Pages

Dec 3, 2008

Bilginin Kara Deliği

Aydınlanma Ortaçağ karanlığının kilise (incil) merkezli dogmatik bilgisi karşısında dimdik durdu. Aklı, deneyimi ve duyuları savundu. Bu doğa bilimlerinin motoru oldu. (Uzun uzadıya bilim tarihi ve felsefesini anlatmaya yer yok. Bu nedenle kısa kesip konuya geliyorum). Frankfurt okulu ile başlayan aklı, bilimi, kűltűrű, ve “doğru”yu sorgulama en son doruğuna post modernist ve post yapısalcıların katkılarıyla ulaştı. Darrida, örneğin, dedi ki “doğru çoğuldur”. Sonra dendi ki, bűtűn bilgimiz ideolojik olarak yeniden yapalındırılmıştır. Hani “dogru” yoktu ya, bu sosyal yapılandırmaya verilen destekle birlikte artık objektif bilgi de yok dendi. Ve daha bir sűrű şey daha oldu(şimdilik hatırlamıyorum). Öyle bir yere geldik ki; durum nerdeyse bir boşluk, koca bir boşluk. Birileri dedi ki bu boşluk ve muğlaklığa alışsanız iyi olur çűnkű netlik denen bir şey de yoktur. Muğlaklıktır artık egemen olan.


Dilsel olarak baktığımızda bűtűn bu iddialar söze başlar başlamaz kendiyle çeliştiğini görűyoruz. “Doğru yoktur” sözű doğru ise bu sözűn kendisi de doğru olmamak zorunda. Yanlış ise ben niye inanayım buna? Yani durum nerdeyse “söze” bile olanak tanımaz duruma geldi.
Şimdi her söylenen kendi mutlak doğruluğunu içinde barındırır gibi oldu. (Herkese ‘send de haklısın’ diyen Nasraddin hoca bile gűlűyordur halimize şimdi).
Doğru (mutlak doğrudan sözetmiyorum) yoksa, doğrunun olasılığı dahi yoksa biz ne bok yiyoruz sahi? Ne arıyoruz? Neyi arıyoruz?

Eğer objektif bilgi de yoksa, biz bazı űzerinde hem fikir olduğumuz, göreli bir mutlaklığa sahip doğruları nasıl biliyoruz? Bildiğimizi ya da bilmedigimizi nasıl biliyoruz?

Eğer kimse doğru değilse, kimse haklı değilse, bűtűn bilgiler sosyal ve ideolojik olarak yapılandırılmışsa ben şu Neo Nazi’ye, şu Fenerbahçeli űlkűcűye, şu islamcıya “saçmalama” nasıl diyeceğim?

12 comments:

cüneyt uzunlar said...

Şahane olmuş hocam...

Nokta vuruşu...

'Entellektüel' bulanıklığa ve detaycılığına şamar...

Şopunavur olsa bu yazıyı çok beğenirdi, sırf senin zihninin kıvılcımından etkilenerek...

Sağolasın...

Anonymous said...

aslinda "dogru yoktur" seklinde bir önerme var mi ondan emin degilim....dogrulugun kendisine karsi, ki kendisi siyasal ve felsefi bir stratejiye bagli oldugundan, gelistirilen cözüstürme girisimleri var, ancak "dogru vardir"a karsi gelistirilen bir "dogru yoktur" önermesi sözkonusu degil yine de....mesela foucault "hakikat rejimleri"nden söz ettiginde, dogrulugun hangi bilgi/iktidar rejimlerince üretildigini acik ediyordu....bu elbette su "objektif bilgi" tasarisinda acilan bir gedik olacaktir......derrida, baudrillard gibi adamlarin müdahaleleri yine o tasarida acilan gedikleri getirecektir.....lacan'i alalim, hakikatin kurgu yapisinda oldugunu söylediginde, cok köklü bir epistemolojik gelenegi ters yüz ediyordu.....bugün hakikati anlamlandirma cabalari anlasilir bir kayginin ve arayisin ürünü olarak anlasilabilir, ancak bazi müdahalalerin üzerinden atlanarak varilacak bir hakikat düsüncesi pek ise yarar olmayacaktir....nihayetinde hakikat dendiginde postmodern düsüncede yoktur denilen sey, temelde aydinlanmaci episteme'nin ürettigi hakikat tasavuruydu.....orada anlamlandirilan akil, deneyim ve duyular sorunuydu.....frankfurt okulu ve sonradan postmodernler akademik bir şıklık olsun diye bunları sorunsallaştırmamışlardı.....

dönerim ben yine bu konuya.....

