Tolga’nın sőzünü edişiyle birlikte büyük sabırsızlıkla bekledim Blame it on Fidel’i izlemeyi. Dün gece izleyebildim…10 yaşındakı kızım ve 14 yaşındaki uzak bir akraba çoçuğu ile. Ne çok soru sordular! Ne zor soru sordular! Ne kadar zorlandım açıklamakta kavramları! Allende kim? dayanisma (Solidarity) ne? Fidel diktatőr mü? Diktatőr kőtü değil mi? Burjuvazi ne? Polis niye gaz bombası atar? Zaten bir bakıma filim de bu soruların cevabını arayışının pedagojisi gibi. Dokuz yaşındaki zeki bir kız cocuğunun (Anna) bu kavramları anlamlandırma çabasını anlatıyor filim…Anna’nın küçük erkek kardeşi kolayca, sorgulamadan kabul edip içselliyor yeni yeni terimleri. Ama Anna őyle yapmıyor. Hiç bir şeyi olduğu gibi kabul etmiyor. Sorguluyor. Ikna olması gerekiyor birşeyleri kabul etmesi için.
Anna’nın őgrenme deneyiminin iki őnemli yanı var: Birincisi Anna’nın yaşadığı bu değişimin Anna’dan bir takım őzveri istemesidir. Anna’nin ayrıcalıklı, zengin, ve rahat geçen yaşantısından ődün vermesini şart koşan bir değişimdir bu. Büyük saray gibi ev, Küba’lı bakıcı ki çok güzel yemekler pişirir, őzel Katolik okul ve aynı derecede ayrıcalıklı yetişen arkadaşlar, vs. vs. vs. Sadece bir çocuk için değil bir yetişkin için de ayrıcalıklardan vazgeçilmesi kolay değildir. Ahlaksal ve ideolojik bir “doğru” için zevk ve rahatlık őgesinden vazgeçiş üst düzey bir ahlaksal gelişimi gerekli kılar. Bu ahlaksal gelişimin yanısıra da soyut bir sentezleme ve analiz yeteneğini gerektirir. Bu nedenle ayrıcalıkların reddi alabildiğine devrimci bir süreçtir. Transformatiftir! Anna’nın őgrenmesindeki ikinci őnemli yan, Anna’nın őgrenmesinin pedagojik açılımıdır. Anna’nın őğrenirken geçirdiği değişim őnceden edinilmiş, organize edilmiş bilişsel ve biliş-dışı şemaların yeniden organizasyonunu gerektirmektedir. Yeni eskiyi sarsmaktadır, rahatsız etmektedir. Piaget buna disequilibrium der. Yani bu durum bir billişsel dengesizlik durumudur ve pek arzulanan bir durum değildir. Bireyi rahatsız eder. Birey itkisel olarak bilişsel düzeyde bir uyuma ulaşmaya çalışır. Bu uyum bilginin asimile edilişinden (yani yeni bilginin hali hazırda varolan bilgiyle uyumlu hal alabilmesi icin yeniden yapılandırılışı süreci ya da sindirilişi) bilişsel uyuma (accommodation) ve dengeye (equilibration) kadar bir sürü karmaşık süreci içerir. Doğal olarak bu sorgulama süreci aynı zamanda Anna’nın doğumundan beri kendisine verilmiş ya da kendisinin sorgulamadan kabul ettiği (anti-kominist ve dinsel) “doğru”ların da sorgulanmasını içeriyor; yoksul ve zengin arasındaki farktan, Incil’deki hikayelerin ana fikrine ordan da koministlerin sakallı ve barbar olduklarına kadar. Anna sorgularken őğrenmeye açıktır ama. Eski bildiklerine kőrükőrüne sarılmaz. Yeniyi çürütmeye yeltenir. Eski yeniyi çürütemediğinde yeni kabullenilir Őgrendikçe yanlışı ya değiştirir ya da bütünüyle sőker atar. Yanlışlarından da őğrenir Anna. Dayanışma (solidarity) ile sürü davranışı arasındaki farkı őgrenişi buna güzel bir őrnektir.
