Pages

May 29, 2009

Sanal sosyal iletişim ya da eee yeter artık!

Şu internet ve bilgisayar temelli teknolojik gelismeler kafa döndűrűcű. Nerdeyse műmkűn değil takip etmek. Bazan da bıktıracak dűzeyde “eee yeter artık yahu” falan dedirtiyor insana. Yeter sahi! Insan aklının, yaratıcılığının neleri yaratıp geliştirebileceğine, nasıl da sınırları zorlayabileceğine çok gűzel bir örnek ama gerçekten, yeter artık. Yani bunca bilgisayar temelli olmak zorunda değil hayatımız. Bunca bilgisayar indexli olmak zorunda değil.

Ilk gelişim aşamasını, teknik sorunları, hallettikten sonra bilgisayar teknolojisi kendisine yöneltilen en bűyűk eleştiriye odaklaştı: insansızlık - asosyallik. Insandan uzak olmayı, sanal olmayı problematize edip sosyaliteyi műmkűn kılmak için kolları sıvadı ve bugűn yűzlerce (abartı olduysa affola) farklı formda insanların yaşamlarına girmiş durumda.

Bu sosyalitenin en yenilerinden biri Twitter. Twitter’e micro-blogging de diyorlar. Yani blog daha kapsamlı bir iletişim biçmi iken Twitter bu iletişim biçmini “sisht na’ber?” dűzeyine kadar kűçűlttű. Yani anlık bir iletişim sistemi bu ve insanlara anlık olarak neler yaptıklarını paylaşma olanağı veriyor… Ve inanılmaz derecede de tutu gibi görűnűyor bu iş.
Şimdi bu teknolojik “ilerlemelerden” iyice bıkmış biri olarak şu Twitter’i sorgulamak istiyorum. Dolayısıyla da bunu kullananları da. Sahi psikolojik manyak mısınız lan? Nasıl bir sosyal ihtiyaçtır ki bu anlık neler yaptığınızı paylaşma ihtiyacı duyuyorsunuz? Hani Nazım gibi hapishanedeyseniz, ulaşılmaz uzaklardaysanız bu anlaşır bir şey. Nazım bir şiirinde diyordu ya hani

O şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—
O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
— her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!...—
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...

Ama dikkat edin,  Nazım sevgiliyi merak ediyor yine de. Yani çok sıradan birini değil. Ya da yan ranzada yatanı değil…

Dűşűnsenize yan ranzadaki twitter yolluyor:
--- Şu an uzanmışım…
Siz:
--- Ben de…

Ya da sevgilinizle sevişirken ona twitter gönderiyorsunuz.

--- Ne yapıyorsun?
--- Sana oral sex yapıyorum?
--- Aaa öyle mi? Ben de bu benimkini ağzına alan kim diyordum…Bir başkasını dűşlűyordum oysa.

Ya da:
--- Şu an tuvalette sıçıyorum.
Ya da:
--- Şu an masturbasyon yapıyorum
Ya da
--- Pazarda alış veriş yapıyorum ve o biber ve patlıcan satan bahçıvan yine beni gözleriyle soyuyor.
Ya da: 
--- şu an bi PKK sempatizanı, 9 yaşındaki çocuğu örgűt bilgilerini elde etmek için konuşturmaya çalışıyorum.
Ya da : 
--- ananla beraberim…

Yani durum bu derece iğrenç ve zıvanadan çıkmış durumda. Sahi bu kadarına ihtiyaç var mı?

May 26, 2009

O Sözler Ki

o sözler ki acıdır
mapusane avlularında
demirli kırbaçlar gibi şaklar
o sözler ki sırasında
çiçek açmış bir nar ağacıdır
dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı
sırasında gizemli bıçaklar

o sözler ki
imgelem sonsuzluğunun
ateşten gülüdürler
kelebek çarpıntılarıyla doğarlar ölürler
o sözler ki kalbimizin üstünde
dolu bir tabanca gibi
ölüp ölesiye taşırız
o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan
uğrunda asılırız

Atilla Ilhan

May 25, 2009

Sosyalizmin Tarihi!

Wired dergisine göre sosyalizmin tarihi... Yani biz yazmasak başkaları yazar...

