BirGün’den işçilere, öğrencilere, Karadeniz’in eşkiyalarına, Kürtlere ve tüm protestoculara büyük hizmet:
Emniyet güçleri toplumsal olaylarda eylemcilere saldırmak
için her zaman son teknolojiden faydalanıyor: Çelik cop, biber gazı,
elektrikli cop ve son olarak da kör edici fener. Ama sakın
endişelenmeyin, polisin kullandığı teknik imkanlar demokratik
muhalefetin önünü kesmeye muktedir değil
Toplumsal olaylarda polis, elindeki teknolojik imkanlarla
göstericilere karşı üstünlük sağlamaya çalışıyor. 2000′lerin başından
beri biber gazı, çelik cop, elektrikli cop, ses silahları polisin kitle
eylemlerini bastırmada kullandığı avantajlı silahları. Hopa’da Metin
Lokumcu’yu halkın üzerine boca edilen yoğun gaz öldürdü. Kürtlerin her
gösterisine gazla saldırılması neredeyse değişmeyen Emniyet kuralı. En
son ODTÜ’yü gaza boğan polis, Barış Barışık’ın beyin kanaması
geçirmesine neden oldu. İçişleri Bakanı gazın kimyasal silah olmadığını
ispatlamaya çalışadursun, cop, kalas, demir çubuk ise göstericileri
dağıtmak için polisin kullanmaya devam ettiği asla modası geçmeyen
saldırı yöntemleri…
Polis sokaklarda kalaslarla kafa göz yarmaya devam ederken, bir
yandan da ‘insan haklarına uygun’ müdahale ettiği propagandasını işlemek
istiyor. Teknoloji bunun için bulunmaz nimet ve şimdi de ‘tavşan
feneri’ gündemde. Bu güçlü fenerlerin göstericilerin gözüne tutulduğunda
geçici körlüğe uğrayacağı ve dolayısıyla polise itaat etmek zorunda
kalacağı iddia ediliyor. Robocopların korkutucu giysileri, yüzlerine
taktıkları maskeler, ellerindeki kalkanlar, gaz tabancaları, elektrikli
coplar, hakları için sokağa çıkan işçileri, öğrencileri, Karadeniz’in
eşkiyalarını ve Kürtleri korkutup evlerine döndürmek içindi ve bu
fenerler de nereden çıktı demeyin.
BirGün, Türkiye ve dünyadaki sokak gösterilerinde yaşananları ve
polisin kullandığı ürkütücü teknolojik saldırı silahlarına karşı
geliştirilmiş direnme yöntemlerini bir bir araştırdı. Sonuç: Endişeye
mahal yok, ne polisin korkunç görüntüsü ne de kullandığı teknoloji haklı
taleplerle sokağa çıkanları evlerine döndürecek gücte…
İşte, copa, panzere, gaza, fenere ve diğer teknoloji harikası aletlere karşı kitle eylemcisinin direnme rehberi:
>> Sağlık sorumlusu: Eylemlerde farklı
türlerde fiziksel saldırılara maruz kalmak çeşitli yaralanmalara, astım
krizine ve benzeri sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu sorunlarla
mücadele etmek için taşımak gereken ekipmanlar ise eylemcileri
yavaşlatır – ayrıca herkesin bu ekipmana verecek parası olmayabilir. Bu
yüzden eylemlerde çantasında limon, su, süt, elma/üzüm sirkesi, inşaat
eldiveni, yara bandı gibi malzemeleri çantasında taşıyacak bir sağlık
sorumlusu ayarlayın. Polisle çatışma alanının biraz gerisinde beklemesi
ve çatışmaya katılmaması, bütün ekipmanlarınızla birlikte gözaltına
alınmaması için önemli!
>> Biber gazı:
Biber gazı Türkiye’de polisin yükselen trendi. Her geçen yıl daha fazla
kullanılan biber gazı, maruz kalanların can havliyle kaçışmasına neden
oluyor. Göz, burun, deri, boğaz ve ciğerlerde yanma, baygınlık geçirme,
astım krizi gibi etkileri var. Biber gazıyla mücadele etmek için
öncelikle uzun kollu kıyafetler veya plastik yağmurluk giyerek derinizi
korumanız lazım – açıkta kalan bölgelerinize su bazlı (kesinlikle yağ
bazlı olmaması lazım) güneş kremi sürmek, o bölgeleri korumak açısından
önemli.
