Pages

Sep 24, 2009

Deniz Kızı

Siz hiç denizden ya da banyodan ya da herhangi bir su birikintisinden çıkmış, göğsűnűze başını ıslak saçlarıyla dayamış sevgilinize Orhan Veli’nin Deniz Kızı şiirini okudunuz mu? Okumadıysanız, okuyun…

(Not: Hernekadar erkek ağzından yazılmış gibi kulağa gelse de bence bu şiirin cinsiyeti yok. Yani kızlar erkeklere de okuyabilir.)

Denizden yeni mi çıkmıştı, neydi;
Saçları, dudakları
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.

Yoksuldu, biliyorum
-Ama boyna da yoksulluk sözü edilmez ya-
Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
Aşk türküleri söyledi.

Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir.
Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek...
Dikenli balıkları hatırlatmak için
Elleri ellerime değdi.

O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
Gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
Onun saçları öğretti bana dalgayı;
Çalkalandım durdum rüyalar içinde.

Orhan Veli

Sep 16, 2009

Karamizah Tadında Fașistlere Psikolojik Danıșma (ücretsiz)

Düşündüm de bugünlerde olunabilecek en kőtü şeylerden biri herhalde koyu bir faşist olmak. Düşünsenize bütün dayanaklarınız tek tek yıkılıyor. Kutsal saydığınız bütün değerler soysuzlaşıyor. Güvendiğiniz babalar, abiler, paşalar size ihanet içindeler. Gőruyorsunuz ki hiç de saygın değillermiş o paşalar komutanlar. Gőrüytorsunuz ki şehit diye diye dőkülen gőzyaşları timsah gőzyaşlarıymış. Yani o şehit deyip ağlayanlar hiç utanmadan pimi çekip bir erin eline verebiliyor bombayı. Sonra utanmadan bütün birimler (Bőlüğü, karargahı, hava ve kara sahanlığı, ve genel kurmayı, ve kaymakamlığı) elbirliği içinde hiç utanmadan cinayetlerini kapatmak için őldürülen gencecik cesetlere kaza süsü verebiliyorlar. Genel Kurmay başkanı “yeter artık!” diyebiliyor bu konudaki sorulara…

Yıllar yılı inandırıldığın kart-kurt teorisinin de en őnce bunu sana inandırılanlarca terkettiklerini gőrüyorsun; kürtlere bir sürü ayrıcalık tanındığını gőrüyorsun. Őyle bir dil yoktur denirken, şimdi o adını ağzına almaktan çekindğin dilde televizyon yayını var, kitaplar var. Başbakan o dili kullanıyor.

Değişim zor bir şeydir. Kolay değildir değişimlere ayak uydurmak. Ya da ayak diremek. Değişimlerle bütün güvenliğiniz, yarını tahminleriniz, gőreli mutluluğunuz tehdit altındadır. Hele hele bu değişimler sizin kontrolünüzün dışında gelişiyorsa, nasıl da zayıf ve zavallı hissedersiniz kendinizi! Hele hele bu değişimler sizin şimdiye kadar inandıklarınızın, üstüne dünyanızı kurduğunuz varsayımların temellerine yerleştirilmiş bir TNT gibi duruyorsa gerçekten zordur bir günü akşam eylemek.


Literatürde bu tür değişimlerle uyum sorunu yaşayanlarda gőrülen psikosomatik belirtiler şunlar olarak belirlenmiş;

  • Başağrısı
  • Uykusuzluk
  • Depresyon
  • Kaygi
  • Sindirim sistemi problemleri
  • Kas spazmi ve sirt ağrıları
  • Yüksek tansiyon
  • Alkol ve uyuşturucu alışkanlığı,
  • Bağışıklık sisteminde zayıflama

Işte size bilgimin yettiğince őneriler sevgili faşist kardeşlerim.

Őncelikle değişimi o denli korkunç bir şey olarak gőrmeyi bırakın bir kere. Değişimi yaşamın doğal bir parçası olarak kabul edin, ki őyledir. Hatta bazı değişimlerin iyi yanları da vardır. Mesela őtekileştirdiklerinizin değişimini , őzgürlükler ve haklar edinmesini tehdit olarak gőrmek yerine insanlık adına - evrensel değerler adına- ővünç duyacağınız bir olanak olarak gőrürseniz bu sizin uykularınızı kaçıran yersiz korku ve kaygılardan size kurtarabilir.

