Pages

Dec 19, 2008

Soykırımın 8 Evresi

Herkes şu özűr meselesi ile meşgulken ben de kalkıp soykırım kavramı ile uğraştım. Aslında soykırım kavramına da Maraş ve Sivas Katliamı için bakmak istemiştim. Sivas, Maraş ve daha niceleri sadece katliam mıydılar? Katliam nedir sahi? Soykırımdan farklı birşey midir? Katliam bir gurubun uyelerini toplu olarak öldűrmek anlamına geliyor. TDK’ye göre eş anlamlısı kırım da oluyor. Katliamın tanımında gerekçe yok sanki. Yani herhangi bir nedenle de olabilir. Biri cinnet geçirip de bir topluluk űyelerini de katledebilir. Ama soykırım kavramında daha özel nitelikler var; soy var, topluluk űyelerinin rengi, dili, dini var. Nefret var, dűşmanlık, plan var, devletin parmağı var.
Ya 12 Eylűl. O da bir katliam değil miydi? Belli bir gurubun űyelerini imhaya yönelik planlı programlı bir soykırım değil miydi?

Tarihimiz saoykırımın adından arınmış ama kendisinden geçilmiyor sanki. Buyrun size Soykırıma Giriş 101. Gerisini siz değerlendirin.

Aşağıdaki yazı Genocide Watch organizasyonunun genel műdűrű Gregory H. Stanton’un bir brifing olarak yazdığı Soykırımın 8 Evresi adlı makaleye dayalı olarak yazılmıştır. http://www.genocidewatch.org/images/8StagesBriefingpaper.pdf

Soykırım durdurulabilecek ya da yönű ve hızı değiştirilebilecek dolayısıyla gelişi kolayca tahmin edilebilien bir sűreçtir. Bu sűrecin de sekiz evreden oluştuğu gözlenmiştir.

Her evrede uygulanabilecek önleyici tedbirler soykırımı durdurabilir. Sűreç tek-dűze ya da dizgesel (çizgi halinde ilerleyen ) bir sűreç değildir. Yani sonraki bir aşamada bulunan bir evre pekala daha önce de gerçekleşebilir. Ancak şurası önemlidir ki bűtűn sűreçler soykırımın oluşmasına katkıda bulunan örgűn bir bűtűnű oluşturur. Bu evreler şöyledir.