Eleştirel Günlük said...

Sagol Cuneyt! Ama mesele cozum bekliyor. Kaostur beni rahatsiz eden... Ha mutlak herseyin net oldugu bir dunya da tassavur etmiyorum ama ben yanlisi oyun disi birakacak kriter ariyorum...

Eleştirel Günlük said...

Kacak iyi bir giris yapmis orda birakmissin. Boyle olmaz. Cabuk don...

Dondugunde belki yardimci olur diye aciklama yapayim. Ben entellektual cabalarin hepisine evet istisnasiz hepsine (hemfikir olmadiklarim da dahil) tarihsel surecte bilginin gelisimine katkida bulunduklari icin saygi duyarim. Ve asla "akademik bir şıklık olsun" yapildiklarina inanmam, iddia da etmem.

Daha donmedin mi?

Tolga said...

"Doğru yoktur" da ne demek? Ben de böyle birşey duymadım, ingilizcesi nedir bunun?

Hakikatten bahsediyorsan, bu noktada durup tartışabiliriz belki. Bilim, nesneler hakkında kendine özgü bir yöntemle bilgi edinimidir ama sen bunu alıp, "sosyal bilimlere" dimdirekt uygularsan ayvayı yersin. Bahsettiğin filozofların yarattığı "devrim" de budur. Bilimin kendi yöntemsel sonuçlarından yola çıkıp, insan, bilnce uyguladığında "doğal" olarak açığa çıkan problemlerdir bunlar.

Örnek de vereyim. Diyelim senin bahsettiğin Neonazi geldi dedi ki: "Bu yahudiler var ya, çoğu zengin, Almanya'daki iş sektörünün önemli bir kısmı onların ellerin de işçileri de sömürüyorlar, hatta Hollywood da öyle, hatta Bolşevik Partisi'nin merkez komitesinin çoğunluğunu da onlar oluşturuyorlardı."

Şimdi bu "işçi dostu" Nazi'mizin dediği herşey "objektif" olarak doğru! Gerçekten de Yahudilerin çoğu Almanya'da zengin tüccarlardı, gerçekten de bir zamanlar Bolşeviklerin önemli bir çoğunluğunu oluşturuyorlardı, gerçekten de Hollywood'da ağırlıkları var. Eeee? Tüm bunlar istastiksel doğrular değil mi?

Bu durumda objektif doğru diyince tam tersine, Nazi'yi haklı çıkarmış oluyorsun. Yine Lacan'ın kıskanç adam örneğindeki gibi. "Bilim"sel doğrunun dışına çıkıp, "bilim ötesi" ile (mesela marksizm ve psikanalizde olduğu gibi) bakan adam, kadının aldatıp aldatmadığıyla ilgilenmekten çok bu adamın kıskançlığına neden olabilecek tamamen "kurgusal" hakikatlere yoğunlaşır. Bu anlamda, kadının aldatıp aldtamaması değil adamın libidinal ekonomisini şekiilendiren gayet "irrasyonel" proseslerdir bizim için önemli olan.

Bu yüzden "Anglo-Saxon scientist analytical philosophy sucks!"

Çünkü irrasyonalite dediğimiz şey tam da rasyonel olan şeyden çıkar, ikisi ikizkardeş gibidir. Bahsettiğin filozoflar bunu gördüler ya da görmek zorunda kaldılar. Çünkü "Baba" çoktan öldü, bu noktadan sonra alıp bilim'i aynı din gibi yeni bir Baba yapamayız, ve iyi ki de yapamayız.

Biraz hızlı yazmak zorunda kaldım, dildeki hatalarım affola.

Eleştirel Günlük said...

