Pages

Dec 15, 2007

Goethe'den 5x Dilde Özgürlük Dersi...

Türkçe
"Hiç kimsenin köleleştirilmişliği, özgür olduğunu sananlarınki kadar umutsuz degildir!"
Almanca
"Keiner ist mehr hoffnungslos hörig als die, die fälschlicherweise glauben, sie seien frei!"
Ingilizce
"None are more hopelessly enslaved than those who falsely believe they are free!"
Fransızca
"Nul n’est plus esclave que celui qui se croit libre sans l’être!"
Kürtçe
"Kolekirin a tu kesî ne qandî ên dibên qey em azadin bê hêvîye"



Johann Wolfgang von Goethe




Bi kotu ceviriyle basladim uc dilde ifadesiyle devam ediyoruz. Var mi bu sozun Ibranicesini, Kurtcesini, Arapcasini vb. dillendirmek isteyen?

Dec 13, 2007

Izmir'in Yaz Akşamlarında Belediye Otobüsü Yolculukları

Kisin bu celik isigi ayazinda kafcamus'un toplu tasima adli yazisi bana Izmir'in o guzel yaz aksamlarinda, geceyarisina yakin bindigim belediye otobuslerini hatirlatti.

Iki ya da üç kişi vardır otobüste. Bütün pencereler açıktır. Alnın pencereye dayalıdır evlerin karanlık ya da loş ışıklı pencerelerini seyredersin. Aklından geçen birşey yoktur. Sadece varolduğunu hissedersin. Serin rüzgar okşar bedenini. Saçlarında dolanır ince parmakları, sonra gőğsünü. Bedenini keşfeder yeniden seversin...

Durakta gece vardiyasından yeni çıkmış bir işçi kız biner otobüse. Umursamazsın őnce. Yüzün dışarı dőnük, alnın cama dayalı...Sonra bir silüet gőrürsün camın içinde, uzaklarda, rüzgarın ona da estiği...Silüet yaklaşır titreyen otobüs penceresının camını titreşimini alır senın yureğine kor.

Bir dize eskilerden bir hançer gibi saplanır belleğine: Sonsuz anda gizlidir.

Aşıksındır artık. O silüete aşıksındır. Sonsuz bir çatışkıdır yüzünü camdan alıp-almamak. Dőnsen o büyü bozulacak. O büyü bozulsun istemiyorsun. O yureğinde titreşimle nasıl da sevmişsindir o yorgun yüzü. O bakımsız-güzel eli.. Eli silüette de degildioysa. Elleri Saman Sarı'sının şamdanlara benzeyen eli de degildir. Deterjandan çatlamış bir el. Bütün herşeye rağmen güzel bir el..

Otobüs camının karanlığında varlığının sonsuza karıştığını hissediyorsun. Onu sonsuza kadar seveceksin artık. Ve hani o her durakta őlümsüz bir aşk edinen o çılgın Murathan gibi, sen de kendine bir aşk edinmişsindir. Ve o da Murathankiler gibi ne denli sevildiğini hiç bılmeyecek. Silüet koyarsın adını. Silüet…

Adını daha yeni koymuşsundur ki kaybolur silüet. Bir sonraki durakta inecektir. Ayak seslerini bırakır ardında otobüsün koridorunda yürürken kapıya doğru. "Dőn bak" bak der bir ses. Ardından bak. Ama büyü?...Büyü bozulacak...

Karanlığınla başbaşa kalırsın. Yalnız kalırsın.

Rüzgar daha da serinlemiştir. Üşürsün. Otobüs seni gideceğin yere gőtürsün istemezsin. Başka bir şehire gőtürse. Başka bir Izmir'e...

Gece de bitmese...O silüetini destmal eyleyip pencereye bırakan hiç inmese otobüsten.Inmese

Dec 9, 2007

Yeni bir blog, içinizi dökmek için

Valla bıktık billa bıktık! Usandık şu medyadan. Hele de şu Milliyetten, şu Hürriyetten ...Hadi içimizi bu bloga dökelim dedim. Topluca küfür etmeden küfür edelim. Nasıl olsa düz küfür bizi tatmin etmez oldu nicedir. Hadi bir oyuna dönüştürelim hiç olmazssa...

Hadi hayal gücü...

Hadi yaratıcılık...

Baska bir posting yapmayi dusunmuyorum. Bir tek post ve yorumlar (lanet, beddua, ve kufursus kufurler) olacak...

Bloga yazar olmak istiyorsaniz lutfen buraya not dusunuz efendim. Kandanadam seni blog yazari olarak ekledim bile... Kendin blogunmus gibi rahat ol.

http://turkmedyasi.blogspot.com/

Dec 8, 2007

Öbür Taraf

Bektaşi'nin bir gün cuma'ya gideceği tutmuş, camide hoca yüksekçe bir yere çıkmış boyuna nutuk atmakta...hem de içki içenleri açıkça kınamaktadır.

Bektaşi can kulağıyla dinlemeye başlamış, hoca devamlı içki
içenler öbür tarafta her türlü cezayı görecek, içki içmeyenler şöyle sefa sürecek. Hatta her birinin haremine kırk huri verilecek...Huriler şöyle güzel, şöyle taze, böyle hoş olacak, bakire olacak...

İçki içenlerinse içtikleri her şişe içki, sırat köprüsünden geçerken boyunlarına asılacak..!!! demiş.

Bektaşi dayanamamış durduğu yerden seslenmiş: "hoca efendi şişeler dolu mu olacak, boş mu!"

Hoca gürlemiş "bre kafir sen dolu şişelerle öbür tarafı meyhane mi sanırsın?"

Bektaşi ayağa kalkıp bağırmış: "iyi ama hocaefendi, adam başı kırk huri ile sen de öbür tarafı kerhane mi sanırsın?"

Dec 3, 2007

Bir Şiir de Cemal Süreya 'dan

Niyeyse canım hep Şiir çekiyor bu aralar...


Biliyorum Sana Giden...

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri


Cemal Süreya

Nov 28, 2007

Kibrit Çakıyorsun Karanlıkta

Kibrit çakıyorsun karanlıkta
badem çiçeklerini görmek için
Ve mart denizlerinde tedirgin bir çift
sarnıç gemisi gözlerin
Bir iş açacaksın sen başımıza
yangın mı olur artık, bahar mı?

CAN YÜCEL

Nov 24, 2007

Öğretmenlerime Teşekkür

Anne ve babanın yanısıra öğretmen egemen ideolojinin bize empose edilirken kullanılıdığı ilk organik-ideolojik araçtır, temsilcidir. Ama bilindiği üzre her zaman soyal kurumlar istenildigi gibi, kurgulandıkları gibi işlemezler. Yani evdeki hesap çarşıya uymaz; öylesi öğretmenler çıkar ki egemen ideolojinin panzehirini üretir sınıfta. Bu yüzden sürgünle geçer ömürleri. Onlar hiç ödül almazlar. Daha dogrusu onlara hiç ödül verilmez. Aldıkları ödüllerin belgesi yedikleri soruşturmalar, aldıkları cezalar, gönderildikleri sürgünlerdir.
Eğer hala biraz umudumuz varsa bu ülkeden bu tür öğretmenlerimiz sayesindedir. Onların yüzü suyu hürmetinedir.

Her nekadar 24 Kasım Öğretmenler Günü 12 Eylül faşizminin belirledigi Atatürk’e ve beyin yıkamaya ödül verilmesini amaçlayan bir ritüel günüyse de bugünü kullanıp o güzel öğretmenlerime yaptıklarının boşa gitmediğini söylemek istiyorum.

Sevgili öğretmenlerim çok teşekkürler

bana onurlu yaşamı öğrettiğiniz için;

bilgiyi sevmeyi öğrettiğiniz için;

bayrağı – sınırı değil de insanı
-hani o içinde ilerlemeyi ve devinimi barindiran insani-
sevmeyi öğrettiginiz için.



Teşekkürler.

Nov 19, 2007

Yer Kalmadı Yeşile

Koçero siirinden bir çalıntıyla sorsak şu resmi birilerine


Diplomata sorarsanız: Turistik bir serüven.
Sosyeteye sorarsanız: Tam parti verilecek yer.
Bezirgan filmciye sorarsanız: Gişelik bir filim için güzel bi mekan.
Sorarsanız bürokrata: Atatürk’ün heykellerinden birinin daha dikilmesi gereken bir yer daha.
Devrimciye sorarsaniz: Yeşillikten daha őnemli sorunları vardır proleteryanın
Fasiste sorarsaniz : Cicekler akilli olsun akilli…
Genelkurmay baskanına sorarsanız: Ağzıma bile almam adını
Çevreciye sorarsaniz: Babam biz evlenince bize bőyle rengarenk damlı bir ev alacak.

Nov 17, 2007

Herkes Biliyor !

Iki saattir neden Kürtlerin politik alanda demokratik olarak özgürce, korkusuzca, politika yapmaları gerektiğinin sosyal, ekonomik, ve politik temellerini düşünüp yazı yazmaya çalışıyorum. Her kelime, her düşünce parçacığı, her ses ve sesin serbest çagrışımı sanki yüzüme tokat gibi iniyordu. Sanki yazdıklarım yeni, hiç söylenmemiş, kimsenin bilmediği bir şeymiş gibi... Ne diye yazıyordum ki…Herkes biliyor yapılanların yanlış olduğunu. Bilmiyor mu? Herkes biliyor demokratik yollar tıkanınınca dağa vize çıkar. Bilmiyor mu? Herkes biliyor militarism bu problemin çözümü değil. Bilmiyor mu?

Gerçekten inanıyorum en geri zekalısı bile biliyor. Bu nedenle de yazmayı biraktim ve şimdi de niye yazmadığımı yazıyorum. Şu saçmalığı görüyor musunuz peki?

Hayatı Sisyphus’un yaşamı kadar anlamsız ve saçma hale getirdiniz. Küfür bile etmek gelmiyor içimden. Bütün küfürleri de biliyorsunuz. Bilmiyor musunuz? Bütün küfürleri duymuşsunuzdur da. Duymadınız mı?