Gaza maruz kaldığınızda gözünüzü temizlemek için gözyaşı damlası, su
ve süt kullanın. Önce bir gözünüzü, sonra diğer gözünüzü temizlemeniz
malzemeden tasarruf etmenizi sağlar. Limon suyuna, elma veya üzüm
sirkesine batırılmış bir kumaş parçasını (veya eczanelerde ucuz fiyata
satılan steril maskeyi) burnunuzu kapayacak şekilde boynunuza geçirmek,
etkilenmeyi en aza indirir. Sirkeyi vücudunuzun açıkta kalan diğer
bölgelerine de sürebilirsiniz. Ucuz bir havuz gözlüğü alıp sıkı bir
şekilde gözünüze takmanız da gözlerinizin etkilenmesini büyük oranda
önler. Eğer havuz gözlüğü kullanmayacaksanız, lens de kullanmamanızı
tavsiye ediyoruz – zira lensler gözün daha fazla yanmasına neden oluyor.
Bir diğer yöntem olan gaz maskesiyse, hem maliyeti, hem çok dikkat
çekmesi, hem de uygulama zorluğu nedeniyle (eğer sıkı bir şekilde
takamazsanız veya gaz maskeniz kaliteli değilse boşluklardan içeriye
giren gazı sürekli solursunuz) çoğu eylemci tarafından tavsiye
edilmiyor.
Eylemin rüzgarlı bir alanda gerçekleştirilmesi biber gazının etkisini
azaltırken, eylem öncesinde rüzgarı arkanıza almanız, karşınızdan
sıkılan gazın polislere geri gitmesini sağlar.
Son
olarak eylem öncesinde mümkün olan en uzun süre boyunca yıkanmayarak
derinizdeki gözeneklerin kapanmasını sağlayabilirsiniz. Böylece biber
gazının vücudunuza etkisi en alt düzeye inecektir.
>> Çelik cop – elektrikli cop: Polislerin
farklı kullanımlar için farklı türde copları olabiliyor. Hepimizin
bildiği klasik copun dışında, bir anda 15 cm.’lik bir çubuktan büyük bir
copa dönüşebilen katlanabilir çelik coplar ve ucundaki elektrik
akımıyla saldırılan kişiyi çarpan, yakan coplar polislerin yeni
silahları. Coplardan korunmak için çeşitli yöntemler mevcut. Bunlardan
birincisi koruyucu kıyafetler giymek.
Pet şişeler, kamp matları ve benzeri materyalleri vücudunuza sararak,
gemilerde bulunan can yeleklerinden giyerek copun etkisini
azaltabilirsiniz. Kask takmak, kafanızı korumak için önemli. Türkiye’de
polisler gaz bombalarını eylemcilerin kafalarını nişanlayarak attıkları
için kask takmak bazı durumlarda hayatınızı kurtarabilir.
Coplardan korunmanın bir diğer yolu ise kalkan kullanmak. Sokakta
bulabileceğiniz plastik, metal, çöp kutusu gibi malzemelerden polislerin
kalkanlarıyla yarışacak güçte kalkanlar yapabilirsiniz. Eğer kalabalık
bir grupsanız 5-10 kişinin tutacağı büyük plexiglass İtalya’da bir eylemde plexiglass kullanarak polisleri köşeye sıkıştıran eylemciler levhalar kullanarak copları engellemeniz, polisleri durdurmanız,
hatta polisleri belli noktalara sıkıştırarak etkisiz hale getirmeniz
mümkün. Kırılmaz ve şeffaf bir plastikten yapılan bu malzeme, dünyanın
dört bir yanında polisin eylemcileri dağıtmalarını engellemek için
sıklıkla kullanıyor. Plexiglassı rahatça tutabilmeniz için, size bakan
tarafında kulplar yapmanız şart. Plexiglass yerine büyük traktör lastiklerini de kalkan amacıyla kullanabilirsiniz.
>> Panzer: Polisin onyıllardır kitleleri
dağıtmak için kullandığı, tazyikli su sıkan panzerlere karşı koymak için
de, yukarıda bahsettiğimiz plexiglass levhalar ve kalkanlar
kullanılabilir. Eğer bu materyallere sahip değilseniz bir grupla panzeri
ara sokaklara çekmeye çalışabilirsiniz.