Inanin kisa tutmaya calistim. Bir de yeterince derdimi anlatbildigimden bile emin degilim. Affola…

Kacak ve Tolga "dogru"dan kastim "truth" (dilimi affedin. Yuzumun kizarikligindan sozedeyim mi?). Sanirim bu "truth" da hakikat analminda degil Cunku o zaman da "absolute truth"dan soz etmek gerekirdi.
Tamam dagilmadan konuya doneyim: Daha kolay olacagi icin sizinle hem fikir oldugum-olacagim noktalari kisaca ozetleyeyim:
Doga bilimleri nesnel dunyayla ilgilidir ve bu bilimin (niceliksel) yontemi insan bilimlerine uygulanmasi sorunlar dogurur. Bu sorunlarin basinda da insan'a iliskin bilgiye saglikli olarak ulasilamamak gelmektedir. Ulasilanlar da kup-kuru istatiksel veriler olarak elimizde kalmakta ve bize pek ise yarar birsey soylememektedir.
Insani bir nicelige indirgeyen ve niceliksel veri bankasi gibi kullanan positivistik doga bilimleri methodu ayrica marjinale itilmis insanlari daha da marjinale itmekte onlarin sesini rakamlarin icinde bogmaktadir. Bu nedenle sosyal bilimlerin nitele ve yorumlamaya dayali yontemi bireyin, susturulmus bireyin ve marjinale itilmis guruplarin sesi olmakta ve onlarin yasadiklarina iliskin bilgiler vermektedir verebilmektedir.
Bunlarla hem fikirim. Postmodernistlerin ve post yapisalcilarin bu positivismin otoritesini sarsmalari onunde de egiliyorum. Ancak vurgulamak istedigim bir sey var burada: Positivism hic bir zaman ben mutlak otoriteyim demedi ki. Ben yanilmazim da demedi. Ben mutlak bilgiye ulasmanin tek yoluyum da demedi. Aksine bence bilim tarihinde kendi icinde en tutarli yontem olarak karsimiza cikti. Yanilabilirim dedi. Mutlak dogru yoktur dedi. Hersey degisim icindedir dedi. Bulanikligi gidermek icin goreli mutlakliktan sozedebilirsiniz dedi ki bud a mutlak anlamda mutlak degildi.
Positivism ben insan bilimlerinin yontemi olmaliyim da demedi. Belki positivismin tek eksikligi egemen ideolojinin elinde baski aracina donusebilme potansiyelinin olmasidir. Yani kapitalist ideoloji positivismi kendi aracina donusturmeyi basarmistir. Bu da dogal olarak sorunu positivisme ickin olmaktan cikariyor bence. Sorun ideolojik kullanim oluyor. Yani ben positivism degil positivismin kapitalis ideoloji (ya da egemen ideolojice) kullanimini problematik olarak goruyorum (ha bu arada positivism de mukemmel degil kendi eksiklikleri ve yetersizlikleri de var bunu da tanidigimi soyleyeyim).
Sosyal bilimlere gelince, sosyal bilimlerde de icsel bir sorun yok. Sosyal bilimler de yonteminin elverdigince arastirmasi yapilan hakkinda mumkun oldugunca (thick and rich) bilgi sunuyor bize.
Bir de sunu acikliga kavusturmali “bilimsel’ demek SADECE doga bilimi demek de degildir, olmamalidir. Bilimsel hem doga hem sosyal bilimleri de icine aliyor ya da almali. Bu anlamda da “bilimsel”in disi bana ancak gundelik hayatin bilgisi, inanc vesaire falan gibi geliyor. Yine dagilmadan konuya doneyim. Yani sonucta benim bogustugum sorun bu iki yontemin eksikliklerini elestiriken vulgar bir relativisme (gorecelik) dusup bilgide bir kaotik durumun yaratilmasidir.
Bu kaosu tanimlamak ya da aciklamak bile kafa karistirici oluyor: Yine de meseleyi sadece bir ucundan tutarak deneyeyim (kimbilir daha kac farkli acidan yaklasilabilir bu konuya:
Biz nasil biliyoruz? Cognitive olarak, rasyonel olarak, duygusal olarak, heyecansal olarak, duyumsal olarak, ruhani olarak, telepatik olarak, deneyip yanilarak, arketipikal olarak, sezgisel olarak, libidinal olarak, klasik kosullanarak, operant kosullanarak, ve nihayetinde yukardakilerin hepsi (Holistic) olarak biliyoruz… Sonra Kant cikip diyor ki bakin sunlari duyumlarimizla bilebiliriz ki bu kritik akildir. Bir de transcendental olanlar var ki bunlari da bilemedigimizi biliriz ki bu da salt akildir.
Sonra sofistler cikip gelir 5’yuzyil Yunan’dan der ki herkes herseyi ayni gorup, ayni sekilde isitmiyor, ayni bicimde algilamiyor. Yani ne kadar insan varsa o kadar da ayni seyin bilgisi vardir. Mesela bir tane tas var ama her insanin o tasa iliskin bilgisi farkli ve kendine ozgudur.
Sonra da, kacakova’nin dedigi gibi Foucault cikip tarih boyunca bilginin nasil da sosyoekonomik ve politik kosullara bagli bir erk (guc)e gore olustugunu soyluyordu. Bati’nin zulmu altinda inim inim inleyen bizlere ve kulagimiza bu cok hos geliyordu. Ama Foucault’unun soyledigi dogruydu hakliydi ama bu Bati aydinlanmasinin urettigi bilgi birikimin yanlis oldugu anlamina gelmiyordu ki bu. Ancak entellektuel soylem icerisinde bu yan sanki bir gumburtuye gitti, unutuldu.
Foucault’dan yola cikip bir adim daha ileri gidince (yapisokum mu deniliyor sizing Turkce’de ?) yanlis ne dogru ne ? Kim belirliyor neyin dogru neyin yanlis oldugunu sorunca? Yanit yine “erk”e gelip tikaniyo. Bu nerdeyse butun bir tarihinin bir yalan olduguna kadar gidebiliyor… Iste kaousun bir yani boyle.

