Proetcontra, güzel sorular sormus bir yazım için, yanıtlamaya çalıştım sorularını. Soruların yanıtı blog yazarlığı ile dolaylı ilgiliydi. Blog yazarlığının neliği üstüne kimseler teorik çalişmalar yaptı mı bilmiyorum ama ben kendim için bunu nasıl gördüğümü yazdım Proetcontra’ya (sahi bir anlamı var mı bu adın? Ya da olmalı mı? Sadece merak işte). Paylaşmak, sizin de görüşlerinizi almak isterim.
Serpil blogunda diyor ki “Resim yapıyorum, cünkü başka dilim yok.” Çok şey anlatıyor Serpil bunla. Renklere, şekillere, rengin uçsuz bucaksız çağrışımlarına döküyor içini. Dünyayı ve yaşadıklarını renklerinin hue’sundan göruyor. Yarasından görüyor dünyayı.
Ben de yalnızlığımı paylaşıyorum harflerin sesleriyle. Kimsesizliğimi. Gurbetliğimi. Öfkemi, sevincimi (ki hala olmadı ya), mutluluğumu (ki yokluğundan tanıyorum), umutsuzlukla kaplanmış umudumu yazmak için yazıyorum.
Akarsuya bırakılan mektuplar gibi. 1 ve 0 lardan oluşan dijital uzayın dipsiz kuyusuna bağırır gibi yaziyorum. Hani birileri duyar da ses verirse ne ala ses vermezse de “öff içimi boşalttım bari” der gibi yazıyorum.
Hiç bir toplumsal ideale hizmet etmeyi de amaçlamadan yazıyorum. Dedim ya içimi boşaltmak için yazıyorum. Ağız dolusu küfür edemesem bile, küfür etmek için yazıyorum. Hasan Hüseyin’in bir şiirinde dediği gibi küfürlerin de kuşlar kelebekler gibi uçacakları konacakları yeri iyi bildiklerini varsayarak, cok detaylı açıklamalara bile girme ihtiyacı duymadan yazmak istiyorum.
Bilimin verilerinden ve bilgi birikiminden yararlanmayi ihmal etmeden içimden geleni içimden geldiği gibi yazmak istiyorum. Özgür olmak için yazıyorum. Kendimi kendimden dahi özgür kılmak için.Yani bir tür günlük gibi, deneme gibi, hani biraz da yorumumu katarak yazmak istiyorum. Editörün ya da saklı-gizli hakemlerin (reviewers) kaygısını yaşamadan yazmak istiyorum.
Sahi siz niye yazıyorsunuz?
15 comments:
Pro et contra lehinde ve aleyhinde demek. Olması gerekmese de, bir kavrama gönderme yapması ve neyi kapsadığının belirtilmesine yardımcı olması bakımından bir anlamı var. Ele aldığım konuları lehte ve aleyhte yorumlamaya çalıştığım blogumun ismi.
Niye yazıyorum ki hakikaten? Bu güzel yazının ardından, çok uzun zaman önce yazdığım bir yazı geldi aklıma. "Cevap Soru’n’un Rahmine Düşünce Bana Yazı Yazmak Düşer" gibisinden iddialı bir başlık atmışım; evet, beynim iğfal edildiğinde peşpeşe doğurmuş çocuklarını. Kimi özürlü, kimi parlak, kimi depresif, kimi heyecanlı... Bir sürü çocuk işte. Doğanın kanunu gibi. Kimse çocuğunu müzisyen olsun, sporcu olsun, yönetici olsun diye doğurmaz herhalde, yalnızca bir işe yaramasını ümit edebilir belki, ancak o kadar. Zamanla anladım ki cevap düşmese de rahme, soru(n)ların düşmesi yeterli oluyormuş.
Başkaları mı? Beynim iğfal edildiğinde dedim ya, arsız, edepsiz bir beyin bu. Sürekli kızışma halinde, sürekli aranıyor. Sizin yazınıza da benzer bir tavırla askıntılık etmişti. Bu bir hakemlik mi? Ne cüret, elbette hayır, bir sorumluluğu üstlenmediği sürece kim kimin hakemi olabilir? Kimin haddine? Bu ikili ve eşitlik içeren bir eylem olabilir ancak, başka türlü bir yaklaşım kabul edilemez.
Duydum ve ses verdim, ara ara, yazarın tutumunun da bilincinde olarak, ses vermeye devam edebilirim. Ancak bu ses bir yargılamayı imlemez asla, bir göz kırpma babında, "haydi bir bardak kahve içelim" teklifinde bulunabilir sadece.
Basılmış hiçbir yazım beni hakemlerle, editörlerle karşı karşıya getirmedi. Blog yazarlığınınsa bir diyalog imkanı tanıması bakımından, kendi adıma, böyle güzel bir imkanı var. Dergi ya da kitap baskıdan çıkar, birileri alır ve okur. Bloglarsa iletişime olanak sağlar, iletim işini işteş hale getirir, yazar aynı zamanda okur da olur, roller sürekli değişir. Blog yazarlığının benim için böyle bir anlamı var.
Bakın, bir okur olarak ne çok konuşabiliyorum... Nasıl sevmeyim? Sevgiler.
Proetcontra Çok teşekkürler ses verdiğin için . Blogundan haberdarım. Yer yer okudum da. Bir firsatta belki ben de sorular düşürürüm yazdıklarına, çoğaltırız beraber öğrenmelerimizi.
Diyorsun ki, “Zamanla anladım ki cevap düşmese de rahme, soru(n)ların düşmesi yeterli oluyormuş.”. Çok güzel ve hakli diyorsun. Bence de mesele soru sormakta. Sorabilmekte. Bir bilim filozofuydu sanırım diyordu ki “Bilim doğaya soru sormaktır”. Cevap mı? O nasıl olsa gelir ardından. Mesele soru sormakta.
Bir de “Bloglarsa iletişime olanak sağlar, iletim işini işteş hale getirir, yazar aynı zamanda okur da olur, roller sürekli değişir. Blog yazarlığının benim için böyle bir anlamı var” diyorsun. Evet otoriter bir ilişkinin olmadığı paylaşımın öncellendiği bir iletişim biçmi olarak blog yazını daha çok Freire’nin düşlediği “dialog” a benziyor.
Tekrar teşekkurler.
Ha bu arada yorumlarda senin blogun linki kırılarak geliyor. Bi kontrol et istersen.
Elbette, beklerim her zaman.
Fazla anlamıyorum ben, bağlantımın başına bir de http ekliyorum şimdi, yine olmazsa beni aşacak mevzu...
Görüşmek üzere.
Proetcontra simdi oldu. Calisiyor.
Http:// eklemeyince yazdigin adresi benim adresin bir alt ya da ust duzeyinde bir dosya gibi ariyor.
Iki saat aramadan sonra sozunu ettigim web sayfasini buldum. Kürşad Kızıltuğ'a bir soylesi yapilmis. Devrim terimi sorgulanmis. Hatta soyle bir yorum da dusmusum. "Cok guzel bir caba. Bence butun kavramlarimizi boyle irdelemeli ve onlara anlam vermeliyiz. Yoksa icerigini bos biraktigimiz kavramlarla konusunca kimse kimseyi anlamiyor."
"ölüncede şiirler yazar insan"
Edip Cansever
Bir kendinden başka bir şeye dönüşmeye benziyor yazmak.Olur olmadık anlarda yağmur yağması gibi. Kirlerinden arınma ayini, loşluğuyla.Yeni kirler ve yeni sular haritası keşfi yani hep yeniden hiç bitmeyecek bir uğraş.Sökülüp takılan takılıp sökülen bir düğme gibi. Hayat işte bu noktada binlerce ilik.
Murat Ka
Cansever'in yukarıda alıntıladığınızı yazmadığına yüzde yüz eminim.
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Gül Kokuyorsun / Edip Cansever
Gül kokuyorsun bir de
Amansız, acımasız kokuyorsun
Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun
Hırçın hırçın, pembe pembe
Öfkeli öfkeli gül
Gül kokuyorsun nefes nefese.
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
Sen koktukça düşümde görüyorum onu
Düşümde, yani her yerde
Yüzü sararmış, titriyor dudakları
Şakakları ter içinde
Tam alnının altında masmavi iki ateş
İki su
İki deniz bazen
Bazen iki damla yaz yağmuru
Mermerini emerek dağlarının
Şiirler söylüyor gene
Ölümünden bu yana yazdığı şiirler
Kızaraktan birtakım şiirlere
Büyük sular büyük gemileri sever çünkü
Ve odur ki büyüklük
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet
Ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
Yaşamanın her bir yerinde.
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
Gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
Herkes, hep bir ağızdan: gül!
Ve her şeyin üstüne bir gül işlenecek
Saçların, alınların, göğüslerin üstüne
Yüreklerin üstüne
Bembeyaz kemiklerin
Mezarsız ölülerin üstüne
Kurumuş gözyaşlarının
Titreyen kirpiklerin üstüne
Kenetlenmiş çenelerin
Ağarmış dudakların
Unutulmuş çığlıkların üstüne
Kederlerin, yasların, sevinçlerin üstüne
Ve her şeyin üstüne bir gül islenecek.
Bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
Yıllarca esecek belki
Ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
Göreceğiz ki
Biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
Geceyi, gündüzü, yıldızları
Görmemişiz hiç
Tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.
Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
Göreceksiniz nasıl
Güller güller güller dolusu
Nasıl gül kokacağız birlikte
Amansız, acımasız kokacağız
Dayanılmaz kokacağız nefes nefese.
EDİP CANSEVER
murat ka
Sagol Murat Ka!
Boylece sozu gecen dizelerin E. Cansever'in hangi guzel siirinde gectigini de ogrendik.
Cok da guclu bir siirmis.
"yüzde yüz emin" olmak nasil birseydir ben hic bilemedim.
"ölüncede şiirler yazar insan"
Yukarıdaki dizenin Edip Cansever'in hangi şiirinde geçtiğini ben DE biliyorum, ama görüldüğü üzere sizin yazdığınız aynısı değil!
Ne DE olsa dikkatli olmak ve çok önemli bir şairden alıntı yaparken ayrı yazılması gerekiyorsa "DE"yi ayrı yazarak, o şaire ve dile saygı göstermek gerek.
Yüzde yüz emin olmak DA böyle bir şey!
Yüzde yüz emin olmak dediğin şey "de" ekiyse haklı olabilirsin.(Aceleyle yazılmıştı)Ama sen alıntı dedin "de" eki demiş olsaydın başka bir şey konuşuyor olurduk. Sevecenlikle.
Murat Ka
Bence de anonim vatandas, Murat Ka hakli. Sahi cok merak ediyorum neden dogrudan dogruya "de" ekinin ayri yazilmasi gerektigini soylemedin? Durum bu asamaya gelince de dilin kurallarina gostdigini varsayacagim duyarlilik samimiyetini yitiriyor. Bir de Murat Ka'ya tesekkur etmeni beklerdim sozu edilen dizenin gercekte Cansever'e ait oldugunu size ogretti diye. Sonra da "bak kardesim dahi anlamindaki de da ekleri ayri yazilir" deyp Murat Ka'nin bir sey ogrenmesini ya da yaptigi yanlisi duzeltmesine olanak saglamis olurdun. Yaniliyor muyum? Bu denli zor mu yanlis oldugunu kabul etmek? Ya da yeni birsey ogrendigini itiraf etmek?
Bir de konu blog yazmanin kendisiyle ilgili oldugu icin sunu vurgulamak istiyorum. Bu internet ortaminin bir guzel yani da kendinizi saklayabilmeniz. Ornegin anonim diye imzaliyorsunuz yazdiginizi. Yani gercek kimliginizi aciga vurmadan cok aptalca bir sey bile soyleme olanagini veriyor size. Yani bir tek siz biliyorsunuz yalan, yanlis, ya da sacma bir sey yaptiginizi. Yani butun millete rezil olma olanaginiz yok. Ama nedense yanlis oldugumuzu kabul etmek benligimizin parcalanmasina denk bir sey gibi geliyor bize. Bize dedim belki bizim ulusal bir benlik sorunumuz bu... Gecenlerde Carpim Tablosu adli blogda bir seyi sirf tartismis olmak icin tartistigimi farkedince ozur diledim. Bu benden birsey eksiltmedi aksine kendime duydugum saygi artti. Dogru olmaya, hakli olmaya duydugum saygi artti. Hepimiz insaniz herseyi bilemeyebiliriz ve her an ogrenmeye ihtiyacimiz var. Her an yanlis da yapabiliriz.
Neyse tesekkurler herkese. Ben internet uzre gerceklesen iletisimlerinize ogrenme firsati diye bakmanizi tavsiye eder kolayliklar dilerim.
Eğer bir şiirden alıntı yapıyorsanız "De"yi ayrı yazmamaklığınızı aceleden diye açıklayamazsınız.
Alıntı yaptığınız kişi Türkçe'nin en önemli şairlerindense böyle bahanelerin ardına saklanamazsınız.
Elbette, dediğiniz gibi doğrudan "de" eki ayrı yazılır diyebilirdim. Ama artık Murat Ka bir şairden alıntı yaparken daha dikkatli olacak.
Zarfa değil, mazrufa bakın...
Franz K.
Not: Edip Cansever'in sözü edilen şiirini bildiğimi önceki yorumda bildirmiştim.
Aciklamalarin icin tesekkurler.
Yalniz "Zarfa değil, mazrufa bakın" sozu sizi curutmuyor mu allahaskina? De ekinin ayri yazilip yazilmadigina dikkat etmek "zarfa bakmak" degil mi?
Bir de bu soz size mi ait Kafka'ya mi? Eger Kafka'ya aitse tirnak icinde yazilmasi gerekirdi de. :-)
Post a Comment