>> Gaz bombası:
Emniyet güçleri eylemcilerin üzerine kapsül halinde gaz bombası atarak
eylemcilerin birbirlerini göremeden farklı yönlere dağılmasını
hedefliyor. Gaz bombasıyla mücadelede ilk amaç bombayı atanlara geri
yollamak olmalı. Bunun için yanınızda inşaat işçilerinin kullandığı
eldivenlerden bulundurmanızda fayda var. Isıya dayanıksız eldivenler
kapsülün sıcaklığıyla eriyip elinize yapışabilir. Eğer geri
yollayamayacağınız kadar çok kapsül varsa grup halinde geri çekilerek
bir araya gelin. Bu hamle, saldırganlarla aranızda sisten bir duvar
oluşmasını sağlar.
>> Geçici körlük feneri: Medyadaki son
haberlere göre polis, eylemlerde kullanmak amacıyla göze tutulduğunda
geçici körlük yapabilecek kadar parlak fenerler almayı planlıyormuş.
Ancak bu fenerlerin gündüz etkili olmadığını söyleyebiliriz. Bu tarz
fenerlerle karşılaştığınızda fenere doğrudan bakmamak önemli. Eğer gece
eylemi yapıyorsanız polisin tutacağı bu ışık dikkatinizi dağıtabilir.
Buna karşılık siz de yanınızda güçlü fenerler bulundurun. Eğer büyük
bir eylem grubuysanız, aranızda para toplayarak emniyetin almayı
planladığı Fenix TK 15 fenerinin en üst modelinden bir adet
alabilirsiniz. Fenix TK 75 adlı bu model, TK 15 kodlu modelden 6.5 kat
daha parlak ve tek başına çok geniş bir alanı aydınlatıp ışığa
bakanların geçici körlük yaşamasına yol açabiliyor. 200 dolarlık bu
fener, 350 kişilik bir eylemde herkesin bir lira vermesiyle alınabilir
ve bu şekilde emniyet güçleri etkisiz hale getirilebilir.
Yeşil lazerler de etkili olmakla birlikte kalıcı hasar bıraktığı ve kullanımı yasal olmadığı için tavsiye edilmiyor.
>> Ses silahı: Türkiye’de birkaç kere
denenmiş, ama henüz yaygın uygulamaya geçmemiş ses silahları genellikle
bir polis aracının üzerine monte edilen hoparlörlere benziyor. Çok
gürültülü, insanı rahatsız eden ve geçici sağırlığa yol açabilen bu
aletler kalabalık kitleleri dağıtmak için kullanılıyor. Eğer
katılacağınız eylemde bu aletin kullanılacağını düşünüyorsanız yanınızda
kulak tıkacı veya inşaat kulaklığı bulundurun.
>> Eylem gözcüsü: Eylemden önce polisin
bulunduğu alana giderek polisin hangi saldırı ekipmanlarıyla geldiğini
tespit edip eylem grubuna haber vermesi için şüphe uyandırmayacak birkaç
kişiyi görevlendirin. Buradan gelecek bilgiye göre ekipmanlarınızı
değiştirebilirsiniz. Böylece gerek görmediğiniz ekipmanları yanınızda
bulundurmanıza gerek kalmaz.
>> Eylem fotoğrafçısı/kameramanı:
Eylemcilerden birkaçının fotoğraf veya video çekmesi, emniyet güçlerinin
eylemcilere karşı yasadışı uygulamalarını belgelemek açısından önemli.
Özellikle Türkiye’de ana akım medya eylemleri polislerin arkasından veya
uzaktan izlediği için, büyük eylemlerde grupların içinden çekilecek
görüntülerle yakın mesafeden, doğrudan yüze biber gazı sıkılması gibi
çok sayıda yasadışı uygulama tespit edilebilir. Bu görevi üstlenecek
kişilerin kameralarının yüz tanıma, kırmızı göz azaltma gibi o sırada
çok önemli olan birkaç saniyeyi kaybettirebilecek uygulamalarını
kapatmalarını tavsiye ederiz. Kameraların otomatik odaklanma ve otomatik
iso modunda olması da hareket halindeki eylemlerde işi kolaylaştırır.
Çektiğiniz fotoğraflara hemen sonrasında bakmaktansa eylem sonrasında
bakmanız o sırada önemli görüntüleri kaçırmanızı engeller. Eğer uzun
süreli bir eylemde bulunacaksanız görüntü kalitesi ve megapiksel ayarını
en üstte tutmamak, hafıza kartınızın dolmamasını sağlar.
>> Prova yapın: Eğer aranızda daha önce eyleme
katılmamış veya burada anlatılan yöntemleri uygulamamış çok sayıda
insan varsa, eylemden önce bu yöntemleri uygulayarak denemeleri panik
halinde nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğrenmeleri açısından önemli.