Nov 7, 2007

Dinle Küçük Adam

Doguyakası'nda rastladım. Sonra dedim ki 10 yıllardır bu kitap Türkiye'nin insan tipinin topografyası...Hiç gündem dışı kalmadı...



Sana kendi içimdeki küçük adamı anlatmakla işe başlayacağım...Demek ki, büyük adam, ne zaman ve hangi alanda küçük adam olduğunu bilir. Küçük adam, küçük olduğunu bilmez ve bunu bilmekten korkar. Kendi küçüklüğünü ve yetersizliğini, başkalarının gücü ve büyüklüğünün kendisinde uyandırdığı güç ve büyüklük görüntüleriyle örter.









Büyük genaralleriyle övünmektedir, ama kendisiyle övünmez. Kendisinde varolan düşünceye değil, kendi aklına gelmeyen düşünceye hayrandır. En az anladığı şeylere en çok inanır ve kolayca anladığı fikirlerin doğru olduğunu kabul etmez.












Tam tamına yirmi beş yıl boyunca- senin bu dünyada mutlu olmayı hakettiğini savundum, kendine ait olan şeyi savunma yetisinden yoksun olmakla suçladım seni, sonra Paris ve Viyana barikatlarındaki kanlı çarpışmalarda, Amerika'daki köleliğin kaldırılması savaşında yada Rus devrimi'nde elde ettiklerine sahip çıkamamakla suçladım.
Paris'teki savaşının sonu Pétain ve Laval'e, Viyana savaşının sonu Hitler'e, Rusya'daki savaşının sonuysa Stalin'e vardı, Amerika'daki savaşının sonuysa Ku-Klux-Klan yönetimine varabildi.

Özgürlüğü, kendin ve başkaları adına korumak, ona bekçilik etmektense kazanmak gerektiğini ve de bunu sağlamanın yolunu pekala bilirdin sen.
Ben, bu gerçeği epeydir biliyordum. Ancak, her seferinde çalışıp didinip bir bataklıktan çıkmayı başardıktan sonra hemen başka bir bataklığa saplanmanın nedenini anlayamıyordum. Sonra yavaş yavaş ve el yordamıyla, seni köle yapan şeyin ne olduğunu buldum:

SEN KENDİ KENDİNİ KÖLELİĞE MAHKUM EDİYORSUN.


Bunu bilmiyordun, değil mi? Kurtarıcıların, seni baskı altında tutanların, Wilhelm, Nikolaus, Yirmisekizinci Papa Gregory, Morgan, Krupp ya da Ford olduğunu söylüyorlar. 'Kurtarıcıların'ın adına da, Mussolini, Napolyon, Hitler, Stalin, Troçki deniyor.

Bak ben ne diyorum: Senden başka hiç kimse senin kurtarıcın olamaz!
Artık tek bir efendinin sadık kölesi olmaktan kurtulup, önüne gelenin, herkesin kölesi olmak için, insan önce bir sömürücüyü diyelim, Çarı ortadan kaldırmalıdır. Devrimci güdülerin ve büyük bir özgürlük idealin olmaksızın böylesi bir siyasal suç işleyemezsin.

Bu durumda, kişi, diyelim İsa, Marx, Lincoln ya da Lenin gibi gerçekten büyük bir adamın önderliğinde bir devrimci özgürlük partisi kurar. Gerçekten büyük olan bu adam senin özgürlüğünü son derece ciddiye alır.

İşlerini kolaylaştırmak için çevresine küçük adamlar, yardımcılar, getir-götürcüler toplamak zorundadır, çünkü bu büyük işi tek başına yürütemez. Üstelik, çevresine küçük büyük adamlar toplamazsa, sen onu anlamaz, bir kenara iter, adam yerine koymazsın. Bir sürü küçük büyük adamla çevrilmiş olarak, senin adına güçler ve yetkiler ele geçirir, ya da bir damla hakikat, ya da yeni, daha iyi bir inanç bulur sana.

Sayfalar dolusu söylevler yazar, özgürlük yasaları, vb. şeyler yazar, kendisini ayakta tutacak olan senin yardımın ve ciddiliğindir. İçinde bulunduğun toplumsal bataklıktan çıkarır seni. Birçok küçük büyük adamı bir arada tutabilmek, senin güvenini yitirmemek için gerçekten büyük olan bir adam, derin bir aydın yalnızlığı içinde, senden ve gürültü patırtıdan uzak ama aynı zamanda senin yaşamınla yakın bir ilişki içinde, elde edebildiği büyüklüğünden her gün bir parça vermek, özveride bulunmak zorundadır.

Sana 'öncü'lük edebilmek için, senin onu erişilmez bir tanrıya dönüştürmene göz yummak zorundadır. Olduğu gibi, sade bir insan olarak kalsa, diyelim, elinde evlenme cüzdanı olmadığı halde bir kadını sevebilen bir adam olsa, ona güvenmezsin çünkü, onu olağandışı bir insan olarak görmek istersin.

Böylece, sen, kendi ellerinle, yeni efendini ortaya çıkarmış olursun. Kendisine yeni efendi rolü verilmiş büyük adam büyüklüğünü yitirir, çünkü bu büyüklük, onun sözünü sakınmazlığından, sadeliğinden, yürekliliğinden ve yaşamla arasındaki gerçek ilişkiden gelmekteydi.
Büyüklüklerini büyük adamdan sağlamış olan küçük büyük adamlar, maliye, dışişleri, hükümet, bilim ve sanat alanlarında büyük görevlere atanırken sen olduğun yerde, yani bataklıkta kalırsın. Bir, 'mutlu gelecek' yada bir 'Üçüncü Reich' uğruna pılı pırtı içinde dolaşmayı sürdürürsün. Damları samanla örtülü, duvarları tezekle sıvalı pis evlerde yaşamayı sürdürürsün. Gerçi kültür sarayınla övünmektesin.

Dilediğince çekip çevirdiğin, dilediğin biçime soktuğun 'yanılsama'dan hoşnutsun şimdilik- ancak, senin bu egemenliğin, bir dahaki savaşa ve yeni efendilerinin koltuklarını yitirmesine dek sürecektir.

Bu küçük adamlar, saraylardan, malikanelerden değil, senin saflarından gelmektedirler. Onlar da senin gibi acı ve açlık çektiler. Üstelik, sana bir yığın söz söyleyerek, senin ve yaşamının, ailenin ve çocuklarının birer hiç olduğunu anlatıyorlar, aptal, köleliğe elverişli ve başkalarının kullanacağı birer insan olduğunuzu söylüyorlar.

Size kişisel özgürlük değil ulusal özgürlük vaat ediyorlar. Size özgüven değil, devlete saygı, bireysel büyüklük değil, ulusal büyüklük vaat ediyorlar. Sense olnlara 'Kurtarıcılar' diyorsun, 'Yeni Kurtarıcılar' ve bağırıyorsun: 'Heil! Heil! ' 'Viva! Viva! ' 'Yaşaa! Yaşşaa! '


Dinle Küçük Adam - Wilhelm Reich

Reich amca kizmaz sanirim eger ben de birseyler eklersem sonuna. Kucuk adam kurtaricilarin senin olunu seviyorlar. Olumun ve kanin uzere propagandalarini seviyorlar. Yoksa esir dusmussun, sag kurtarilmissin, canin kurtulmus onemli degil onlar icin. Sen onemli degilsin. Hatta sen bir utanci simgeliyorsun esir dustugun icin. Olmeyi (Sehit dusmek diyorlar) secmedigin icin. Ne garip degil mi senin kurtaricilarin sag kurtulmus olmana sevinmiyorlar.

Dinle be kucuk adam dinle...

Nov 1, 2007

Inanıyorum ki

Inanıyorum ki Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazeteleri olmasaydı Türkiye daha barış dolu bir ülke olurdu.

Inanıyorum ki Milli Eğitim Bakanlığı olmasaydı, ülke insanı okuma ve yazmayı severdi.

Inanıyorum ki YÖK olmasaydı, Türkiye’den de bilim insanı, filozof falan çıkardı.

Inanıyorum ki Din ve Diyanet işleri Bakanlığı olmasyadı Türkiye laik olurdu.

Inanıyorum ki Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş, Tansu Çiller, Turgut Özal, Kenan Evren, Doğu Perinçek, Mehmet Ağar, Ibrahim Tatlıses, Bülent Ersoy, Hıncal Uluç, Ilhan Selçuk, Mehmet Ali Erbil, ve adını saymakla bitiremeyeceğim Türkiye’nin tarihine bir şekilde girmiş şu adamlar doğmamış olsalardı daha mutlu bir Türkiye mümkündü..

Oct 30, 2007

Meçhul Bir Anti-Militarist’ten

Operasyon için tezkere istemenin önemli motivasyonlarından biri terörü bitirmek değil yüce Türk milletinin özgüvenini yükseltmesi imiş. Bunu bir kanalda üst düzey bir yetkili söylemiş. Ahmet Altan’in yazısına not bırakan AntiMilitarist arkadaşın yorumu cok önemli noktalara temas ediyor. Bunun için arada kalmasın diye onu öne çıkarmaya karar verdim. Işte AntiMilitaris adiyla yazan arkadaşın yorumu…

Işte bütün mesele de bu bence. Mesele askerin kutsal, görkemli, erişilmez, sarsılmaz kimliğinin zedelenmesidir. Susurluklarla, kendi içinde rant kavgalarıyla, yolsuzluk yapan subaylarıyla şimdiye kadar kutsal, alnı açık, ve onurlu olan ordu kirlenmiş ve halktan kendisine duyulan güven zedelenmiştir. Yani mesele “Yüce Türk Halkının” kırılan gururu ya da yitirdiği özgüveni degil, halkın orduya karşı duyduğu özgüvenin yitirilmiş olmasıdır. Özguvenini yükseltmek ihtiyacı ordunun ihtiyacıdır aslinda, Yüce Türk Milletinin değil. Milletin özgüveni hiç oldu mu ki allah aşkına. Hatta olmaması icin herşey ona gore düzenlenmedi mi? Okuldaki müfredat programından camiideki vaazlara kadar, kendileri kontrol etmediler mi, ve her defasında binbir türlü yollarla bize “SIZ BI BOK YAPAMAZSSINIZ! YÜZÜNÜZE GÖZÜNÜZE BULAŞTIRIRSINIZ! DIŞ GÜÇLERIN MAŞASI OLURSUNUZ! denmedi mi? Bizde özgüven mi kaldı Allah aşkına?

