Bırak 28 yıldır yazıp, çizdiklerimi, anlattıklarımı, bu bloga başlayalı beri de kaç tane yazı yazdım kimbilir 12 Eylűl’e dair. Kaç tane!
Kimbilir daha kaç tane daha yazacağım.
Bu yıl erken bastırdı iç-sıkıntısı 12 Eylűl’un. Kendi gelmeden boğuntusu geldi travmayla bűyűyen çocukların bölűnműş uykularıyla.Sonra yorumsuz bir gazete kűpűrűnű aldım koydum bloga. Cumhuriyet’e ve diğer kaypak, dönek, ve kıç yalayıcı soytarılara dalaşayım dedim. Sonra Kűçűk Iskender’in Kenan Evren’e açık mektubunu biraz gűlűmseyerek, biraz içim burkularak okudum. Rahatlatmıyordu hiç birşey bu yıl. Bir kaç gűn önce de Ece Temelkuran’ın bir yazısını okudum “21 Dakika” adında. “Kenan Paşaaa! Kenan Paşaaa!” diyordu
Bugün 21 dakikalığına öl. Öl. 21 dakika öl ve geri gel, yeniden ve yeniden öl sonra, yeniden ölmek için yeniden diril. Kaç çocuğu katlettiysen o kadar kere, hepsi için öl sen bugün. Kenan efendiiii! Bugün 12 Eylül; bu memleket seni en derin ve en taze intikam hisleriyle selamlar! Bir gün çıkacağın sanık kürsüsünde salya sümük ağlarken korkudan yerlerde süründüğünü görmek dileğiyle...
Ve bunu ne kadar kalpten söylediğimi anlatamam Kenan Paşa!”
Diyarbakır zındanı sayfalarında dolandım sonra. Nasıl direndiler insan kalmak için ordakiler? Ne kadar gűçlűyműş insan. Fikret Bila' nın 07.11.07 Tarihli Milliyet Gazetesindeki söyleşide Kenan Evren diyordu ki biz kimseye işkence et emri vermedik.
Cezaevlerinde o gardiyanlar, 12 Eylül öncesi dönemde çok sıkıntı çektiler. Hatırlarsanız, anarşi döneminde cezaevlerini oradaki suçlular yönetiyordu. İdare onların eline geçmişti. Mahkûmlar, gardiyanları yakalarlar, onları döverler, rehin alırlar... Oraların yönetimi, gardiyanların değil mahkûmların elindeydi. Bu gardiyanlar çok çektiler. 12 Eylül olunca da bunlar mahkumlardan hınç aldılar.
Hele bak bu adamın savunusuna. Aptal mı sanıyor bu adam bizi… Sanki bilmezmişiz gibi 12 Eylűl’űn nasıl da 19 yaşındaki çocukları işkenceciye dönűştűrdűğűnű. Hangi gardiyan kendi insiyatifiyle görev yapacaktı ki 12 Eylűl’űn emir komuta zincirinde. Yok Kenan yok, Bűtűn herşey gibi cinayet ve işkenceler de ast-űst emir komuta zincirinden geçiyordu. Yok yok bizim aptal olmadığımızı biliyordur Kenan. Ama kendisine inanacakları aptal sanıyor, ki burda kısmen de olsa haklıdır. Onca emek sarfetti o milyonları yaratmak için. Buna inanan milyonlar senin eserin…
28 yıl geçti ulan. 28 yıl.
Öylesine – bomboş duvara bakarken yakalıdım kendimi. Aklımda Ahmet Telli’nın Su Çűrűdű şiiri.
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Bütün belleğimdekileri yokettim.
Elektrikli bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum.Adımdan gayrısını bilmiyorum.
Adımızdan gayrısını bilmedik. Bi kimliğimiz vardı bir de kimliğe dönűştűrmeye çalıştığımız benliğimiz.
28 yıl geçti ulan. 28 yıl.
Yok yok! Unutmak istediğimden değil serzenişim. Unutmayacağım. Unutmak onay vermektir. Unutmayacağım.