Önceden yapılan provalarla kalkanların nasıl kullanılacağı, plexiglass
malzemesiyle polislerin nasıl etkisiz hale getirileceği, polis
ablukasının nasıl yarılacağı, acil durumlarda sağlık görevlisinin nerede
bulunabileceği öğrenildiğinde eylem çok daha başarılı ve kayıpsız
geçecektir. Büyük eylem gruplarını çatışma sırasında yönlendirecek
kişilerin herkes tarafından bilinmesi, bu kişilerin tecrübeli ve taktik
konusunda iyi kişilerden seçilmesi, çatışma sırasında bu kişilerin
verdiği direktiflerin çevresindekiler tarafından yüksek sesle tekrar
edilerek herkesin duymasının sağlanması da oldukça önemli.
Burdan alindi
Pages
Apr 30, 2013
Apr 25, 2013
Türk Olmak
Tűrkiye’de bir çok Tűrk oldukça şaşkın. Ve gittikçe şaşkınlıkları artıyor. Şaşkınlıkları arttıkça kızgınlıkları da artıyor. Şaşkınlıklarının sebebi, olup bitenlere akıl sır erdirememeleri ve içlerine sindirememeleridir. Bir yandan Kemalizme dayalı bűtűn tabular yıkılırken, őte yandan kendi ulusal kimliklerinin de tehdit altında olduğunu yaşıyorlar. Őyle ki kendilerini ifade bile edemiyorlar. Kendilerini ifade edecek ne dilleri ne de dűzlemleri var. Dilleri ve mantıkları őylesine egemenin diliyle bezenmiş ki, őylesine mantık hatalari, őylesine ipe sapa gelmez analojilerle bezenmiş ki ne deseler daha da batıyorlar. Bir yandan “Tűrkűm” demenin ihtiyacını duyuyorlar, őte yandan “Tűrkűm” der demez egemen sőylemin maskeleri dőkűluyor ve iğrenç – faşist bir yűz çıkıyor ortaya. Őfke ancak haklıyı gűzelleştirir. Hem haksız hem de őfkeli olunca çirkinleşirsiniz.
“Yahu daha ne oldu ki? diyesim geliyor; Kimliğinize dair şeylerin irdelenmesine başlayalı şurada toplasan toplasan ancak bir kaç ay ya da bir kaç yıl olmuştur. Ne kadar da alıngansınız? Oysaki o Tűrklűk dediğiniz şey Kűrtlere Kűrt olduklarını bile söyletmedi. Söylediklerinde Kűrtler bölücü oldular, vatan haini oldular, eșkiya oldular, öldürüldüler, ortadan kaybedildiler, ișkenceye tabii tutuldular, așağılandılar, ve hor görüldüler. Kendi çocuklarına bile Kürtçe isim koyamadılar. Bulgaristan’daki Türklerin adları değiștirilirken kıyamet koparanlar, aynı anda çocuğuna Kürtçe isim verenlerin hapse atılmasında yanlıș bir șey görmediler. Kűrtler 30 yıl savaş ve onbinlerce ölümden sonra nihayet “Ben Kürdüm” demeye bașladılar, o zaman da Kürt milliyetçiliği yapıyorsun deyip ırkçılıkla suçlandılar.
Peki siz şimdi Kűrtlere neler yaptığınızı anlıyor musunuz? Umarım anlıyorsunuzdur? Ama yok, anlamıyorsunuz, değil mi? Onun için kırılgansınız. Onun için kızgınsınız. Hala başkalarını ezmenin gőnencini yitirmenin ezikliği içindesiniz. Onun için “Atalarım Ermenileri katletseydi şimdi yeryűzűnde bir tane bile Ermeni bile kalmazdı” deyip, tarihindeki katliamları referans yapıyorsunuz. Ayrıcalıklarınızı yitirmek istemiyorsunuz. Çirkin yűzűnűzle bile yűzleşmek istemiyorsunuz. Işte onun için bir yandan “Tűrkűm ama ırkçı değilim!” derken őte yandan “Eğer Türk Olmak ... Türk’lüğü Savunmak ... Vatanımı Sevmek ... Irkçılık İse Ben Irkçıyım Arkadaş ...!!!” diyen bir tűr ikirciklik yaşıyorsunuz.”
Anlamadığınız, gőrmediğiniz, gőrmek istemediğiniz şey bu adına Tűrklűk dediğiniz şeyin ne mene bir şey olduğu, neye dőnűştűğű, nerelerde ne amaçlarla kullanıldığı ile ilgilidir.