Ama bi dakika bunlar Yüce olan Türk milletinden söz ediyorlar. Biz hiç yüce Turk Milleti de olmadık. Yüce Türk Milleti sadece kendileriydi ve bizi o kadar aptallaştırdılar ki bunu da bilemedik. Şimdi kan kaybeden canavar ruhları için “asil RH Pozitif “ kana ihtiyaçları var.

Bu can ve kan yolunuza kurban olsun paşam. Zaten başka bir boka da yarayacağı da yoktu. Sizin özgüveniniz benimkinin paspas olmasından geçmiyor mu paşam?
Sizin varlığınız benim varlığımın size armağan olmasından geçmiyor mu?
Zaten bunun için değil mi miliyonlarca işsizlik, bunun için değil mi askerliğimin ilk gününde duyduğum özgüvenimin ammına konulduğu küfür ve dayaklar?
Hele bi söyleyin benim özgüvenim için ne yaptınız?

Bu ülke için ne yaptınız?
1923’den beridir bütün kaynaklara sahipken neden hala işsizlik var bu ülkede?
Neden en koyu milliyetçiniz bile yurt dışına kaçacak firstı bulsa hiç düşünmeden bırakıp herşeyi kaçacak Avrupa’ya?
Avrupa’da kac göçmen var paşam?
Niye Alamanın bokunu temizlemek için terkeder bi insan memleketini?
Alamanın bokunu temizlerken o saf tertemiz Anadolu insanı, hiç demediniz özgüvenimiz zedelendi diye. Niye demediniz?
Hani nerde refah medeniyetler seviyesi?
Biz ne dediyseniz yaptık. Yapmadık mi?
Siz işinizi yapmadınız paşam!
Bütün kaynaklar ve bizim kaderimiz ellerinizdeydi ve emrinizdeydi hiç bir bok yapmadınız!
Yoksa niye çıksın dağa bu çocuklar?
Hadi bir iki tanesi çılgın deyin.
10 ya da 20 tanesi de maceraperest ?
Ama on yillardır bu cocuklar niye çıkar dağlara paşam?
Valla keyiften çıkmaz insan daga! Billah keyiften çikmaz!
O kadar kolay da kandirilmaz onbinler paşam.
Hadi siz söyleyin. Ne yapmadınız da buralara geldi memleket?
Niye yapmadınız?

Ne yaptınız biliyor musunuz?
Bir cinnet toplumu yaratınız! Insanları birbirine düşman yaptınız.Ve kangölünden medet umuyorsunuz..

Sahi niye?

Oct 27, 2007

%52’den Hayat Kurtaracak Öneriler

Karşınıza bir Linç Sürüsü Çıktığında, ne yapmalısınız? Dikkatli Okuyun!

Hayatta kalmak için ölü taklidi
Karşınıza bir linç sürüsü çıktı. Kurtulmak için derhal yere yatıp ölü taklidi yapın. Ölüm peşinde koştukları için size bir şey yapmazlar. Ama dikkat edin, üstünüze basabilirler.

Dikkat linç sürüsü
Sokakta yürürken, hınca hınç yürüyen bir linç kütlesinin arasında kalırsanız, kütlenin en arka sırasına geçmeye çalışın, uygun aralıkta sıvışın.

En yakın bakkala girin
Sağda solda büfe, bakkal arayın, görür görmez, “bağırmaktan dolayı çok susadım, bi su alıp geliim” deyin, soluğu bakkalda alın. Kütle geçip gidene kadar su, gazoz bir şeyler için. “Hepimiz Mehmediz” sloganı höykürülürken “Ah, benim dayıoğlu Memed vardı, özledim keratayı, bi ariyim” deyip elde cep telefonuyla kütledışı alana doğru süzülün. Evinize/işyerinize bayrak asmadığınız için gelen sivil bayrak müfettişlerini “cumhuriyet mitinglerinden beri asmadığım gün kalmadı, rengi soldu, yenisini şey edicem” diye savuşturun.

Gitar bulundurmayın
Rockçıysanız bu ara yanınızda gitar falan taşımayın, alıp kafanızda kırabilirler. Ayrıca uzun saçlılar “Eski Türklerin de saçları uzundu (peygamber ve Barış Manço da makbuldür)”, küpeliler “Yavuz Sultan Selim’in küpesi”, punklar “Kızılderililer de Türk” söylemlerine pratik yapsınlar, saldırı anında kullanabilirler.

Cepte savaş manşetli gazete taşıyın
Yanınızda manşetinde milliyetçi savaş çığlıkları atan bir gazete taşıyın (Hürriyet iyi gider), tehlike anında onu açın. Üniversitelerin cüppeli generallerinin düzenlediği “üniversiteli” yürüyüşlerine karşı Hürriyet kesmez, Cumhuriyet bulundurun.

Ara sokaklara kaçın
Dar ara sokaklardan yürümeyi tercih edin, en azından sayıca az bir kütleyle karşılaşırsınız.

Dikkat okul! Gençler ve çocuklar için tehlike!
Okula kayıtlı bir genç iseniz, zorunlu eylemlere katılmamak için her bahane uygundur. Özellikle “çok feci ders çalışmam lazım” yalanını sallayın. “Bugün askerden abim geldi. O da Mehmetçik nihayetinde” deyip fıyın. Asker üniforması giydirmeye çalışırlarsa, uyuz (hastalık) olduğunuzu söyleyebilirsiniz. En iyisi, bu ara hiç okula gitmeyin. Çok tehlikeli.

Kapınızı değiştirin
İstanbul Pendik’te olduğu gibi kapınıza (Nazi dönemi misali) işaret konmuşsa, hemen kapınızı değiştirin. Ayrıca, kapı ustasıyla anlaşın, bu sıralar sık değiştirebileceğiniz için indirim yapsın.

Ön camdan uzak durun
Kahve, kafe vs. yerlerde oturuyorsanız, yola/ön cama yakın masalarda oturmamaya özen gösterin.

"İki" gösterirken dikkat
Herhangi bir yerde işaret ve orta parmaklarınızı zafer işaretini çağrıştıracak şekilde kullanmayın, “usta, bize iki çay” derken farklı “iki” gösterme yöntemleri bulun.

Tehlike anında irtibatta olun
Arkadaşlarınız ve çevrenizle sürekli irtibat halinde olun, linç sürüleri açısından tehlikeli bölgeleri görenler diğerlerine haber versin.

Kaynak: %52.org

Bir de eger tırsıyorsanız BİZ KAÇ TIRSAĞIZ kampanyasına katılın

Oct 22, 2007

Savaş Tamtamları


Korkuyorum!
Savaştan değil bu savaşın ağzı salyalı linç kőpeklerini sokağa çağırdığından korkuyorum.
Yeni Kahraman Maraş’lardan, Sivas’lardan korkuyorum.
Ülkenin Bağdat’a dőn(dürül)mesinden korkuyorum.
Daha őnce sınır őtesi harekat yapılmadı mı?
Kaç defa yapıldı?
Problem çőzüldü mü?
Birilerinin derdi problem çőzmek değil.
Birilerinin derdi kan üzre rant sağlamak.
Anlamıyor musunuz?
Anlamadığınızdan korkuyorum.
Korkuyorum!
Bu rantın bedelini genç insanlar canlarıyla ődeyecekler diye korkuyorum.
Savaşa, linçlere,
başkalarının çocuklarının kanı üzre rant ve iktidar sağlamalara dur deyin ne olur!
Sokaklara “Savaşa Hayır” diye çıkın ne olur!
Kan daha fazla kan demeyin!

Oct 18, 2007

Mim

Şu mim işi “kriz anında düğmeye basın” diye çığlık atan bir karikatürü cağrıştırıyor niyeyse… Mim Çarpım Tablosu ’ndan geldi. Kendimi anlatan dizeler olmalı kural gereği. Ne anlatır beni? Herhalde en son Kuzey Atlantik’in yüzüne çabuk silinir diye yazdığım ama bir türlü silinmeyen dizeler anlatır beni..(Ukalalık gibi algılanmasın Ingilizce’de yazıldı ve Türkçe’ye çeviremedim ya da Türkçe’de aynısını yazamadım daha…Birileri gőnüllü olup çevirmek isterse seve seve yardım etmeye hazırım)

the man sitting by the north atlantic is me
it is me
whose hands are not his hands anymore
whose mind is not his
who sells his all efforts for cheap labor
and who means nothing but a tool.

the man sitting by the north atlantic is me
it is me
who dwells on the distance
neither an irresitable fisherman songs from mediterranean
nor kids cheer
just me
who is nothing else
but a social security number…

the man sitting by the north atlantic is me
it is me
who is nothing else
but kafka’s gregor
a black cockroach
on the bloody forehead of
capitalism…

Ben mimi kime atsam? Uğur’a atayım asıl onun söyleyecekleri vardır.

Not: Gregor'u betimleyen resimi tesadüfen bu sabah Serpil’in sitesinde gőrdüm, aldım ve kendimce değiştirdim de. Ne hakla! Hiç bir hakka dayanmadan yaptım. Suçluyum! Hem de dağlar kadar! Umarım Serpil kızmaz. Serpil “izin vermiyorum dersen" darılmam. Kaldırım blog'dan...Haber et yeter.

Oct 15, 2007

Sıradan Faşizm

Militarizm, spor, milliyetcilik vıcık vıcık!

Yorum morum yok!!!!!!!!!!!!!!!!

Belki aşağıdaki resimdeki benzerlik yardım eder gőremeyenlere!


Oct 12, 2007

Tarkovsky - Solaris

Banu'nun ayrılmadan őnce yazdığı bir yazı vardı. Tuhaf bűyűleyici bir dil kullanmıştı Banu. Bana birşeylerin tınısını hatırlatmıştı. Eskiden izlediğim bir filimin varoluşçu angstının yoğunluğunu hissetmiştim okurken. Bűyű bozulur diye de yorum yazamayacağımın yorumunu yazmıştım. O zamandan beri de arayıp duruyorum o şiiri. Evet nihayet buldum neydi, hangi filimdi, hangi şiirdi. Tarkovsky'nin Solaris adlı filiminde okunuyordu bu şiir (kimileri şiir demiyebilir ama bence şiirdi) ve şőyleydi:

Buluşmamızın her anını biz bir mucize gibi coşkuyla kutlardık. Yeryűzűnde yalnız ikimiz vardı. Sen bir kuş kanadından hafif ve inceydin. Merdiven basamaklarından başdőndűrűcű bir hızla inip çiğ taneli çiçekler arasından geçip beni aynalı camın őbűr tarafındaki makamına gőtűrűrdűn sen.

Gece indiğinde bana bűyűk şeref bahşedilir ve tapınağın kapıları açılarak karanlıkta parlar ve yavaşça secde ederdi çıplaklığın. Ve ben uyanarak tanrı kutsasın diye fısıldardım. Ve bu kutsamanın cűretkarlığının tadını yaşardım. Sen uyurdun ve mavi gőkyűzűnűn kapılarını çalardın rűyanda. Vűcudunsa yatağın içinde dokunulmazlığının sıcaklığı ve buğusuyla hareketsizdi ve kirpiklerin de ellerin de őyle. Sıcaktı.

Irmakların nabzı kristal űzerinde atar, dağlar tűter ve denizden serpintiler gelir. Sense avcunda tutardın o kristal kűreyi. Bir tacın içinde uyurdun ve tanrı şahidimdir ki benimdin sen. Sen uyanır ve insanoğlunun basit konuşma dilini yeniden yazardın. Ve insanın sőzű girtlağını yeni bir gűçle doldurur ve “sen” sőzcűğű yepyeni anlamlarını ortaya serer ve çar anlamına gelirdi.

Yeryűzűndeki herşey dőnűşűrdű hatta leğen kova gibi basit şeyler bile. Ve o sağlam kaya aramıza bekçi gibi dikilip durduğunda bilinmeyen yerlere sűrűklenip giderdin. Mucizevi şehirler őnűműzde bir serap gibi dağılırdı. Kaderimiz elinde ustra olan bir deli gibi arkamızdan kovalarken biz bulutların űzerinde yatardık. Yumuşacık. Ve kuşlarla yolumuz ortaktı sanki. Ve balıklar ırmaklar peşimizden gelirdi ve gőkyűzű alabildiğine uzanırdı gőzlerimizin őnűnde.

Oct 6, 2007

Madya Bilgisine Giriş 101

Bunlar Bilmeniz Gerekenler
  1. Üstü açık ya da kapalı olarak size gönderilen mesajlar belli bir kültürel, politik ve ekonomik bakış açısına göre yapılandırılmıstır.

  2. Medyatik araçların her birinin (TV, Gazete, Magazin, sinema, vb) kendine özgü karekteristikleri, avantajı ve dezavantaji vardır ve bunlar aracın olanakları ve dili ile (yazı, resim, ses, filim) sıkı ilişkidedir.

  3. Ayni mesajı herkes kendine göre yorumlar. DiKKAT! Aslında bu yaygınca gözlenen bir önkabul ama ortak paydada da medya en azindan aptal çoğunluğun %51’inin ne düşündüğünün üzerinde egemen bir etkisinin var olduğunu da unutmayın.

  4. Bütün mesajlar belli birilerinin çıkarını gözeterek üretilir ve belli bir amacı güder; artı ürün yaratma, birilerinin eğitim ve sanatsal düzeylerini gözönünde bulundurarak ikna etme, vb.

  5. Medyatik araçlar everensel olarak belli bir kültürün ürünü olmalarına rağmen çok özelde de sizin kültürel değer yargılarınızın ve sosyal normlarınızın gözeneklerine konuşlandırılmışlardır. Nasil mi? Siz uyurken bile beyninizin nereden nasıl mesajlar aldığını merak eden bilim adamlarının miliyon dolarlık araştırma giderlerini kim, niye karşılıyor sanıyorsunuz?

Bunlar da Her Medya Bombardumanında Kendinize Sormanız Gerekenler

  1. Kim niye ne amaçla bu haberi ve mesajı yarattı ve benden ne tür bir tepkide bulunmamı bekliyor.
  2. Bu mesajın asıl hedeflediği kitle kim?
    a) Hiçbir şey olamayıp da sonunda Atatürkçü olmuş eski devrimciler mi?
    b) Atatürkçülügün batılılaştiramadığı ama koministlere karşı bir zamanlar büyütüp beslediği şimdi de memleketin başına bela olmuş müslümanlar mı?
    c) Herzaman salaklıklarına cahilliklerine, aşkın gözü kördürü bir üst düzeye trans edip "vatan aşkının sadece gözü değil beyni de kördür"e çıkarmış, Çiller'in ve Demirelin yiğit(!), psikopat(!) katil(!) mafya bozuntusu ülkücüler mi?
    d) Yoksa bir bacak, bir göt, bir çift meme görme arzusuyla kıvranan ve kendini Alman Helgalara ve Rus Nataşalara Türkün nasil da tepeden tirnağa bir "YARAK" olduğunu ispatlamak gibi bir amacı irfan edinmiş zontalara mı?

  3. Bu amaçlara ulaşmak için ne tür teknikler kullanılmış ve nereme hitap ediyor?
    a) Beynime mi?
    b) Kalbime mi?
    c) Hangi cinsel organıma?
    &&&i) Erkekliğime mi?
    &&&ii) Kadınlığıma mı?
    &&&iii) Ibneliğime mi,
    &&&iiii) hemcinsseviciliğime mi,
    &&&iiiii) Lesbian, Gay, Bisexual, and Transgenderliğime mi?

  4. Ve son olarak da mesajın neresi ne kadar doğru olma olasılığı taşıyor sorusunu sormanız gerekiyor?Mesajın söylenmesi gereken bütün ayrıntıları söylenmiş mi? Hangi filitrelerden geçmiş, neler söylenmemiş, neler sizden saklanarak ima edilmiş?
Ne o! Öyle kolay mı sandınız medya-kurdu olmayı? Medyanın size, çocuğunuza, karınıza, kızınıza, pipisini cümle aleme göstererek büyüttüğünüz o salak oğlunuza tecavüz etmesini istemiyorsanız işte bunları öğrenin, öğretin.


Kolay gele…

Oct 4, 2007

Bin Selam Sana Şili Halkı!

Şili’nin celladı Pinochet, rahat ölmedi. Peşini bırakmadılar ; izin vermediler rahat ölmesine… BBC’de yayınlanan habere göre şimdi de kocasının ve babalarının akıttığı kanla gününü gün edip himmetine 27 miliyon dolar geçirirp diş bankalara havale eden Pinochet’in karısı ve çocuklarından hesap soruyor Şili halkı.

Hakim Pinochet’in karısi ve 5 çocuğunun yanısıra bu işte parmağı olan 17 kişi hakkında da tutuklama kararı çıkarmış.

Şimdi Şili’de Santiyago sokaklarında kutlamak vardı bu zaferi….



Oct 2, 2007

Sevgili Atatürkçüğüm

"Sevgili Atatürkçüğüm" bir kitap. Esra Elmas mezuniyet tezinden damıtarak yazmış. İlkokul çocuklarında Atatürk algısını araştırmış. Beni de dűşűndűrttű; Sahi bize neler yaptılar çocukken? Hani olur ya, hatırlayınca çocukluk anılarını, gűlersiniz. Ben gűlmedim, gűlemedim bu defa. Őfkelendim! Kızdım.

Radikal’de Yıldırım Tűrker’in tanıtım yazısına yorum yazanlardan biri şőyle anlatmış Atatűrk algısını.



En çok kanımı merak ederdim ilkokula yeni başladığım sıralarda. Hep bir bıçak alıp, küçük bir çizikle kanımı görmek isterdim. Kanımın sadece kırmızı olmadığından ve içinde bir sürü sim olduğundan da emindim. Simlerin onu yaldızlı kırmızı yaptığını ve parlak göstediğini düşünürdüm. Sonra birgün burnum kanadı ve büyü bozuldu, sıradan kırmızıyla yüzleştim. Asil kan hikayesiyle büyürken, ilk golümü yemiştim.


Ben de hep korkardım Atatűrk'ten. Hep bizi izlermis gibiydi o çatık kaşlarıyla. Allah mı daha korkulması gerekendi Atatűrk mű diye kavagaya bile tutuşmuştum bir çocukla. Ben Allah daha korkunçtu diye dűşűnűyordum yine de. En azından Atatűrk’ű gőrűyordum diye dűsűnműş olmalıyım diye duşűnűyorum şimdi…Ben diğer bir çok çocuğun aksine őcűlerden, hayaletlerden korkmadım. Ben en çok Allahtan koktum, bir de Atatűrkten. Sonra bűyűdűm. Sadece her ikisini değil onlara tapanları da sevmez oldum.
Sahi niye içine ettiniz çoçukluğumun ulan…Niye? Bir Atatűrk vardı karabasanlarımda bir de ne olduğunu bilmediğim Allah.
Ha bir de kanımın kutsal olduğuna inanırdım, taa ki Kűrt olduğumu őğreninceye kadar…

Oct 1, 2007

Eleştirinin Ahlakı

Çarpım Tablosu Orhan Pamuk ile ilgili yazısında diyor ki “Orhan Pamuk'u elestirmek her zamankinden daha zor; cunku boylesi bir elestiri Turkiye’de sagdan sola kadar bulasmis gerici milliyetciligin eline verilecek bir koz haline gelebilir.”

Çarpım Tablosu doğru söylüyor. Kaygılarında da haklı... Uzun süredir ara ara kendi kendime sorduğum ama belli bir yerden sonra tıkandığım bir şey bu. “şimdi bu şunun elinde koz olur”, “şunu eleştiren ben olmamalıyım”, “şunu eleştirsem, şu taraftan mışım gibi algılanır mıyım?”

Sahi var mıdır bunun ahlakı ya da zamanı? Ahlaksızlık mıdır zamanı değil diye susmak? Asıl kötü adamın yanındaymışım gibi algılanırım diye susmak, susmak değil aslinda, söylememek gördüğünü ve düşündüğünü? Şunun bunun eline koz vermiş olmayayım diye susmak?

