Őyle şeyler yaşıyoruz ki, aklımız anlamakta yetmediği gibi yűreğimiz de kaldıramıyor artık olup biteni.
Gőğsűmde sanki koca bir taş (Sisyphus’un taşı sanki) ; rahat nefes alamıyorum. Boğulmak gibi bir şey bu. Biriyle tartışıyordum geçen gűn; malum konular. Adam “yaşam gűzel” dedi. Birden bire bűtűn zulum ve baskı altındaki insanlar geldi aklıma; Hapishanedekiler, işkencehanelerdekiler, Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’dekiler. Nasıl da kolaydı “yaşam gűzel” demek. Dedim ki “Valla kendimde onu sőyleme hakkını bulamıyorum” kendimde. Hani “benim yaşamım gűzel” dersen bir itirazım olmaz ama “yaşam gűzel” dersen ben utanırım sana ‘haklısın’ demeye.”
Őyle şeyler yaşıyoruz ki anlamıyorum bazı argumanları. Kafam basmıyor. Bazılarına da yűreğim yetmiyor.
Birileri her geçen dakika őlűme yaklaşırken, birileri (Başbakan başrol oyuncusu) akıl almaz iddialarda bulunuyor. “Kimse őlűm orucunda değil” diyor. “Herkes yiyor birşeyler” diyor. “Sadece bir kişi açlık grevindedir” diyor. “Açlık grevi yok, şov var” diyor. Bunu sőyleyenler bizim seçtiklerimiz. Űlkedeki herkesten, evet içerdekiler de dahil, sorumlu olanlar. Nasıl insanlar bunlar? Bunları nasıl seçtik? Bunlar bu yalanlarla nasıl yaşıyorlar? Nasıl uyuyorlar? Bu nedenle ancak ve ancak patolojik bir bozukluğu olduklarına inanıyorum bunların. Buna inanmak istiyorum yoksa inanamıyorum bir insanın bu denli rezil ve insanlık-dışı bir yaratığa dőnűşeceğine. işin traji-komik yanı da şu ki, bu tipler yeni değiller. 1990’larda ve 2000’li yıllarda da gőrdűk aynı sőylemleri. Aynı duygu kűntlűğűnű.
Bunlar da bir sűre sonra őlűm orucuna zorla műdehale edecek ve gőzűműzűn içine baka baka “Yaşama dőnűş” gibi bir ad verecekler katliamlarına. Ve bu űlkenin halkı őylesine kanıksamış ki devletin insan őldűrmesine, őylesine kana alışmış ki, hiç bir şekilde toplumsal bilincinde açılacak bu yaranın ve alabildiğine aşağılanmanın hesabını da sormayacak.
Bu defaki açlık grevinin diğerlerinden farkı, açlık grevindekilerin Kűrtlerden oluşması ve istemlerinin Kűrt meselesiyle doğrudan ilişkili olması. Iki talepleri var: Öcalan’a tecritin kalkması ve anadilde eğitim ve savunma hakkının verilmesi. Meselenin Kűrt merkezli oluşu insanların da tepkilerini/kamplarını belirledi.
Ilk kamp şu baştakilere oy veren, çoğunluğu műslűman - azınlığı kapitalist olan zűmre. Hangi inanca sığdırırlar bőylesi bir zulmu bilmem. Afrika’dakine, Filistindekine gőz yaşı dőkenler komşusuna bu denli nasıl taş yűrekli olur, nasıl sağır ve kőr olur bilmem. Bunların içindeki entellektűeller ise bűtűn bildiklerini Kemalizmin tasviyesine kullandıkları için yeni bir şey űretecek beyin hűcrelerinden yoksunlar sanırım. Bir de tek dertleri Batı karşısında Islamı kurtarmaktır sanıyorum. Islam insanın da űstűndedir. Faşistlerde nasıl devlet insanın űstındeyse bunlarda da Islam insanın hatta Allahın űsűndedir. Oysaki insansız Allah da Allah değildir. Işte belki bu yűzdendir ki Tűrkiye’deki műslűman tipi hiç de insana gűven veren bir tip değil. Tűrkiye’deki műslűman tipi űçkağıtçı, fesat, gűvenilmez, ahlaksız, gűçlűdan yana, çıkarcı, sevgisiz, nefret dolu, insafsız,ve vicdansız. Bu gerçek ne yazık ki tanıdığım ve bildiğim ve saygı duyduğum bir iki kişinin varlığıyla sarsılmıyor.