Hala öfkeliyim. Hala kursağımda birşeyler dűğűmlű. Içimi boşaltamıyorum. Belki yanlış ya da eksik yanında dolanıp duruyorum meselenin…
Kenan Evren’e çatıyoruz hep. Çatacağız da yanlış anlamayın. Ama hatırlayın o sözű. Kenera atılır bir cinsten değildir bu söz:
Hiç bir diktatör kendi gűcűyle ayakta kalamaz!
Ya o diğerleri. Hani o olmasalar Kenan bi bok bile olamazdı’lar! Hani Kenan’ın kanlı elini öpenler! Kanlı ellerinden yiyenler! Hadi listesini yapalım mı?
- Hani o, iyi adamdır dediğiniz komşunuz, Ahmet efendi var ya? Ya o?
- Ya o, hani her yargısız infazlarda istiklal marşı okuyan manav Mustafa?
- Hani oylarınızla sizin, yani milletın, vekili yaptığınız, içerdekilere jopla tecavűz ediliyormus, ne dıyorsunuz diye sorulduğunda koç gibi delikanlılarımız var jopa ne gerek var diyip bıyıklarını buran zeka ozűrlű vekiliniz var ya? Ya o?
- Hani o kocası ölse bile kendisine maaş bağlanır diye kızınızı verdıiğiniz işkenceci polis, işkenceci yűzbaşı damadınız?
- Hani o askerliğini yapsın diye adını bile bilmediğiniz diyarlara gönderdiğiniz oglunuz? Hani sonradan uzman çavuş olan?
- Ya o analar, bacılar, gelinler? Hani sadece ev karısı, sadece subay karısı, sadece polis karısı olan bacılar ablalar, műdire hanımlar, öğretmen hanımlar; ya siz nasıl aldınız koynunuza o sabaha kadar insanlara işkence eden o adamı. Sabaha kadar kadın, erkek, yaşlı, genç, çoçuk demeden işkence yapan o adam size dokunduğunda hiç bir tiksinti, űrperme veya benzeri birşey de mi hissetmediniz. Űrkmediniz mi o adam çoçuğunuzu kucağına aldığında? Çocuğunuz ona baba dediğinde? ….
- Kızınızı dűşűndűnűz mű hiç? Kızınızın kocanız gibi adamların elinde sabaha kadar işkenceden geçirildiğini ve sabahın erken saatlerinde de cesedinin bir yol kenarına atıldığını.“
- Babalar, dedeler ya siz? Ya siz nasıl verdiniz elinizi öpsűn diye o ışkenceci oğlunuza? Hakkınızı da helal ettiniz öyle mi? Nasıl ettiniz?
- Ya o hocalar, profösörler, akademisyenler? Hani o hukuk okuyup, hukuk ve etik okutanından tutun da felsefecilere kadar?
- Ya o matematikçiler, biolojistler, fizikçiler. Ya bir gecede kıç yalamaktan full profösörlűge yűkselmiş saygın űniversite hocaları. Ya işkencedeki insanlarınasil çözersiniz diye polise danışmanlık yapan psıkologlar? Psikiyatristler? Iskencedekinin nabzını tutan dokotorlar? Iskence görene sağlam raporu veren hekimler?
28 yıl oldu ulan. Bir tek şu “ulan”a sığdırabilseydim keşke öfkelerimi. 28 yıl.
Sorun Kenan Evren falan değil. Sorun 18-19 yaşındaki çocuklara askeri űniforma giydirip, eline jopu verip “bir vuruşta yere yıkmazsan, ananı s…rim” diyen yűzbaşı da değil. Sorun bűtűn kariyerini göt yalamaya adamış bilim, sanat, siyaset insanları da değil.
Sorun insan yaşamına değer vermiyen bu kűltűrde. Şu hiç mi hiç seçme şansı olmadan içine doğduğumuz kűltűrde. Öldűrmeyi, şiddeti her tűr çelişkinin çözűmű olarak gören kűltűrde. Şiddeti kınamayan hatta ödűnleyen kűltűrde. Işte onun içindir ki 1980’den itibaren başlayan şiddet hiç mi hiç zorlanmadı sokaktaki insanın ahlakı olana kadar.
Yani milyonlar işkenceden geçtı, gık yok.