Biliyor musunuz Tűrklűk işkencede insanların cinsel organlarına bağlanan elektrik kablosuydu hep? Falakaydı, foseptik çukuruydu Tűrklűk. Diyarbakır cezaevinde Joe adlı bir kőpekti Tűrklűk, bir kőye zorla yedirilen dışkıydı, askerin postallarının altında inlemkti Tűrklűk. Dayaklarla Kűrt çocuklarına ezberletilen “Ne mutlu Tűrkűm diyene”ydi Tűrklűk. Bu çocukların varlıklarını armağan ettiği eli kanlı bir canavardı. Tűrklűk JITEM adında gece yarıları ortaya çıkan ve babaları evlerinden alıp gőtűren ve karanlıklarda kaybeden karabasandı.
Tűrklűk onca kanıta, onca toplu mezarlara, onca itirafa, ve onca tanıklığa rağmen hala yapılanları inkar etmenin adı oldukça, inanılması imkansız bir kőrlűk, bir vicdansızlık, bir duyarsızlık, ve űstűne űstlűk bir kűstahlık oldukça tabii ki ırkçılıkla birlikte anılacaktır.
Şőyle bir sakince durup dűşűnseniz gőreceksiniz ki, kimselerin Tűrk olmaya kőtű bir şey dediği yok, çűnkű Tűrk olmanın faşist olmakla ve ırkçı olmakla hiç bir organik ilişkisi yok. Kimsenin vatanı sevmeye de itirazı olmadığı gibi Tűrk olmaktan gurur duymanın da hiç bir sakıncası yoktur. Ancak sizin umarna sarılıp-tutundugunuz Tűrklűk ővűnűlesi bir şey değil, hic değil.
Gerçekten namuslu ve dűrűst Tűrklere dűşen şey mağduru suçlamak, savunmaya çekilmek, çocuk gibi inadına şuyum – buyum demek yerine Tűrklűğűn anlına silinmiş bu lekeleri temizlemektir ve bir daha bu yapılanların sadece Tűrklűk adına değil hiç bir şey adına yapılmasına bu űlkede izin ve onay vermemektir.
Apr 23, 2013
Varlığı Türk’e Armağan Çocukların Ülkesi
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın vahim gururu, tüm yurtta ve dış temsilciliklerde sallanan Türk bayrağı eşliğinde dalgalandırılırken, manşetlere taşınan 'koltuğa oturan çocuk' parodilerinin gına getirdiğinden bu yıl da bahsedilmeyecek şüphesiz.
Siz de nasıl hatırlarsınız tahmin ederim. Esasında hepimiz aynı ezberi yaptık. Her sabah idi, sıcakta soğukta, yağmurda çamurda, karda boranda. Ne mutluydu, pek güzeldi Türk olmak.
Bir köye suyu, elektriği ve dahi adaleti getirmemiş olan devlet; bronz bir büstü, ay yıldızlı bir bayrağı ve "Ne mutlu Türküm diyene" tabelasını kendinden evvel gönderir, kapısına astırıverirdi ahırdan bozma dört duvarın.
Öğretmeye yemin etmiş gençler, unutturmaya ant içip öyle girerlerdi o okul bile denmeyecek derme çatma sınıflara. İlk ders, unutturmaktı; Kürt'ü, Kürtçe'yi, sitranı, kilamı, yediği ekmeği, soluduğu havayı...
Hiç usanmaz, tekrar ettirirdi: "Varlığım Türk varlığına armağan olsun..."
Varlığımız armağan olsundu uğruna. Sağ olsundu, iyi ki vardı ulu Atatürk.