Neyse konuyu dağıtmadan devam edeyim; belki de bu grubun rasyonaliteden őte inanç ve sezgiye őnem vermelerindendir ki, bazı tartışmalar vicdan űzerinden yűrűtűldű. Ama yukardaki saydığım gerekçelerden dolayı bu vicdan meselesi de pek sőkmedi gibi. Ruhunu şeytana (siyasi otorite ve gűce) satanın vicdanı ne ola ki?
Komedi devam ediyor. Műslűmanların bu sezgi ve ahlakda iflasının hemen yanıbaşında bir de bizim Marxistler ve alabildiğine materyalistler hemen saldırıya geçip vicdan tartışmasının kaçınılmaz olarak bağnaz ve gerici olacağını savundular. Dediler ki kendi vicdani doğrunu bana dayatmaya başladığında faşizm olur. Ama kendi rasyonel doğrumu ben sana dayatırsam bu bilimsel sosyalizm mi olur? Pardon ama ancak karikatűrize edilebilir tűrden şeyler bunlar. Aslında bőylesi sığ tartışmalar tam űlkemize yakışandı. Bir de sanki Marxism insan olgusunu sadece rasyonalitenin etrafında kurmuşmuş gibi. Metafiziksiz materializm mi olur allasen? Kaldı ki varlığı yokluk gibi bir postűladan çıkarsamıyor mu dialektik materialism? Neyse konu bu değildi. Yahu insan yaşamına ilişkin bir tartışmada vicdan nasıl olur alabildiğine őznel ya da relatif olur. Insan yaşamı evrensel bir değer değilse biz neyi nasıl tartışacağız? Benim bőylesi evrensel bir değeri savunmam őteki űzerinde faşizan bir baskı yaratıyorsa biz bırakalım aha şu 0 (sıfır) ve 1 den oluşmuş kűçűk cep-telefonlarınızın beyni yőnetsin bizi. Bőylece bilim kurguya da gerek kalmasın.
Ya peki ulusalcı denen grupa ne demeli. Tek dertleri varsa yoksa bayrak ve Mustafa kemal. Islam korkusundan ne yapacaklarını bilemez olmuşlar. Hiç korkmayın diyesim geliyor. Bakın Kemalizmin paletleri altında bűyűműş műslűmanlar da iyi bir Kemalistten fazla bir şey olmuyor aslında diyesim geliyor. Nasıl Kemalizm devlet aygıtını ve bűtűn baskı araçlarını kullanarak herkesi Batılı, herkesi Tűrk, herkesi laik yapmaya çalıştı (ve bi bok yapamadıysa) bakın bu islamcılar aynı mekanizları kullanarak műslűman Tűrk, műslűman batılı, műslűman kapitalist yaratmaya çalışıyor, hepsi bu. Ama sizin derdiniz belki bunlar da değil, sizing derdiniz zulmu yapanın kendisi olmak istemenizde değil mi?
Bu defaki açlık grevinin diğerlerinden farkı, açlık grevindekilerin Kűrtlerden oluşması ve istemlerinin Kűrt meselesiyle doğrudan ilişkili olması. Iki talepleri var: Öcalan’a tecritin kalkması ve anadilde eğitim ve savunma hakkının verilmesi. Meselenin Kűrt merkezli oluşu insanların da tepkilerini/kamplarını belirledi.
Ilk kamp şu baştakilere oy veren, çoğunluğu műslűman - azınlığı kapitalist olan zűmre. Hangi inanca sığdırırlar bőylesi bir zulmu bilmem. Afrika’dakine, Filistindekine gőz yaşı dőkenler komşusuna bu denli nasıl taş yűrekli olur, nasıl sağır ve kőr olur bilmem. Bunların içindeki entellektűeller ise bűtűn bildiklerini Kemalizmin tasviyesine kullandıkları için yeni bir şey űretecek beyin hűcrelerinden yoksunlar sanırım. Bir de tek dertleri Batı karşısında Islamı kurtarmaktır sanıyorum. Islam insanın da űstűndedir. Faşistlerde nasıl devlet insanın űstındeyse bunlarda da Islam insanın hatta Allahın űsűndedir. Oysaki insansız Allah da Allah değildir. Işte belki bu yűzdendir ki Tűrkiye’deki műslűman tipi hiç de insana gűven veren bir tip değil. Tűrkiye’deki műslűman tipi űçkağıtçı, fesat, gűvenilmez, ahlaksız, gűçlűdan yana, çıkarcı, sevgisiz, nefret dolu, insafsız,ve vicdansız. Bu gerçek ne yazık ki tanıdığım ve bildiğim ve saygı duyduğum bir iki kişinin varlığıyla sarsılmıyor.