10 binlerın köyű yakıldı, yıkıldı, göçe zorlandı.
Göçe zorlananlar ırkçı bir linç kampanyasının figuranı olarak kullanıldı. Gık yok.
Sıvas’da insanlar yakıldı? Gık yok.
- Vahşetten – şıddetten utanç duymayan bu kűltűrde sorun. Bűtűn ölűmlere, öldűrmelere, ve şiddetın her tűrlűsűne haklı gerekçeler űreten bu kűltűrde.
- Vuran ellere “ellerın yesil olsun” diyen kűltűrde.
- Vurduğun yerde gűl biter diyen kűltűrde.
- Eti senin kemiği benim diyen kűltűrde.
- Tohumuna para mı saydık diyen kűltűrde.
- “Sen mi kaldın kurtaracak, öyle mi” diyen kűltűrde.
- Vururken, aldırırken, asarken, yakarken, keserken “ya allah!” diyen kűltűrde.
- Insan öldűrmeyi erkek olmaya denk tutan sosyal değerlerde. Insan öldűrenin yiğit sayıldığı bu kűltűrde.
- Şiddeti uygulayanın cezasının yanına kar kaldığı bu kűltűrde.
- Kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır diyen kűltűrde
- Bu antisosyal, psikotik, bu şizofren kűltűrde.
- Bireyin varlığını koşulsuz sorgusuz ne olduğunu bile bilmediği ideallere varlığına armağan etiği bu kűltűrde
- Çocuktaki sűnnetten, kurban bayramına, şenliklerden gerdek gecesine kadar kan görmeyi isteyen bu kan sevici kűltűrde sorun.
- Bir veba gibi yandakine kanını ve kandan doğan şevheti bulaştıran bu kűltűrde.
- Tarih derslerinde ya da askerlik anılarında şiddet dolu kahramanlıklarla övűnűldűğű bu kűltűrde.
- Ölen ölűmű hakkedecek bir şey mutlaka yapmıştır diyen bu kűltűrde.
Eğer insan yaşamına koşulsuz yargısız değer veren bir kűltűrű, bir dini, bir ahlakı, bir hukuku, bir masalı dahi olsaydı bu kűltűrűn belki cuntacılar ve onların işkencecileri yargılanır bir daha böyle şeylerin yaşanmaması için geleceğe yönelik dersler ve önleyici tedbirler çıkarılırdı.
28 yıl sonra belki dinerdi öfkem. Unutmazdım. Unutturmazdım. Bir daha yaşanmasın diye…
Dinerdi ulan bu öfkem. Belki…
Not: Dogramaci ve Evren resmi haric Resimler Serpil'e aittir.
8 comments:
ben de buna dikkat çekmek istemiştim. elinize sağlık!
28 yıl geçti ulan. 28 yıl.
Evet, 28 yıl önce ana rahmine düşen bir çocuk, açlık, kaygı ve asker jopu gürültüsüyle besleniyordu ana karnında. Doğacak çocuk ana karnındayken, Ana psikolojisinin ve beslenme şeklinin de çocuğun sonraki karakterine ve sağlığına etkisinin olduğunu söylüyor uzmanlar.
Bu yüzden, "ne olacak 12 Eylül nesli" deniyordu aciz ve ürkek karakterli "ölü duruşuna". Bu duruşun üstüne devlet desteğiyle din-tatikat abanması cuk otururdu.
Günümüzde, Başbakan düzeyindeki bir insanın günlük ilgi alanındaki konularla, 12 Eylül neslinin O'ndan beklentilerine bakınca, iki şey şaşırtıyor beni:
Birincisi, bu senaryoyu kuranlar, gelcek neslin bu kadar edligen olmasını öngörebilecek kadar zeki-uzman,
İkincisi, birinci teze inanmanın zorluğu karşısında, bu projeyi ABD senaristlerinin eseri olduğunu açık işaret ediyor.
Bir de,
İnsan karakterinin oluşumunda eğitimin rolüne baktığımızda,
Gurur (övgü) veren sıfatlar:
Aslan (yırtıcı güçlü)
Tilki (kurmaz hırsız)
Aşağılayan sıfatlar:
İnek
Eşek,
Bu iki örnekğe baktığımızda, "aslak-yırtıcı-hırsız, verilen değer ile, üretene verilen değer ortadayken, Sevgili E.G.ün tespit ettiği durumların kökenine küfretmek gerekiyor.