  1. Kategorileştirme: Hemen hemen bűtűn kűltűrlerde görűlen kűltűrűn űyelerine ulusal dinsel, ve ırksal bir aidiyet ve kimlik kazandıran dolayısıyla kendilerini diğer kűltűre ait olanlardan ayırd etmede kullanılan dilsel, kűltűrel, ve mental edimlerdir. Sosyo-ekonomik, politik, etnik, ve benzeri analizleri ve akıl yűrűtmeleri de içeren kűmeleme, dereceleme, sıralama, sınıflandırmaları da içerir. En yaygın formu “biz ve onlar” şekilinde ifade edilen formudur. Ilk elde oldukça doğal ve hatta nerdeyse kaçınılmaz görűlen bu tip eylemlilikler guruplar arasında çelişkilerin kutuplaştığı ya da kutuplaşma eğilimi gösterdiği toplumlarda soykırımın meydana gelmesini sağlayacak ortamı yaratır ve besler.
    Önleyici Tedbirler: Bu erken aşamada alınması gereken en önemli tedbir evrensel değer ve kurumların geliştirilmesi ve bunlar aracılığı ile de toplumda var olan etnik, ırksal, ve dinsel farklılıkların bir problemden öte bir zenginlik diye algılanmasını sağlamak ve bu tűr farklılıkların kutuplaşmalara gitmesinin önűnű kesmektir. Sűrekli olarak oluşturulacak ve desteklenecek karşılıklı hoşgörű ve saygı ortamı toplumsal barışa hizmet edecek ve daha bűyűk toplumsal felaketleri önleyecektir. Dűşmanlığı kışkırtacak eylem ve söylemlerin hoşgörűlmemesi (sosyal bir norm olarak), desteklenmemesi, ve en önemlisi net bir dille kınanması önemlidir. Bu aşamada toplumsal adalet duygusunun yaratılıp korunması en kaçınılmaz ve en etkili önlemlerden biridir. Ortak paydalarda (adalet, hukuk, anayasal özgűrlűkler, insan hakları gibi) hemfikir olma ve birliktelik duygusunun yaşanıyor olması önemlidir.
  2. Sembolleştirme: Daha iyi iletişmek için herşeye bir isim veririz; nesnelere, guruplara, sembollere, sınıflamalarımıza, kategorilerimize. Renklerine, etnik kökenlerine ve benzeri özelliklerine göre insanlara da isim verip guruplarız; Kűrt, Tűrk, Yahudi, Ermeni, Zenci gibi. Bunun yanısıra bazan da insanlara ya da bir gurubun űyelerine semboller de atfederiz, ya da kendileri kendilerine bir sembol seçerler. Görűldűğű gibi aslında sembolleştirme, kategorileştirme, sınıflamalar çok insanca edimlerdir. Bu ve benzeri edimlerin ve eylemlerin problem olması bunların kin, nefret, ve dűşmanlık duygularıyla birleşmesiyle oluşur. Sembollerin bu duygu ve dűşűncelerle birleşmesi ideolojik bir form alması en klasik anlamda bir tehlike çanıdır. Sembollerin duygularla karışması bir tűr ilkel rituale geri dönűştűr. Örneğin sarı yıldız sembolűnűn yahudileri ayırd eden bir anlama bűrűnmesi. Kamboçya’da da doğu bölgelerinden getirilenler mavi bir atkı ile tanımlanıyordu. Űlkűcűlerin Tűrklűğű ve kendilerini uluyan kurt, űç hilal, ve uzak Asya’dan alınmış bıyık biçimleriyle tanımlamaları ve özdeşleştirmeleri buna örnek gösterilebilir.
    Önleyici Tedbirler: Bu aşamada ırkçı, kin ve nefret içeren sembolleştirmelerin legal olaral yasaklanması oldukça etkili olabilir. Gurup simgeleri, çete giysileri, amblemleri vs. ler de yasaklanabilir. Yasaklamanın ötesinde aslında bu tűr oluşumlara karşı yaygın eğitimsel kampanyaların baslatılması ve desteklenmesi daha uygundur. Bu eğitim çalışmaları eğitim kurumları (okullar, kurslar, halk eğitim merkezleri, vb.) ve her tűr medya’nin yardımlarıyla daha etkili kılınabilir. Hatta bunun için toplumdaki rol modellerinin de desteği alınabilinir. Yani asıl başarı bu tűr nefret ve ırkçı söylemlere karşı yaygın kűltűrűn (sokaktaki adamın) desteğini alamaya bağlıdır.