Neyse konuyu dağıtmadan devam edeyim; belki de bu grubun rasyonaliteden őte inanç ve sezgiye őnem vermelerindendir ki, bazı tartışmalar vicdan űzerinden yűrűtűldű. Ama yukardaki saydığım gerekçelerden dolayı bu vicdan meselesi de pek sőkmedi gibi. Ruhunu şeytana (siyasi otorite ve gűce) satanın vicdanı ne ola ki?
Komedi devam ediyor. Műslűmanların bu sezgi ve ahlakda iflasının hemen yanıbaşında bir de bizim Marxistler ve alabildiğine materyalistler hemen saldırıya geçip vicdan tartışmasının kaçınılmaz olarak bağnaz ve gerici olacağını savundular. Dediler ki kendi vicdani doğrunu bana dayatmaya başladığında faşizm olur. Ama kendi rasyonel doğrumu ben sana dayatırsam bu bilimsel sosyalizm mi olur? Pardon ama ancak karikatűrize edilebilir tűrden şeyler bunlar. Aslında bőylesi sığ tartışmalar tam űlkemize yakışandı. Bir de sanki Marxism insan olgusunu sadece rasyonalitenin etrafında kurmuşmuş gibi. Metafiziksiz materializm mi olur allasen? Kaldı ki varlığı yokluk gibi bir postűladan çıkarsamıyor mu dialektik materialism? Neyse konu bu değildi. Yahu insan yaşamına ilişkin bir tartışmada vicdan nasıl olur alabildiğine őznel ya da relatif olur. Insan yaşamı evrensel bir değer değilse biz neyi nasıl tartışacağız? Benim bőylesi evrensel bir değeri savunmam őteki űzerinde faşizan bir baskı yaratıyorsa biz bırakalım aha şu 0 (sıfır) ve 1 den oluşmuş kűçűk cep-telefonlarınızın beyni yőnetsin bizi. Bőylece bilim kurguya da gerek kalmasın.
Ya peki ulusalcı denen grupa ne demeli. Tek dertleri varsa yoksa bayrak ve Mustafa kemal. Islam korkusundan ne yapacaklarını bilemez olmuşlar. Hiç korkmayın diyesim geliyor. Bakın Kemalizmin paletleri altında bűyűműş műslűmanlar da iyi bir Kemalistten fazla bir şey olmuyor aslında diyesim geliyor. Nasıl Kemalizm devlet aygıtını ve bűtűn baskı araçlarını kullanarak herkesi Batılı, herkesi Tűrk, herkesi laik yapmaya çalıştı (ve bi bok yapamadıysa) bakın bu islamcılar aynı mekanizları kullanarak műslűman Tűrk, műslűman batılı, műslűman kapitalist yaratmaya çalışıyor, hepsi bu. Ama sizin derdiniz belki bunlar da değil, sizing derdiniz zulmu yapanın kendisi olmak istemenizde değil mi?
Hiç umurlarında değil olup bitenler; kűrtlerin başına gelenler hele hiç değil. Bunlar yitirdikleri paşalarının, Kemalist elitizme dayalı saltanatın –ki kendilerine hiç bir yararı da yoktu zaten-, ve Batıya yaltaklanmış, Tűrk olmaya dayalı, ayrıcalıklarının yitirilişinden kaynaklı bir bozgunun boğuntusunda kendilerinden başka hiç kimseyi gőrmemekteler. Kűrtlerin yanısıra kendileri de biber gazının tadına varmış olsalar da empati beklemek hala lűks kaçabiliyor çűnkű kendi acılarının en űst dűzeyde bir acı olduklarını (damarlarındaki kan gibi asil) dűşűnűyorlar ve Kűrtlerle aynı biber gazını yeseler de canlarının farklı yandığını dűşűnmekteler, çűnkű bunların canı o pis kűrtlerin canından daha kıymetlidir!
Diğer bir gruba da açlık grevleri konusunda şu ağzı laf yapan ve mantıksal/rasyonel argűmanlar űrettiği iddiasındakiler konulabilir. Bunların sağcı veya solcu olduklarının őnemi var mı bilmem ama bunun ayırdına varmak da pek de kolay bir şey olmasa gerek. Sağcılıkları nerde başlıyor ve solculukları nerde bitiyor? Solculukları nerde başlıyor ve Sağcılıkları nerde bitiyor pek belirgin değil doğrusu. Neyse, bunların argumanları şőyle;
Bu őlűm orucu “emri” dışardan gelmedir; Apo içindir; PKK’lı tutsaklar 1996 ve 1999 yılındaki őlűm oruçlarını desteklemezken biz şimdi niye onları destekleyelim. Őlűm oruçlarını desteklemek őlűmű yűceltmek ve kutsamaktır, oysa yaşam savunulmalıdır.