1516
Thomas More's Utopia
1794
Thomas Paine's The Age of Reason
1825
First US commune
1848
Marx & Engels' The Communist Manifesto
1864
International Workingmen's Association
1903
Bolshevik Party elects Lenin
1917
Russian Revolution
1922
Stalin consolidates power
1946
State-run health care in Saskatchewan
1959
Cuban Revolution
1967
Che Guevara executed
1973
Salvador Allende deposed
1980
Usenet
1985
Mikhail Gorbachev's glasnost
1991
Soviet Union dissolves
1994
Linux 1.0
1998
Venezuela elects Hugo Chavez
1999
Blogger.com
2000
Google: 1 billion indexed pages
2001
Wikipedia
2002
Brazil elects Lula da Silva
2003
Public Library of Science
2004
Digg
2005
Amazon's Mechanical Turk
2006
Twitter
2008
Facebook: 100 million users
2008
US allocates $700 billion for troubled mortgage assets
2009
YouTube: 100 million monthly US users

May 22, 2009

Uzman çavuş okulu basıp öğrenci dövdü

Bir uzman çavuş (silahi ve üniformasiyla Diyarbakır’da) da okul basıp (bir kürt) öğrenciyi döver sonra tepki gösterenler meseleyi Türk-Kürt kutuplaşmasına çekmekle hatta ırkçılık yapmakla suçlanır.

Steve Biko demişti, bu beyazlar hem bize tekme atıyorlar hem de bu tekmeye nasıl tepki göstememiz gerektiğini yine bize onlar söylüyorlar diye… Nasıl da evrensel ögeler barındırıyor şu ırkçı egemen ideoloji… Nasıl da hemen bir mantık bulunup problem yine kurbanın üstüne yıkılıyor.

Not only have they kicked us, but they have also told us how to react to the kick.

Steve Biko

May 18, 2009

Homofobi

Genelde her ne kadar kötűmser olsam da, hep bardağın boş yanını problematize etsem de bazan olup bitenlerin tarihsel anlamda bir ilerleme olduğunu kabul etmek zorunda kalıyorum. Kuşkusuz varolan ilerlemenin orda durmayacağı koşuluyla…

Son gűnlerde eşcinsellik gűndemin bir kısmını tuttu (homoseksűel hakem, ODTU’deki keyfi şiddet, Ali Bulaç dangalağı falan filan). Sonra 4. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma ve benzeri aktiviteler. Gűzel sözler edildi, gűzel analizler yapıldı. Bunlar umut verici gelişmelerdir kuşkusuz. Nilgűn Toker şöyle demiş örneğin

“Dünyadaki tüm anayasalarda ortak bir ruh var. Eşitliği doğallık üzerinden tanımlayan bu yasalar ‘doğal olmayanı’ da bunun dışında tutar. Doğal/doğal olmayan tanımlamasının konu LGBTT’ler söz konusu olduğunda referans olarak verilmesi bizim handikaplarımızdan biri. Eşcinsellik doğaldır deyince iş bitmiyor çünkü. Hadi bunu böyle kabul ettik. Peki diğerleri ne olacak?” Bianet
Oral Çalışlar da şöyle demiş:
“Kürtlerin, kadınların, Alevilerin mücadeleleri nasıl kimlik mücadelesiyse eşcinsellerin mücadelesi de kimlik mücadelesidir. Kürdün, kadınların, Alevilerin haklarını savunanlar eşcinsellerin haklarını savunmuyorlarsa aslında kimsenin hakkını savunmuyor demektir.” Bianet

Kulağa hoş gelen ‘doğru” gibi gelen yorumlamalar bunlar. Aslında doğrular da. Ancak meselenin odak noktasına yönelmiş analizler mi bunlar? Bence değil. Fobinin kökeninde sosyalizasyon sűreci var, yani içinde geleneksel normlarıyla, tabularıyla, dinsel gűnah ve sevaplarıyla kűltűr var. Yoksa tabii ki űstten, ta en űstten , anayasa’dan başlayabiliriz meseleyi didiklemeye (ki yine söylűyorum bu mesele de önemlidir) ama problem olanın can bulduğu batak o değildir. Kökleri taa en ince gözeneklerine kadar işlemiş kűltűrűműzdűr.

