Pages

Sep 14, 2008

Küçük İskender'den Kenan Evren'e Açık Mektup

Sayın Kenan Bey,

Bu mektubu size serin bir mart sabahı, Atatürk'e dil uzatan bir YouToube videosunu seyredip sinirle kahvemi yudumlarken yazmaya karar verdim; satırlarımı pek de düşünerek sıralamayacağım; zaten düşünmek gibi ahlaksız bir eylemin girdabına kapılmış bir neslin yok edilememiş ender zatlarından biriyim; en azından özürlü bırakacağınızı umduğunuz bir devrin çocuğuyum; pek öyle lale devri de değil o; bal gibi kötek devri.

Zat-ı âliniz, darbeyi yaptığında henüz 17 yaşındaydım; cebir hesabım kuvvetlidir; şu an cebren ve hileyle 44 civarında seyrediyorum; mamafih sizin kadar dirayetli ve müstakil bir soğukkanlılık sergileyemediğimin de farkındayım.

Bizim aile de sayenizde çöktü; komünist babam arkadaşlarının gördüğü işkencelere, yaşadığı coğrafyanın güzel insanlarının genç / orta yaşlı demeden itinayla seçilerek imhasına tanık ola ola önce kendini, sonra yuvasını mahvetti; akademik eğitim görmüş bir ressam olmasına rağmen Tünel'de yarısı yanmış, pislik içinde bir binanın karanlık odalarında canını teslim etti. Ben sayenizde Kabataş Erkek Lisesi'ndeki eğitimimi okulun koridorlarında dolaşan askerlerin eşliğinde, arada sırada canı sıkılanların bizleri copla sıra dayağına çektiği bir ilim yuvasında tamamladım; siz işkencelerdekilerle vakit geçirirken bendeniz girdiğim tıp fakültesindeki kadavraların başından mide bulanarak kaçtım; kendimi hep bir işkenceci gibi gördüm orada. Sanki öldürdüğümüz yetmiyormuş gibi içini açarak hâlâ konuşturmaya çalıştığımız bir yurtseveri kesmek, daha da kesmek, mümkünse hücrelerine kadar inerek kesmek eğilimini bünyeme yediremedim. Son kadavram bir çiftçiydi. Onun, tahtaya çivilerle çakılmış o büyük ellerini, hayatı kavramaya, toprağı kucaklamaya hazır ellerini unutamadım; bir ölünün kutsal ellerini öpmek ne demektir, bilir misiniz?! Ne faşizme yenilen babamın ellerini ne sizin ellerinizi öperim; o büyük köylünün elleri sizlerinkinden daha sıcak, daha şefkatli, daha öpülesiydi. Ben o adamın elleri sayesinde hayattayım bugün.

Asmayıp da beslediğiniz biri...
Dedim ya, babam ressamdı, siz de resmi seversiniz; babam hayatı boyunca bir nü yapmadı, yapamadı Kenan Bey; masum bir içgüdüyle sanki çıplaklığı fakirliğe bağladı; fakir olan çıplaktı ve bunu resmetmek adeta alaydı onun gözünde; size nü konusunda ne ilham verdi kestiremiyorum ama, cinsel organlarına tazyikli su fışkırtılan kızların ya da hayalarına elektrik verilen devrimci delikanlıların çağrışım yapma olasılığı yüksek; kim bilir bizzat tetkik ettiğiniz bir seansta "bir gün bu vahşeti tuvallere estetik kaygı güderek nakşetmeliyim" diye düşünenler arasına da karışmış olabilirsiniz. Malum, her yer, her şey karışıktı o vakitler; akıllar da dahil buna. İnsanın tamama gücü yetmiyor işte; asmayıp da beslediğiniz kişilerden biri olarak bunu ifade etmeyi ortamın müsaitliğine bağlıyorum.