Kaosun diger yani da Tolga’nin sozunu ettigi (sanirim) anlam sorunu var. Tolga Lacan'ın kıskanç adam örneğine dayali olarak sozunu ettigin “kurgusal hakikatler”den kastin bireyin yasadiklarina anlam verisi diye anliyorum. Yaniliyorsam lutfen duzelt. Burada da bizim bilgi sorunumuz daha da katmerlesiyor saniyorum. Cunku yine bireyin kurgusuna geliyoruz. Ve bu kurgunun da ideolojilerce carpitilmis, icsellestirilmis, bireysellestirilmis olmasiyla karsilasiyoruz ki burda da bu anlam ya da kurguya ne diyecegimizi bilemiyoruz. Deme hakkimiz var mi ki? Kim bize o hakki veriyor ki adamin anlamlandirmasina laf edecegiz.
Iste bunun icin yanlis kurgulanmis bir seyi adam dogru gibi goruruken biz hangi bilgi otoritesine ya da kriterine gore sacma diyecegiz. Yanlis diyecegiz. Yoksa sen de haklisin mi diyecegiz…yani sorun bizim Nazi’nin yahudilere iliskin istatiksel bilgisi degil (ki yahudilere iliskin istatiksel bilgiler de abartilmis yanlis numaralardi) bu bilgiye dayali nefret dolu irkci dunyayi gercekmis gibi yasamasi ve bugunku epistemolojik kaosda buna karsi cikacak bir dayanagin ve kriterin olmayisidir.


Umarim anlatabildim…

Anonymous said...

İlginc bir yazıydı, arşivime ekliyorum. Teşekkürler

Faruk Ahmet said...

Çok karmaşık, dediğinizin ancak ilgili yan alanlarda dediklerinizle beraber değerlendirildiğinde mânâsını tam kazanacağı bir konu; o yüzden yanlış/eksik anlamalar, fazla sathî genellemeler kaçınılmaz olabilir. Şimdiden affola diyelim:

"Doğru yoktur" dendiğini ben de düşünmüyorum, ama neden böyle dendiğini düşündüğünüzü anlıyorum; ve başka birisinden duysam da şaşıp kalmazdım. Demek ki pozitivizm sonrası söylem ekollerinin içinde bu imâya yol açabilecek veriler bulunuyor, yani bu algıyı tamamen yanlışlayıp kaldırıp çöpe atamayız. O zaman sorun nerede? Bence E. Günlük'ün bu cümleyi fazla "literalist", yani bire-bir almasında. Sonuçta edebî bir formülasyondur bu. Niçe "Tanrı öldü" deyince, "bir yıl önce canlıydı" demek istemiyorsa nasıl, bu da "mutlak doğru/objektif/genelgeçer doğru yoktur" demeye gelir en fazla. Neyse, fazla basitleştirdim, ama bu blogu okuyan herkes Lacan, Fuko külliyatını yutmuş değil (tribünlere oynuyorum).

