Pages

Sep 12, 2007

Darbeler ve Bir Direnme Pedagojisi Olarak Illegal Fıkralar

Yaşam bir boyutuyla ayak direme işidir. Direnme işidir hayat. Ve yıkılmadan ezilmeden hayatta kalma işidir. Birtek formülü yoktur bu işin. Kolaylıkla denilebilir ki, ne kadar insan varsa o kadar da değişik başetme yolları vardır.

Yani kişiye göre değişir başetmenin yöntemi, zamana göre, nesnel koşullara gore değişir, diline, kültürüne, dinine göre değişir. Ama bazı yöntemler vardır ki nerdeyse ne bir ulus tanır, ne bir ırk, ne dil, ne de din: Evrenseldir. Herkes yapar demiyorum ama hemen hemen herkes yapar bunları. Örnegin kendi çocuğunu yiyen bir ana gibi devlet içerde düşman belirleyip topyekun bir kirli savaş ilan ettiğinde kendi çocuklarına karşı; korku iktidarı egemen olduğunda, belirsizlik gökyüzünü kapladığında, işkenceler, gözaltında kaybolmalar, suikastlar, çöplüklere bırakılmış cesetler insanlığınıza yeltenmiş en büyük tehdit gibi dururken her sabah yüzünüzü yıkadıktan sonra baktığınız aynada, insan kalabilmek mücadelesi evrensel ögeler taşır.

Bir tanesi türkü-şarkı söylemektir örneğin. Nazım demiş ya

“Insansız kalabildim ama/ Türküsüz asla”

Bir de fıkralar vardır. Her fıkra işkencecinin, katilin, ve onların emir-babalarının yüzüne savrulmuş tokat gibidir. Tükürük gibidir, kan sızmış. Manifestodur içinde antidot taşır bütün insansızlaştırma çabalarına ve taktiklerine karşı. Evrenseldir de…

Işte bir kaç örnek.

Bir tane Friedrich Camus yazmıştı geçen gün.

Bodrum'da Zeki Müren'in sahne aldığı bir pavyona o gece Kenan Evren geliyor. Sahne performansı bitiyor. Zeki Müren rakı masasına oturuyor. İki masa arkasında da Kenan Paşa oturuyor. Gazeteciler Zeki Müren'le röportaj yapıyorlar.

- Sayın Müren, size neden Bodrum paşası diyorlar?
Zeki Müren arka tarafta oturan Kenan Evren'e bakıyor ve cevap veriyor:
- Bizim halk ibne diyemediğine paşa der!"

* * *

Kenan Evren en ünlü günlerinde. Doymuyor herkesin ona “Paşam” demesinden. “Paşam konuş” demesinden, şakşaklardan… Yine bir memleket gezisindeyken küçük bir çocuk görür yol kenarında çamura bulanmış tezekle oynayan, durdurur kafileyi. Yaklaşır, çocuğa sohpet etmeye çalışır.

- Neler yapıyorsun çocuğum?
- Heykel!
- Ne güzel şeyler bunlar. Benim de heykelimi yapar mısın?
Çocuk şöyle bakar Evren’e.
- Yok! der.
Evren ısrarlıdır.
- Neden?
- Çünkü senin kadar büyük bok yok…

***

70li yıllardan:

üniversiteli solcu genç evde desr çalışırken askerler ve polis birden eve girerler, birileri genci tekme tokattan geçirirken birileri de evi ararlar. Hiç bir şey bulamazlar. Ama sonunda biri teypte calan müziğe dikkat eder. Bu ne lan der, ögrenci de Mozart der. Yetkili biri de hemen "seni gidi Mozartist seni, götürün bunu!” der.

***

Yine bir ögrenci evi basılır. Kitaplar toplanır, falan filan. Sonra askerin biri duvarda asili duran Marx’ın resmine bakar. “Bu kim lan?” der ögrenciye. Öğrenci de “dedem o! Ne olmuş!” der. Asker de “Ulan böyle nur yüzlü bir deden var sen de kalkıp böyle kominist işlerle uğraşıyorsun” der.