Vaktiniz varsa ve gözlerinizin sağlığı yerindeyse Dostoyevski'nin 'Suç ve Ceza'sını okumanızı önereceğim naçizane. O pek nutuk havasında değildir ancak, gizliden gizliye barındırdığı tiratlarla iç hesaplaşmanın hastalıklı yapısını teşhir eder; ah elbette fazla toplumsal sayılmaz belki, kim bilir fazlasıyla bireycidir de, ancak topluma bir noktadan başlamak da lazım. Birey, bunun için iyi seçilmiş bir giriş kapısı. Başka hayatlara saygı duymanın solculukla doğrudan ilgisi olmadığına kanaat getirebilirsiniz; başka hayatlara saygı duymak, bu aralar önemini fark ettiğinizi sandığım özgürlük denen, sizce kızıl bir hevesin tezahürüdür aslında. Yani sizin de anlayacağınız şekilde söylersem bir tarafta kızıl kuvvetleri temsilen Özgürlük vardır, bir tarafta karanlık kuvvetleri temsilen Derin Devlet Politikası. Bir nevi Warcraft; varsa torun torba, bu bilgisayar oyununun brifingini verebilirler size. Güzel oyundur: İnsan ırkıyla yaratıkların mücadelesi. Ama baştan seçmeniz lazım hangi tarafta olduğunuzu. İnanır mısın, bir kaptırıyorsunuz kendinizi; ne şiir kalıyor, ne özlem, ne mücadele, ne memleketi kurtarma arzusu, pata da küte de, kılıç al, kalkan al, geçiyor ömür. İkinci el savaş oyunları, her zaman ucuzdur, herkese tavsiye ederim.
Neyse, konu dağıldı, ee, kolay değil, şizofreniyi bir siper, bir sığınak kabul etmiş, hayatta kalmayı başarabilmiş bir neslin çocuğu olmak, bu acılarla barışık yaşabilmek; bazen benim de dengem kaybolabiliyor. Mazur görmeli.

Benim babamın bavulu olmadı hiç; çünkü her an yolculuğa çıkabilecek kadar tedirgin değildi; tam tersi, yerleşik bir adamdı o. Davasına, düşüncelerine, sevinçlerine, üzüntülerine körü körüne bağlıydı; evcildi kısaca. Eline tutuşturulmuş bir pusulayla yaşamadı. İnsanların işaret ettiği yerlere gitmedi. Doğduğu ülkede doğduğu kadar temiz öldü. Herkes onun kadar şanslı değil. Duydum ki, babamın doğduğu ve temiz öldüğü bu ülkeyi şimdi de eyaletlere ayırma, ortalara bir yerlere Dallas yerleştirmeye niyetli taslaklar hazırlanıyormuş; bir oyun daha vardır; Gizli Hedef. Oyunculara başta görevler dağıtılır ve herkes bir dünya haritası üzerinde ordularıyla bu gizli görevlerini sonuçlandırmaya çalışır. O da zevklidir.

Madem oyun oynayacaktık Kenan Bey, madem her şey bu kadar pamuk helvası kıvamındaydı, madem oyunlar masumdu, o çiftçinin ellerine neden çiviler çakıldı, o zamanki yaşıtlarımın boyunlarına ilmik neden geçirildi; neden babalar ölüme, gençler işkenceye gönderildi, neden bir dönemin taze beyinleri coplar eşliğinde eğitildi; zarlar mı hileliydi, krupiyer mi ahlaksızdı, nü'ye malzeme model mi yoktu?!

Sizi bu yaşta daha fazla yormamak lazım; kusura bakmayın, başta da dedim, şu videoya sinirliyim aslında. Mektubuma son verirken, şu öpme / koklama bahsine gelmişken, eylemsiz kalmayı tercih ediyorum. Kısmi "fikir arkadaşı"nız sayılabilecek Yıldırım Gürses'in dediği gibi 'biliyorum, bu son mektup ayıracak bizi' lakin, çıkarayak, bu coğrafyada düşünce özgürlüğünün sizin de canınızı yakmasına ben ve kahvehanedeki arkadaşlarım pek güldük. Artık sayenizde okumuyor, düşünmüyor, statik bünyelerimizi okeyle, kingle, batakla tıka basa dolduruyor, boş vakitlerimizde nü resimlerin önünde 17 yaşlarımızın geç kalmış tatminlerini kolluyoruz.

Shakira nasıl, biz hastasıyız.

Hürmetler.

Sep 6, 2008

Ramazan - Saygı - Bireysel Özgürlük

Ramazan daha gelmeden tehditleri őnceden gelmiș korku atmosferini yaratmıștı. Őğretmenler odasında yalnız oturuyordum. Inançlı müslümanlardan biri müdür muavini ile girip odaya dıșarda bașlayan sohpetlerine devam ediyorlardı. Ya da planları őyleydi. “Yok canım kimse sigara içemez burada.” Baktım. Bakmadılar. Sanki yokmușum gibi. “Hocam tehditiniz bana ise, üzgünüm ama ben sigara içeceğim sen de sıkıysa bana sigara içirtme” dedim. Hatırlamıyorum sonrası nasıl gitti. Kavga etmedik ama orası kesin.