Doğa bilimleri yöntemlerinin toplum bilimlerine uygulanmasının sakıncalarını 20. yy. bize acı acı öğretti yeterince sanırım. Ama iş burada da kalmıyor gibime geliyor. Büyük B ile Bilim'in dokunulmazlığı, ortaya çıkardığı verilerin tartışılmazlığı da (Modern Bilim'in tüm göz kamaştırıcı başarılarına rağmen) hâlâ bir sorun. Thomas Kuhn kabaca, "bilim tarihi bir çizgi üzerinde devamlı gelişerek ilerlemez. Daha çok halkalar halinde yayılır. Her çağda belirli bir paradigmanın hakim olduğu bir halka vardır. Bilimsel gelişmeler eninde sonunda bu halkayı zorlamaya başlar, kabuller (dogmalar?) yetmemeye başlar ve sonunda halka kırılır, daha büyük ve geniş, ama sonunda yine bir halka olan başka bir paradigmanın içine yerleşilir" [başka bir yorumumdan] derken yukarıda sayılan pozitivizm sonrası düşünürlerin paralelinde gidiyordu diyebiliriz... buna Feyerabend'in "bilimsel metod"un varlığının tam dibine koyduğu dinamitleri de ekleyebiliriz. Bu paradigma halkalarının Fuko'nun iktidar rejimleriyle olan bağlantısını düşünmek de elzem elbette.

"Pozitivizm zaten ...şunları şunları...demedi" kısmındaki sözlerinize, cehaletimden dolayı biraz çekinerek de olsa, katılamıyorum. Sonuçta "Pozitivizm İşleri Başkanlığı"'ndan yoksunuz; bir pozitivist der, diğeri demez. Günün sonunda geriye kalan algıdır, bir bakıma. O yüzden, ben "hayır, dedi" diyorum (inşallah çok pişman olmam, hızlı hızlı yazıyorum çünkü -ama bahaneler üretmeyi bırakalım...). Bu tüm ideolojiler, söylem külliyatları için geçerli olan bir karmaşa kaynağı değil mi, hem? Bir şeye karşı çıkarsınız; ama muğlaklık üzerinden geçinme derdinde olan, referans-gösterme-makinesi bir 'dantellektüel' (bu aralar çok popüler bu deyim, geri kalmayayım istedim) değilseniz önce karşı çıktığınız 'ad'ın içine nelerin girdiğini anlatırsınız. "Din"e mi karşı çıkıyorsunuz? Hangisine olduğunu söyleyeceksiniz. İslam, Hristiyanlık, Budizm...? Her türden mistisizm? Yoksa yalnızca organize din mi? Yalnızca avamda "bozulmuş" halde bulunan töre-din mi? Bunu diğer fikirlere, ideolojilere de yayıverin.

Anlamadığım, neden hâlâ bir "bilgi otoritesi" aradığınız. Bulsanız, ne yapacaksınız onunla? Her soru soran olduğunda kibirle işaret edeceğimiz bir değişmez doğrular listesine ulaşsak bu mutlu edecek mi bizi? Bu yol tehlikeli topraklara uzanmıyor mu sizce de? Demem o ki "doğru", fikrinizi değiştirinceye değin doğru olduğunu düşündüğünüz şeydir. Bu dayanaksızlık, bir konudaki fikrinizi anlatmak için daha başka bir sürü şeyi de anlatmak zorunda olmaklık yılgınlık verici, evet çok yorucu. Ama kim size kolay olacağını söyledi ki? Arkanıza yaslanın ve kaosun keyfini çıkarın derim ben. Neden bu, sözünü söylerken yaslanacak taş bulamamaktan şikayet? Taş da sizsiniz, söz de.

Ali said...

cok tatli bi yazi, bazen farkli bir sekilde benim de aklima gelen bir konu. yani benim durdugum "tarafsiz" nokta bile keyfi ve goreceli ise televizyonda kic elleyen repciye, kantinde solcu doven fasiste laf etme hakkim var mi diye dusunmedim degil.

bu isin vardigi nokta duygular bence. biz biraz da duygularimiz, ozellikle de vicdanimiz ve empati duygumuz yuzunden yirtiyoruz kicimizi. duygu da oznel bir kavram. cikisi yok. yine de onlar dogru olduguna inandiklari seyi yapiyorlarsa biz de yapariz... hakli olan kazansin diye de umut ederiz icten ice.