Sadece rasyonel dűzeyde tartışıp “ Demokrat kişi insanların demokratik hak ve özgűrlűklerinden yana tavır alır, ben bir demokratım o halde ben LGBTTin de haklarından yana tavır almalyım" demekle olmaz bu iş. Çűnkű adından da anlaşılacağı gibi fobi rasyonel bir korku değildir. Hastalıklıdır. Patolojiktir. Biri vardı oğluna fitil vermişlerdi de kaygıdan ölműştű "bűyűrse ibne olur" diye. Şimdi hatırlamıyorum kim demişti. Diyordu ki işkencede adamlara elektrik veriyorlar adam dayanıyor, falakaya yatırıyorlar adam dayanıyor, aç bırakıyorlar adam dayanıyor ama “ulan şimdi bu jopu götűne sokacağız" diyince adam bűlbűl gibi ötűyor. Yani korkunun şiddetini ve anksiyetenin boyutunu dűşűnebiliyor musunuz? Bunun altında jopun anűsde yapacağı fiziksel zarar değil “ibne” olma korkusu vardır. Namus vardır. Yani sanki ondan sonra alışkanlık geliştirecek ve gidip her önűne gelene “abi allah rızası için bi kere beni yapıver” diye yalvaracak. Ya da erkekler(!) bunun götűnű koklayıp (hayvanlar gibi) “senin yol açılmış bir kere. Artık biz seni her canımız istediğinde dűzeriz” falan diyecekler sanki…

Yani görűldűğű űzere kűrtler tarafından űlkenin hıyar gibi ikiye bölűnme fobisinin, kadınların özgűrleştikçe bacaklarını yıldızlara doğru sonuna kadar açıp herkese “vereceği” fobisinin, ve bizimkinin öbűrsűnkűnden daha kűçűk olabilme olasılığı fobisinin yanısıra bizim götűműzden korkumuz vardır. Yoksa valla homoseksűellerle bi sorunumuz yok. Bizi yapmak istemedikleri sűrece ve bizim onları yapmamıza ses çıkarılmadığı sűrece onlarla ne sorunumuz olabilir ki? Bizim korkumuz kendimizden! Dűnyayı bacak arasından yorumlama biçmimizden. Bizim korktuğumuz o en çok saplantı gelistirdigimiz göt, sik, ve am denilen organlarin olasi potensiyelleri …Ya devrim yaparlarsa ?

-- Bak nasıl da ibnelik özendiriliyor toplumda. Salgın bir hastalık gibi yayılıyor valla ibnelik.
-- Komşunun çocuğundan mı görűp hevesleniyor sizinkisi?
--Siktir lan!
Kuşkusuz bu patolojik korkumuzu besleyen bizim cehaletimizdir de. Homoseksűelitenin ne mene birşey olduğunu anlamak da önemli ancak bunun için de önce bu fobimizin ve kaygı dűzeyimizin dűşmesi gerekmektedir. Çünkü kaygı düzeyi böylesine tavana vurmuşken ögrenmenin gerekleşmesi pek olası değildir.

Yani yukarıda tartışıldığı gibi mesele anaysal ve demokratik bir mesele olmaktan öte kültür sorunudur, sosyalizasyon sorunudur, ve sosyal ögrenme (klasik ya da operant koşullu ögrenme) sorunudur. O halde sorun ögrenilmiş bu korkunun söndürülmesiyle, öğrenilmemesiyle ilgilidir. Örneğin şu aşağıdakiler gibi…

  • Homoseksűelite sadece cinsel organ merkezli bir şey değildir.
  • Homoseksűelite bir seçenek ve tercih değildir. Seçenek ve tercih olsa bu adamlar ve kadınlar manyak mı yahu bu toplumda bu kadar aşağılanacağını bile bile bunu seçsinler?
  • “Homoseksüelite Iran’da yoktur” sözünün meali şudur: Varsa önce siker sonra öldürürüz. Bunun için kimse homoseksüel olamaz.
Sahi prostatlarını kontrol ettirmeye gidip de homofobisi azan erkeklerin yüzdesini bilen var mı?

-- Ben bi gittim bi daha da gitmem abi!