Apr 18, 2013
Bir çeviri denemesi: Çiçekler
FlowersSome men never think of it.You did. You'd come along And say you'd nearly brought me flowers But something had gone wrong. The shop was closed. Or you had doubts - The sort that minds like ours Dream up incessantly. You thought I might not want your flowers. It made me smile and hug you then. Now I can only smile. But, Look, the flowers you nearly bought Have lasted all this while. - Wendy Cope |
ÇiçeklerKimseler düșünmemiștiSen düșündün Çiçek getireceğini söyledin yanıma gelip Ama bir șeyler yanlıș gitmiș Dükkan mı kapalıymıș yoksa aklın mı karıșmıș Ah nasıl da durmadan ıvır zıvır șeyler Kurar bizim gibiler Senden çiçek kabul etmeyeceğimi sanmıșsın Nasıl da gülümseyip sarılmıștım sana Șimdi sadece hafifçe gülümseyebiliyorum Ama bak șuracıkta Nasıl da hiç solmadı getirmeyi düșündüğün çiçekler |
Apr 11, 2013
Barış (Sűreci)
Bloğu takip edenler farketmiştir. Yaz(a)mıyorum nicedir. Yazmaya bile yeltenemiyorum. Bu yazmaya bile yeltenemeyişlerimin çeşitli sebepleri vardır kuşkusuz, őzelden tutun da genele kadar. Ama en bűyűk sebep bulanıklık. Herşey o denli karman çorman ki; herşeyde o denli bilgi kirliliği var ki; Neyi neye gőre nasıl yorumlayacağımı bilemiyorum bazan. Kavramsal çerçevesini oturtamıyorum. Bazan dilim – kelimeler- yetmiyor, bazan da bildiklerimin doğruluğundan emin olamıyorum. O zaman da beklemeyi yeğliyorum; sisler, toz dumanlar şőyle bir aralanana kadar, rűzgarlar dinene kadar…
Neler oluyor, neler oldu? Herşey ışık hızında.. Ama bu olup bitenler arasında en kayda değeri 10 yıllardır sűren kirli savaşın sona ermesi, adına barış denilen şeyin őnűnűn açılmış olması geliyor. Ama ne yazık ki bu barışın nasıl bir şey olduğu hakkında hiç bir bilgimiz yok. Barışı da mutluluk gibi yokluğundan tanıyor ve őzlűyoruz. Her zaman hep bir savaş vardı çűnkű.
Ama ne yazık ki bu barışın őnű barış sőzcűğűnűn içeriğine uygun bir biçimde açılmadı sanki. Yani her iki tarafın olgun bir biçimde uzlaşmaya varması ile olmadı bu. Oldu mu? Ben mi kaçırdım bir şeyleri?
Yani gerçekten egemen taraf (devlet, hűkűmet, kamuoyu, ve egemen medya etc.) yıllar yılı yapılanların yanlışlığını, saçmalığını, zulumkarlığını, haksızlığını, adaletsizliğini gőrűp kabullenmedi; kendi çirkin ve karanlık yanıyla yűzleşmedi. Insan yaşamının, bazan bir tek gencin yaşamının, dűnyalara değer olduğunu hissetmedi kurumsallaşmış yűreğinde. Bir Tűrk dűnyaya bedeldi de bir Tűrkűn/Kűrdűn canı bazı semboller sőz konusu olduğunda hiç bir boka değmezdi. Bazı sembolik ve ideolojik şeyler vardı ki 10 binlerin canı ve dőkűlan kanı hiç kalıyordu. Hatta daha da 10 binlerin kanı bu sembollere kurban olunasıydı.
Bunun yanısıra bir de őyle bir kibiri vardı ki ezenin, zor geliyordu herşey. Yani o derece ve őylesine ki, birlikte barış içinde yaşamak nosyonu bile egemenin ezilene bir lűtfuydu sanki. Yani sanki babasının hayrına yapıyordu yaptığını. Ama sonra ne olduysa, birden bire herşey nerdeyse oldu bittiye getirildi; yıllar yılı terőrist, bebek katili denilen őcalan, birdenbire siyasi muhatap alındı, sonra Israil birden bire őzűr diledi Mavi Marmara katliamı için. Suriye dűşman ilan edildi. Obama Orta Doğu’ya geldi-gitti.
Yani bir barış geldi ve anlamadık nasıl geldi. Yani bekliyorduk barışı, őzlűyorduk barışı ama sanki bu bizim kontrolűműz dışında oldu. Bilmiyoruz ne yapacağız, nasıl yapacağız. Iste Akil İnsanlar Komisyonu diye birşey ortaya atıldı ve bu komisyonun ne yapacağı bile belli değil. Ve kimseler de memnun değil bu oluşturulan ekipten.( Herkesin memnun olacağı bir grup oluşturmak da imkansız tabi, o da başka bir sorun.) Neyse, daha şőyle bir “oh be!” dememişken, birden bire hortlak gibi polisle el ele, ellerinde satırlar ve sopalarla dindar mı dindar bir kűrt grup ortaya çıktı Dicle Universitesinde terőr estirmeye başladı. Sanki hemen mahalle takımı toplamış gibi toplanmış bu grup kűçűk ama mide bulandırmaya da yetiyor.
Birileri bir yandan bu űlkenin hep bildiği, ve tekrarını gőrmekten bıktığı bu tűr ucuz provakasyonlarla, polis ve derin devlet destekli terőrle sűreci bozmaya çalışırken. Birileri de bűtűn varlığını bu sűrece bağlamış canla- başla çalışarak umudu yűksek tutmaya çalışıyor.