Anonymous said...

dönerim dediydim ya anca geldim.....
bu arada az cok ve temel olarak söylenecekler söylenmis.....düsünceler genel cerceveleriyle belirginlesirilmis......ötesinde saniyorum bir pozitivizm degerlendirmesine, tartismasina yönelmek, neyin ne oldugunu acmak gerekiyor.....yorumlar yerine bunu baska yazilarda toparlamak gerek kanimca.....
hakikat/dogruluk meselesinin cesitli zeminlerde tartisilmasi farkli boyutlara sahip aslinda.....ideoloji teorisi, bilim felsefesi, politik düzlem.....bi de etik düzlemi ekleyebiliriz buna....nihayetinde ilk ücünün kesisim alani epistemoloji oluyor....
yani bilginin neligi ve dogasi sorunu....
tolga'nin ve faruk'un dediklerini tekrar etmis olmamak icin, uzatmayacagim ama bir kac nokta var deginecegim....
elestirel abi'nin postunda ilk üc düzlemin fazlasiyla birbirine gecmesi sözkonusu, aslinda ilk olarak buna itiraz etmeyi düsündüm, ama nasilsa yazarken firsat bulamadim ve aklimdan cikti.....
mesela "dogru olmak" ve "hakli olmak" farkli seyler olmanin ötesinde, bunlarin her ikisininde devreye girdigi düzlem farkli....
fenerbahceli ülkücüye sacmala dedigimiz düzlem, bizimde ideolojik olarak yer aldigimiz düzlemdir kesinlikle.....sacmalama deme yetkisi bize ideoljik olmamaktan, "ideoloji"den arindirilmis bir bilgiye sahip olmaktan, dolasiyla bu bilginin göreli de olsa) mutlak dogrulugundan, dogrulugunda bir disiplin tarafindan garannti altina alinmis olmasindan ileri gelmemektedir kesinlikle......böyle bakmak, ideoloji yanlis bilinc olarak almaya devam etmek olur ki....dogru-yanlis ayrimini böylece ideolojik olmak-olmamak eksenine dayandirilir, ki öyle olmadigini söylemek icin pek cok sebebimiz var....karsimizdaki "sacmalama!" dedigimizde, "hayir asil sen sacmalama!" itiraziyla karsilasmamiz yüksek bir ihtimaldir ve bu noktada yapilacak sey, sacmalanin bir dogruluk olarak üretildigi kurgunun kendisini desifre etmektir.....eger ideoloji elestirisinin hala bir kiymeti varsa (ki fuco'dan beri biraz tartismali görünüyor) o da bu desifre etme girisimidir....
neyse burayi uzatmak gereksiz, temelde elestirel abinin söyledilerini ilk yorumumda epistemoljik alana indirgeyerek modern ile postmodern arasindaki „bilgi“ tartismasi ekseninde degerlendirdim ve itiraz ettim.....
itirazimin özeti, „hakikatin yoklugu“ önermesini ortaya atanlarda bir mantiksal celiski aramamak gerektigidir (daha da önemlisi faruk ahmet'in dedigidir, yani ifadeyi birebir almamak)...hakikatin neden bir sorun olarak belirdigini ve neden sorunsallastirildigini anlamak önemli aslinda....
hakikat bir kategori olarak böylece belki yeniden anlamlandirilabilecektir....fuco, derrida, lacan dahil bildigim kadariyla hepsi de biraz degisik bir sekilde "hakikatin pesinde"dirler....iclerinde en asirisi baudrillard'dir, ki o da esas itibariyla hakikatin basina geleni anlatmaya, göstermeye calisir.....
modern dönem bir „kesinlikler cagi“ idiyse, postmodern durum bir „kesinliksizler cagi“dir.....buna hayiflanmanin pek bir anlami yok gibi geliyor bana.....
bilim felsefesi icinde önemli bir tartismaydi bu bilgi/hakikat sorunu....ayni sekilde yöntem ve akil sorunu.....popper-kuhn-feyerabend etrafinda dönen tartismalar, en basta bilginin dogasi meselesini bahse aciyorlar....bunlara althusser'i de eklemek yanlis olmaz.....
bu tartisma icinden baktigimizda pozitivizmin iddialarinin teorik anlamda neden bosa ciktigini görüyoruz.....
nedir ne degildir uzatmayayim, ama kendi adima borcum olsun böyle bir degerlendirme yazisi, vakitlice toparlamaya calisayim.....
dogabilimi-sosyalbilim ayrimi yine bir sorundur, bilimin neligi icinde......
bilimin ne oldugu, diger düsünce bicimlerinden, diyelim felsefeden ve ideolojiden nasil ayrilacagi, bilginin hangi asamada bilimsel, hangi asamada ideolojik, hangi asamada felsefi bir nitelik barindirdiginin nasil ayrimlastirilicagi,ciddi bir sorun.....