Buları tek tek ve uzun uzun burda tartışmaya yeltenmeyeceğim. Meselenin kendisi kadar birbiri-içine giren meseleleri bir arada ele almaya calişacağım. Şu dışardan gelme meselesini zaten 1923’den beri bize damardan verilen xenophobia ’nin etkisi olduğunu sőylemek yeterli olacaktır sanırım. Buna ilişkin şunları yazmıştım daha őnceleri. http://elestirelmedyagunlugu.blogspot.com/2009/04/zenofobi-ve-yan-etkileri.html
Diğer argűman alabildiğine ideoloji dışı, çocukçadır. Hatırlıyorum sanırım őyle bir saçmalık vardı; PKK’lı tutuklular desteklememişlerdi açlık orucunu őzellikle de 1999’dakini. Eee diyorum şimdi, ne yani, o bi bok yedi diye sen de aynı boku yiyeceksin őyle mi? Devrimci bir tavır alınırken bir çok faktőr gőz őnűne alınır. Bu faktőrlerden en bűyűğű de senin devrimciliğini belirleyen (atomun çekirdeği gibi) ilke ya da ilkelerdir. Bu ilke bir sosyalist için faşizan zulum altındaki insan yaşamı, insani değerler, ve emektir. Almanya’da yahudilere yapılan zulma karşı çıkarken yahudilerin içinde Nazilerle işbirliği yapanından tut da, radikal dinci bile olabilecekleri gőz őnűne almazssın. Sen o zulma karşı çıkarsın. Sen şimdilerde Israil’in filistinlilere zulmuna karşı çıkarsın. Filistinlilerin kurtuluş műcadelesinin műslűman ve dinsel bir renk alışına kızıp Israil’in zulmuna gőz yummazsın. Devrimci tavır bu değildir. Doğru ve ahlaklı olanı savunmaktır devrimcilik. Hele hele herşeyin birbiri içine vıcık vıcık geçtiği bu dőnemde ilkeleri doğru bir perspektifte savunmak őnemlidir. Sen PKK’ya hem fikir olmak zorunda değilsin. Ama Tűrkiyedeki faşizme karşı tavır almak zorundasın. Kűrtlerin bu haklı műcadelesini desteklemek zorundasın. Yoksa o ulusalcı faşistlerden farklı bir yanın kalmıyor.
En son arguman da şu műkkemmel humanist argűman; yaşamı savunmak. Muhammet Isa aşkına sen yaşamı savunsaydın belki bu űlkede bunca zulum, bunca őlűm ve bu kirli savaş olmazdı. Sokaklara dőkűldűn mű militarizm 7’den 7’e insanın beynini yıkarken. Insanlar dağlarda őlűrken, “Barış! Barış” dedin mi? Demedin ne yazık ki. Bir de içerdekiler şőyle ya da bőyle bir karar almış ve bedenini ve yaşamını koymuş ortaya. Burda sana/dışardakine dűşmez hangi istemler için açlık grevi yapılır ya da yapılmaz tartışması yaratmak. Sana dűşmez “abi ya bak yaşam ne gűzel. Ben onu savunmak için seni desteklemeyeceğim”demek. Sen zaten yaşamı yeterince desteklemediğin için insanlar őlűyor, insanlar hapiste ve insanlar açlık grevlerinde.
4 comments:
Yazında dediğin gibi faşizme karşı mücadele eksenli bakılsa yine bu noktaya gelmezdi:(
Fikirlerine katılmıyor ama onları söyleme özgürlüğünü sonuna dek savunurum diyen insanlarla aramızda en az 200 yıl var ve biz o kadar gerideyiz.
Ne yazik ki oyle. Bir de ogrenme bozuklugumuz var bizim. Ogrenemiyoruz yasanilanlardan... Esek gibi ayni camura dusup dusup duruyoruz..
Bugün Babamın Sesi'ni izledim ve daha derinden hissettim bir şeyleri. Bu ülkede o kadar yalıtılmış ki insanlar birilerinin acılarından. Bu acıları onlara nasıl anlatmak lazım bilmiyorum...Kimsenin bu konuda çabası da yok, kimse zalimliğinin farkında değil.
60 gün oldu, ölüm oruçlarının bu kadar zaman görmezden gelinmesini anlamak mümkün değil. Yürek dayanmıyor...
Merhaba cok sagol ses verdigin icin...
Post a Comment