Selam Oza tesekurler. Sevindirici birileriyle hem fikir olmak dogru bir analizde. Sen linkini yazmamissin ama ben yazayim. Senin yazin da okunasi.
Zihni hocam tesekurler yorumlarin icin. Nesillerin edilgenligi valla cok da zeki olmayi gerektirmiyor. Biraz Pavlov biraz Skinner bilmek yeterli vala. Billahi yeterli. Hele hele ozellikle bizim gibi ulkelerde, hic zor degil. Onun icin kulture vurgu yapmak istedim. Ornegin benzeri teknik ve uygulamalar Turkiye'deki kadar basarili olamadi baska ulkelerde. Ornegin Yunanistan, Sili, Arjantin, vb. Insanlar (papazlar, rahipler dail) karsi ciktilar bu zulme. Insanlar karsi cikti ve birakmadi pesini... Hesabini sordular soruyorlar, hala da iz suruyorlar...
Bizde hala bu vahseti aklayan var. Herif hic utanmadan sikilmadan bugun olsa yine de elim titremeden olum cezalarini imzalardim diyebiliyor ve insanlarin cogu alkislayabiliyor.
Ofkene saygiyla katiliyorum. Ne yazik ki Turkiye'de 12 Eylul coktan unutulmus gorunuyor. 12 Eylul'un hesabini sormasini bekleyebilcegimiz pek cok insan, ne yazik ki, seriat korkusundan militarizme ve milliyetcilige siginmis durumdalar. Umutsuz olmak istemem, ama en azindan kisa vadede umut yok gibi. Sozunu ettigin kultur cok guclu Turkiye'de. Kimbilir, bir kac kusak sonra degisebilir. Umarim
28 yıl önce bugünlerde Diyarbakır'ın göklerine çığlıklar yükseliyordu ve gittigimiz görüşlerden aklımda kalan biz itile kakıla beklerken içerden gelen slogan sesleri...Kim işkencecilerini nasıl affeder bilemem, ama ben onları hiç affetmeyecegim.
Duyguna saglık...
merhaba arkadaş. en azından kendi adıma son nefesime kadar unutmayacak ve affetmeyeceğim. yıllar öncenin bir oniki eylül akşamı; ironik ama marmaris'teyiz. nasıl güzel bir gece, yasemin kokuları, denizin sesi, kuzenimin alerjisi nüksetmiş hapşırıp duruyor. saçları bembeyaz dört kadın var masada. biri annem diğerleri onun çok yakın dostları, sayınki kardeşleri. dehşetli güzel kadınlar bunlar. memleketin siyasi tarihinin özeti gibi geçmişleri. tazecik yaraları, hiç kapanmamış, kapanmayacak. yine bir 12 eylül olduğu için herhalde nerden başlamış, ne konuşulmuş bilmiyorum ama gözlerinde yine yaşlar var. birinin hüseyin'i asılmış; son gördüğünde bembeyaz bir takım varmış üstünde, dal gibi, dağ gibi bir çocukmuş, hep çocuk kalmış. diğer ikisi ise kendi hüseyin'inlerini, o gül değse incinecek bedeninde 27 kurşunla paralanmış olarak görmüşler en son. hani şu kan tuttuğu için tıbbiyeyi bırakıp siyasala geçen, şiir seven, şiir yazan dersimin çocuğu, işte o. öyle pek konuşmazlar,çok ama çok nadiren anlatırlar kardeşlerini. hani yara hep ordadır da cerahat toplar, toplar, toplar ve en sonunda deşilir; işte ancak o anlarda biraz konuşurlar, acılarından da değil 'onların' çocukluklarından. o gece de anılarla başedemiyorlar belli ki. ve hüseyin, bizim piro, nasıl komik o gece. hep öyleydi, hakiki komik. tipik dersimli, acıyı da mizahı da çok iyi biliyor. neler anlatıyor, ne yapıyorsa bir süre sonra hüzün dağılıyor ve herkes gülmeye başlıyor. sonra iki kış geçiyor ve hüseyin fakülteden çıktığında sivil polis olduğu zannedilen iki kişi tarafından göz altına alınıyor. sonra hüseyin hiç bir yerde bulunamıyor. yer, gök, yer altı, yer üstü, her çukur, her in, her delik aranıyor. herkese; yetkili yetkisiz herkese başvuruluyor. araya büyük adamlar sokuluyor, yok , yok, yok... kayıpları çok iyi biliyor annesi. galatasaray önüne gidiliyor her cumartesi. bugün bile ölüsünü istiyorum diyor hala, dirisinden umudunu çoktan kesmiş.