Kendinizi kontrol edemediğiniz değişimler karşısında (mesela şu Kürt açılımı) çaresiz ve aynı zamanda kızgın ve őfkeli bulduğunuzda şunları yapmayı deneyin:

Bir dakika kendinizi mental olarak uzaklaştırın bulunduğunuz yerden. Sonra geri dőnün ve duygu ve tepkilerinizi gőzden geçirin. Kendinize sorun;
  • kızgın mıydınız, üzgün müydünüz, kaygılı mıydınız, kendinizi, güvenliğinizi tehdit edilmiş mi hissettiniz, korkmuş muydunuz, kayıtsız mıydınız?
Bu sorunun cevabını bulunca şimdi de şu soruları sorun;
  • Tepkim makul - uygun bir tepki miydi?
  • Daha farklı bakabilir miyim bu meseleye?
  • Belki olumlu bir yanı da vardır bu değişimin.
  • Bu değişimi kontrol edebileceğim birşey var mı?
  • Birşeyler yapıp da kendimi daha iyi hissedeceğim olumlu şeyler var mı?
  • şu kızgınlığımın, őfkemin olgulara dayalı haklı bir gerekçesi var mı?
  • Bu konuda daha çok bilgi edinsem bana yararı olabilir mi?
  • Olup bitenleri yanlış yorumluyor ya da yanlıs biliyor olabilir miyim?
  • Daha iyi olumlu bir perspektiden bakabilir miyim bu değişime?

Bu ve benzeri sorulara kendiniz için en iyi cevabı verip pratiğe dőkerseniz gőreceksiniz ki kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.

Bunların yanı sıra bir de unutmayın ki bazı fiziksel egzersizler bu değişime dayalı stresle başetmede oldukça etkilidir.

Ha bir őnemli şey de olup biteni espiriye dőkebilme çabasıdır. Espriyle yaklaşınca sizde baskı yaratn şey daha az tehditkar, daha az korku verici, daha az kaygı verici gelecektir…

Hadi faşist kardeşlerim üzmeyin kendiniz o kadar. Hayat çok kısa. Valla değmez bunca sıkıntıya. Bel bağladıklarınız da değmez bunca kendini feda etmelere….

Sep 13, 2009

Appendix to DSM-IV: Political Thought Disorders - Ic-Mihrak Kemalizm Olcegi

Lutfen olcegi doldurup submit dugmesine basin.

Kaynak: Ic-Mihrak

Diyarbakır Cezaevi Okul Değil, İnsan Hakları Müzesi Olmalıdır!

Esat Oktay Yıldıran canavarı zaten Diyarbakır cezaevinin bir okul olduğunu ilan etmis ve őylece bașlamıș ișine. șőyle demiș

“Burası cezaevi değil, buraya cezaevi demeyin! Burası bir okuldur! Burada Türk milletine layık insanlar olmayı ve Atatürkçülüğü öğreneceksiniz!”


șimdi de birileri açılım adı altında kalkıp Diyarbakır Cezaevini okul yapmaya çalıșıyor. Zaten okul olmuș bir yeri tekrar okul yapmak niye?

imza kampanyasi

Sep 12, 2009

12 Eylül

12 Eylül hala devam ediyor.
12 Eylül hala devam ediyor.
12 Eylül hala devam ediyor.
12 Eylül hala devam ediyor.
12 Eylül hala devam ediyor. 12 Eylül hala devam ediyor. 12 Eylül hala devam
12 Eylül hala devam ediyor.
12 Eylül hala devam ediyor.
12 Eylül hala devam ediyor.
12 Eylül hala devam ediyor.

Bilançosu‏
• TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu.
• 650 bin kişi gözaltına alındı.
• 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
• Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
• 7 bin kişi için idam cezası istendi.
• 517 kişiye idam cezası verildi.
• Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).
• İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
• 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
• 98 bin 404 kişi ''örgüt üyesi olmak'' suçundan yargılandı.
• 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
• 30 bin kişi ''sakıncalı'' olduğu için işten atıldı.
• 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
• 30 bin kişi ''siyasi mülteci'' olarak yurtdışına gitti.
• 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
• 171 kişinin ''işkenceden öldüğü'' belgelendi.
• 937 film ''sakıncalı'' bulunduğu için yasaklandı.
• 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
• 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
• 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
• Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
• 31 gazeteci cezaevine girdi.
• 300 gazeteci saldırıya uğradı.
• 3 gazeteci silahla öldürüldü.
• Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
• 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
• 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
• Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
• 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
• 14 kişi açlık grevinde öldü.
• 16 kişi ''kaçarken'' vuruldu.
• 95 kişi ''çatışmada'' öldü.
• 73 kişiye ''doğal ölüm raporu'' verildi.
• 43 kişinin ''intihar ettiği'' bildirildi.

Sep 8, 2009

Bilim-Kurgu mu?

Yaşadığımızın bir bilim-kurgu romanından tek farkı yaşadığımızın KURGU olmayışında saklıdır. Bütün yaşam alanlarımızın merkezi bir yerden yönetilip yönetilmediğini bilmiyoruz ama bildiğimiz bize bir şekilde zorunlu şeylerin dayatıldığı ve bizim çok fazla seçeneğimizin olmadığı.