***

12 Eylül’lü yıllardan

Amerikalı, Rus, ve Türk polisler beraber hizmet-içi kursu gibi bir şeye katılırlar. Kursun sonunda bir yarışma yapılacaktır. Yarışma ormana bırakılacak olan bir tavşanın en kısa zamanda kimin tarafından yakalanıp merkeze getirileceğine dayalıdır.

Sabah erkenden, ilk tavşan ormana bırakılır. Ilk Amerikalılar gider. 3 saat sonra tavşanla geri gelirler. Sonra Ruslar gider. Onlar da 2 buçuk saatte gelirler. Sonra Türk polisi için bir tavşan salınıverir ormana. Türk polisi gider. Saatler geçer. Kimseler yok ortada. Hava kararır. Yine kimseler yok ortada. Artık herkes kaygılanmaya başlar. Başlarına bir şey mi geldi diye herkes meraktan yerinde duramazken, bakarlar ki Türk ekibi yanlarında bir fille geliyor. Bu nedir diye sormak ister diğerleri,fil hemen laflarını keser.
“Valla ben tavşanım! Itiraf ediyorum ben tavşanım” der.

***

Şili’den Pinochet yılları:

Tavşanın biri sınıra koşarak telaş içinde sınırdaki askerleden yardım ister. Sınırdaki nöbetçi askerler sorar ne oluyor diye. Tavşan “Şili'de bütün filleri öldürüyorlar!” der. Askerler de tavşanı sakinlestirmeye çalışır; “iyi ama sen tavşansın sakin ol artık. Tavşan da aynı telaşla "iyi ama bunu nasıl onlara ispatlayacağım" der .

Arjantin'den junta dönemi:

Demokrasiye geçildikten kısa bir süre sonra büyük uğraşlardan sonra bir işkenceci sonunda adalete teslim edilir.

Hakim: 30 insanın ölümunden, yüzlercesinin kaçırmaktan, alıkoymaktan, iki ödenmemiş trafik biletinden yargılaniyorsunuz. Ne diyeceksiniz suçlamalar hakkında?
Işkenceci: Bir yanlışlık olmalı. Benim arabam yoktur hakim bey.
Hakim: Aaa öyle mi? özür dilerim. Dava kapanmıştır!

Hadi sıra sizde? Fıkralarınızı bekliyorum.

Not: Fıkralar yorumların içinde kaybolmasın diye ana metine ekleyecegim.


Anonim yazmış
12 Eylülün ilk günlerinde Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya her sabah genelkurmaydaki işine giderken Ankara'da ayakta duran bir Atatürk heykelinin önünden geçmek durumundadır.

Bir sabah yine aynı yerden geçerken heykelden gelen bir sesle irkilir: "Tahsin, Tahsin bana bir at bul!" Şahinkaya şaşırır. Ertesi gün daha ertesi aynı sese tanık olur. Sonunda durumu Kenan Evren'e anlatmaya karar verir. Ordan birlikte geçmek isterler. Ertesi sabah heykelin yanına vardıklarında heykelden bu kez şu ses duyulur: " Tahsin, Tahsin ben senden at istedim, eşek değil!.."

