Pages

Oct 10, 2016

10 Ekim Ankara Garı Katliamina Dair

Evvela dişlerimiz döküldü
Sonra saçlarımız
Arkasından birer birer arkadaşlarımız
Şu canım dünyanın orta yerinde
Yalnız başına yapayalnız
Kırılmış kolumuz, kanadımız
Tatlı canımızdan usanmışız
Arkadaş Dökümü / Bedri Rahmi Eyüboğlu

Feb 26, 2016

Sizin de Kapınızı Çalar

Bir gün sizin de kapınızı çalar bu zulüm
Bu insanlıktan çıkmış sevgisiz fesatlık
Bu kana susamış kin ve nefret
Bu cesetler üzre çürümüşlük

Bir gün sizin de kapınızı çalar bu
Bu çocukları göz altında kaybeden meçhul adamlar
Bu gece ve sis


Bir gün sizin de kapınızı çalar bu
Bu ahlak giyinmiş ahlaksızlık
Bu din kuşanmış vicdansızlık
Bir gün sizin de kapınızı çalacak
Bir gün
bu habersiz,
sessiz,
sedasız
sadece
kendi
içinde
çınlayan
çığlığınız

Jan 10, 2016

Sözün Bittiği Yer

Önce söz vardı diyordu kutsal kitaplardan biri. Söz Tanrıydı. Söz güçlüydü. Sözün bir hükmü vardi. Ya bir şeyleri değiştiremeye yeterdi ya da en azından sağır sultanların kulağına çarpardı ki sağırlar da duyardı. Bi-ara "sözün bittiği yer" denmeye başlandı. Hannah Arent'in Kötülüğün Sıradanlığı'na referanslar verip anlamaya çalıştık bu "sözün bittigi yeri". Anladık mı? Köylülere bok yedirilişini anladık mı ? İşkence haberlerinin ve Diyarbakır zindanında olanların duyulmaya başlandığı zamanlar sözün bittiği yerlerdi. Anladık mı?

Kendini tekrarlayan çirkin bir nakarat gibi kötülükler ard-arda oluyor ve "sözün bittiği yer" demenin anlamı da kalmıyor artık. Bir ara teknoloji yardıma yetişir gibi oldu; fotolar, animasyonlar, filmler, çizimler ve daha nice farkli formlar dilin yetmezliğindeki açığı kapatmamıza yardım edebilirdi. Çok başarılı, çok yaratıcı şeyler yapabilirdik. Yaptık da. Bir görsel bin sözcüğe bedeldi. Görseller, görsellerdeki dramatik, estetik, espritüel dil de de yetmez olmaya başladı sonra. Hatta hatta bütün olanakların nerdeyse bir birleşimi olarak duvar yazıları ve grafitiler (hem görsel, hem yazınsal, hem artistik, hem şiirsel) sokaklara taşındı. En iyi örneklerini Gezi eylemliliklerinde gördük. özellikle o alışılmış büyük felsefi ve politik slogan-vari söylemlerin (grand naratıve) dışına çıkıldı. Dilin olanakları (sanki) hiç bir zorlanma olmadan, alabildiğine otantik bir oluşumla başka bir düzeyde uç salmaya başlamıştı. Esprituel bir söylem vardı. Çığlık yerine alaycı kahkahalar, zalimin yüzüne tüküruçesine bakan sırıtmalar, ve onurlu bir inatciligin bel kemigini olusturdugu bir dil vardi sokaklarda ve alanlarda. Sağır olmuş kulaklara değiyordu bu yeni dilin sesleri, nasır bağlamış yüreklere ulaşıyordu. Ve en önemlisi duyanı sokağa döken bir mistik gücü de vardı bu dilin. "Demek ki kürtlere de 90larda böyle yapılıyordu" diyenler umut vermeye başlamıştı. Körleşme bir daha olmayacaktı. Artık basın-yayın saklasa da işte görmüştü insanlar neler yapıldığını. Penguenler bile kirletilmişti. Görmüştük. Hiç bir doğa belgeseli gizleyemeyecekti hiç bir kötülüğü. Ve üstüne üstlük çok güçlü bir kanı vardı ortalıklarda: "Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı". Ama oldu, her şey hatta eskisinden bile beter oldu nerdeyse. Acılar yarıştırılmaz, karşılaştırılmaz. Acılar değil eskisinden kötü olan bugün; körlüktür. Duyarsızlık, sağırlık, umursamazlıktır. Kötülüğün kendisinden daha kötü olmaya başladı körleşmeler.

Surye'deki savaşın ortasındaki çocuklara oyuncak göndermek isteyen gencecik çocuklar bombalandı. Barış isteyen nice güzel insan barış mitinginin sabahında, miting henuz başlamadan katledildi ülkenin başkentinde. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi şehirlerde. Sokağa çıkma yasağı sürerken evlerinde öldürüldü insanlar. Açlığa ve susuzluğa terkedildi. Sağlık çalışanları ve ilk yardım ekipleri vuruldu. Sokaklarda ölüsünu bile alamdı insanlar. Beyaz bayraklarla kaçmaya bile calışirken ateş açıldı insanlara. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde kurşunlanarak tahrip edilen tarihi Dört Ayaklı Minare’nin önünde tarihsel eserler tahrip edilmesin diye toplanıp barış isteyen Tahir Elçi en garip bir mizansenle onca kameranın, cep telefonlarının, ve görgü tanıklarının önünde katledildi. Göz göre göre seçimlerde kaybeden bir iktidarın terör estirmelerini en ucuz, o en aşağılık ve en klişeleşmiş söylemlerle gerekçelendirip onulmaz bir sessizliğe döndü kalabaliklar. Bir tek “hendekler” ve “şehre inen teröristler” söylemleri yetti bu yeni bir körleşmeye.

Körleşmeyenler de surekli bir tehdit altında; Ya histerik bir biçimde cadı avına katılıp egemen ideolojinin korosuna katılacaklar ya da onurlarını ayaklar altına alacak düzeyde aşağılanacaklar. Beyazıt Öztürk kendi adını taşıyan şovda birden bire çocukar ölmesin, silahlar sussun sözlerini onaylamasi nsebebi ile PKK ve terror prpagandası yapmakla suçlandı. Sonra da nerdeyse salya sümük özür diletildi. Özür dilemek bir erdem olmalı oysa; Olmadi. özür dileme bir onursuzluğa dönüştürüldü.

Sözün bittiği yerdeyiz yeniden.

Sözün bittiği yerde gözler işığını da kaybediyor. Sesler tınısını. İnsanlığını yitiriyor bir ülke. İyi niyetle ve içten söylenen o "Demek ki Kürtlere de böyle yapılıyordu" cümlesi koca bir yalana dönüşdü insanların çürümelerinde. Parça parça , lime lime insanlığı dökülüyor bu ülkenin. Sözün bittiği yerde insan da bitiyor.