May 13, 2009

Kant, Gűzel, ve Şevval Sam

Yanlış hatırlamıyorsam Immanuel Kant gűzeli hoş kavramıyla karşılaştırıp öyle tanımlıyordu. Şöyle bir şey diyordu; eğer tablodaki elma sizde elmadan bir ısırık alıp tadına bakma arzusu uyandırıyorsa o hoştur ama sizde sadece o elmaya bakma arzusu ve bu arzuya dayalı sonsuz bir doyum ve haz sağlıyorsa bu gűzeldir.

Bir arkadaşım Şevval Sam’dan söz etti geçenlerde. O kim yahu dedim. Leman Sam’ın kızı deyince ancak bağlantı kurabildim. (Biliyorum ben bayağı uzak kalmışım gűndelik kűltűrden). O zamandan beridir YouTube aracılığı ile dinliyorum Şevval’ı. Şu linkte “Divane Aşık gibi” tűrkűsűnű Orhan Hakal ile söylűyor. Sonra da başka bi Karadeniz tűrkűsűnű (tabancamın sapını gűlle donatacağım) söylűyor. 
Defalardır dinliyorum. Bir insan bu kadar içten ve bu kadar gűzel mi söyler bu tűrkűleri! Karadeniz’i faşist tiplerle ve linçlerle anmaktan uzaklaştırıyor insanı. Öyleki Karadeniz’i, horonu ve o arı insanlarını yeniden sevebilirsiniz. Şevval’ın yűzűndeki o içtenlik, sadelik, yalınlık, yapmacılıktan uzaklık, insan sevgisi ile dolduruyor insanın içini, gűlűmsemesi ise yaşama sevinci… Işte tam bu anda Kant giriyor devreye ve diyor ki işte yavrucuğum gűzel bu. Tűrkűnűn, tűrkűcűnűn, tınının, insanın, ve hatta kadının gűzel oluşu bu.

Şevval sen çok sağol emi…

May 8, 2009

üçleme


1) Diyarbekir.net ve Serpil
:
Diyarbekir.net sitesini belki bilmezsiniz. Ben okurum. Guzel yazılar vardır. Bir de Diyarbekir’den haberler verir. Diyarbekir.net’i belki bilmezsiniz ama Serpil’i bilirsiniz. Hani resimleri Diyarbekir’i ve kürtleri, ve kürtlere yapılanları anlatır. Dikkateimi çekti Serpil’in resimlerine, sergilerine, başarılarına ilişkin ne bir haber, ne de bir yazı çıktı Diyarbekir.net’te. Serpil Diyarbekir’li oysa. Diyarbekir’in övünmesi gereken sanatçılardan biri. Şimdi Serpil’in bir sergisi olacak Diyarbekir’de, Keçiburcu Galeride. Bakalım bunu da mı es geçecek Diyarbekir.net? Umarım Diyarbekir.net karşı bir tavır alması gereken Türk burjuva medyasının Kürt karşılığı olmaz…

2) Denizler:
6 Mayıs’da Denizlerden söz etti insanlar. Andılar. Lanetlediler katillerini. Ama birileri de sanki işi zıvanadan çıkardılar; onlara çok mu çok arabesk ve medyatik bir tavırla acıma göstererek ve onları tarihsel gerçekliklerinden soyutlayarak yaklaştılar. Öyle ileri gittiler ki “yazık oldu bu çocuklara” dediler. Yazık oldu derken erken ölümlerine bir vurgu yaptıklarını biliyorum. Ama erken ölüm acınası bir ölüm de değildir yani. Yapmayın allahaşkına! Düşmeyin zamanın mutlak mekaniğine. Zamanın göreliliğini unutmayın. 100 yıl yaşayıp da bok yığınında gül kokusu duyduğunu sanmaktan daha acınası ne ola ki. Onlar hergünü bir ömür gibi yaşamadılar mı? Dolu dolu; tepeden tırnağa aşk, tepeden tırnağa kavga, tepeden tırnağa bahar gibi yaşadılar. Negüzel, ne uzun yaşadılar! Hala yaşamıyorlar mı? Yazık oldu demeyin ne olur sanki heder olmuş gibi, boşa harcanmış gibi. Hiç bir şey demek zorunda değilsiniz eğer beceremiyorsanız Can amca gibi güzel söylemeyi. Can amcanın dediklerini deyin yeter. Deyin ki “aşk olsun çocuk(lar size) aşk olsun”…

3) Güzel, akıllı, ve dürüst insanlar:

He who passively accepts evil is as much involved in it as he who helps perpetrate it.
- Martin Luther King, Jr.