***

Anonim yazmış

12 Eylülden sonra Kenan Evren birden ne çok konuşm... 12 Eylülden sonra Kenan Evren birden ne çok konuşmayı sevdiğini farketmişti. Her şehirde, her kasabada, her köyde, hatta bazen semtlerde de durur konuşma yapardı. Bu konuşmaların iki önemli teması vardı: “ülkenin bölünmez bütünlüğü” ve sınıf meselesinin önemli bir faktör olmayışıydı.. Bunu da gittiği her yerde şöyle yapardı. Mesela Çanakkale’de mi konuşuyor, konuşmanın başında hemen, “Ben aslen Çanakkale’liyim” derdi. Ve ardindan da eğer kalabalıkta işçiler çoğunluktaysa, “Size işçi diyorlar. Benim babam da bir işçiydi. Ben de aslında sizin gibi bir işçi çocuğuyum” derdi. Köylülerle mi konuşuyor, “Size köylü diyorlar ama benim anam da köylüydü. Yani ben de aslında bir köylü çocuğuyum” derdi. Bir gün de Izmir’e konuşma yapmak için geliyormuş. Kerhanesiyle ünlü Tepecik semtinin ordan geçerken oruspuların yollara dizildiğini görünce dayanamamış bunlar ba bizim halkımız demiş ve durmuş konuşmasına başlamış…”Size oruspu diyorlar ama ben de aslında bir oruspu çocuğuyum” demiş…

***


5 comments:

Anonymous said...

"köle efendisinin karsisinda yerlere egilirken gizlice osurur"mus...

"tahakküm ve direnis sanatlari" adli bi kitapta geciyordu bu atasözü (tahakküm ve direnisin nasil birbiri icine gecebildigini, görünür bir karsitlik ve catisma olmasa bile direnisin en sert tahakkümün icinde bile kendini nasil varedebildigini, nasil akacak mecralar olusturabildigini, bu basit gibi görünen hamlelerin nasil bir direnis fikrinin ya da pratiginin tasiyicisi oldugunu kuramsal ve tarihsel olarak anlatan hos bir kitapti), simdi bu fikralari okuyunca aklima ilkin bu atasözü geldi....

Eleştirel Günlük said...

Kacakova cok sagolasin bu kitaptan soz ettigin icin. Varligindan bile haberdar degildim. Ilk isim onu okumak olacak...Hep biliriz de herseyin ziddini icinde barindirdigini, orneklerimiz Engels'in Doganin Dialektigindeki (doga bilimlerinden) ornekleri asmaz pek. Umarim sosyal ve kulturel dinamiklere iliskin bir suru ipuce ya da ornek sunmustur yazar.

tekrar tesekkurler...

Anonymous said...

ben gene yorumumu gönderememisim elestirel günlük abe....
ben kitabi epey bi zaman önce okumustum, senin dikkatini cekince benim de merakimi uyandirdi tekrar....
biraz iceriginden bahsetmek istemistim bu nedenle....
önemli bir kitapti gercekten.foucault modern iktidar pratiklerini anlamak icin nasil önemli ise, scott"da modern öncesi iktidar pratiklerini ve direnis prastiklerini anlamak icin önemlidir...
calismasi bence bilimsel bir calismanin niteligindedir....
"tahakküm bicimleri" ve "direnis bicimlerini" bir zemin icinde aciklamayi denemektedir....
ortaya koydugu olgular, bunlardan cikarsadigi bulgular ve getirdigi yorum ile iktidar ve direnis meselesinde bence baska bir perskpektif olusmasini saglayacak calismalardan....
eger bakma olanagin olursa acalim bu bahsi yine....

Eleştirel Günlük said...

Vallahi bilmiyorum neler oluyor senin yorumlara. Bir baskalari da benzer sorunlar yasiyor mu? Ne yapilmali ve nasil yapilmali diye hic bir fikrim yok.

Kitapi buldum. Sandim ki kolay okunur bir kitap. Ama pek oyle kolay okunur bir kitaba benzemiyor. Onun icin sonraki bir tarihe erteledim okumayi. Okuyunca ya da okumaya baslayinca seninle konusmak ve uzerinde tartismak isterim. Bir ses ederim o zaman. Cok sagolasin tekrar.

Friedrich Camus said...

Bir de şarkısı vardı Gülbahar Uluer'in, buraya yapıştırsam fazla yer kaplayacak ve dahi anlaşılmayacak. O yüzden link vereyim.

Kendimi İhbar Ediyorum