  3. Insan-Dışılaştırma: Insan-dışılaştırma bir gurubun (ki özellikle egemen gurubun ya da siyasal ve ekonomik erki elinde bulunduran gurubun) kendisine ait olan veya kendilerine sağlanmış olan insanca yaşama koşullarının, hak ve özgűrlűklerin diğer guruplara sağlanmasının inkarı sűrecidir. Bu sűreç git gide hedef olarak seçilen gurup űyelerine insana ait olmayan sıfatların atfedilmesine kadar gider. Sanki o gurup űyeleri insan değilmiş gibi, acı çekmezlermiş gibi, anaları ağlamazmış gibi anlatılır insandışılaştırılır. Örneğin hedef guruptan birine yapılan işkence rkçı gurup űyleri tarafından insanlık dışı bir muamele gibi görűnmez. Kenan Evren’in asmayalım da besleyelim mi sözű böyle bir oluşuma gűzel bir örnektir. Sanki hayvan besliyor. Sanki insanlardan söz etmiyordu Kenan Evren. Ya da işkencede joplarla tecavűz konusu gűndeme geldiğinde bir devlet yekilisi “”Bizim koç gibi delikanlılarımız var, ne diye cop kullanalım...” diyordu. Görűleceği gibi bu yetkili tecavűzű nerdeyse bir zevk, doyum ve şehvet meselesine dönűştűrerek bir insanlık suçunu normalleştirmektedir. Tabi bu söylemi en etkili kılan ögelerden biri de Tűrkiye toplumunda her zaman pohpohlanan erkekliğe yapılan göndermedir. Bu ve benzeri nefret ve kin propagandaları kınanmadan ya da çok ustaca kelime oyunlarıyla gűndeme sığıp yaygınlık kazanır, medyada ve yazılı basında çokça görűlmeye başlanır ve çok kısa sűrede sokaktaki insanın diline ve beynine bulaşır. Bu ve benzeri insandışılaştırmaya karşı çıkanların ise vatan hainliği ve işbirlikçilik gibi suçlamalarla susturulmaya çalışıldığı bu evrede ivme kazanamaya başlar. Korku politikaları yaygınlaşır, insanların özgűrlűkleri, yasal hakları sınırlandırlır ya da askıya alınır. Insan hakları ihlallleri yaygınlaşır, suçlular korunur ve gerektiğinde yurt-dişına kaçırılır, hapishaneden kaçırilir, ve saklanır. Özellikle anayasal hakların sağlanamıyor olması insanların kendini gűvende hissetmelerine olanak vermez. Kendini gűvende hissetmeyen insanlar da bir guruba (çoğunlukla gűçlű olan bir guruba) ait olma eğilimi gösterirler.
    Önleyici Tedbirler: Bu aşamada anayasal hakların ve gűvenliğin sağlanması çok önemlidir. Nefret, dűşmanlık ve kin içeren konuşma, yayın ve benzerlerinin iç ve dış otoritelerce kınanması önemlidir. Bu tűr dűşmanlık yayıcı her eyleme karşı kesin net bir tavır alınmalıdır. Bu kınama eyleminin toplumda yaygınlaştırılması ve kűltűre yerleştirilmesi can alıcı bir öneme sahiptir. Bu tűr propaganda yapanların yurt dışı ve yurt içi hesapları dondurulmalı, ve yurt dışına çıkışları engellenmelidir.
  4. Örgűtlenme: Soykırım herzaman örgűtlűdűr. Soykırımda genelde devletin parmağı vardır. Devletin organlarının rol almadığı durumlarda soykırım girişiminin başarılı olması nerdeyse olanaksızdır. Ancak devlet kendini korumak için diğer suç unsurlarını kullanır. Örneğin Darfur’ da Janjaweedlerin kullanılması, ya da diğer paramiliter gűçlerin kullanılması (Gűney Amerika’da ve Tűrkiye’deki gibi) Jitem, űlkűcűler, Mafya, Ergenekon, Hizbullah, ve hatta özel gűvenlik gűçleri vb.
    Önleyici Tedbirler: Bu aşamada yapılacaklar oldukça sınırlıdır çűnkű sorumlular otoritelerce korunmaktadır. Eğer korunmuyorsa bu sorumlu gurupların, guruplara űyeliğin ve gurupların liderlerinin yasa dışı kılınması şarttır. Műmkűnse uluslararası organizasyonlardan (United Nation gibi) yardım istenmelidir. Űlkeye silah satışları durdurulmalı veya control edilmelidir. Suçları inceleyecek ve araştırılacak bağımsız komisyonların kurulması da bu aşamada gereklidir.
  5. Kutuplaşma: Ayrımcılık, nefret, kin ve dűşmanlığın en űst aşamaya ulaşması kutuplaşmayı işaret eder. Bu aşamada radyolar, gazetler, televizyonlar bűyűk bir propagandanın ve kıyım politikalarının aracı haline gelmişlerdir. Sosyal iletişimler bile tanımlanmış ve sınırlanmıştır. Örneğin hedef gurubun űyesiyle sokakta yűrűrken bile görűnmek tehlikelidir. Hedef gurubun űyelerinden biriyle evlenmek de, aile sahibi olmak da insanların dűşman gibi algılanmasına yeterli bir gerekeçedir. Hatta hatta biraz da ilerlemiş bir durumda tarafsız kalmak da dűşman gibi algılanmak için yeterli bir sebeptir. Dolayısıyla artık iki kutup vardır: beyaz ve siyah. Ya bizdensin ya ötekinden. Orta yoktur. Diğer bir deyişle bu aşama toplumdaki tarafsızların da taraf tutmaya itildiği bir aşamadır.
    Önleyici Tedbirler: Soykırımı tek önleyici gűce sahip görűnenler nefret gurubunun içinden çıkabilecek arabuluculardır ama genelde ilk öldűrűlen ya da tutuklananlar da bu arabucular olur. Bu evrede bu arabucuların korunması ve insan hakları örgűtlerinin desteklenmesi çok önemlidir. Askeri darbe girişimleri de genelde bu aşamada görűlűr bu nendele olası darbe girişimlerine karşı alarmda olunmalıdır, ulusal ve uluslararsı gűçlerin yardımı sağlanmalıdır.
  6. Hazırlık: Hedefteki etniğine, dinine, kűltűrűne göre seçilmiş dűşman gurup iyice belirginleşmiş, toplumun diğer unsurlarından ayrımlaştırılmıştır. Sanki soykırımcılar gizli bir seferberlik içindedirler. Kara listeler –ölűm listeleri- hazırlanmış, adresler, mahalleler, sokaklar belirlenmiştir. Görevler dağıtılmıştır. Űyeler silahlandırılmıştır. Kurban listesindekilerin soykırım kargaşsında daha bir ayırd edici olması için bűtűn hazırlıklar tamamlanmıştır: örneğin hedefteki gurup űyeleri belli bir sembol taşımak zorundadırlar: Yahudilere yakalarına sarı yıldız takmaları bu nedenle istenmiştir. Işyerleri işaretlenmiştir. Kahraman Maraşta alevilerin evleri de tebeşirlerle işaretlenmişti. Toplama kampları, işkence tezgahları, ve hapishaneler belirlenir.
    Önleyici Tedbirler: Bu durumda United Nation gibi uluslararası gűçlerin, silahlı gűçleriyle birlikte duruma el koymasından başka birşey yoktur. Bunun yanısıra műmkűnse hedefteki kurban seçilmiş gurupların kendilerini koruyacak (silah ve benzeri) yardımları alması gereklidir.
  7. Imha: Imha bir saman ateşi gibi başlar ve toplu kıyımlar bir anda gerçekleştirilir. Hedef gurubun űyelerinin vahşice, canice öldűrűlmesi soykırımı gerçekleştirecek gurup űyeleri için çok doğaldır. Yaptıklarının bir soykırım, bir insanlık suçu olduğunu dűşűnmezler, algılamazlar. Bu gurup űyeleri de bir tűr insanlıktan çıkmış, hayvanlaşmıştır. Öldűrdűklerinin insan olduklarını dűşűnmemektedirler. Insan benzeri yaratıktır öldűrdűkleri. Imha aşamasında develt gűçleri ve paramiliter gűçler arasında fark silinmiştir, herkes soykırıma aktif bir biçimde katılmaktadır artık. Bu aşamada bazan da hedef seçilmiş gurubun dışında birbirleriyle çelişkisi olan guruplar bu kaotik ortamın yarattığı fırsattan yararlanıp o gurup űyelerinden intikam almaya çalışırlar ki, bu kaotik durumu, tam bir girdaba dönűştűrűr.
    Önleyici Tedbirler: Bu evrede ancak ve ancak acil ve etkili bir silahlı műdahale önleyici olabilir. Bu műdahale de ancak eğitilmiş (uluslararası ve tarafsız) silahlı gűçler tarafından uygulanabilinir. Bu aşamada gűvenli bölgelerin bu bölgelere giriş çıkışı sağlayacak gűvenlik gűçlerince kontrol altında tutulan koridorların kurulması bir zorunluluktur.
  8. Inkar: Hemen hemen her soykırımın ardından görűlen aşama inkar aşamasıdır. Inkar yakın ve uzak gelecekteki diğer gerçekleştirelecek olası soykırımlara karşı gűvenilir bir garanti belgesi niteliğini taşır. Çűnkű ilkinden paçayı sıyırınca diğerlerinden de paçayı sıyırma şansı ya da tecrűbesi artacaktır. Soykırımcılar eşgűdűmlű olarak bűtűn yazılı ve görsel her tűr belgenin imha etmeye, toplu mezarlar yaratarak, cesetleri yakarak soykırımı örtpas etmeye yeltenirler. Sonuna kadar inkar sökonusudur. Bir suç işlendiğini kesinlikle red ederler ve en önemlisi kurbanı suçlama çabasına ve kampanyasına girişirler. Bunlara ek olarak olası bűtűn legal yolların ve soruşturmaların önűnű tıkamaya çalışırlar. Liderler ve elebaşıları daha çok dokunulmazlıklarını korumanın yollarını ararlar. Hiç bir seçeneğin kalmadığı durumlarda da kendilerince gűvenli bir bölge ya da űlkeye kaçmayı denerler.
    Inkarla başetme: Bunun en etkili yollarından biri tanıkların, delillerin dokűmanlaştırılmasını olanaklı kılacak tarafsız uluslararası mahkemelerdir.

7 comments:

Anonymous said...

Sene 1915.
Sivasin falanca yerinde bir Ermeni koyu.
Duymuslar jandarmalar gelip Ermenilerin koylerini bosaltip surgune yolluyormus, direneni orada olduruyorlarmis.
Dahasida var ama akillarina bile getirmemeye calisiyorlarmis.
Gunler haftalar boyunca her an gozler ufka dikilmis "iste geliyorlar"i bekliyor.
Korku ana babalarin gozlerinin derinliklerinde.
Cocuklar bir korku oldugunu seziyorlar ama "niye" orasini anlamiyorlar.

Ve.
Bir gun ufukta o golgeler beliriyor.
Cogu cocuklarini son kez opuyor.
Son kez.

Anonymous said...

Ben hepinizden “ÖZÜR” diliyorum.

Anonymous said...

Merhabalar, ben bu konuda özür dileyecek birşey bulamıyorum sonuçta düşük ağırlıklıda olsa bir savaş yaşanmış, Ermenilerde öldürülmüş, Türkler'de. Üzücü elbette ama bu kadar abartılıpta "özür kampanyası"na çevrilip buralara kadar getirilmesi Baskın Oran gibilerin tek başına organize edeceği bir olay değil bu. Hrant Dink'inde söylemiş olduğu, bu işin içinde Amerika var sözü haklılığını koruyor. Bu sözlerden sonra da öldürüldü.

Biat külütürü bu topluluğun geleneğinde vardır. Emperyalizme biat, Arap İslamiyetine biat... Biat! Biat! Biat! Yaranmak için birilerine bi'şeylerde elde etmek adına biat!

Eleştirel Günlük said...

Sevgili YeraltindanNotlar ve Yazilamalar bu yazinin konusu "Ozur" meselesi degil. Yani yorumlarsaniz dolayli bir sekilde "ozur" kinusuna gelinebilir ama asil tartisilan baska bir sey burada.

Yine de yazdiklariniz karsiliksiz kalmasin diye sunlari soyleyeyim:

YeraltindanNotlar cok alinmis gibi bir nida var soyleminde? Umarim zulfu yare dokunmamaistir su "ozur" meselesi...

Yazilamalar, (senin siteyi ziyaret ederken YeraltindanNotlarin alterEgosu musun diye bir soru gecti aklimdan. Yaniliyor muyum?) Neyse, senin adina uzgun oldugumu ve mantiginin 1915'den bu yana soylenden ya da topluma dayatilan resmi soylemden cok da farkli bir sey olmadigini soylemek isterim.

"düşük ağırlıklıda olsa bir savaş yaşanmış, Ermenilerde öldürülmüş, Türkler'de" den tutun da "abartilacak bir sey olmadinigina ve hatta herseyin temeline "biat"i koyup aciklamaniz dahi resmi soylemin yorungelerinde geziniyor.

Bu nedenle de sizinle hemfikir olmadigimi soylemek isterim.

Anonymous said...

elestirel abi, özür hengamesine herbirimiz dahil olduk bir sekilde, sen bu arada en faideli isi cikardin bu postla, sagolasin......

Eleştirel Günlük said...

Sagol Kacak.

Eleştirel Günlük said...

Maraş Katliamı: Unutuyoruz, Unutturuyoruz, Unutuluyor...

Bir katliama maruz kalanlara sunulan şefkat ve anlayış ancak bu kadar. Onlara yapılanlar değil; göçmeleri Maraş’ı “sevimsiz” kılmış. “Unutmak ille de unutmak” diyenler bol, sesleri gür, sırtları ise güçlü.
Geçen Pazar Birgün manşeti “Maraş Katliamı hayaleti ortalıkta” idi. Radikal İki’nin ilk sayfasında ise kocaman “Unutmak ya da unutmamak” vardı. Aynı gün Maraş Katliamı’nı protesto için Aleviler Adana’da sokağa çıktı.

Bu manşetler ve miting sayesinde Aralık 1978’de Maraş’ta olanlardan yeni haberdar olanlar oldu. Umuyorum yazılanları okuyunca, söylenenleri duyunca dudakları uçukluyanlar da vardır.

Çarşamba günü bianet’te Emma Sinclair-Webb’in “Maraş Katliamının Faillerini Kimse Hatırlamıyor” başlıklı yazısına yer verildi. Yazı Londra’dan yazılmış; hani katliam sonrası nice insanın göç ettiği ülkeden. Yazı, “Maraş’ta, 1978’te yaşananlarla ilgili suskunluk devam ediyor” diye bitiyor.

Nasıl devam etmez ki? “Unutmak ya da unutmamak” başlığına yanıt olarak “Unutmak ille de unutmak” diyenler bol, sesleri gür, sırtları ise pek. Belki manşete kapağa yazmıyorlar, belki bu şekilde açıktan söylemiyorlar ama mesaj da niyet de anlaşılıyor.
Aksiyon ve Maraş

İşte bir örnek... Derginin adı Aksiyon. Tam 15 senesini dolduran, Türk-İslam Sentezi çizgisine uygun; din değiştiren, yani bu senteze göre dine-millete ihanet edenlerin, listesini yayımlayacak denli cüretkâr bir dergi. Aksiyon tarihin yeniden yazılması konusunda da çok cesur. Tarih eğer senteze aykırı düşüyorsa, elbette yeniden düzenlenmeli. Derginin adı boşuna ‘eylem’ konmamış.

Sayı 658’de (16.07.2007) “Adı çıkmış, dile düşmüş şehirler” başlıklı yazı şöyle başlıyor: “Türkiye’nin imajı zedelenmiş şehirleri, küskünlüğü bir yana bırakıp toparlanmaya çalışıyor. Ancak ‘yıldönümleri’ filmi başa sarıyor, yaftayı boyunlarına yeniden asıyor.”

“Şehirlerin de bir yazgısı var; ak ya da kara… Biz, ‘kara yazgı’lıları bulduk haritadan, insafsız gözlere bir ‘leke’ gibi görünenleri. Yangınların, katliamın ya da ayaklanmanın sözlükteki karşılığı olan şehirler hep bir savunma hâlindeler, suçsuzluklarını ispat etme, güzelliklerini göz önüne serme yarışında… Yıllar önce yaşanmış hadiseler ne şehrin hafızasından silinmiş, ne sakinlerinin. Yorulmuş da değiller üstelik; cevabını alamadıkları soruları, görülmemiş hesapları var hâlâ… Hikâyelerinde benzer yanlar da var tabii; şehirde o güne dek hiç görülmeyen bir takım adamların ortaya çıkması ve olayların ardından kaybolması gibi... Aradan geçen uzun yıllara rağmen temize çıkma mücadelesi sona ermiş değil.”

Bu yazının pek yansız olmayacağı daha en baştan belli. Korkunç şeylerin olduğu kentlere insafsızlık edenler varsa, işte Aksiyon bu kentlere insaflı ve merhametli olacak. İlk paragraf şöyle bitiyor: “Bir olay yüzünden adı çıkan, dile düşen şehirleri dolaştık, gönüllerini aldık, onlar başka yere göçemez ne de olsa...”

Korkunç şeylerin olduğu kentlerden göçenler olabilir ama kentler göçemez. Yazıda “bu göçenler neden göçtü?” sorusu ele alınacak diye beklemek hiç gerçekçi değil çünkü daha ilk paragraftan söz Ökkeş’e verilmiş. Katliamda ölen 100’den çok insana olanlar, bir koca katliamın dağladığı nice hayatlar bir yana, asıl Ökkeş’in öyküsü “hüzün verici” imiş.
Maraş’ın en mağduru Ökkeş

Bu hüzünlü öykünün sahibine, soyadı değişkenlik gösterdiği için sadece “Ökkeş” demekte yarar var. Meğer Ökkeş “29 yıl önce güvenlik gerekçesiyle” değiştirmiş soyadını. Meğer “Maraş’ın en mağduru” oymuş. Bir kere davada suçlu bulunmamış ama katliamın her yıldönümünde yeniden suçlular listesine alınıyormuş. Beraat ettikten sonra değiştirdiği soyadına geri dönemiyormuş; mahkeme başvurusunu “güvenliği tehlikede olduğu gerekçesiyle” geri çevirmiş. O kadar mağdur olmuş ki, milletvekili olmuş. Kendisini suçlu gösterenlere açtığı davaları hep ama hep kazanmış. Ama nedense kimse ona inanmamış.

Meğer Ökkeş adaleti çok severmiş! Maraş olaylarının “arka yüzünü” anlatan bir kitap yazmış, on bin adet dağıtmış ki, insanlar onu anlasınlar. Kenan Evren’e bile karşı çıkmış cesur Ökkeş; Evren’i Maraş’ın “olumsuz imajın başmimarı” olarak görürmüş. Meğer Evren Maraş olaylarının hemen arkasından şehre gelerek, ‘Kaldırın şu kahraman tabelasını!’ diye gürlemiş. Ökkeş “Evren’in dokunulmazlığının kaldırılmasını bekliyorum. Onunla görülecek hesabım var, hepimize iftira etti. Kendi mahkemelerinin verdiği karara inanmadı.” diye kızarmış.
Düzene uygun tarih

Türk-İslam Sentezi – tıpkı tüm totaliter ideolojiler gibi – düzensizliğe gelemez; dogmalara göre sürekli tarihe çeki düzen verir. İşte bu çizgide Maraş’ta olan ve düzene uymayan “olayları” Aksiyon yeniden düzenliyor, ‘yansız’ ve ‘insaflı’ bir tarih yazıyor. “Bir olay yüzünden adı çıkan, dile düşen şehirleri” ve gönüllerinin alınması gerekenlerin gönlünü alıyor.