Bazan kızıyorum insanlara. Güzel, akıllı, dürüst insanlara kızıyorum hem de. Belki bir faşiste öyle kızmıyorum. Çünkü faşistin ne olduğu ortada. Kapasitesi, yapacakları, yapamayacakları, kimin safında olduğu ortada. Kızdığım, bu güzel insanların nerde olduklarına dair muğlaklık. Taraf olmamalarıdır. Taraf olmanın gerektirdiği tutarlılığı, ahlaklılığı, ve cesareti gösterememeleridir. Cesaret korkunun yokluğu değildir. Cesaret korkuya rağmen haklıdan yana tavır almaktır. Haksızlığı kınamaktır. Zulme karşı ayak diremektir. Protesto etmektir. Elie Wiesel’in dediği gibi “There may be times when we are powerless to prevent injustice, but there must never be a time when we fail to protest.” Yani adaletsizliği önleyecek gücümüz belki olamaz ama bu adaletsizliği, zulumu protesto edememek için hiç bir mazeretimiz olamaz, olmamalı… çünkü zalim sessizlikten güç alır. Sizin sessizliğinizdeki onaydan… "Ben bir şey yapmadım, günahsızım" demeyin. Yüreğinizi kendinizi kandırarak rahatlatamazsınız. Siz de işin içindesiniz. Insanlar yargısız infazla öldürülürken, çocukların kafası silah kabzaları ile dağıtılırken ben sadece müzik dinliyordum, sinema, kitap eleştirisi yazıyordum, laboratvarda deney yapıyordum, mutfakta yemek yapıyordum diyerek kendinizi bu kan ikliminden kurtaramazsınız. Yani elinize silah alıp dağa çıkmanızı gerektirmiyor cesur olmak. Ya da örgűtlű bir militan olmak, ya da bir partizan sanatçı olamak. Yani bloğunuz varsa bloğunuzda iki satır yazmak da bir protestodur. Yazmayıp boş bırakmak da. Ama hiç yazmamak değil. Hiç yazmamak gözlerini kulağını tıkamaktır. Blog sahibi olmanın, internet ve ona ulaşacak bir bilgisayara sahip olmanın sosyal anlamda gűç oluşu da budur zaten. Ya da okulda, dersde, sokakta konuşmaktır. Çocuğunuzla , komşunuzla, arkadaşınızla konuyu deşmektir. Hiçbir şey yapamazsanız alıp bir şiiri okumaktır zulme ve kavgaya dair. Zulumla, terörle, öfkeyle yaşayın da demiyorum. Zaten mümkün değil hep aynı öfke, kızgınlıkla, ciddiyetle, matemle yaşamak. Güleceksiniz de! Siktiri boktan konularda “geyik de yapacaksınız”. Ama bi beş dakika ile bir iki cümle ile protesto etmekden de uzak durmayın. “Benim bloğum yemek tarifleri ile ilgili” ben ne yapayım demeyin. Bu gün polisin bu vahşetine gidecek yemek tarfi yok deyin mesela. Bi şey deyin ne olur! Ses edin! Güzel insan olmak, mutlu insan olmak demek insanlar katledilirken yanıbaşınızda, uzaklara bakmak değildir. Vallahi değildir!!!

May 7, 2009

Sansüre Sansür


Geçen seneki Sansüre Sansür kampanyası Dailymotion kapatıldıktan sonra spontan bir şekilde başlatılmış, sonrasında da sansüre karşı oluşturulan en kapsamlı harekete dönüşmüştü.

Tesadüf bu ya, ikinci hareketimize başlamaya günler kala Dailymotion yine ve yeniden hiçbir gerekçe gösterilmeksizin kapatıldı.
Bu sefer sizlerden isteğimiz daha kapsamlı bir katılımlı herkesin internet sansürüne karşı bilinçlendirmeye çağırmak. Hatırlatmak, tünellerde bir yere varılamayacağını göstermek, bilgi alma özgürlüğümüzün elimizden kayıp gittiğini bir şekilde unutturmamak.

