Pages

May 28, 2011

5 No'lu Cezaevi, Bir Ermeni, Toplumsal Bellekteki Yaralar, ve Kűltűr

“5 No'luya dair her anlatım biraz eksiktir” diyor Diyarbakır Zindanı’nın tek Ermenisi, Garabed Demircioğlu. Bu kaçıncıdır okuduğum 5 No’luya dair yaşananları? Her okuyuşta bu kaçıncı mideme krampların girişi, bu kaçıncı uykusuzluk. Her anlatım biraz eksiktir de ondan hiç bir anlatım bűtűnű kapsamıyor. Birindeki eksiklik diğerinde tamamlanıyor ama 5 Nolunun tűm hikayesi hiç bir şekilde tamamlanacak gibi de gőrűnműyor.
Ilk gűnden itibaren Garabed’i hem Tűrk hem de műslűman yapma kararı veriliyor Esat Oktay Yıldıran tarafından. Adı Ahmet’e, dini Islam’a, uyruğu Tűrk’e değiştiriliyor. Yetmiyor! Maşallahlı sünnet elbisesi de giydiriliyor. (Detaylı okumak için şuraya tıklayın.) Daha bir çok şey anlatıyor Garabed. Őlűme kurtuluş denmenin ne mene birşey olduğunu şőyle anlatıyor.
“ Ölüm her an başucumdaydı ama bir türlü ölemiyordum. Bir kurşunla ölmek ne büyük bir lüks ne müthiş bir lütuftu.”
Iki suçlu tarafı var orda yaşananların. Iki suçlunun da farklı farklı katmanları: var. Iki suçludan biri devlet ve ikincisi de içine doğduğumuz kűltűrdűr. Devlet tarafındaki bűtűn sorumlular yani sadece işkenceciler değil, bu işkencecileri yetiştirilmesini, gőrevlendirilmesini, korunmasını ve kollanmasının devletin olanaklarını kullanarak onayan herkes yargılandığında toplumsal bellekte yaratılmış olan yaralar belki kabuk bağlayabilir. Kabuk bağlayabilir diyorum çűnkű inanıyorum ki yasal yollar őnemlidir ama yeterli değildir. Bu yaraların bűtűnűyle iyileşebilmesinin koşullarından biri kűltűrűn kendiyle yűzleşmesi ve bir tűr transform geçirmesidir. Bu işkencecileri sadece devlet yetiştirmedi. Kűltűrűműz dediğimiz dolaylı ya da direkt olarak desteklediğimiz varsayımlar, gőrűşler, değerler yumağı da devlet kadar suçludur. Garabed kűltűrűn bu yanlarının da ipuçlarını veriyor bize. Işkenceciyi yaratan tohumları.
Süleyman Nazif İlkokulu'na gidiyordum. Başka mahallenin çocukları her gün beni ve diğer Ermeni çocuk-larını bir tenhada sıkıştırıyorlardı. İki elin işaret parmağını birleştirerek yu¬karı kaldırır "Müslüman mısın?" ya da iki elin işaret parmaklarıyla haç ya¬parak "yoksa fille misin?" derlerdi. Çoğu zaman o meşum cevabı bile duymayı beklemeden yüzümüze tü¬kürür, tekme tokat girişirlerdi.
Hadi biraz, o başka mahallenin çocuklarının işkenceci ya da nefret dolu bir faşist olma olasılığı hakknda dűşűnűn? Sonra da eger varsa kendi payınızı...

2 comments:

Avram said...

Toplumun genel öğretileri. Sanırım haklısın. Bir kaç gün önce, polifonik koroların Festivali vardı Ankara'da. Kızım da bir çocuk korosunda ve her sene katılıyorlar. Bu yıl, bir anaokulunun ilk kez katılan minikler korosu ilk sahneyi aldı. HErkes merakla o küçücük afacanların ne söyleyerek başlayacağını bekiyordu. Dondum kaldım sözleri duyunca. Bir anda çocukluğuma, ilkokul yıllarına gittim. Bahçede oyun oynarken söylediğimiz saçma sapan bir şeydi. Ve çocuk şarkısı oluvermişti bugün.
"Türklerin gemisi kırmızı direkli.." diye başlayan. İnsanlara baktım, kimse tepki vermiyor. Hocalarının koro şefi olarak öğrettiği ilk şarkı(?) Türklerin dışında herkesi düşman, korkak yapan mavi direkli gemilere bindiren saçma sapan bir şey. Sonra aklıma, askerde Levon'a yapılan düştü aklıma. Levon; Ermeni asıllı. Levon, asker senin benim gibi. Ve bir uzman çavuş, atış sırasında gaz vermeye çalışıyor Levona: Vur şu Ermeniyi!
Hadi biz, tuhaf bir mangaydık elimizden zor aldılar o uzmanı. Ne yaptığının bilincinde bile olmayan saf birisi. Peki ya o koro şefi?
O çocukların arasından çıktı Esat Oktay. Okudu, (güya) adam oldu, subay çıktı.

Eleştirel Günlük said...

Cok tesekkurler Avram. Evet iyi'lerden cok kotuler cikiyorsa icimizden bir sorun var demektir...