Pages

Jun 6, 2012

Evet, Uludere!

Son iki haftadaki gündeme ilișkin en aklı bașında yazılardan biri.




Aksu Bora
Tarih: 
04.06.2012

Başbakan’ın “her kürtaj Uludere’dir” höykürmesini nasıl yorumlamak gerekir? Hele de hemen öncesinde “yatıp kalkıp Uludere diyorsunuz” demişse?
Belki de yatıp kalkıp Uludere dememizdense, yatıp kalkıp “kürtaj haktır” dememizi tercih ederdi, nitekim öyle de oldu!
Belki bu ikisi, yani devletin kendi vatandaşlarının üzerine bomba atıp sonra da “parası neyse verdik” demesi ile kadınların kendi hayatları hakkındaki temel kararları verme haklarını tanımaması, sandığımızdan daha yakından ilişkilidir. Belki de hangi hayatların devam edip hangilerinin sonlandırılacağına karar vermeyi kendi iktidarının doğal bir parçası olarak görüyordur. Yoksul Kürt kaçakçıların parçalanmış bedenleri ve kadınların gizli kürtajlarda kanayan bedenleri. Birlik ve beraberlik içinde, tek millet, tek devlet, tek dinle yaşayan insanların kutsal topluluğu ile tüyü bitmemiş fetüsün korunan “yaşam hakkı”. Anası kendini öldürsün, bebeğin ne günahı var?
Her nefis, devletin şefkatini tadacaktır.
Hiç gündemde olmayan, tartışma konusu yapılmayan kürtajın on gün içinde ülkenin en önemli gündemi haline gelmesine ne diyorsunuz?
Hegemonya denilen şeyin en önemli bileşeni, işte budur: gündemi belirlemek. Ama bu sadece hangi konuların tartışılacağına karar vermek anlamına gelmez, aynı zamanda, sözcenin sınırlarını belirlemektir de: “Kürtaj cinayettir” der mesela, yankısını alır: “Kürtaj haktır”!.. Bu konuşma, daha başlamadan bitmiştir aslında. Siz daha baştan kaybetmişsinizdir. Çünkü o, kendi bulunduğu yeri merkez kılmış, sizin kendinizi ona göre konumlandırmanızı sağlamıştır. Ona karşı olmanızın bir önemi yoktur, tersine, zaten böyle olmanız gerekiyordur!
Başbakan o açıklamayı yaptıktan hemen sonra Uludere’de katledilenlerin fotoğraflarını taşıyarak, tıpkı anneleri, kız kardeşleri, arkadaşları gibi yürüseydik ne olurdu acaba? Yani “kürtaj haktır”ın arkasından “Uludere de katliamdır” demek yerine, Uludere deseydik. Uludere, Uludere, Uludere… Ne olurdu?
Bizden bekleneni yapmamış olurduk. Kürtler bir kez daha (ve yine haklı olarak) “bizim başımıza gelenlerin sizin için hiçbir önceliği yok” demezler, kendilerini bizden çok uzaklarda bulmazlardı. Yatıp kalkıp, yatıp kalkıp…
Güzel olurdu.
Hem belki yürürken biraz daha düşünme fırsatı bulurduk: Kürtaj hak mıdır? Yani mesela eğitim hakkı gibi, sağlık hakkı, bedensel dokunulmazlık, yaşam hakkı gibi bir hak mıdır?
Hemencecik “ama ihlal…” demeyin, bir düşünün bunu derim. “Kürtaj hakkımız, söke söke alırız” demek nasıl geliyor mesela? Kürtajın yasaklanmasına karşı çıkmak için onu bir hak haline mi getirmemiz gerekiyor?
Kürtaj gibi zorlu bir tercihi yapan kadın açısından, burada bir “hakkın kullanımı” mı söz konusudur? Yoksa bu zorlu tercihi yaptıktan sonra güvenli ve sağlıklı koşulların sağlanması mıdır hak olan?
Kadınların deneyimleri, bedenleri, istekleri ve korkuları hakkında hoyratça konuşulmasına alışkınız; ne de olsa, kadın düşmanlığının “normal” sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz; hatta zaman zaman komik ve şirin bulunduğu. Ama aynı hoyratlığı biz neden gösteriyoruz? Kaç haftalık hamilelik sonlandırılabilir türünden soğuk bir dille kuluçka falan gibi korkunç laflar arasında salınmaktan daha iyisini yapamayacak mıyız? Feminizm bize bu düşmanlıkla mücadele kararlılığı ve cesareti verdiği kadar, kadınlara, kendimize, deneyimlerimize şefkatle, özenle yaklaşmayı öğretmiyor mu?
Yenilginin hasmına benzemek olduğunu hissetmişimdir hep. Asıl yenilginin. Durup kendi sesimizin neye benzediğini dinlemekten hiç vazgeçmemek o yüzden önemli; sesini duyurmak kadar önemli.

No comments: