Pages

Nov 30, 2012

Gűzel Bir Analiz

"Türkiye Cumhuriyeti devletini ve onun şu anki sahibi AK Parti iktidarını asıl sarsacak olan, şiddet değil, aksine, şiddetsizlik siyasetidir. Şiddet, geleneksel Türk devletinin de, ona bağlı Erdoğan gibi popülist ve oportünist siyasetçilerin de elini rahatlatır. Onların işini asıl zorlaştıracak ise, gerçekten şiddetsiz, Türklerin vicdanına ve aklına seslenen, çok daha incelikli ve sabırla örülmesi gereken bir siyasettir. Ve inanın, bu siyaset, dağda veya kentte ölerek ve öldürerek hedefe ulaşmaya çalışmaktan daha az onurlu bir yol değildir. " gerisini oku >>>


Rober Koptas'tan gűzel bir analiz. Yazar iyi bir őneri de sunuyor . Beğendim… Biliyorum bloglar űzre tartışmak eskidendi ama en azından yazının sizde uyandırdığını paylaşın isterseniz ha? Yani paylaşırsanız sevinirim :-)

Nov 16, 2012

Dost

Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız
Dokunarak uçalım.

insanlardan buz gibi soğudum,
işte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın.
― Cahit Külebi

Nov 11, 2012

Neden Vicdan?


Açlık grevlerine ilişkin sőylemlerden biri de vicdan kavramı űzerinden yapılıyor. Birileri vicdan sőylemini kullanırken birileri de bu sőyleme karşı duruyor. Ben vicdan konusunun hele de toplumsal vicdan konusunun gűnűműz Tűrkiye’sinde can alıcı bir konu olduğunu ve olması gerektiğini dűşűnűyorum.

Őncelikle şu vurgulanmalı ki Tűrkiye’de olup bitenlere yőnelik sőylemleri ve analizleri dar bir ikilemde (ya şudur – ya budur) ele almak alabildiğine kısır bir bakış açısıdır. Çűnkű toplumsal meseleler genellikle bir çok gri alandan oluşur; őyle sadece beyaz ve siyah olan alanlar çok azdır; açlık grevinde olduğu gibi. Diğer bir deyişle açlık grevi eylemi hem rasyonel doğrular űzerinden yapılanmalıdır, hem de vicdan gibi rasyonel olmayan duygu, heyecan, değer yargıları, vb. Űzerinden yapılanmalıdır.

Aydınlanma felsefesinin bir uzantısı olan sadece aklı ve deneye/őlçmeye gelebilecek olguları genel geçer doğru sayıp diğerlerini (akıl dışındakileri – ki bunlar akıl dışı şeyler değildir aslında) dışlamak ve değersizleştirmek yűzlerce yıllık bir yanlıştır ve ne yazık ki hala sűrdűrűlmektedir. Evet, doğru, açlık grevleri alabildiğine gerçek olgular ve politik analizlerin sonucudur. Evet, bunun sonuçları da siyasal olacaktır, hukuksal olacaktır. Ama vicdana yőnelik bir şeyler de olacaktır. Vicdana ilişkin metrik bir őlçerimiz olmadığı için vicdan konusunu dışlamanın sosyolojik olarak toplumdaki dinamikleri anlamamızda bűyűk sorunlar çıkaracaktır. Hele hele yaşanılan şu alabildiğine kaotik sűreçte vicdanın őzellikle de toplumsal vicdanın rolű gőz ardı edilesi gibi bir şey değildir.

insan eylemliliğinin her aşamasında vicdan ve vicdanı oluşturan her şeyin (yerel ve evrensel değer yargıları, normlar, ve kurallar ) bűyűk bir rolű vardır. Ve bunlar gőz ardı edildiğinde aklın kuru, salt mantıksal yanına dűşeriz ki, bu bizi kendimize, içinde yaşadığımız topluma, ve nesnel gerçekliğe yabancılaştırır. Insana yőnelik hiç bir şey salt rasyonel değildir ki biz bőyle yaklaşalım. Bir saniye dűşűnűp meseleye yeniden bakın, isterseniz. Açlık grevinin neresi mantıksaldır ki? Ya da yaşamını bir ideal için masaya sűrmenin nesi rasyoneldir? Bunlar kendi başına, alabildiğine rasyonel dışıdır (irrasyonel değildir ama), mantık dışıdır (mantıksız değildir ama).

Bu nedenle açlık grevlerine, daha genelde toplumdaki devlet terrőrű ve benzeri insan hakları ihlallerine bakarken vicdan konusu hiç de gőz ardı edilesi bir konu değildir. Unutulmamalıdır ki toplumdaki bűtűn adaletsizlikler ve haksızlıklar ve zulumlar toplumun vicdan őrűntűsűnde bulunan nasır tutmuş yarıklara dayanarak kendini aklar ve topluma dayatır. Bu toplumsal vicdandaki yaralar ve yarıklardır ki iktidarın zulmuna cesaret verir, sessiz kalarak, yűzűnű őtelere çevirerek olup bitene onay verir.

Tűrkiye toplumunun vicdan yapısındaki bu nasırlaşmış yarıkları anlayıp analiz etmeden nasıl açıklayabiliriz olup biteni. Bir kaç őrnek vererek hatırlayalım: insanlara bok yedirtildi bu űlkede, insanlar canlı yayında (Sivas) polisin ve askerin gőzleri őnűnde (denetiminde mi demeli yoksa) yakıldı, son bir kaç yıldır sayısız linçler oldu, linçleri yapanlar değil linçe uğrayanlar suçlu bulundu, insanlar gőzaltında kayboldu, aileleri yıllardır çocuklarının cesetlerini istiyorlar, őgrenci evleri basıldı ve yargısız sualsiz gencecik çocuklar infaz edildi, ve adına “hayata dőnűş” verilen bir katliam yaşandı bu űlkede ve daha neler neler yaşandı. Bu yaşananları hangi mantık bűtűnűyle açıklayabilir? Hangi rakama sığar bunlar? Insanların vicdanına inmeden, toplumun vicdanını sorgulamadan nasıl anlayabiliriz bu zulmu, bu sessizliği, bu kőrlűğű, ve bu alabildiğine uyuşmuş duyarsızlığı? Boşuna değil şiirin bazan ezilenin dili oluşu: Yoksa hangi tıp, hangi fizik, hangi hukuk, hangi siyaset açıklayabilir “yűreklerin kulakları sağır” dizesini?

Yok, yok, bu bőyle salt rasyonelitenin ve modernizmin halledeceği bir şey değil. Bu toplumun vicdanının bir kısmı nasır tutmuş, diğer yanları da kanıyor. Hala kanayan yanları kalmış diye seviniyorum aslında. Hala umut var demektir bu. Bu nedenle aklın bilimsel yőntemin yanı sıra, vicdanı da hesaba katarak olup biteni anlamaya calışmalı ve ona gőre adımları daha bir saglam atmalıdır bu kaygan ve kaypak zeminlerde.

Nov 10, 2012

60 gűn

60 gűn hiç bir şey yemediğinizi dűşűnűn!
60 gűn açlığınızın bir şeylere değdiğine - değeceğine inandığınızı dűşűnűn!
60 gűn insanlıktan çıkmışlara insan olduklarını hatırlatacak bir fırsat verdiğinizi dűşűnűn.
60a kadar tek tek sayın. Her rakamda bedeninizden/ umudunuzdan yavaş yavaş birşeylerin eksildiğini dűşűnűn...

 
Watch live streaming video from revoltistanbul at livestream.com

Nov 7, 2012

Çiller ve bıyıklarım

Tansu Çiller 1994’te bir gűn TV lerde ve radyolardan şunları diyordu


"Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK ile olduğu gibi PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir."

Bunun ardından o isimler bir şekilde ulaşması gereken yerlere ulaştı ve o Kűrt iş adamları taker taker őldűrűldű (Kaç tane őldűrűldű, bilmiyorum).

Şimdi de sayın Çiller TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun sorgusunda şunları diyor

“Benim o listeyi okumamın sebebi bunlara ‘Arkanızda devlet olarak ben varım. Kimse size baskı yapamaz. Baskı, tehditle haraç toplayamaz’ mesajı vermekti. Hedef göstermek için değil, devletin arkalarında olduğunu hissettirmek, ‘korkmayın’ demek için için o listeyi açıkladım. Çünkü bize gelen bilgilere göre PKK bunlardan haraç toplamaktaydı.”

Iyi ama bu insanların tek tek őldűrűlűşűnű nasıl açıklayacak bu kadın? Korumaktan sőz ediyor. Korumak için ne yapmış olabilir: Şőyle yanıtlıyor

“Ben anayım. Beni nasıl bununla ihtam edip, bağlantılı olarak düşünebilirsiniz? Bunları öldürtmüşüm gibi nasıl düşünebilirsiniz? “

Burda, Milliyet’in haberine gőre bazı komisyon üyeleri Çiller’in gözlerinin dolduğunu bazı űyelerin ise Çiller’in ağladığını iddia ettiklerini yazıyor.


Ben ise őfkeden bıyıklarmı kemirebiliyorum ancak ve  bunları buraya tarihsel not olsun diye dűşebiliyorum.

Ha bir de Çiller o dőnemlerde ne diyordu hatırlıyor musunuz? 

“Bu vatan için kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır”

Ve bu kadın nice ananın yűreğine dűşen ateşin sorumlusudur... 






Nov 6, 2012

Çünkü yaşam dirençtir.

"... ölüm oruçlarının ölüme değil, yaşama doğru gittiğini, yaşama ilişkin taleplere sahip olduğunu, onunla kenetlenip onu olumladığını öğreniyoruz. Çünkü yaşam dirençtir. Kendine bir süre biçmez, sonunu algılamaz, sona erdiğinde kendisi ortada bulunmaz."  Ulus Baker

Nov 4, 2012

Őlűmler Kapıya Dayandığında

Őlűm orucundakilerin őlűmleri kapıya dayandı. En son verilere gőre 66 cezaevinde, toplam 683 tutuklu açlık grevinde.

Őyle şeyler yaşıyoruz ki, aklımız anlamakta yetmediği gibi yűreğimiz de kaldıramıyor artık olup biteni.

Gőğsűmde sanki koca bir taş (Sisyphus’un taşı sanki) ; rahat nefes alamıyorum. Boğulmak gibi bir şey bu. Biriyle tartışıyordum geçen gűn; malum konular. Adam “yaşam gűzel” dedi. Birden bire bűtűn zulum ve baskı altındaki insanlar geldi aklıma; Hapishanedekiler, işkencehanelerdekiler, Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’dekiler. Nasıl da kolaydı “yaşam gűzel” demek. Dedim ki “Valla kendimde onu sőyleme hakkını bulamıyorum” kendimde. Hani “benim yaşamım gűzel” dersen bir itirazım olmaz ama “yaşam gűzel” dersen ben utanırım sana ‘haklısın’ demeye.”

Őyle şeyler yaşıyoruz ki anlamıyorum bazı argumanları. Kafam basmıyor. Bazılarına da yűreğim yetmiyor.

Birileri her geçen dakika őlűme yaklaşırken, birileri (Başbakan başrol oyuncusu) akıl almaz iddialarda bulunuyor. “Kimse őlűm orucunda değil” diyor. “Herkes yiyor birşeyler” diyor. “Sadece bir kişi açlık grevindedir” diyor. “Açlık grevi yok, şov var” diyor. Bunu sőyleyenler bizim seçtiklerimiz. Űlkedeki herkesten, evet içerdekiler de dahil, sorumlu olanlar. Nasıl insanlar bunlar? Bunları nasıl seçtik? Bunlar bu yalanlarla nasıl yaşıyorlar? Nasıl uyuyorlar? Bu nedenle ancak ve ancak patolojik bir bozukluğu olduklarına inanıyorum bunların. Buna inanmak istiyorum yoksa inanamıyorum bir insanın bu denli rezil ve insanlık-dışı bir yaratığa dőnűşeceğine. işin traji-komik yanı da şu ki, bu tipler yeni değiller. 1990’larda ve 2000’li yıllarda da gőrdűk aynı sőylemleri. Aynı duygu kűntlűğűnű.

Bunlar da bir sűre sonra őlűm orucuna zorla műdehale edecek ve gőzűműzűn içine baka baka “Yaşama dőnűş” gibi bir ad verecekler katliamlarına. Ve bu űlkenin halkı őylesine kanıksamış ki devletin insan őldűrmesine, őylesine kana alışmış ki, hiç bir şekilde toplumsal bilincinde açılacak bu yaranın ve alabildiğine aşağılanmanın hesabını da sormayacak.

Bu defaki açlık grevinin diğerlerinden farkı, açlık grevindekilerin Kűrtlerden oluşması ve istemlerinin Kűrt meselesiyle doğrudan ilişkili olması. Iki talepleri var: Öcalan’a tecritin kalkması ve anadilde eğitim ve savunma hakkının verilmesi. Meselenin Kűrt merkezli oluşu insanların da tepkilerini/kamplarını belirledi.