Anna yeni gőzler edinmektedir hergün; dünyayı yeni gőzlerle gőrmeye başlar. Anna Freire’nin dediği gibi sőzcükleri metinden okuyup őylece dünyayı okumaz belki ama dünyayı okuyup őylece sőzcükleri anlamlandırır hem de metin olmadan. (Kuşkusuz Freire’nin sőylemi ezilen, cahil bırakılmış ırgat ve işçilerin okuma yazma őğrenmeyle őzgürleşme süreciyle ilişkilidir. Yine de bu çağrışım eleştiriden őte Freire’ye bir katkı diye alınmalıdır). Anna őğrendikçe daha bir cesur, daha bir yiğit, daha bir kendinden emindir. Okulunu değiştirmeyi ve bütün arkadaşlarını yitirmeyi gőze alışındaki şüphe içermeyen mantıksal çıkarsaması ve psikolojik rahatlığı radikal pedagoji açısından daha bir derinlemesine incelenmeye değerdir.
Anna’nın őğrenmesini őnceki őgrenmesinden ayıran başka bir şey de Anna’nın kendi (nerdeyse tümüyle) őzgür iradesiyle bağımsız őğrenmesidir. Anne babası Anna’nın beynini yıkayamayacak kadar çok meşgüldürler zaten. Hatta biraz ihmale (neglect) varan bir tutum içindedirler. Sevgi hep var ama. Ya da şőyle sőylenmeli ailede sevgisizlik yok. Aile içinde düşünsel çatışkılar da vardır. Anne ile baba arasındaki erkek egemen anlayış ile kadın hakları mücadelesi gibi. Ancak herkes haklı gibi gőrünmektedir. Herşey için Fidel’i suçlayan Kübalı bakıcı, yoksulların ve işçilerin zenginlerin mallarında hiç doymayan aç gőzleri olduğunu sőyleyen anneanne, Katolik okuldaki arkadaşlar, kitaplar ve rahibeler, herkes ama herkes haklı ve sarsılmaz doğruları olduğunu iddia etmektedirler. Yani Anna soruları, çelişkileri, ve çatışkıları ile başbaşadır. Sorularını sorar, cevapları sağdan soldan cımbızla toplar gibi arar bulur, gőzlemini yapar, bilgisini ve dünyasını yıkar, kurar, ya da yeniden kurar. Bazan sorularının kolay cevabı da yoktur. Anne-babasının Anna’ya “saçma sapan konuşma” dediği de olur. Bazı soruların mutlak doğru cevabının olmadıgını da őğrenir; “doğru ve haklı olduğumuza nasıl emin olabiliriz?” diye sorar őrneğin. Ama filimde asla Anna’nın bir őgrenme yőntemi olarak sorgulamasına yőnelik bir saldırı ya da heves kırış yoktur. Ancak Anna’nın Mickey Mouse’un faşist oluşunu kabul edip etmediğini ya da 9 yaşındaki çocuğun anlayacağı dilden ifade edilişini pek őğrenemiyoruz.
Radikal pedagojiye yőneltilen en büyük eleştirilerden biri radikal pedagojinin elitist bir dile ve sőyleme sahip olması ve ezilenler için savaşırken diliyle kendisinin de ezilenleri ezip yabancılaştırdığı eleştirisidir. Bu eleştirinin haklı yanlarının yanısıra haksız yanları da vardır. Bu başka bir yazının konusu ancak bu filim pedagojik açıdan gősteriyor ki radikal pedagojinin sőylemlerinin o denli de sofistike, karman çorman, sadece belli birilerinin anlayacağı dilde olması olmazsa olmaz bir koşul değildir. Bu filim sadece bir őrnek olarak bile gőstermektedir ki; ezilenlerin bilinçlendirilmesine yőnelik anti-hegemonik, anti-faşist, ve anti-emperyalist çalışmalar onları yabancılaştırmadan da gerçekleştirilebilir. Bunun yanısıra bu filim kapitalist propagandanın bütün gerçekliği çarpıtma çabalarına rağmen dünyayı kandırılmamış, çarpıtılmamış gőzlerle okumanın mümkün oluşunu da tartışmaya açmaktadır. Burda kuşkusuz ezilenlere de gőrev düşüyor. Ezilenlerin en azından Anna’nin inatçılığından çıkarması gereken dersler var: Istemek. Őğrenmeyi istemek. Pes etmemek. Soruların cevabını aramak. Kolayına kaçmamak. Çünkü őgrenmenin gerçekleşmesi için gerekli olan herşey ortadadır…Noam Chomsky haklı olarak diyordu bilgi ortada diye. Herşey biliniyor. Mesele insanların arzularının eksikliği.