Bu iş Atatürk'e hakaret, çocuk pornosu, uyuşturucuya özendirme, müstehcenlik vs. gibi maddelerin olduğu internet yasasının tamamen süistimaline dönmeye başladı. Keyfi bir şekilde internete girme özgürlüğümüzü, bilgiye ulaşma, paylaşma özgürlüğümüzü elimizden almaya başladılar. Eğer tepki göstermezsek internet yakında İran'dan, K. Kore'den bile beter hale gelecek.

Sansüre Sansür olarak başlatacağımız kampanyayla insanların bir nebze olsun uyanmasını sağmamız gerek. Bunun için herkesin katılımının saglanması gerekiyor. Ve bu da bizlere düşüyor.

Daha önce YouTube, benzeri bir şekilde kapatılmıştı, biliyorsunuz. İlk başta kısa bir süre, sonra biraz daha, sonrasında ise tam 1 yıldır kapalı YouTube. Dailymotion'a da bunu yapmaya başladılar. Ne zaman açılır artık bilemiyorum. Tamamı Türkçe yapılan bir video paylaşım sitesini ise nasıl kapatırlar aklım almıyor. Bari bu, bir gerekçe olabilirdi.

Pazartesi günü sabah 11'de kampanyamız başlıyor. Bu 'berbat' tesadüfü iyi bir noktaya çevirebileceğimizi düşünüyorum. Umarım insanlarda bir hareketlenme yaratırız.

http://sansuresansur.blogspot.com/

May 4, 2009

Polis ve şiddet

Bir gencin bir sürü polis tarafindan dakikalarca vahşice dövüldügünü bi mahalle sakini görüntülemisti ve yine bir kez daha gördük polisin nasil görevini yerine getirdiğini. Ama yine de bir sürü kalın kafalı gerçekliği bir türlü görememktedir. Görmek istememektedir diyemiyorum çünkü inaniyorum ki gerçekten bunların kapasitesi yok. Hala bu ülkede bunca keyfi ve sistematik iskenceye, adam öldürmeye, yargısız infaza, dükkan basmaya kadar varan olaylardan geçilmezken hala bazıları polisin şiddetini aklamaya çalışıyorsa orda durup tartışılacak hiçbirsey yoktur. Bu adamlar apaçık kalın kafalıdir. Içselleştirdikleri şiddet kültürü ve faşizan devlet anlayışı onları mongol düzeyine indirmiştir.. şöyle diyor bir çoğu:

“Kaldırım söküp banka, dükkan, atm lere zarar verip polise taş yağdırsınlar sonrada polis güç kullanınca orantısız güç diye bir bardak suda fırtına kopartılıyor.”
“birileri polislik ne demek ne yapar kendine taş atana çiçek verir gibi laflar edip durmasın onlar da insan etten kemikten ve sinirden yapili bir insan”
“kendilerine monotolf kokteyli atanlara çay mi ikram etseydiler ?”
“kimbilir ne yaptılar da dayak yediler.”
“polisin sabrı bu kadar.”
“30 yaşımdayım, hiçbir polisten zerre şiddet görmedim.”
“bir bildikleri varki bunu yapmışlar.”

Görüldügü gibi bütün mantıklar korkunç düzeyde otoriteyi koşulsuz savunan ve şiddeti ta ilk elden onayan yapıdalar. “Bir bildikleri var ki yapmislar” mantığı polisin her koşulda, ne yaparsa yapsın mutlaka haklı bir gerekçeyle yaptığına olan sarsılmaz bir inancı simgeliyor. Polisin kendilerine atılan şeylere karşılık gül atmayacağı inanci ise kesinlikle polisin bir hukuk devletindeki görev ve sorumluluklarından bihabersiz bir inancı gösteriyor. 30 Yaşında olup da polisten zerre kadar şiddet görmediğini söyleyinin ise 30 gram bile aklının olmadığı kesin (Ortalama bir yetiskin beyni 1300 gramdir ).