Birisi kalkıp yahu sen tarafsızlık mümkünmüş gibi bir varsayımdan hareket ediyorsun bu yüzden de böyle ortada kalmışsın demesin ne olur. Benim sancım da taraf olduğumla ilgili zaten.

Sep 28, 2007

Fuzuli’yi bilir misiniz?


Bu sabah bir Gazel'e uyandım. Içimde őyle hafif, henűz yazılmamış bir suzinak şarkı..Fuzuli’yi bilir misiniz?


Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür
Men kimem sâkî olan kimdür mey û sahbâ nedür

Gerçi cânândan dil-i seydâ içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-i dil-i seydâ nedür

Sep 25, 2007

Şiddet Kültürü – Polis Devleti

Őnce şu videoyu izleyin.

Şu videodaki görüntülere bakıp da insanlığından, vatandaşlığından, adalet sisteminden utanç duymayan miliyonlarca Türkiyeli vardır sanıyorum. “Eeee haketmiş! Çalmasaydı!” Diyen o kadar çoktur ki…Oysaki çaldığını bile henüz bilmiyoruz. Hiç bir delil yok ortada. Çünkü sözü edilen suç görünmüyor. Yani bir tek kuyumcunun şüphesi var ortada.

Oysa ki bu videoda görütülere yansıyan suçlu bilezik çaldığı iddia edilen genç kız değil. Suçüstü yakalanan kuyumcu ve polistir. Kuyumcu kiza fiziksel saldırıda bulunduğu için suçludur, polisler işkence yaptığı için suçludur.

Polisin gorevi yargilamak değildir. Ceza vermek değildir. Hele psikozunu tatmin etmek hiç değildir. Şüpheliyi (mahkeme karar vermedikçe herkes suçsuzdur çünkü) adalete teslim etmektir görevi polisin. Hele hele kaçma girişiminde bulunmayan, bulunamayacak olan - elleri kelepçelenmiş birine böyle dayaktır suç olan.

Kimdir suçlu? Yasaları çiğneyendir. Iskence yasaya aykırıdır. Polisler işkence yapmışlardır ve suç işlemişlerdir. Bir de zanlının videoya yakalanmamak için odaya götürülüyor olması, olayin kastını da gösteriyor. Yani yasayı çigneyen bu polis hangi yasanın koruyucusu olacak?

Biliyorum safça ve salakça geliyordur bu sorularım. Bu neyi gösteriyor biliyor musunuz? Ne kadar salakça yaşadığımızı…Ne kadar zavallıyız! Ve bu sizin başınıza gelmez sanıyorsunuz. Gelecek bir gün. Bir trafik meselesinden, ya da küçük bir tartışmadan, ya da aranan birinin eşkaline benziyorsunuz diye düşecek yolunuz karakola. Ya da ya da sadece yanlış zamanda yanlış yerde tesadüfen bulundunuz diye yolunuz düşecek oraya. Size de böyle davranacaklar. Sizin bacınıza da! Kızınıza da!

Başınıza polis vahşeti geldiğinde sakın üzülmeyin onurunuz kırıldı diye. Olmayan şey kırılmaz. Isterseniz ne zamandan beri onursuz yasadığınızı kendinize sorun…

Sep 23, 2007

Islam, Demokrasi, Humanizm ve Laik Cumhuriyet

Bi ara yazmıstım şu müslümanlara güvenmediğimi. Insana saygılarının olmadığnı, ilk fırsatta inançlarında egemen olan şiddeti, ayrımıcılığı, ve taçizi yaşama geçireceklerine olan öngörümü (önyargımı!) söylemiştim. Bakın Ramazanla birlikte neler olmuş. Tabii bunlar duyduklarımız…

Eskişehirde bir olay: 13 Eylülde iftar saatine yakın iki kadın kelli-felli biri tarafından hem de karakolun karşısında sözlü ve fiziksel taçize uğruyor, karakoldaki polisler adamdan bir özür dilemedikleri kalıyor hatta nerdeyse kadınları çok hassas olmakla falan suçluyorlar. Adamın oruçlu, özgür iradesiyle başını kapayan karısı kadınlara ”Ne var canım küfrettiyse?” demeye kalkınca adam Allah’ın ve yüce Türk milletinin veridği yetkiye dayanarak karısına da tokat atıyor ve de küfrediyor. Hem de karakolda. Hem de yasaları ve herkesi korumakla yükümlü bu nedenle vergilerimizle geçinen, maaş alan adil polisimizin önünde oluyor bunlar. Sonra kadınlarımızı alkol muayenesine gönderiyorlar (Allah çarpsın ki kızlık zarı kontrolü de akıllarından geçmistir ama belki oruçları bozulur diye vazgeçmişlerdir.) Sonra da polisimiz dayakçı adamla bir güzel iftar açmışlar. Olayı yaşayanlar anlatıyor: Kimi kime şikayet ediyoruz.

Bunun için Eskişehir Demokratik Kadın Platformu(DKP) bir basın açıklaması yapmış. Ama dava açmişlar mı onu bilmiyorum.

Bianet’ten Pelin Dutlu da bu olaydan sözettikten sonra başka bir olay daha anlatmış.
“İstanbul’dan trenle Eskişehir’e gelen üç kadın arkadaşımıza aynı kompartımandaki bir adam “beliniz gözüküyor” diye “Ramazanda böyle giyinilir mi?” diyerek tartışmaya giriyor, rahatsız ediyor hatta “Eskişehir’de görüşeceğiz sizinle” diye tehdit ediyor. Yol boyunca taciz ediyor. “

Ertuğrul Kürkçü kendisine yazan, devlet memuru olduğu tahmin edilecek olan bir kadının Ramazan ayıyla birlikte özgürleşen çalışma yaşamından kesitler sunuyor…Milliyet yazarı Meral Tamer’in durum kötüleşirse bir kaç yıl ıçinde kızını da alip Turkiye’den gidebileceğini söylediğini de vurguluyor…

Siz bakmayın bu olaylara. Bunlar münferi olaylardır, yoksa Islam ılmlı, saygılı, özgürlükçü, ve barış dolu bir dindir.

Kahraman Maraş, Sivas, ve daha nice olaylar da bir iki çürük elmanın işidir…

Sahi siz biliyor muydunuz, ben tesadüfen ögrendim. Maraş katliamı sanikları 1991’de Terörle Mücadele Yasasının bilmem neresinin nasıl yorumlanması sonucu serbest bırakılmışlar.

Sevgili, saygılı, ve en adil hukuğu ülkemin
Hukuğun islemesi için gecesini günduzüne katıp,
oruç-moruç demeden çalişan fedakar,
savcilari, hakimleri, polisleri, ve gece bekçileri ülkemin.
Ah humanist müslüman inancı ülkemin.
Hepinizi
Ama hepinizi tebrik ediyorum.
Bu ülke sizinle gurur duyuyordur…

Sep 19, 2007

Özgürlük Her Zaman Kazanılmak Zorunda!... mı?

Her nekadar Bruno Bozzetto animasyonunda çok güzel bir dille "Özgürlük Her Zaman Kazanılmak Zorunda!" dese de, kazanılmak zorunda olmayacağı günler umuduyla demek geliyor içimden…Hava gibi su gibi herkese yetecek kadar olmalı Özgürlük. Ölünmemeli uğrunda, öyle bir ihtiyac, gerekçe olmamalı... çok mu zor! Niye zor? (Biliyorum birileri onu da suyu pet şişelere koyup sattikları gibi onu da satarlar diyordur.) Ama hele bi önce oraya gelelim de sonra bakarız çaresine demek geliyor içimden….Çünkü şimdiden kestirilecek bir şeymiş gibi gelmiyor bana bu.

Sep 17, 2007

Washington’da savaş karşıtı gösteri

Dün 16 Eylül Pazar günü ABD Washington’da savaş karşıtı gösteri yapıldı. Gösterinin slogani: “Ordular biziz. Eve dönmek istiyoruz”. Gözaltına alınanlar da var. Tutuklananlar arasında ölen askerlerin anneleri, Vietnam malüleri, ve ögrenciler var. Polis tutuklananların polis şeridini yasadışı olarak geçmeye çalışmaktan dolayı gözaltına alındıklarını söylemiş.


Ilginç görüntü polisin asker elbisesi giymiş göstericileri gözaltına almasıyla gerçekleşti.

Sep 16, 2007

Yalnız ben de mi bu gariplik hali?




Şu Anayasa tartışmaları hiç mi hiç ilgimi cezbetmiyor. Kendimi zorlasam da halen hiç bir ilgili yazıyı okumadım, okuyamadım. Ögrenilmiş çaresizlik mi? Yorgunluk mu? Umutsuzluk mu? Tembellik mi? Tanısını da koyamadım bir türlü.





Yalnız ben de mi bu gariplik hali?

Sep 14, 2007

Kısa Tarihimizin Gerçek Boyutu

12 Eylül darbesinin gerçek boyutlarınin dökümünü birileri üstlenmis. Helmut Oberdiek adiyla (BIA Haber Merkezi – Berlin) yazılmış yazı boyutlara kanimca ilk defa mantıklı bir perspektiften bakıyor.
http://www.bianet.org/bianet/kategori/biamag/101765/11-12-eylul-darbenin-gercek-boyutu

Info-Türk diye Belçika’da kurulan bir sivil örgüt 1980’den beridir insan haklari ihlallerinin dökümünü tutmuş.

http://www.info-turk.be/

Araştırmacı Oberdiek Türkiye’de Yaşama Hakkı başlığıyla bulgularını şu sitede yayinlamış.

http://ob.nubati.net/tr/yasam//index.php

üçleme ana başlığı adı altında üç alt başlıkta toplamış yazılarını. Gözaltında Kayıplar, Gözaltında ölümler, ve Silahlı Guruplar tarafindan oldurulenler.

Sonra da yayınlanmış gazette küpürlerinden bir arşiv olusturmuş.

http://ob.nubati.net/tr/arsiv/

http://ob.nubati.net/en/news/index.php?twg_lang=tr

Kimseler dökümünu tutmadı diye dövünürken, böyle bir arşivin olması bence yaşanılan ve geçmişin karanlığına gömülmek istenen tarihimizi yaşatıyor.