En basitinden birincil ihtiyaçlarınıza, yiyeceklerinize bakın.

Yediğinizi sebze ve meyvelerinizin organik, yani sağlıklı, hani olması gerektiği gibi olma şansı o denli az ki artık. Genetik kodlamalarla, hormonlarla üretilmiş bu sebze ve meyveler nerdeyse yediğinizi sandığınız yiyeceklerin sadece bir görüntüsü. Yediğiniz çoğunluklukla kimyasal madde aslında.

Ya etler? Etler de öyle. Yediğiniz etin sahibi hayvanın normal döllenmeyle doğmuş, gün ışığı görmüş, taze ot ve saman yemiş bir hayvan olduğunu sadece varsayıp durum siz. Birçokları yapay döllenmiş, yapay beslenmiş, gün yüzü bile görmemiş, önceden hedeflenmiş ağırlıga gelsinler diye damardan verilen hormonlarla erken büyümüş bu hayvanlar size besinden öte zehir sağlamakta. Hormonlarin yanisira sağlıksız koşullarda yaşadıkları için hastalanmasınlar diye zaten hali hazırda yapay olan yiyeceklerine katılmış bir sürü ilac da cabası.

Karnımız doyuyor ya! Yaşıyoruz ya! Çok şükür! demeyin. Çocuklarınız normal doğmayacak, kanserle acı çeke çeke öleceksiniz, ya da hiç bir doktorun bilmediği bir sebeple “bilinemez” bir tanı konulup acı içinde yaşayacaksınız çünkü yediğiniz o kadar hormon, genetic muhendislik atıkları, ve hormonların sizde ne tür yan etkileri olduğunu bilmeyeceksiniz. Doktorlar da bilemeyecek.

Bir sabah bir büyük depresyonla ya da anksiyete kriziyle uyanacaksınız. Bilmeyeceksiniz neden diye. Çünkü dün gece hiç bir şeyiniz yoktu. Çocuklukta da o denli büyük tacizler, travmalar, saplantılar da geliştirecek birşeyleriniz olmamıştı. Daha önce zevk alarak yaptığınız şeyleri yapmak istemeyeceksiniz. Enerjiniz tükenmiş olacak. Işe gitmek istemeyeceksiniz.

Doktor depresyon ilacı verecek. Bilmem kaç onlarca farklı çeşidi vardır bunların. Size uygun olanını bulana kadar anti-depresanları tek tek denemiz gerekecek. Denerken ilaçların sebep olduğu “intihar düşüncelerinden“ birinin büyüsünün peşine takılıp kendinizi öldürmezseniz eğer bir tane size iyi gelecek bir anti-depresan bulabilirsiniz belki. Tabii sonra bu kullandığınız anti-depresanın diğer yan etkileri olabilecek; cinsel iktidarsızlık gibi, uykusuzluk gibi, iştahsızlık gibi, ya da aşırı iştahlılık gibi. Sonra bi bakmışsıniz ki obiz olmuşsunuz. Oysa ki sanıyordunuz ki Amerikalılar sadece obiz olur. Onlar çok yerler. Doğrudur! Çok yerler ama yedikleri yiyecek değil ki. Yedikleri junk, yani o bildiğiniz fast food. Yani o yapay, yedikleri yediklerini sandıkları olmayan.

Artık kurgu bir yanı bile kalmamış bu artı-ürünün yüzü suyu hürmetine bütün insanları topluca kimyasal maddelerle besleyip ilaçlandıran dünyanın. Kücük bir bahçeniz varsa sebze, meyve üretmeyi ögrenin. Ihtiyacınız olabilir. Sakın ha tohumları alırken okuyup büyüttüğünüz mühendis olan oğlunuzun çalıştığı firmadan almayın tohumları…

Sep 7, 2009

Çocukların (Kürt ) Açılımı


Siyaset Meydanı adlı proğramda “Çocukların Açılımı” adı altında birșeyler yapıldı. Birșeyler yapıldı diyorum çünkü ben pek ne yapılmaya çalıșıldığını anlamadım. Kağıt üzerinde șőyle denmiș olabilir. Amaç: Kürt açılımı hakkında çocukların bakış açılarını öğrenmek… Ama yapılan gerçekte o muydu?