Şimdi bakın, çok klişe bi laf olacak ama, polisin görevi güvenligi sağlamaktır. Gűvenlik de şiddetle sağlanmaz. Bakmayın ananız, babanız, öğretmeniniz, komutanınızın sizi hep dayakla yola getirdiğine. Şıddet şiddeti doğurur. Bir de bui gűvenlik işi öyle bir iştir ki suçluyu bile kapsar. Biliyorum zor olacak anlaması ama, yine de söyleyeyim, yani polis suçluların güvenliğini de sağlamakla yükümlüdür.

Hep derler ya polis suçluları yakalar. Yok! Polis zanlıları yakalar. Mahkeme suçlu bulana kadar o kişi zanlıdır. Suçlu değildir. O halde suçlu dahi olmayan birini polis nasıl döver, ya da şiddet uygular? Uygulayamaz. Çűnkű eğer bu şiddeti onaylarsanız herkes gibi siz de bir gűn hiç suçunuz yokkan zanlı olabilirsiniz. Işte bunun için mahkeme vardır. Bunun için yasa vardır. Polis işte bu çok önemli görevi yerine getirmek için eğitim görmüş, alet ve hırdavatla kuşatılmıştır.
Yani toparlarsak; Polis yargi gücü değildir. Yani polis ceza veremez insanlara. Insanları yargılayamaz. Polis ahlaksal ve ideolojik kaygılarını işine yansıtamaz. Polis öfkesini işine karıştırmaz. Eğer yaparsa o da yasa karşisinda zanlı olur, suç işlemiş olur. Şimdi bir insan bunları anlayacak kadar zeki değilse, bu görevi hakkıyla yapacak kadar cesur ve yiğit değilse, ve “sağlam sinirlere” sahip değilse polislik yapmamalıdır. Yani bana taş atıyor ben ona gül mü atacaktım diyemez. Belki gűl atmayacakasın ama şiddet de uygulamayacaksın.

Varsayın ki siz tuvalette çalışıyorsunuz. Siz kalkıp insanlara "Sıçmayın ya!" diyemezsiniz. Adamlar sıçacak ve sen temizleyeceksin, hem de adamlara kűfűr etmeden hem de adamları dövmeden. Bu senin işindir. Aynı şekilde polislik yasa karşısında suçlu olanları alıp hukuğa teslim eder. Suçlu yasalarca cezalandırılır. Bakın yasada adama şu kadar dayak at diye bir şey bile yoktur. Yasada dayak yokken dayak atarsan bunun adı işkencedir. Tamam mı? Yani bu da suçtur… Yani sen de suçlusundur ve mahkemede yargılanıp cezanı çekmen gerekir.

Bakın daha yeni okudum gazetede. Yani nebileyim sonra sadece doğduğunuz memleket yűzűnden bile “duran taksiden dűşűp hem ayak bileğinizi hem de burnunuzu kırabilirsiniz!” sonra söylemedi demeyin sakın…

May 1, 2009

Faşist Kőpekler!


Dolapdere İnönü Mahallesi’nde bir binanın alt katında bulunan mescitte Cuma namazı kılınırken polisin attığı biber gazının isabet etmesi cemaati kızdırdı. Namazı bozarak dışarı çıkan cemaate mahallenin gençleri de destek verdi. Cemaat ve mahallenin gençleri yakaladıkları 3 göstericiyi sopalarla döverek linç etmek istedi.


Bu Habere Radikal gazetesi okurlarından biri șu yorumu yapmıș.

bu ülkücüler neden haklarını aramıyorlar,daha iyibir yaşam istemiyor ,sokağa çıkıp işsizlikden yakındıklarını haykırmıyorlar hiç... yoksa hepsinin işi ve dolgun bir maaşı mı var ... bir de hakkını arayan bu insanları neden dövüyorlar onların maaşlarının artıcağı zaman bu ükücüler paralarını mı kaybetcekler,ve işsiz mi kalacaklar... 50 katlı integral çözsem bu kadar zorlanmazdım bu ülkücüleri anlamak isterken ama anladım ki onları anlamak değil onlara bir şeyleri öğretmek imkansız...


Gerçekten ülkücüleri anlamak nerdeyse imkansız. Ben de anlamıș değilim. Ama bir șeyden eminim kőpeklik insanı geri zekalı da yapar…