Bir de
Ece Temelkuran yaşarttı gözlerimi. Şöyle diyordu Temelkuran
Hayatımda ilk kez bir Amerikalının yerinde olmak istedim. Muhtemelen Jessie Jackson gibi zırıl zırıl ağlar, Oprah Winfrey gibi bas bas bağırırdım. Ve en çok ülkeme yeniden inandığım için sevinçten çıldırırdım. Biri gelse. Bu ülkeye de biri gelse ve yeniden inandırsa bizi iyi insanlar olabileceğimize diyorum şimdi. Biri gelse ve biz de desek ki: ‘Evet, yapabiliriz!’
Eklemek istedim, unutlmaması gereken bir yanı var Obama’nin Mr. President olmasında. O da beyazlar. Evet, hem de egitimli, ortasınıfın çoğunluğunu oluşturduğu beyazlar.
Iki yıl sűren seçim sűrecinde siyahlar çok mu çok dengeli bir sessizlik sergilediler. Bu sessizliklerini görűnmez gizil bir sınır içinde tuttular. Obama’yı desteklediklerini gizlemediler ama hiç mi hiç o gizil-görűnmez sınırı aşmadılar. Niye mi? çűnkű en kűçűk bir aykırı ses de dahi biliniyordu ki “IRKCILIK YAPIYORSUN” suçlaması altında yok olup gideceklerdi. Űlkenin kűltűrűnden tarihine, politikasından ekonomisine kadar, en ince dokusuna kadar işlemiş bir ırkçılığın varlığına rağmen kazandı Obama. O denli kirli, çamur, çirkef bir kampanyaya rağmen kazandı Obama. “He is playing the race card” dediler (yani ırkçılığı Joker gibi kullanıyor anlamında dolaylı bir yolla ırkçılık yaptığını iddia ettiler), terrorist dediler, yeterince zenci değil dediler, ayrıcalıklı bűyűdű dediler, ve daha akla hayale gelmez nice yöntemler denendi. Ne Obama oyuna geldi, ne de zenciler. Sessizce beklediler. Gűvenle beklediler. Sabırla beklediler.
Bu sabır , bu gűven nerden geliyordu ki? Zencilerin bayazlara gűveninden geliyordu. Beyazlar yazılı olmayan bir anlaşmayla sanki demişlerdi, “siz hiç kaygılanmayın biz göğűsleriz yeleken fırtınaları”.

Çűnkű
sosyal haklar műcadelesi yıllarında da beyazlardı gögsűnű geren kurşunlara, Gűney Eyaletlerinin o ırkçı halkına, yasasına, hakimine, polisine, ve hatta ilkokuldaki beyni yıkanmış cocuklarına kadar. Derin, karanlik Gűney illerinde zenci aktivistlerin KKK tarafından öldűrűlűşű hiç bir şey ifade etmiyordu sıradan Amerikalı’ya, Amerikan ekonomik sistemine, Amerikan yargı sistemine taa ki beyaz aktivist ögrenciler Mississippi’ye gelip zencilere destek vermeye başlayana kadar. Beyazlar öldűrűlűrse artık hiç bir politikacı gűvende olmayacaktı. Işte 1964 yazında beyazlarin başlattığı
özgűrlűk Yazı adlı hareket ve kampanya değişimin ateşleyicisi değilse de körűkleyicisi oldu.
Zenciler o kadar da sabırlı, Batı Aydınlanmasının duyguyu irrasynel sayan rasyonel dűşűnűrleri falan da değillerdi. Hatta çok kolay bir isyana da bulaşabilirlerdi. Hatta hatta her isyanda da yerden göğe kadar da haklıda olabilirlerdi, çűnkű kolay değildir 400 yıllık köleliğin zincirlerini ve zincirlerden arda kalan yaralarını taşımak. Sabırlıydılar çűnkű dűşman-beyazlara rağmen dost- beyazlar hiç kaypaklık etmemişlerdi. En zor gűnlerde dahi yanlarındaydılar.

Niye mi yazıyorum bunları. Çűnkű ben de Temelkuran gibi hissediyorum. Birilerinin çıkıp beni űlkeme ve onun barışçıl geleceğine yeniden inandırmasına ihtiyac duyuyorum. Benim űlkemin “Evet yapabiliriz!” demesini istiyorum. Daha őnce de yazdım, Kűrtler , zenciler gibi, vermesi gereken kavgayı verdiler, veriyorlar, hem de kanlarıyla, canlarıyla. Ancak kan seviciler kan dökmeyi hiç bir şeye değişmiyorlar. Bűtűn köşe başlarını tutmuşlar. Yollar tıkanmış. Çűnkű beyazlar ya sűrűye katılmışlar ya da eve kapanmışlar. Beyazların Kűrtűn sesi olması gerekiyor artık. Artık öyle bir hale geldi ki Kűrt’űn canı sıkılıp “off” çekse ırkçılık sayılıyor. Bağırsalar linçe sebep doğuyor.
Barışın Tűrkiye’nin beyazına ihtiyacı var. Yoksa ne dağa çıkacak çocuklar tűkenecek ne de anaların gözyaşları.