısında da direnecek ya da karşı duracak ipe sapa gelir bir şey yoktur. Yoktur, çűnkű aslına bakarsanız AKP’nin başarısının altında asıl Kemalizm’in ya da egemen TC ideolojisinin doğmalığı, beceriksizliği, kısırlığı, ve faşizan yanları yatmaktadır. Yani Kemalizm o denli kısır, o denli tepeden inmeci, o denli insanların varoluş koşullarını yok sayıcı olmasaydı AKP’nin işi bu kadar kolay olmazdı. Őylesine ki, AKP’nin statűkoyu sarsan çabaları (őrneğin Atatűrk’ű ve Kemalizmi eleştirileri, 19 Mayıs’ı, 23 Nisan’ı, ve andımızı kaldırma ya da yeniden yapılandırma girişimleri) AKP karşıtı insanlardan bile destek almaktadır çűnkű kőhneleşmiş, 1930ların faşist ruhunu bugűne taşımaya çalışmak olsa olsa AKP gibi kendince benzer hesapları olanlara yaramaktadır. Hatta bunun için bir bakıma bugűn gelinen nokta Demokratik Parti’nin başlatıp bitiremediği projenin devamı gibi de gőrűnebilir ki bunun da ardında Kemalizm adına savunulan şeyin alabildiğine elitist, ayrımcı, anti-demokratik vb. Oluşudur,

Bir tek BDP ve kűrtler var AKP’nin karşısında durabilen; durabilecek olan. AKP’nin polemiklerine, retoriklerine, ayak oyunlarına, insan hakları maskeli insan hakları dűşmanlığına (çűnkű AKP’nin asıl kaygısı insan hakları değil AKP yanlısı műslűman hakkıdır. ) en haklı ve en akıllı açıyla yaklaşan Kűrtlerdir ama gel gőr ki Kűrtlerin adı da terőrle bir anıla anıla urettikleri politiklar kolayca gőz ardı edilebilmekte, hatta kale alınmamaktadır. Bir de şu var ki őnemle altını çizmek gerekr. O da Kűrt probleminin AKP’nin can yeleği oluşudur. Kűrt meselesi olmasa belki AKP orduyu bu denli kolay da altedemeyecekti. Işte onun içindir ki AKP Kűrtlerin katliamına ses çıkarmamakta da, belki katliamın planına bile katılabilmektedir. Yoksa bir Filistin’linin (Filistinli műslűmanın tabiii – Hristiyan Filistininlinin AKP nin pek umurunda olacağını sanmıyorum), bir Afrikalı műslűmanın bűtűn acılarını yűreklerinde hisseden AKP bir Kűrt (műslűman bile olsa) katlımı karşısında ki kılının kıpırdamamazlığı nasıl açıklanır?

Çok merak ediyorum daha neler olacak diye. Gőrecğiz!

Tabi bir de bűtűn bunların ortasında olup bitten Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılma katakullileri-savaşları var. Sıra Iran’a ve Suriye'ye geliyor gibi gőrűnűyor. Belki Erdoğan ve ekibi tam içine etmeden Ortadoğu projesinin bir parçası olarak içine edilecek Tűrkiye’nin. Edilse de kurtulsak. Bunu bazan gerçekten inanarak sőylűyorum çűnkű Tűrkiye kendi çocuklarını çiğ çig yiyen bir mitolojik canavar bir anaya dőnűşműştűr çoktan. Kanla beslenmektedir. Iyileşeceği de yok gibi gőrűnűyor…

Ama siz yine de umudu kesmeyin olur mu? Benim serzenişlerimi aklın kőtűlűğű gibi gőrűn…

Feb 2, 2012

İthaf

Seni kurtaramamıştım,
Sen kulak ver bana.
Bu yalınkat sözlerimi anlamaya çalış
Çünkü bir başkası utandırır beni.
İnan bana, söz sihirbazlığı yok bende.

Beni güçlendiren, ölüm demekti senin için
Bir çağa veda ile bir yeni çağın başlangıcını karıştırdın,
Ve nefretin ilhamı ile şiirsel güzelliği,
Kaba kuvvetle narin düzeni.

İşte sığ Polonya ırmaklarının vadisi. Apak sisin içine
Atılmış upuzun bir köprü. İşte yıkık bir kent.
Rüzgâr senin mezarına martı çığlıkları serpiyor
Ben konuşurken seninle.
Şiir nedir ki kurtarmazsa
Ulusları, insanları?
Resmi yalanların suç ortağıdır,
Az sonra gırtlakları kesilecek ayyaşların şarkısı,
Liseli kızlara eğlencelik
Güçlü şiire özlem duydum ya ne olduğunu bilmeden,
Yararlı amacını geç öğrendim ya.
Kurtuluşumu işte bunda buldum, yalnız bunda.

Darı ve haşhaş tohumları dökerlerdi mezarların üstüne
Kuş biçiminde gelen ölüleri beslemek için.
Bu kitabı buraya ben senin için koydum.
Sen eskiden yaşamıştın.
Bir daha bizi ziyaret etme diye.

Czeslaw MILOSZ

Çeviri : Talât Sait HALMAN