pozitivizmin bu meseleler etrafindaki otoritesine gelince......bunun güclü bir otorite oldugunu kabul edebiliriz.....özellikle viyana okuluna, mantiksal pozitivizme gelindiginde bütün o aciklamalarin etkili bir ikna edicilige sahip oldugu söylenebilir....ama yine de yürütülen tartismalarin sonunda neyin yanlis oldugunu, bu otoritede neyin boslukta kaldigini biliyoruz....özetle, ampirisizm.....akil-duyum-gercek arasindaki iliskinin ampirisist kurulusu, yanlis bir takim ayrimlastirmalara ve presedürlere dayaniyor......
pozitivizm bu bakimdan sadece pozitivistligini acikca kabul edenlerin bir sorunu da degildir bu haliyle......
modern düsüncenin epistemolojik zemini handiyse cesitli kilik degisiklikleriyle bu ayrimlastirmalardan ve presedürlerden olusmaktadir.....öyleki marksizmde bile güclü bir pozitivist-ampirist damar sözkonusudur......althusser ömrünü buna karsi teorik ugrasa vermistir, didikleyip durmustur......o didiklemelerin sonunda, sadece belirli akimlarin degilde bütün bir modern epistemolojik zeminin yapibozuma ugratilmasi bir yerden sonra kacinilmaz olmustur.....
üstelik bilim alaninda da önemli degisimler, dönüsümler, paradigma degisiklikleri gündemel gelmistir gectigimiz yüzyilda....kuantum fizigini ilk elden anabiliriz mesela.....foco'ya, derrida'ya, lacan'a falan gelmeden daha bu evrede, bilimin kendi icinde bir "kriz" var....
fizik'le metafizik arasindaki iliskiyi yeniden düsünmek zorunlulugu, bilimin kendi pratik alanindan geliyor en basta.....pozitivizmin, bir yöntem ve bilgi modeli olarak ilk kirilmalari da orada gerceklesiyor.....
“Positivism hic bir zaman ben mutlak otoriteyim demedi ki. Ben yanilmazim da demedi. Ben mutlak bilgiye ulasmanin tek yoluyum da demedi“ diyor elestirel abi.... ancak ileri sürdükleri yöntem'i bilginin yegane bilimsel yolu olarak tariflediler, bilimi de düsüncenin yegane dogru bilgi kaynagi olarak kategorize ettiler ve sonucta dogruyu/daha dogrusu dogrulugu da, ancak ampirik bilgi prosedürleriyle temellendirecegimizi teorik olarak kesinlediler.....adorno, yanlis hatirlamiyorsam, pozitivizmin en basta ki sorununun, bilimsel bir dogru/luk sistemi önemi sürerken, kendi felsefi kökenleri konusunda bilgi sahibi olmamamsi oldugu söyler......
bu felsefi kökenler bugün artik biliniyor...ileri sürdügü önermelerin tamami sorunludur ve postmodern teorisyenler bunlara itirazlarinda haklidirlar esas itibariyle.....
isin bu yanindan bakarsak pozitivizmin sorunu, kendi icinde sorunsuzken sadece egemen ideolojinin kullanimdan kaynaklanan bir sorun degildir....elbette bir kullanim sorunundan, kötüye kullanimdan sözetmek mümkündür, ancak daha da önemlisi pozitivizm ve dolayisiyla ampirisizmin kendisi bir tür ideolojinin tezahürü olmasidir (bu noktada tikel ideoloji-genel ideoloji ayrimini göz önünde bulundurmak gerek)...bilginin neye kime hizmet ettigi sorunu, yani üretildikten sonra hangi ideolojik kullanima baglanadigina bakilarak ele alinmamalidir....bu ikincil düzey bir meseledir.....umarim bir vakit bunlari daha derli toplu degerlendirebiliz.....
......
son olarak bilgi kaosu sorunu......"mutlak" ya da "göreli mutlak" addedilen bilgiler ve bu bilgileri üreten prosedürler, eger bu sözüedilen kaosunu asacak seyler olsaydi zaten bu noktaya gelinmezdi....
„bilgiye dayali nefret dolu irkci dunyayi gercekmis gibi yasamasi ve bugunku epistemolojik kaosda buna karsi cikacak bir dayanagin ve kriterin olmayisidir. „
aslinda böyle degil, postmodern teorinin dikkate deger isimleri, mesela irkciligin, cinsel ayrimciligin, tahakküm iliskilerinin, hegemonik alanlarin, sömürünün ya da sömürgeciligin cesitli sekillerde desifrasyon imkanini sunuyorlar....ama en basta, elbette, kendi teorik müdahalelerinin acik ettigi boslugu, ucurumu, imkansizligi, belirsizligi, tedirginligi ve tekinsizligi üstlenerek.....
......
cok gevezelik ettiysem affola, bunlari, firsat buldukca hazirlanacak olasi bir kac yazinin basliklari olarak belirlemek istedim....