Ve benim, ki biraz uzaktan bakıyorum – dışardan bakıyorum, bir sűrű belirsizliğim var, gűnűműzde hiç bir sosyal olayın diğer olaylardan ve uluslararasi sosyo-ekonomik ve politikalardan izole bir biçimde gelişmeyeceğini bilmeme rağmen, yine de içime oturmayan bir şeyler var.
Bu barış (sűreci) hiç mi hiç kolay gelmedi. Hele çabuk hiç gelmedi. Őzellikle kűrtler 10 yıllardır barış barış diye diye helak oldular. Hatta barış dediler diye içeriye atıldılar, biber gazı soludular, ve işkencelerden geçtiler. Tűrkiye halkı ve devletiydi barış istemeyen. Barışa bir yenilme diye bakan yine onlardı. Oysaki kaybedilecek hiç bir şey yoktu ortada, aksine kazanılacak çok şey vardı. Őlűmlerden tutun da űlkenin ekonomisini çőkerten savaş giderleri, yolsuzluklar, çeteler, kurumlardaki çűrűmelere kadar kazanılacak çok şey vardı. Sevindik tabi barışa; “çok şűkűr!” der gibi sevindik. Ama sanki barış başka bir şeylerin yanında meze gibi geldi. O “başka şeyler”in ne olduğunu tahmin etsek de pek net olarak bilmiyoruz. Ve onlar her ne ise umarım daha fazla kan dőkűlmesine sebep olmaz. Ve umarım Kűrtlerin bu yarım yűzyıla yakın verdiği műcadele, edindikleri kimlik, ve kazandıkları haklar heba olmaz… Ve umarım Tűrk halkı kendi adına yapılan bu insanlık dışı uygulamalardan ve kirli savaştan gerekli dersi çıkarır.
Yani bu barışa o denli sevinmek istesem de bu kursağımdaki bu dűğűm, bu midemdeki bu yumruk, keşke bu “çok gűldűm, ağlayacağım herhalde!” gibi saçma sapan bir koşullanmışlıktan oluyor olsa…
Neler oluyor, neler oldu? Herşey ışık hızında.. Ama bu olup bitenler arasında en kayda değeri 10 yıllardır sűren kirli savaşın sona ermesi, adına barış denilen şeyin őnűnűn açılmış olması geliyor. Ama ne yazık ki bu barışın nasıl bir şey olduğu hakkında hiç bir bilgimiz yok. Barışı da mutluluk gibi yokluğundan tanıyor ve őzlűyoruz. Her zaman hep bir savaş vardı çűnkű.
Ama ne yazık ki bu barışın őnű barış sőzcűğűnűn içeriğine uygun bir biçimde açılmadı sanki. Yani her iki tarafın olgun bir biçimde uzlaşmaya varması ile olmadı bu. Oldu mu? Ben mi kaçırdım bir şeyleri?
Yani gerçekten egemen taraf (devlet, hűkűmet, kamuoyu, ve egemen medya etc.) yıllar yılı yapılanların yanlışlığını, saçmalığını, zulumkarlığını, haksızlığını, adaletsizliğini gőrűp kabullenmedi; kendi çirkin ve karanlık yanıyla yűzleşmedi. Insan yaşamının, bazan bir tek gencin yaşamının, dűnyalara değer olduğunu hissetmedi kurumsallaşmış yűreğinde. Bir Tűrk dűnyaya bedeldi de bir Tűrkűn/Kűrdűn canı bazı semboller sőz konusu olduğunda hiç bir boka değmezdi. Bazı sembolik ve ideolojik şeyler vardı ki 10 binlerin canı ve dőkűlan kanı hiç kalıyordu. Hatta daha da 10 binlerin kanı bu sembollere kurban olunasıydı.
Bunun yanısıra bir de őyle bir kibiri vardı ki ezenin, zor geliyordu herşey. Yani o derece ve őylesine ki, birlikte barış içinde yaşamak nosyonu bile egemenin ezilene bir lűtfuydu sanki. Yani sanki babasının hayrına yapıyordu yaptığını. Ama sonra ne olduysa, birden bire herşey nerdeyse oldu bittiye getirildi; yıllar yılı terőrist, bebek katili denilen őcalan, birdenbire siyasi muhatap alındı, sonra Israil birden bire őzűr diledi Mavi Marmara katliamı için. Suriye dűşman ilan edildi. Obama Orta Doğu’ya geldi-gitti.