Görüşülenler ve görüşülmeyenler bir yana, kullanılan dil hemen kendini ele veriyor. “Maraş Katliamı” yerine “Maraş olayları” konmuş. Asıl “mağdur” olanlara, sürekli mağdur edilenlere “güzelliklerini göz önüne serme yarışında” olanlara kulak verildiği yeniden yeniden vurgulanarak, “işte, mazlumun sesi!” kisvesi oluşturulmuş.
Düzene uygun kaynaklar

Aksiyon olayları yeniden düzenlerken öyküyü anlatacak sağlam kaynaklara gereksinim duyuyor. Bu kaynaklar elbette ki, öldürülenler olamaz; onlar zaten ölmüş gitmiş. Göçenler, kaçanlar olamaz; onlar da göçmüş gitmiş. O zaman doğal olarak sağlam kaynak olarak Ökkeş kalıyor. En mağdur olan Ökkeş. Mağduriyetinden milletvekili olan, kitaplar bastıran Ökkeş.

Sağlam kaynak ölçütlerini çıkartmak çok zor değil. Eğer yazıda ele alınan diğer “olaylar” da incelenirse, galiba ölüsü olanlardan öldürülenlerden olanlardan olmamak, muhalif Alevilerden olmamak, Madımak Müzesi gibi yüzleşme gibi aykırı ‘fikir ve cereyanlara’ kapılmamış olmamak gibi ölçütler var.

O zaman Sivas Katliamı incelenirken başvurulacak kaynak, bu ölçütler düşünüldüğünde kim olabilir? Doğal olarak, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu.
Düzene uygun kurgu

Tarihi yeniden düzenlerken öyküyü sağlam bir kurguya oturtmak gerekli. Yoksa inandırıcı olmaz. Has Türkler kötü şeyler yapmış olamayacağına, İslam ise her zaman pürüzsüz olmak durumda olduğuna göre, bu ‘elim hadiseler’ başkaları tarafından yapılmış olmalı. Maraşlılar, Sivaslılar – daha doğrusu has Türkler ve Müslümanlar suçlu olamayacağına göre – suç ve her tür kötü şey dışarıdan gelmiştir. Eğer ‘kökü dışarıda olan’ failler belirlenirse, dışarıdan gelen “leke” akıllardan ve vicdanlardan hemen çıkabilir.

Tıpkı Aksiyon’daki yazının girişinde yazıldığı gibi: “Yıllar önce yaşanmış hadiseler ne şehrin hafızasından silinmiş, ne sakinlerinin. Yorulmuş da değiller üstelik; cevabını alamadıkları soruları, görülmemiş hesapları var hâlâ… Hikâyelerinde benzer yanlar da var tabii; şehirde o güne dek hiç görülmeyen bir takım adamların ortaya çıkması ve olayların ardından kaybolması gibi... Aradan geçen uzun yıllara rağmen temize çıkma mücadelesi sona ermiş değil.”

Bir takım ‘tuhaf’ adamlar Sivas’ta bile varmış: “Bir de şehirde kimsenin aşina olmadığı ‘tuhaf tipli adamlar’ meselesi var. Madımak Oteli’nin tam karşısında kuyumcu dükkânı işleten Murat Kiriş de o gün yabancı adamlar görenlerden: “Sanayide dükkânını kapatıp elinde filesiyle evine gidenler, kalabalık neymiş diye bakınca polis kordonunun içinde kaldı. Köşedeki dükkânın önünde bidonlar vardı, sonradan onların içine benzin konduğunu anladık; her şey ayarlanmıştı.”

Sağlam kaynakYazıcıoğlu durumu daha da netleştirmiş: “Şehirlerimizde uzun yıllar kapanmayan yaralar açan olaylar, kesinlikle dış odakların Türkiye üzerindeki operasyonlarıdır. Şehirlerin seçimini ve olayların karakterini dikkate aldıkları, tesadüfî davranmadıkları kanaatindeyim. Sivas, üzerindeki olumsuz imajı kesinlikle attı. Tabii, büyük fedakârlıklar yapıldı, büyük emekler harcandı. Hâlâ belli kesimler, konuyu her yıl gündeme taşımak suretiyle hatırlamaya gayret ediyor; ama bu yaranın sarılması konusunda Sivas ciddi bedel ödedi. ‘Aydınları yakan şehir’ imajı için dışarıda büyük gayretler harcandı ve bu bir Sivas karakteri gibi yansıtılmak istendi. Ama tutmaz; çünkü Alevi-Sünni asırlardır kardeşçe yaşadı.”