Eleştirel Günlük said...

Arkadaslar yazdiklarinizi okuyorum. Aslinda tartistikca sanki netlesecek gibi gorunuyor. Simdi Tolga'yi bekliyorum. (valla sanki acik oturumdayiz gibi hissetmeye ya da oyle olmasini istemeye basladim). Tolga eger tartismaya katilmayacaksan ya da katilamayacaksan haber ver. (Valla zorunlu bir toplanti gibi oldu bu ya. Affola)

Tolga'dan sonra eger yeni birileri yoksa ben tekrar bi toparlatip meseleyi biraz daha netlestiremeye calisacagim. beceremezsem sizden yardim isterim.

Tolga said...

EG abi benim soyleyecek cok seyim yok.

Kisaca son bir iki laf edeyim yine de: Kant'tan ornekler vermissin. Benim bildigim, Kant ayni zamanda, "seyler bize olduklarindan farkli gorunurler" der, buradan kendisi-icin-sey'e gecer. Yani ne yaparsak yapalim, nesneden elde ettigimiz bilgiyle, nesnenin kendisine yaptigimiz gondermelerle nesnenin kendisi arasinda bir aciklik olacaktir. Bu "aciklik" hesaba katilmadan "dogru" bir yontem izlenemeyecegini dusunuyorum.

Ben yanlis anlasilmamak icin asla "relativist", "sofist", "mistik" filan olmadigimi da vurgulayayim. Ben Badiou bu konuda ne diyorsa onu diyorum: "Somut soyuttan daha soyuttur."

Sadece, varolanin (being) "tek" (Singular) olamayacagini, ancak coklu (multiplicity) olarak degerlendirmelerini gerektigini dusunuyorum. Bir de yukarida sozunu ettigim, nesne ile nesneye-dair-elde-edinebildigimiz-veri arasindaki acikligin ve indirgenemezligin ta kendisinin "teori"de yer etmesi gerektigi kanisindayim. Yani yanilgi belki de dikkate alinacak parametreler arasinda en basrolu oynamali.

Bilim'i ciddiye aliyorum, hatta adam gibi bir bilimci olmak icin gayret ediyorum AMA bilim'den bir otorite yaratilamayacagimin da farkindayim, ondan bilimcilik oynayip, yeni papazlar, imamlar, hahamlar yaratilmasi taraftari asla degilim. Gunumuz biliminin iluzyon saydigi "seyler"in bizzat hayatimizda temel roller oynadigi fikrindeyim. Sirf bu yuzden senin tersine "sosyal" bilimlerin yontem olarak doga bilimlerden farkli olmak zorunda oldugunu, cunku "bilinc" devreye girdigi icin ortaya cikan gecislilik durumunu gozardi etmememiz gerektigini de ekleyip, aradan cekiliyorum.