Ilk kamp şu baştakilere oy veren, çoğunluğu műslűman - azınlığı kapitalist olan zűmre. Hangi inanca sığdırırlar bőylesi bir zulmu bilmem. Afrika’dakine, Filistindekine gőz yaşı dőkenler komşusuna bu denli nasıl taş yűrekli olur, nasıl sağır ve kőr olur bilmem. Bunların içindeki entellektűeller ise bűtűn bildiklerini Kemalizmin tasviyesine kullandıkları için yeni bir şey űretecek beyin hűcrelerinden yoksunlar sanırım. Bir de tek dertleri Batı karşısında Islamı kurtarmaktır sanıyorum. Islam insanın da űstűndedir. Faşistlerde nasıl devlet insanın űstındeyse bunlarda da Islam insanın hatta Allahın űsűndedir. Oysaki insansız Allah da Allah değildir. Işte belki bu yűzdendir ki Tűrkiye’deki műslűman tipi hiç de insana gűven veren bir tip değil. Tűrkiye’deki műslűman tipi űçkağıtçı, fesat, gűvenilmez, ahlaksız, gűçlűdan yana, çıkarcı, sevgisiz, nefret dolu, insafsız,ve vicdansız. Bu gerçek ne yazık ki tanıdığım ve bildiğim ve saygı duyduğum bir iki kişinin varlığıyla sarsılmıyor.


Neyse konuyu dağıtmadan devam edeyim; belki de bu grubun rasyonaliteden őte inanç ve sezgiye őnem vermelerindendir ki, bazı tartışmalar vicdan űzerinden yűrűtűldű. Ama yukardaki saydığım gerekçelerden dolayı bu vicdan meselesi de pek sőkmedi gibi. Ruhunu şeytana (siyasi otorite ve gűce) satanın vicdanı ne ola ki?

Komedi devam ediyor. Műslűmanların bu sezgi ve ahlakda iflasının hemen yanıbaşında bir de bizim Marxistler ve alabildiğine materyalistler hemen saldırıya geçip vicdan tartışmasının kaçınılmaz olarak bağnaz ve gerici olacağını savundular. Dediler ki kendi vicdani doğrunu bana dayatmaya başladığında faşizm olur. Ama kendi rasyonel doğrumu ben sana dayatırsam bu bilimsel sosyalizm mi olur? Pardon ama ancak karikatűrize edilebilir tűrden şeyler bunlar. Aslında bőylesi sığ tartışmalar tam űlkemize yakışandı. Bir de sanki Marxism insan olgusunu sadece rasyonalitenin etrafında kurmuşmuş gibi. Metafiziksiz materializm mi olur allasen? Kaldı ki varlığı yokluk gibi bir postűladan çıkarsamıyor mu dialektik materialism? Neyse konu bu değildi. Yahu insan yaşamına ilişkin bir tartışmada vicdan nasıl olur alabildiğine őznel ya da relatif olur. Insan yaşamı evrensel bir değer değilse biz neyi nasıl tartışacağız? Benim bőylesi evrensel bir değeri savunmam őteki űzerinde faşizan bir baskı yaratıyorsa biz bırakalım aha şu 0 (sıfır) ve 1 den oluşmuş kűçűk cep-telefonlarınızın beyni yőnetsin bizi. Bőylece bilim kurguya da gerek kalmasın.

Ya peki ulusalcı denen grupa ne demeli. Tek dertleri varsa yoksa bayrak ve Mustafa kemal. Islam korkusundan ne yapacaklarını bilemez olmuşlar. Hiç korkmayın diyesim geliyor. Bakın Kemalizmin paletleri altında bűyűműş műslűmanlar da iyi bir Kemalistten fazla bir şey olmuyor aslında diyesim geliyor. Nasıl Kemalizm devlet aygıtını ve bűtűn baskı araçlarını kullanarak herkesi Batılı, herkesi Tűrk, herkesi laik yapmaya çalıştı (ve bi bok yapamadıysa) bakın bu islamcılar aynı mekanizları kullanarak műslűman Tűrk, műslűman batılı, műslűman kapitalist yaratmaya çalışıyor, hepsi bu. Ama sizin derdiniz belki bunlar da değil, sizing derdiniz zulmu yapanın kendisi olmak istemenizde değil mi? 

Hiç umurlarında değil olup bitenler; kűrtlerin başına gelenler hele hiç değil. Bunlar yitirdikleri paşalarının, Kemalist elitizme dayalı saltanatın –ki kendilerine hiç bir yararı da yoktu zaten-, ve Batıya yaltaklanmış, Tűrk olmaya dayalı, ayrıcalıklarının yitirilişinden kaynaklı bir bozgunun boğuntusunda kendilerinden başka hiç kimseyi gőrmemekteler. Kűrtlerin yanısıra kendileri de biber gazının tadına varmış olsalar da empati beklemek hala lűks kaçabiliyor çűnkű kendi acılarının en űst dűzeyde bir acı olduklarını (damarlarındaki kan gibi asil) dűşűnűyorlar ve Kűrtlerle aynı biber gazını yeseler de canlarının farklı yandığını dűşűnmekteler, çűnkű bunların canı o pis kűrtlerin canından daha kıymetlidir! 