Sep 12, 2007

Darbeler ve Bir Direnme Pedagojisi Olarak Illegal Fıkralar

Yaşam bir boyutuyla ayak direme işidir. Direnme işidir hayat. Ve yıkılmadan ezilmeden hayatta kalma işidir. Birtek formülü yoktur bu işin. Kolaylıkla denilebilir ki, ne kadar insan varsa o kadar da değişik başetme yolları vardır.

Yani kişiye göre değişir başetmenin yöntemi, zamana göre, nesnel koşullara gore değişir, diline, kültürüne, dinine göre değişir. Ama bazı yöntemler vardır ki nerdeyse ne bir ulus tanır, ne bir ırk, ne dil, ne de din: Evrenseldir. Herkes yapar demiyorum ama hemen hemen herkes yapar bunları. Örnegin kendi çocuğunu yiyen bir ana gibi devlet içerde düşman belirleyip topyekun bir kirli savaş ilan ettiğinde kendi çocuklarına karşı; korku iktidarı egemen olduğunda, belirsizlik gökyüzünü kapladığında, işkenceler, gözaltında kaybolmalar, suikastlar, çöplüklere bırakılmış cesetler insanlığınıza yeltenmiş en büyük tehdit gibi dururken her sabah yüzünüzü yıkadıktan sonra baktığınız aynada, insan kalabilmek mücadelesi evrensel ögeler taşır.

Bir tanesi türkü-şarkı söylemektir örneğin. Nazım demiş ya

“Insansız kalabildim ama/ Türküsüz asla”

Bir de fıkralar vardır. Her fıkra işkencecinin, katilin, ve onların emir-babalarının yüzüne savrulmuş tokat gibidir. Tükürük gibidir, kan sızmış. Manifestodur içinde antidot taşır bütün insansızlaştırma çabalarına ve taktiklerine karşı. Evrenseldir de…

Işte bir kaç örnek.

Bir tane Friedrich Camus yazmıştı geçen gün.

Bodrum'da Zeki Müren'in sahne aldığı bir pavyona o gece Kenan Evren geliyor. Sahne performansı bitiyor. Zeki Müren rakı masasına oturuyor. İki masa arkasında da Kenan Paşa oturuyor. Gazeteciler Zeki Müren'le röportaj yapıyorlar.

- Sayın Müren, size neden Bodrum paşası diyorlar?
Zeki Müren arka tarafta oturan Kenan Evren'e bakıyor ve cevap veriyor:
- Bizim halk ibne diyemediğine paşa der!"

* * *

Kenan Evren en ünlü günlerinde. Doymuyor herkesin ona “Paşam” demesinden. “Paşam konuş” demesinden, şakşaklardan… Yine bir memleket gezisindeyken küçük bir çocuk görür yol kenarında çamura bulanmış tezekle oynayan, durdurur kafileyi. Yaklaşır, çocuğa sohpet etmeye çalışır.

- Neler yapıyorsun çocuğum?
- Heykel!
- Ne güzel şeyler bunlar. Benim de heykelimi yapar mısın?
Çocuk şöyle bakar Evren’e.
- Yok! der.
Evren ısrarlıdır.
- Neden?
- Çünkü senin kadar büyük bok yok…

***

70li yıllardan:

üniversiteli solcu genç evde desr çalışırken askerler ve polis birden eve girerler, birileri genci tekme tokattan geçirirken birileri de evi ararlar. Hiç bir şey bulamazlar. Ama sonunda biri teypte calan müziğe dikkat eder. Bu ne lan der, ögrenci de Mozart der. Yetkili biri de hemen "seni gidi Mozartist seni, götürün bunu!” der.

***

Yine bir ögrenci evi basılır. Kitaplar toplanır, falan filan. Sonra askerin biri duvarda asili duran Marx’ın resmine bakar. “Bu kim lan?” der ögrenciye. Öğrenci de “dedem o! Ne olmuş!” der. Asker de “Ulan böyle nur yüzlü bir deden var sen de kalkıp böyle kominist işlerle uğraşıyorsun” der.

***

12 Eylül’lü yıllardan

Amerikalı, Rus, ve Türk polisler beraber hizmet-içi kursu gibi bir şeye katılırlar. Kursun sonunda bir yarışma yapılacaktır. Yarışma ormana bırakılacak olan bir tavşanın en kısa zamanda kimin tarafından yakalanıp merkeze getirileceğine dayalıdır.

Sabah erkenden, ilk tavşan ormana bırakılır. Ilk Amerikalılar gider. 3 saat sonra tavşanla geri gelirler. Sonra Ruslar gider. Onlar da 2 buçuk saatte gelirler. Sonra Türk polisi için bir tavşan salınıverir ormana. Türk polisi gider. Saatler geçer. Kimseler yok ortada. Hava kararır. Yine kimseler yok ortada. Artık herkes kaygılanmaya başlar. Başlarına bir şey mi geldi diye herkes meraktan yerinde duramazken, bakarlar ki Türk ekibi yanlarında bir fille geliyor. Bu nedir diye sormak ister diğerleri,fil hemen laflarını keser.
“Valla ben tavşanım! Itiraf ediyorum ben tavşanım” der.

***

Şili’den Pinochet yılları:

Tavşanın biri sınıra koşarak telaş içinde sınırdaki askerleden yardım ister. Sınırdaki nöbetçi askerler sorar ne oluyor diye. Tavşan “Şili'de bütün filleri öldürüyorlar!” der. Askerler de tavşanı sakinlestirmeye çalışır; “iyi ama sen tavşansın sakin ol artık. Tavşan da aynı telaşla "iyi ama bunu nasıl onlara ispatlayacağım" der .

Arjantin'den junta dönemi:

Demokrasiye geçildikten kısa bir süre sonra büyük uğraşlardan sonra bir işkenceci sonunda adalete teslim edilir.

Hakim: 30 insanın ölümunden, yüzlercesinin kaçırmaktan, alıkoymaktan, iki ödenmemiş trafik biletinden yargılaniyorsunuz. Ne diyeceksiniz suçlamalar hakkında?
Işkenceci: Bir yanlışlık olmalı. Benim arabam yoktur hakim bey.
Hakim: Aaa öyle mi? özür dilerim. Dava kapanmıştır!

Hadi sıra sizde? Fıkralarınızı bekliyorum.

Not: Fıkralar yorumların içinde kaybolmasın diye ana metine ekleyecegim.


Anonim yazmış
12 Eylülün ilk günlerinde Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya her sabah genelkurmaydaki işine giderken Ankara'da ayakta duran bir Atatürk heykelinin önünden geçmek durumundadır.

Bir sabah yine aynı yerden geçerken heykelden gelen bir sesle irkilir: "Tahsin, Tahsin bana bir at bul!" Şahinkaya şaşırır. Ertesi gün daha ertesi aynı sese tanık olur. Sonunda durumu Kenan Evren'e anlatmaya karar verir. Ordan birlikte geçmek isterler. Ertesi sabah heykelin yanına vardıklarında heykelden bu kez şu ses duyulur: " Tahsin, Tahsin ben senden at istedim, eşek değil!.."

***

Anonim yazmış

12 Eylülden sonra Kenan Evren birden ne çok konuşm... 12 Eylülden sonra Kenan Evren birden ne çok konuşmayı sevdiğini farketmişti. Her şehirde, her kasabada, her köyde, hatta bazen semtlerde de durur konuşma yapardı. Bu konuşmaların iki önemli teması vardı: “ülkenin bölünmez bütünlüğü” ve sınıf meselesinin önemli bir faktör olmayışıydı.. Bunu da gittiği her yerde şöyle yapardı. Mesela Çanakkale’de mi konuşuyor, konuşmanın başında hemen, “Ben aslen Çanakkale’liyim” derdi. Ve ardindan da eğer kalabalıkta işçiler çoğunluktaysa, “Size işçi diyorlar. Benim babam da bir işçiydi. Ben de aslında sizin gibi bir işçi çocuğuyum” derdi. Köylülerle mi konuşuyor, “Size köylü diyorlar ama benim anam da köylüydü. Yani ben de aslında bir köylü çocuğuyum” derdi. Bir gün de Izmir’e konuşma yapmak için geliyormuş. Kerhanesiyle ünlü Tepecik semtinin ordan geçerken oruspuların yollara dizildiğini görünce dayanamamış bunlar ba bizim halkımız demiş ve durmuş konuşmasına başlamış…”Size oruspu diyorlar ama ben de aslında bir oruspu çocuğuyum” demiş…

***


Sep 10, 2007

Sayılarla 12 Eylül Askeri Darbesi




Araştırmalara göre 12 Eylül Askeri Darbesi'nin toplumsal ve siyasal bilançosu şöyle:


1 milyon 683 bin kişi 'fiş'lendi.


650 bin kişi gözaltına alındı.



Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.

7 bin kişi idam istemiyle yargılandı.

517 kişiye idam cezası verildi.





259 kişinin idam dosyası Yargıtayca onandı.

49 kişi idam edildi.

71 bin kişi 141, 142 ve 163'den yargılandı.

98 bin 404 kişi 'örgüt üyesi' olmak suçundan yargılandı.

388 bin kişiye pasaport verilmedi.

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.

30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.

300 kişi 'kuşkulu bir şekilde' öldü.

171 kişinin 'işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı.

14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları 'açlık grevi' sonucu yaşamını yitirdi.

30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.

1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi.

1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü.

47 yargıç görevden atıldı.

7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü.

937 film 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandı.

23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu .

İstanbul'da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı.



13 büyük gazete için 303 dava açıldı.

31 gazeteci cezaevine konuldu.

Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi.

300 gazeteci saldırıya uğradı.

3 gazeteci öldürüldü.

49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu için imha edildi.