Kürt açılımının çocuk versiyonu muydu bu? Eğer kürt açılımının çocuk versiyonu idiyse neden bazı değișkenler (koşullar) kontrol altına alınmamıștı, ki çocukların büyüklerin etkisi altında kalmaları en aza indirgensin, çocuk yanları daha da ortaya serilebilsin. Apaçık anlașılıyordu ki çocuklar seçilmiști. Őyle rastgele őrnekleme yőntemi ile de seçilmemișlerdi hani. 23 Nisan’larda “bir günlüğüne bakan olacak gibi” seçilmișlerdi çocuklar. Seçildiklerini kendileri de aileleri de biliyorlardı, ki program gününe kadar çocukları beyin yıkama kampına almıș oldukları așikardı. “Çocuklar klișelerle konușuyorlar” diyordu programın büyükleri (Ali Kırca, Ece Temelkuran, ve Yankı Yazgan). Rezilce, utanmazca belliydi çocuklara sőyleyecekleri ezberletilmiști, ezberleyemedikleri ellerine yazılmıștı, ya da bir kağıt parçasına. Yani bu çocukların bakış açıları değildi. Bu büyüklerin çocukları üzerinden büyüklerin bakış açılarıydı. Bu haliyle program yapımcısı, danışmanları ve bütün diğer karar vericileri ya bizi kandırmaya çalışıp rating uğruna bi güzel hem çocukları hem de bizleri aptal yerine koyup kullandılar, ya da gün geçtikçe ahlaksızlığın elinde ne idüğü olduğu iyice belirsizleşen medyanın amaca uygun yöntemi dahi seçemeyecek kadar bilgisiz, beceriksiz olduğunu kanıtladılar.

Herseyin başında çocukları bir araya getirip tartıştırmak yanlıştı. Çünkü bir araya getirince amaca yeni bir boyut eklemiş oluyorsunuz. Bu boyut da acaba çocuklar böylesi duyarlı bir konuyu çocuk gibi (insan gibi mi demeli?) tartışabiliyorlar mı, tartışıp da birbirlerini anlayabiliyorlar mı vs. vs.. Oysa ki böyle bir amaç söz konusu değildi ve böyle bir amaç için de konu başlığı zaten çocukları aşan bir karmaşıklıkta idi.

Bu program gerçekten amacına uygun yapılacaktıysa yani Kürt açılımı konusunda çocukların neler düşündüğünü öğrenip, uzmanlarca yorumlanması sonra da bulguları topluma sunup bakın çocuklar böyle böyle düşünüyor diye bilgi sunmak idi ise o zaman görüş ve fikirleri alınacak çocuklar rastgele örneklemle belirlenmeli ve çocukların doğal ortamlarında (hatta kimliklerini ve yüzlerini dahi saklayarak - Ki çok sevgili ülkemizin bağimsız ve aklı selim hukuğu paniğe kapılıp çocukları tutuklamaya kalkmasın-) görüşlerinin alınması gerekirdi.

Peki neler oldu:

Programın formatı çocukları Kürtler ve Türkler diye (Doğu ve Batı) kamplaştırmaya, taraf tutmaya zemin hazırladı. Program çocukları bir horoz döğüşüne davet ettmişti. Bu horoz döğüşünde de koşullar taraflar için eşit ve özgür değillerdi. Bir tarafın (Kürt çocuklarını) elleri kolları, dilleri bağlıydı. Böyle olunca da Kürt çocukları fikirlerini, yaşadıklarını söylemeye değil sanki hali hazırda suçlularmış da onları savunmaya gelmişler gibi oldu ve sonuçta da egemen ideolojinin her tür desteğini arkasında hisseden Türk çocuklarının saldırılarına tabii tutuldular. 10 yaşındaki Trabzon’dan gelen çocuğun ezbere dayalı alabildiğine ırkçı, terbiyesiz, ve ukala tavrı Ali Kırca tarafından afferimlerle hem haklı hem de sevimli gösterilirken Kürt çocuklarından birinin “biz de sayın Abdullah Öcalan’ı önder görüyoruz” şok etkisi yarattı. Ali Kırca’nın bu çocuk ve söyledikleri için çocuk adına özür dilemesi ve söylenmemiş sayılmasını istemesi bir utanç abidesiydi. Çocukları canlı yayına davet ediyorsan, çocukluklarını ana temaya eklemli olarak sunuyorsan çocuğun aklına geldiğini, hissetiklerini söyleyeceğini garanti altına almak zorundasın. Öte türlü bu, koruyamayacağın, konuşma özgürlüğünü garantilemeyeceğin çocuğu aslanların ağzına atmak olur. Hatta hatta Temelkuran ciddi ciddi çocuğun programdan hemen sonra tutuklanabilme olasılığını bildiği için kaygılar yaşadı. Elinden geldiğince de üstüne basa basa ne olur sakın böyle bir şey yapılmaya mesajlarını dili yettiğince gönderdi.

Bir de şu olmuştur. Bunu yüzümde ve beynimde bir acı ile söylüyorum. Bence bu program faşistleri de memnun etmemiştir. Eminim birçokları çocukların ağzından TV’de PKK propagandası yapıldığına inanmıştır. Hatta Uğur Kaymaz’ın katlini aklamış ve daha çok çocuk ve o çocukların aile üyelerinin ölümlerini istemişlerdir.