ben ak saçlı kadınlar tanıyorum: her birinin koynunda kurşunlanmış, asılmış, kaybedilmiş, işkencelerde yitmiş çocuklarından, kardeşlerinden bir parça var. öldüklerinde kefen istemiyorlar, onların çocukluk elbiselerinden bir parçayla gömülecekler. onlar için her 12 eylül kerbela, hüseyin'leri hiç ölmemiş gibi, yezitlerini yer gök biraraya gelse unutmayacak, affetmeyecekler. hüseyin "bizim aile türkiye tarihinin trajik özeti" derdi, trajediye yeni bir halka olacağını bilemeden. 12 eylül bin beterini yaptı çevremize. şu kadar yılda bizim gibi çok aile gördük, çok anne baba, çok kardeş tanıdık. maraş'ta çocukları deşilmiş, sivas'ta çocukları yakılmış anneler. bütün 80'li yılları cezaevi önlerinde geçirmiş, ölüm orucuna yatmış, yanmış, yakılmış çocukları olan aileler. çocuklarının işkencecileriyle konuşmak zorunda bırakılan anneler. ben de şunu söylemek isterim: bu ülkenin en lanetlisi benim: komünist, kızılbaş, kürt, kadın. üstelik büyük nenem kılıç artığı bir ermeni. bütün aile tarihim her tür iktidara karşı mücadele etmiş, bu uğurda sürgün edilmiş, asılmış, öldürülmüş, işkence görmüş insanlarla dolu. tek bir neslimiz yok ki ülkenin acılarından payını almasın. işte tam da bu yüzden en zoruma giden; ne idüğü belirsiz yeni yetme liberal köşegenlerin ha bire benim gibilere solculuk dersi vermeye yeltenmeleri ve utanmazca, rezilce her fırsatta ölmüş çocuklarımıza saldırmaları. elim ayağıma dolanıyor, aklımı yitiriyorum böyle anlarda. hiç de düzgün laflar edip, tartışmak falan istemiyorum bu gibi durumlarda. doğrudan dişimle, tırnağımla yolmak, paralamak istiyorum onları ve ürünü oldukları sistemlerini. biz cellatlarımızı iyi tanıyoruz; onlar tanrı dağı kadar türk, hira dağı kadar müslümanlar ve hepsinin kanla doldurulmuş para kasaları var. bize tarih dersi veren, çocuklarımıza küfrederek, kemalist militarist falan olarak adlandıranların, sözümona liberal demokratlıklarını ise o her fırsatta mağduriyetlerini herkesle eşitledikleri "başörtülü yavrularına" saklamalarını istiyorum. belirsiz bir şeriat değilse de dine belenmiş bir faşist sistem de evet bu ülke için gerçek bir tehlikedir. bunu söylemek beni milliyetçi ya da kemalist yapmaz; çünkü bütün bu kafalar mitolojide cehennem kapısında bekleyen çok başlı canavarın başları gibi; başlar ayrı gibi görünse de maalesef gövde aynı. bu durumda mücadelede öncelik sıralamasını neye göre yapacaksınız; sistem yerine gelir ergenekon masalını okur yerine gelir kur'andan sureler. sistemin sesine değil, diline bakacaksın. bunca yoksulluk varken ve ülke her daim kerbela'yken, yoksullar ve ezilmişler dışında kimseye müttefik olmayacağız. 12 eylül hala sürüyor ve farklı kılıklarda dolaşıyor ortalıkta.
Post a Comment