Bu ‘kökü dışarıda olan’ failler listesi uzun çünkü dış odakların iç hizmetçileri olmalı. Aksiyon’da adı anılanlar şöyle: “Ankara’da yaşayan Sivaslı Aleviler”, “Sivas’ı bağnaz bir şehir gibi lanse eden CHP’de, Hacı Bektaş ve Pir Sultan derneklerinde görev alan memur zihniyetli Aleviler”, “sol eğilimli polislerin kurduğu POLDER”.

Bu kurgu tanıdık gelmiş olabilir. TRT’de yayımlanan ve güya 12 Eylül’ü sorgulayan Şahların Labirenti dizisi de çok benzer bir kurguya sahip. Dizinin danışmanları BBP Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Öznur ve Avrupa Nizam-ı Âlem Ocakları kurucusu Zülfü Canpolat. (Okumak isterseniz, ‘Şahların Labirenti’ ve çamaşır suyu etkisi. Radikal İki, 2 Aralık)
Düzene uygun şefkat

Sağlam kurgunun bir de barıştırıcı, şefkatli, ulvi öğeleri olması gerekiyor. Madem tüm kötülükler dışarıdan gelmiştir, “şefkatli” olmak, ardından asıl tutkal olan “hepimiz din kardeşiyiz” çıkışını oturtmak gerekli. Yoksa çatışmalara, vicdanların rahat olmamasına zemin kalabilir. Düzen kabulü, yani unutmayı gerektiriyorsa; o zaman ezenlerin ezmediğini düşündürtmek, sonra ezenlerin “ulvi düzeyde bağışlayıcı” olmasını sağlamak gerekiyor.

Tam da Aksiyon’daki yazının yaptığı gibi. Yazıda Maraş defterinin kapatılması için şöyle bir zemin sağlanıyor: “Bugün Maraş’ta yaşayan Sünniler, her iki tarafın da hata yaptığına; fakat faturanın sadece kendilerine kesildiğine inanıyor.” Ama buna rağmen şefkatle bağışlamaya hazırlar. Bu ulvi bağışlama ardından gidenler geri gelebilir; imaj ve ticaret düzelebilir.

Maraş defterinin kapatılması için hazırlanan zemindeki şefkatin ve anlayışın aslında ne olduğunu şu satırlar gösteriyor. Bir katliama maruz kalanlara sunulan şefkat ve anlayış ancak bu kadar. Onlara yapılanlar değil; göçmeleri Maraş’ı “sevimsiz” kılmış.

“Çatışmalarda zarar gören ve yakınlarını kaybeden Alevilerin Antep ve Mersin gibi yakın yerlere göçmesinin Maraş için büyük kayıp olduğu konusunda bütün görüşmeciler hemfikir. İşin aslı, Maraşlılar iki üzüntü arasında kalmış durumda; vaktiyle komşuluk yaptıkları insanların şehirden adeta kaçarcasına gitmesine mi üzülsünler, yoksa olayların gerçek yüzünü bilmeyenlerin yönelttiği ‘Alevi düşmanı’ yaftasına mı? Bir şehir düşünün, üç beş gün süren ve neredeyse bir iç savaşı andıran çatışmaların ardından korkunç bir yalnızlığa mahkûm olmuş, sakinleri Maraş adını anmaya korkar olmuş. Ticareti birdenbire zayıflamış, geleni gideni azalmış… Yazar Ahmet Doğan İlbey, Maraş’ın elli yıl geriye gittiğine inanıyor: “Çoğunluğu Şeyh Adil Mahallesi’nde yaşayan on bin küsur Alevi vatandaş göçtü. Beyaz eşya ticareti yapıyorlardı, mağazaları tahrip edildi. Aralarında müteahhitler de vardı. Topluca göçtüler ve bu durum Maraş’ı sevimsizleştirdi.”
İnadına unutmamak

Düzene uygun kurgunun kaynakları ve şefkati işte böyle. “Unutmak ille de unutmak” diyenler bol, sesleri gür, sırtları ise güçlü. Onların kurgusu ve çabası belli. Adalet isteyenlere ise inadına hiç unutmamak; bütün bu katliamların, bu acıların üzerine gitmek, yüzleşme için çalışmak düşüyor.(SD/EÜ)

BİA Haber Merkezi - İstanbul

27 December 2008, Saturday

Serdar DEĞİRMENCİOĞLU