Sep 2, 2007

Bir filim, Eve Dönüş ve 27 yıl sonra 12 Eylül'ü Hatırlamalar

Geçenlerde bir forumda biri şöyle tanımlıyordu 12 Eylül’ü;

Tank sesiyle uyanmanın, her 100 metrede bir donunuza kadar aranmanın, alçak sesle konuşmak, düşünmemeye çalışmak ve "yanlış anlaşılmamaya çalışmanın" ne olduğunu biliyor musunuz siz? Etrafınızdakilerin ikişer üçer ortadan kaybolduğunu, işkence seslerinin işkencehanelerin çevresindeki 1 km karelik alanda kulak tıkacına ihtiyaç bırakacak kadar "rahatsız edici" hale geldiğine tanıklık etmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz siz?

Seneryosunu ve yönetmenliğini Ömer Uğur'un yaptığı Eve Dönüş adli film işte Türkiye’nin anlığında hala çok canli duran bu 12 Eylül (27 yil geçmiş! Oysa hiç o kadar da uzak hissedimiyor! Sanki dünmüş gibi.) karabasanın bir boyutuna kamerayi uzatmış. İzlemediyseniz izleminizi tavsiye ederim. Sanki bir filim eleştirisi yapacakmışım gibi başladım sanki ama bir filim eleştirisi değil bu yazı, zaten filim eleştirisi yapmaya kendimi yetkin de görmüyorum. Ben filimin işlediği olgunun ve tarihsel bir dönemin tanıklığını şöyle ya da böyle başarılı bir biçimde yapmasından dolayı takdir edilmesi gerektiğine inanıyorum, çünkü 12 Eylül 1980’den şimdiye kadar gördüğüm ender onurlu bir çaba var bu filmde.

12 Eylül bir sürü hayata mal oldu, en azindan üç kuşağa (Her darbe en azından üç kuşağa mal olur. Darbenin yapıldığı dönemin gençlerine, onlarin ailelerine, ve onlarin çocuklarına) travma yaşatti. Ve biz tarih karşisinda beceriksizliğimizle suçluyuz; işkencecileri ve onların paşalarını yargıya getiremediğimiz gibi, belgeleyemedik de yaşananlari ve yaşatılanları. Ömer Uğur bu boşluğu doldurmak için elinden gelenin en iyisini hiç de ticari bir kaygı gütmeden yapmış. Saygıyla teşekkür ediyorum kendisine.

Filim Istanbul’un kenar mahellerinde yaşayan apolitik, o dönemin söylemiyle “lümpen” bir işçinin, Mustafa, darbeyle birlikte başlayan rastgele tutuklamalar, işkencelerden kendi payına düşeni alışını anlatıyor. Iş arkadaşlari tek tek göz altına alınırken, Mustafa’nın tavrı “o işlerle uğraşmasalardı! Bak beni kimse içeri aliyor mu!” olur. Ama Mustafa da bu histeri ve terörden kimsenin muaf olamdığını öğrenecektir. Filim izleyiciye 22 gün süren işkenceler sonunda Mustafa’nın bir daha sağlıklı bir hayatı olmayacağını yaşatiyor, hissettiriyor. Işkencenin mantığını, devlet terörünün yöntemlerine göndermeler yapıyor filim. Gözaltında, işkencede öldürülenlerin nasıl da “çatışmada öldürüldü” haberleriyle hasıraltı edildiğine tanıklık yapıyor filim.

Finalinde de filimin bütün yükünü taşıyan olguya tekrar vurgu yapılıor. Hiç Kimse Muaf Değildir zulümden, işkenceden, rastgele tutuklamalardan, göz altında kaybolmalardan, yargısız infazlardan.

Hiç Kimse Muaf Değildir!

Hiç Kimse!



Meraklısı için not:
Belgenet.com 12 Eylül’ü belgelemiş…Milli Güvenlik Konseyi bildirileri, Evren’in konuşmaları vebenzerlerine ulaşılabilir.

Aug 30, 2007

Adnan Hoca Cumhuriyeti

WordPres Adnan beyin avukatının mektubunu aynen yayinlamis. Burdan ulasılabilir. Bu sansüre ve bütün sansurlere karşı çıkın. Çıkalım. Bu bizim zaten sınırlı olan özgürlüklerimizin daha da sınırlandırılmasıdır…

Aug 28, 2007

Gül’ün Cumhurbaşkanlığı

Aklımın Soylediğidir: Demokrasinin gereği olarak Gül’ün cumhurbaşkanlığı kutlanmalı ve saygı görmeli. Ve en önemlisi, Türkiye’nin demokratik tarihi için, boyle bir deneyime şans da tanınmalı. Paranoyalarla, “ben güvenmiyorum”, “inanmıyorum” larla deneyimlerin önu tıkanmamalı. Kimseye ayrıcalıklı davranmayacağını söylemiş. Denemeden bilemeyiz. Göreceğiz…Hele hele bunu gerekçe sayıp ordudan (darbeden) medet ummak hiç mi hiç akil karı değil.

Yüreğimin Söylediğidir: Siktir lan! Kimseye ayrıcalıklı davranmayacağını söylemişmiş. Ulan zaten devlet adamı olarak asıl görevi o değil miydi ki? 1991’de mi devlet adamı olmuştu, ülke insanı için ne yaptı o zamandan beri? Bu yemini bile kendisini ele veriyor. Yani şimdiye kadar halkı ayrıcalıklı kucaklamamış. Şimdiden sonra kucaklayacakmış. Gül şimdiye kadar islamciların palazlanmasına hizmetten öte birşey yaptı mı?

Bir de laik olacağını, laiklik ilkelerine bağlı kalacağını söylemiş. Nezaman laik oldu bu adam sahi? Laikliğin ilkeleri ne? Bir gecede laik olunuyor mu böyle? Turkiye hiç layik değildi ki zaten. Devlet-ordu denetimli bir sunni Islam vardı Türkiye’de. Dini guruplar içinde de en ayrıcalıklısı sunni islamdı ama bu da yetmedi. Diğer dinsel (ve etnik) azınlıklara baskı uygulanırken bu adam birşeyler yaptı da ben mi duymadım?Daha önce Çiller seçildiginde de en kötü en salak ve en adaletsiz kadın bile en iyi (erkek) politikacıdan daha iyidir, barışçıdır, sezgili, duyarlı, öngörülüdür dememiş miydin lan simdi kendine Eleştirel Günlük diyen düdüğüm. Nasil yanılmıştın o zaman. Çiller nasil da yargisiz infazlarda orgasm olurcasına çığliklar atıyordu ha! Nasil da kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır diyordu. Ha! Bu da öyle olacak düdüğüm. Sen avut kendini olmayan demokrasi tarihinin handikaplarında.

Sağduyumun Söylediğidir: Sen Sisyphus gibi anlamsız bir göreve mahkum edilmişsin Eleştirel Günlük . Sen hep umutsuzluğu umuda dönüşsün diye dağın tepesine yuvarlayarak çıkaracaksın ve tam umutlandım dediğinde o umutsuzluk düşecek dağın eteklerine yeniden... Ve bu hep böyle sürüp gidecek...Sen en iyisi mi, seyret sefaletini sevgili ülkenin. Onlar nasıl olsa hep bulurlar bir yolunu mutsuzluğun...

Aug 26, 2007

Yine Bloglamaya Dair

Bloglamaya egemen ideolojinin gazetelerinde özel bir itina ile filitrelenen zeka özürlü ve faşist yorumlari okuyacak mide kalmadığı ve akıl sağlığı için bir tehdit oluşturduğu için başlamıştım. Okuyup onların analizini yapacaktim ve bu bir tür kültür analizi olacaktı. Sonra bir baktim ki bloglar dünyasında onca güzel düşünen ve yazan insanımız ve gençlerimiz var ki o salak yorumların hic mi hic Türkiye gerçekliğini yansıtmadığını gördüm. O zaman da o salak yorumları okumaya ve analiz yapıp değer vermeye hiç gerek kalmadığı kanısına vardım. Nicedir de o yorumlari hatta o egemen medya yazilarını (oralarda yazan kaşarlanmış kalemşörler de dahil) okumuyorum. Entellektüel anlamda daha çok doyum buluyorum. Daha az sinirleniyorum. Daha çok ögreniyorum.

Sadece teşekkür edip paylaşmak istedim. Teşekkürler bloglamayı güzel kılan dostlar…

Aug 23, 2007

Imza Kampanyasi

Arkadaslar,
Emirgan Alti Nokta Körler Rehabilitasyon Merkezinin Istanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından rant icin yıkılması söz konusu... Bunu engellemek icin 1 Milyon imza kampanyası başlatılmış... 2 dakikanizi ayirip bu kampanyaya destek verebilir misiniz?

Ayrıca siz de mail listenize bu siteyi ve bu ricayi yönlendirirseniz, kısa zamanda 1 Milyon imzaya ulasabiliriz....

http://www.okulumadokunma.org/index.asp

Aug 3, 2007

2 Ayrı Olay 2 Ayrı Haber

Iki haber. Biri Hürriyet’de diğeri Bianet’te. Ikisi de insan yaşamıyla ilgili. Insan yaşamına gösterilen değerle ilgili. Haberlerin başlığı ve kısa özetleri şöyle

Hürriyet:
Insanlık Dersi:
Türkiye’de yaralanan Danimarka’lı anne-oğul, ambulans uçakla ülkelerine gönderildi.


Bianet:
"İyi Bak, Anneni Son Görüşün Olabilir"
Ankara - Tutuklu Nevin Yaylacı üç gün boyunca defalarca kriz geçirdi, baygın düştü, hafızasını kaybetti. Cezaevinde migren, kelepçeli götürüldüğü hastanede sinüzit dediler. Sonunda beyin kanaması teşhisiyle ölüm sınırındayken ameliyat oldu. Şimdi yoğun bakımda...


Defalarca okudum iki haberi de. Hürriyet’teki habere diyeceğim yok. Herkese öyle davranılsın bence. Ancak Hürriyet’in neden Bianet’teki haberin insanlık dışılığında haber olacak birşey bulamayışı, haberden saymayışı sorgulanabilir olsa da ben nammussuzluklarından ve ahlaksızlıklarından bıktığım ve umutsuz olduğum için medya eleştirisi yapmayacağım. Ben insanlık eleştirisi yapacağım Başbakana ve Hürriyet’e inat. Yok yok eleştiri de değil içimi dökeceğim dilime geldiği gibi.