Diğer bir gruba da açlık grevleri konusunda şu ağzı laf yapan ve mantıksal/rasyonel argűmanlar űrettiği iddiasındakiler konulabilir. Bunların sağcı veya solcu olduklarının őnemi var mı bilmem ama bunun ayırdına varmak da pek de kolay bir şey olmasa gerek. Sağcılıkları nerde başlıyor ve solculukları nerde bitiyor? Solculukları nerde başlıyor ve Sağcılıkları nerde bitiyor pek belirgin değil doğrusu. Neyse, bunların argumanları şőyle;

Bu őlűm orucu “emri” dışardan gelmedir; Apo içindir; PKK’lı tutsaklar 1996 ve 1999 yılındaki őlűm oruçlarını desteklemezken biz şimdi niye onları destekleyelim. Őlűm oruçlarını desteklemek őlűmű yűceltmek ve kutsamaktır, oysa yaşam savunulmalıdır.



Buları tek tek ve uzun uzun burda tartışmaya yeltenmeyeceğim. Meselenin kendisi kadar birbiri-içine giren meseleleri bir arada ele almaya calişacağım. Şu dışardan gelme meselesini zaten 1923’den beri bize damardan verilen xenophobia ’nin etkisi olduğunu sőylemek yeterli olacaktır sanırım. Buna ilişkin şunları yazmıştım daha őnceleri. http://elestirelmedyagunlugu.blogspot.com/2009/04/zenofobi-ve-yan-etkileri.html

Diğer argűman alabildiğine ideoloji dışı, çocukçadır. Hatırlıyorum sanırım őyle bir saçmalık vardı; PKK’lı tutuklular desteklememişlerdi açlık orucunu őzellikle de 1999’dakini. Eee diyorum şimdi, ne yani, o bi bok yedi diye sen de aynı boku yiyeceksin őyle mi? Devrimci bir tavır alınırken bir çok faktőr gőz őnűne alınır. Bu faktőrlerden en bűyűğű de senin devrimciliğini belirleyen (atomun çekirdeği gibi) ilke ya da ilkelerdir. Bu ilke bir sosyalist için faşizan zulum altındaki insan yaşamı, insani değerler, ve emektir. Almanya’da yahudilere yapılan zulma karşı çıkarken yahudilerin içinde Nazilerle işbirliği yapanından tut da, radikal dinci bile olabilecekleri gőz őnűne almazssın. Sen o zulma karşı çıkarsın. Sen şimdilerde Israil’in filistinlilere zulmuna karşı çıkarsın. Filistinlilerin kurtuluş műcadelesinin műslűman ve dinsel bir renk alışına kızıp Israil’in zulmuna gőz yummazsın. Devrimci tavır bu değildir. Doğru ve ahlaklı olanı savunmaktır devrimcilik. Hele hele herşeyin birbiri içine vıcık vıcık geçtiği bu dőnemde ilkeleri doğru bir perspektifte savunmak őnemlidir. Sen PKK’ya hem fikir olmak zorunda değilsin. Ama Tűrkiyedeki faşizme karşı tavır almak zorundasın. Kűrtlerin bu haklı műcadelesini desteklemek zorundasın. Yoksa o ulusalcı faşistlerden farklı bir yanın kalmıyor.

En son arguman da şu műkkemmel humanist argűman; yaşamı savunmak. Muhammet Isa aşkına sen yaşamı savunsaydın belki bu űlkede bunca zulum, bunca őlűm ve bu kirli savaş olmazdı. Sokaklara dőkűldűn mű militarizm 7’den 7’e insanın beynini yıkarken. Insanlar dağlarda őlűrken, “Barış! Barış” dedin mi? Demedin ne yazık ki. Bir de içerdekiler şőyle ya da bőyle bir karar almış ve bedenini ve yaşamını koymuş ortaya. Burda sana/dışardakine dűşmez hangi istemler için açlık grevi yapılır ya da yapılmaz tartışması yaratmak. Sana dűşmez “abi ya bak yaşam ne gűzel. Ben onu savunmak için seni desteklemeyeceğim”demek. Sen zaten yaşamı yeterince desteklemediğin için insanlar őlűyor, insanlar hapiste ve insanlar açlık grevlerinde.