Sonra Ramazan geldi. Ilk gündü. Herzamanki gibi kahvaltıdan sonra okula doğru yola çıktım. Ilk sigaramı yakmıștım. Sonradan da őğreneceğim: Ramazanda açıkça oruç yiyen kasabanın ilk delisi benmișim. Çocuklar dehșet içindeydiler. Daha őğretmenler odasına girmemiștim ki müdür muavini yanıma geldi ve Ilçe Milli Egitim Müdür yardımcısının beni çağırdığını sőyledi. “Ne o dedim! Beni rüyasında mı gőrmüș? Sőyleyin dersim var. Dersden sonra giderim”dedim. Müdür muavini bunun onu kızdıracağını sőyledi. Ben de onun keyfinin eğitim ve őgretimi engellememesi gerektiğini sőylediğimi ona sőylemesini sőyledim ve dersime gittim. Őgrenciler suskundu. Tenefüsde őğretmenler odasına doğru giderken baktim ki MEB Ilçe Müdür yardımcısi beni bekliyor. Hocam konușalım dedi. Müdür muavinin odasına gittik. Kapıyı kapadı. “Hocam siz bilgili insansınız. Toplumda bireylerin birbirine saygısı șartttir” gibi laflar etmeye bașlamıștı ki sőzünü kestim “Iște bu nedenle sizin bana saygı duymanız gerekiyor” dedim. Ben siz oruçsunuz diye mi yemek yiyorum ki size saygısızlık olsun. Siz oruçsunuz diye mi sigara içiyorum. Ben Ramazandan őnce de sigara içiyordum șimdi de sigara içiyorum. Siz oruç tutuyorsunuz diye benim de oruç tutmamı istemeniz ya da oruç tutmadığımı saklamamın zorunluluğunu bana dayatmaniz olsa olsa birey olarak sizin benim üzerimde baskı kurmanızdır. Bu anayasaya da aykırıdır. Devlet memurlar kanununa gőre de aykırıdır. Siz gőrevinizi kőtüye kullanıp benim üzerimde baskı kuruyorsunuz” dedim. Ürker gibi olmuștu. “Yok canım, arkadașça sőylüyorum” gibi laflar etmeye bașlamıștı. Siz benim arkadașım değilsiniz. Olamazsanız da. Ayrıca benim arkadașım beni MEB Ilçe merkezine ayağına çağırmaz. Müdür odasına beni çağırıp, kapıyı kapatıp, benimle bir amir sıfatı ile konușamaz” dedim ve çıkıp dersime gittim.

Iki gün sonra da ilçedeki Imam Hatip Lisesinde ders őğreteceğime dair bir belge geldi. Imam hatip’e yeni bir müdür gelmiști. Güreșçi ve militan-vari bir adammıș demișlerdi. Tanıșmamıștık. Hemen anlamıștım, adam őzel talepte bulunmuștu herhalde beni islah etmek için. Bir de imam hatipde ders verip oruç yemek de iyice bir kafa tutmak olacaktı hani . Ama őte taraftan eğer sigara içmesem (oruçlu gibi gőrünsem, ya da saklasam oruçlu olmadığımı) kendime hiç saygım kalmayacaktı. Őlsem de içecektim. Içmeyecek olsam da içecektim. Imam Hatip’in őğretmenler odasına girdim. 4 ya da 5 őğretmen vardı. Çıkardım sigaramı yaktım. Odada kimse kalmamıștı. Sonra müdür geldi, șőyle çatık kașlarıyla bana bir baktı ve

- Siz hoca mısınız ?
- Diğerlerine benzemiyorum. Benzemetiniz galiba ama evet hocayim. Ya siz kimsiniz?
- Ben yeni okul müdürüyüm.
- Ben de benzemetim! Liseden geliyorum.
- Hocam odamda konușalım.
- Siz gidin sigaram bitince gelirim.
- Sigaranızla gelin.
- O zaman olur.

Odasında da o kaba-saba dayı-vari konușan adam saygın bir entellektüel oluvermiști birden. Saygı üzerine ve saygının demokrasi gibi çoğunluğun azınlık üzerinde mutlak tehakkümmünün olmadığını konuștuk. Sonra da

- Hocam yine de içmeseniz?
- Yok hocam ben içerim. Bu benim zar zor sahip olduğum kısıtlı őzgürlüklerimden biri. Siz ister MEB’e gidin ister cihada.

Hafta sonuna doğru - Cuma günüydü sanırım - Imam Hatip’de oğretmene ihtiyaç olmadığına dair bir belge daha gelmiști…

Ortaokullu çocuklar gelip sorardılar: Hocam niye oruç tutmuyonuz? Derlerdi. Ben de “yahu çok karnım acıkıyo ondan “ derdim. Sonra őglen arasında elimde bir somun ekmek yemeğe -eve-giderken ortaokullu çocuklar arkamdan bağırırlardi:

“Afiyet olmasın őğretmenim!”

Sonra lise üçdeki bazı őgrenciler de bana őglen yemeğinde eșlik etmeye bașlamıșlardı.

“Ulan hani oruç tutuyordunuz” dediğimde de

“Hocam babadan korkuyoz yaaa!” derlerdi.

Eminim babaları da komșulardan ya da kahvedeki arkadașlardan…