Adalet Bakanından Sağlık Bakanına,
bu soruna dava açmayan ya da açmayacak olan cumhuriyet savcısından, dava açılınca suçlularda bir kasıt bulmayacak hakimine kadar,
Sincan Kadın Kapalı Ceza ve Tutukevi müdüründen, gardiyanına,
infaz memurundan hapishane doktoruna,
ambulans yerine ring aracını tahsis eden yetkiliden Sincan Devlet Hastanesi'nde yanlış teşhis koyan doktora kadar
hepinizin insanlığına, ahlakına, inancına, sizi yetiştiren ananızın ve babanızın görgüsüne şaştığımı söylemek istiyorum…

Ama hiç bilmez miyim böylesi kınamalar etkilemez bile köseleleşmiş ar damarlarınızı. Sizi kınamak da istemiyorum. Ne istiyorum biliyor musunuz? Hayatta başka hiçbir şeyi bu denli çok istememiştim hatta böyle bir şeyi isteyecek kadar çileden çikacağımı bile düşünmemiştim. Şunu istiyorum: darbe olsun, işgal olsun, kıyamet kopsun istiyorum, en eli kanli en insanlıktan çıkmış bir diktator iktidarı ele geçirsin istiyorum ve siz bir sekilde Sincan Kapalı cezaevine atılmış olun ne olur. Ve orda sizin sayın Yaylacı’ya davrandığınız gibi size davranılsın sonra da inafaz memurları çoçuklarınıza “iyi bakın annenize ya da babanıza çünkü bu son görüşünüz olabilir” desin…Allah da yok ki belanızı versin. Adil bir Allah’ın varolamasını bu kadar çok istemiş miydim hiç?

Jul 23, 2007

Seçim Sonuçları

Ben şaşırmadım seçim sonuçlarına, ya siz? Biraz evvel BBC’ye kısa bir yorum yazdım ve dedim ki; bu Kemalismin militarist yorumunun iflasıdır. Dedim ki bu aptalca bir Batı taklitçiliğinin sonucudur. Bu fasistik bir asimilasyonun, homojenlestirmenin, ve Türk tipi tek-boyutlu insan yaratmanın sınıfta kaldığına dair bir karnedir. Umarım dersler alınır! Mesele AKP’nin başa gelmesi değildir. Mesele Türkiye’deki egemen ideolojinin artık 1923’ün yorumlarıyla, Türk Ordu’sunun orkestra ettiği militarist korku rejimiyle insanları yönetemediğini ve bir birlik ve beraberlik duygusunu yaratmayla hiçbir ilgisinin olmadığının anlaşılma ihtiyacıdır. Budur mesele…

Jul 13, 2007

Kabahatin Çoğu Senin, Canım Kardeşim!

Bianet’in haberine göre DTP’nin bağımsız adaylarının seçim calışmaları engelleniyor. Şu cümlelerle özetleniyor: “Bin Umut Adayları seçim kampanyası çalışmaları sırasında jandarma ve polisin engellemeleriyle karşılaşıyor. Özellikle Güneydoğu'da afiş asmaları, seçim bürosu açmaları engellenen adaylar var. Kars adayı Alınak hakkında Genelkurmay suç duyurusunda bulundu.” Tek tek kimlere nelerin yapıldığını görmek için Bianet’in haberini okuyun.

Bu konuda yazarken
  • “Bakın nasıl da anti demokratik uygulamalar var ülkemizde!” demiyeceğim, çünkü bunu bilemeyen biri kaldığını sanmıyorum.
  • “Yazıklar olsun bunu yapanlara ve yaptıranlara” da demiyeceğim çünkü zaten bütün varlıkları şiddete dayalı bir rejimin devamını sağlamak olanların ardamarlarının bu sözle çatlamaycağını biliyorum. Kalkıp seçmen ve adaylara gül atacaklarını beklemiyor kimse zaten. Ya da tam demokratik bir seçimin olması için elinden gelen yasal herşeyi yapacaklarını zaten kimse beklemiyor.
  • “Hadi Kürtler ne duruyorsunuz? Daha neyi bekliyorsunuz? En temel seçme ve seçilme hakkınıza tecavüz ediliyor. Dökülün sokaklara ve hakkınızı en demokratik yollarla bu demokratik olmayan sistemden sorun” da demiyeceğim, çünkü kan dökme düşü görenlerin beklentisi de bu zaten.
Ben “Hadi Türkler ne duruyorsunuz!” demek istiyorum. Cunku siz çoğunluğu temsil ediyorsunuz. Çunku sizin Türk olmaktan gelen bir ayrıcalığınız, gücünüz, ya da göreli de olsa güvenliğiniz var. Topluca katledilme olasılığınız daha az olası. Bir de en önemlisi bu işi yapanlar sizin iradeniz adına yapıyor bütün bunları. Sanki siz bu işleri yapmaları için onları görevlendirmişsiniz . Kusura bakmayın ama bu ülkede huzur, barış, ve özgürlük olması için sizin de bir sorumluluk yüklenmeniz gerekiyor. Bir tek Kürtlerin sorunu değil bu. Siz yüzünüzü öteye çevirdikçe bu kansevicilere onay veriyorsunuz. Hadi dürüst olalım. Kabul edin bunlar güçlerini sizden alıyorlar. Siz korku ve kaygılarınızdan dolayi sessiz kaldıkça bu canavar daha çok kan isteyecek. Sizin paralarınız, vergilerinizin yanı sıra çocuklarınızın yarınları da güvende olmayacak.


Hadi gelin bir senaryo kuralım. Hadi varsayalım ki bütün Kürtleri yok ettiniz. Ya da bütün Kürtler bütün içtenlikleriyle “Ne mutlu Türküm diyene” de dediler. Hiç bir Kürt ben Kürdüm demiyecek. Herkes Türk. Inanıyor musunuz bu adamlar ve ideolojileri orda sabit duracak. Homoseksülleri, lezbiyenleri öldürmeyecek mi bu adamlar sanıyorsunuz? Bugün sizden aldığı sessiz onaydan beslediği nefretleri yerinde duracak mı bunlarin? Bu nefretleri köşedeki manavdan portakal çalan çoçuğa karakolda işkence yapmaya dönüşecek? Bir yolsuzluğu ortaya çıkarmaya çalışan aydınınıza ölüm tehditleri içeren mektuplara yansıyacak. Öldurecekler kendi gibi düşünmeyen herkesi. Öldürmeyecekler mi? Uğur Mumcu’yu, Abdi Ipekçi’yi öldürmediler mi? Sivas’ta insan yakmadılar mı? Kulağı küpeli diye, Rock müziği dinliyor diye, saçı uzun diye, dar pantlon giymiş diye sanıyor musunuz ki kızlarınıza, oğullarınıza saldırmayacak bunlar?

Ve eger birgün bunlar başınıza gelirse meselenin köklerini bugünkü suskunluğunuzda arayın. Bulacaksınız.


Güçlerini sizin suskunluğunuzdan da alıyor bunlar.

Başkasına yapılan her haksızlık ileride size yapılacak haksızlığın bir provasıdır, bunu unutmayın.




Jul 5, 2007

Birlikte Mücadele mi?

Eğer sadece bana yardım etmek için geldiyseniz, zamanınızı boşa harcıyorsunuz.Ama sizin özgürlüğünüzün benim özgürlügüme bağlı olduğu için geldiyseniz, işte o zaman beraber mücadeleye başlayabiliriz.


Lily Walker, Avustralyalı Yerli Kadın Lider


"If you come here to help me, then you are wasting your time. But if you come here because your liberation is bound up in mine, then let us begin."


Lily Walker, Australian aboriginal women's leader

Jun 27, 2007

Siz niye yazıyorsunuz?

Proetcontra, güzel sorular sormus bir yazım için, yanıtlamaya çalıştım sorularını. Soruların yanıtı blog yazarlığı ile dolaylı ilgiliydi. Blog yazarlığının neliği üstüne kimseler teorik çalişmalar yaptı mı bilmiyorum ama ben kendim için bunu nasıl gördüğümü yazdım Proetcontra’ya (sahi bir anlamı var mı bu adın? Ya da olmalı mı? Sadece merak işte). Paylaşmak, sizin de görüşlerinizi almak isterim.

Serpil blogunda diyor ki “Resim yapıyorum, cünkü başka dilim yok.” Çok şey anlatıyor Serpil bunla. Renklere, şekillere, rengin uçsuz bucaksız çağrışımlarına döküyor içini. Dünyayı ve yaşadıklarını renklerinin hue’sundan göruyor. Yarasından görüyor dünyayı.

Ben de yalnızlığımı paylaşıyorum harflerin sesleriyle. Kimsesizliğimi. Gurbetliğimi. Öfkemi, sevincimi (ki hala olmadı ya), mutluluğumu (ki yokluğundan tanıyorum), umutsuzlukla kaplanmış umudumu yazmak için yazıyorum.

Akarsuya bırakılan mektuplar gibi. 1 ve 0 lardan oluşan dijital uzayın dipsiz kuyusuna bağırır gibi yaziyorum. Hani birileri duyar da ses verirse ne ala ses vermezse de “öff içimi boşalttım bari” der gibi yazıyorum.

Hiç bir toplumsal ideale hizmet etmeyi de amaçlamadan yazıyorum. Dedim ya içimi boşaltmak için yazıyorum. Ağız dolusu küfür edemesem bile, küfür etmek için yazıyorum. Hasan Hüseyin’in bir şiirinde dediği gibi küfürlerin de kuşlar kelebekler gibi uçacakları konacakları yeri iyi bildiklerini varsayarak, cok detaylı açıklamalara bile girme ihtiyacı duymadan yazmak istiyorum.

Bilimin verilerinden ve bilgi birikiminden yararlanmayi ihmal etmeden içimden geleni içimden geldiği gibi yazmak istiyorum. Özgür olmak için yazıyorum. Kendimi kendimden dahi özgür kılmak için.Yani bir tür günlük gibi, deneme gibi, hani biraz da yorumumu katarak yazmak istiyorum. Editörün ya da saklı-gizli hakemlerin (reviewers) kaygısını yaşamadan yazmak istiyorum.

Sahi siz niye yazıyorsunuz?