Yani bir barış geldi ve anlamadık nasıl geldi. Yani bekliyorduk barışı, őzlűyorduk barışı ama sanki bu bizim kontrolűműz dışında oldu. Bilmiyoruz ne yapacağız, nasıl yapacağız. Iste Akil İnsanlar Komisyonu diye birşey ortaya atıldı ve bu komisyonun ne yapacağı bile belli değil. Ve kimseler de memnun değil bu oluşturulan ekipten.( Herkesin memnun olacağı bir grup oluşturmak da imkansız tabi, o da başka bir sorun.) Neyse, daha şőyle bir “oh be!” dememişken, birden bire hortlak gibi polisle el ele, ellerinde satırlar ve sopalarla dindar mı dindar bir kűrt grup ortaya çıktı Dicle Universitesinde terőr estirmeye başladı. Sanki hemen mahalle takımı toplamış gibi toplanmış bu grup kűçűk ama mide bulandırmaya da yetiyor.
Birileri bir yandan bu űlkenin hep bildiği, ve tekrarını gőrmekten bıktığı bu tűr ucuz provakasyonlarla, polis ve derin devlet destekli terőrle sűreci bozmaya çalışırken. Birileri de bűtűn varlığını bu sűrece bağlamış canla- başla çalışarak umudu yűksek tutmaya çalışıyor.
Ve benim, ki biraz uzaktan bakıyorum – dışardan bakıyorum, bir sűrű belirsizliğim var, gűnűműzde hiç bir sosyal olayın diğer olaylardan ve uluslararasi sosyo-ekonomik ve politikalardan izole bir biçimde gelişmeyeceğini bilmeme rağmen, yine de içime oturmayan bir şeyler var.
Bu barış (sűreci) hiç mi hiç kolay gelmedi. Hele çabuk hiç gelmedi. Őzellikle kűrtler 10 yıllardır barış barış diye diye helak oldular. Hatta barış dediler diye içeriye atıldılar, biber gazı soludular, ve işkencelerden geçtiler. Tűrkiye halkı ve devletiydi barış istemeyen. Barışa bir yenilme diye bakan yine onlardı. Oysaki kaybedilecek hiç bir şey yoktu ortada, aksine kazanılacak çok şey vardı. Őlűmlerden tutun da űlkenin ekonomisini çőkerten savaş giderleri, yolsuzluklar, çeteler, kurumlardaki çűrűmelere kadar kazanılacak çok şey vardı. Sevindik tabi barışa; “çok şűkűr!” der gibi sevindik. Ama sanki barış başka bir şeylerin yanında meze gibi geldi. O “başka şeyler”in ne olduğunu tahmin etsek de pek net olarak bilmiyoruz. Ve onlar her ne ise umarım daha fazla kan dőkűlmesine sebep olmaz. Ve umarım Kűrtlerin bu yarım yűzyıla yakın verdiği műcadele, edindikleri kimlik, ve kazandıkları haklar heba olmaz… Ve umarım Tűrk halkı kendi adına yapılan bu insanlık dışı uygulamalardan ve kirli savaştan gerekli dersi çıkarır.
Yani bu barışa o denli sevinmek istesem de bu kursağımdaki bu dűğűm, bu midemdeki bu yumruk, keşke bu “çok gűldűm, ağlayacağım herhalde!” gibi saçma sapan bir koşullanmışlıktan oluyor olsa…
Apr 10, 2013
Aziz Nesin
Aziz Nesin..
Fotoğrafta gördüğunüz çocuklardan çok daha fazlasını kitaplarının geliriyle büyüttü.. Devletten bir kuruş destek almadan hatta devlete rağmen yaptı bunu..
O sahipsiz çocukların çoğu meslek sahibi şimdi..
Hepsinin söylediği şey aynı;
Aziz baba bize insan sevgisini,dostluğu ve bir arada yaşamayı öğretti..
Yobazlar onu yakmaya-kötülemeye çalışsa da,
Aziz Nesin bu ülkeye binlerce siyasetçiden daha fazla emek verdi..
Tabii halk yine Zübük'gilleri seçip durdu "aptalca"...
Burdan...
Apr 7, 2013
Apr 2, 2013
Bu boyu devrilesi bozuk düzen
Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
Boğazımda düğümleniyorsa lokma,
Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
alınıyorsam,
geçimsiz ve işkilli,
yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
Denize bile iştahsız bakıyorsam,
Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
Bu darağacı suratlı toplum!!
Oktay Rıfat
Subscribe to:
Posts (Atom)