Ramazanın ilk sabahı uyandım, traşımı oldum. Aynada baktım zayıf hatlarına yűzűműn. Kahvalatımı yaptım; çay, ekmek, zeytin. Sonra ilk sigara. Ikincisini de sokak kapısını çektikten sonra yaktım ve tuttum okulun yolunu. Korkuyordum. Ama korkum geri adım atmamı zorunlu kılmıyordu. Sanki bűtűn kasaba arkamdan taş atacak ya da linç edecek gibi hissediyordum. Sanki herkes sokaklara dőkűlműştű.
Kazasız belasız okula kadar geldim. O gűn de nőbetçiyim. Oğrencileri içeri aldıktan sonra her zaman ki gibi bir sigara daha yaktım derse girmeden. Stajyerim ya hemen műdűr muavini beliriverdi őnűmde. "Hocam őğrenci őnűnde sigara içemezssiniz" dedi. Etrafıma baktım, hangi őğrenci der gibi. “Őğrenci falan ben gőrműyorum gősterir misiniz hocam” dedim. Yav hocam Ramazanda da olur mu bu?” dedi… “Haaa! Sizin asıl derdiniz o, değil mi? şimdi derse girmeliyim” deyip hafiften omuzuna çarpıp gittim. Derste őğrenciler dűşmana bakar gibi bakıyorlardı. Hiç biri dersi dinlemiyordu.
űçűncű ya da dőrdűncű derse başlayalı 10 dakika olmuştu ki, műdűr muavini sınıfa gelip, MEB ilçe Műdűr Yardımcısının beni çağırdığını sőyledi. “Hayırdır, polise falan da haber verseydiniz” dedim. Műdűr muavinin odasında bekliyordu MEB Műdűr yardımcısı. Merhaba deyip oturdum.Hemen ardımdan da o alkolik űlkűcű arkadaş geldi. Gűlmemek için kendimi zor tutuyordum. Lisede de disipline gittiğimden kendimi yine disipline gitmiş bir őğrenci gibi hissediyordum. Őğretmen olmuştum ama őğrencilikten kurtulamamıştım (Hala da őğrencisiyim hayatın ya, neyse). MEB Műdűr Yardımcısı “Hocam Ramazan” der demez bizim űlkűcű atıldı “Annem derdi ki, “ diye başlayınca gerisini dinleyemedim. O Lafını bitirince, ben yetkisini kendi inancına ve ideolojisine gőre kullandığını ve eğitimin devamlılığını ve sűrekliliğıni sağlamakla yűkűmlűyken bizi dersden çağırarak eğitimi aksattığını, falan filan bir gűzel dőktűrdűm. Birden otorite tavrı değişmiş yumuşamaya başlamıştı. “Yoo hocam burası kűçűk bir kasabadır, halk cahildir, onun için sizi bir arkadaşça uyarayım dedim” dedi. “Biz ne zamandandır arkadaşız? Hem bu nasıl bir arkadaşlıktır beni dersten MEB Műdűr Yardımcısı sıfatı ile çağırıyor bir odaya, kapıyı kapatıyor, sonra da azarlar gibi nutuk çekiyor? Ben mahkemeye verceğim sizi “ dedim ve kapıyı çekıp çıktım. Çok mutlu hissediyordum kendimi. Ağzının payını vermiştim itin.
Őğlen bakkaldan ekmek alıp eve yemeğe giderken, liseliler pis pis bakarken, orta okullu çocuklar “Afiyet olmasın őğretmenim” diyorlardı arkamdan. Bazan da orta 1inci sınıf őğrencileri yanıma gelip neden oruç tutmadığımı sorardılar. Bir çocuk edasıyla “Yav karnım acıkıyor yav” derdim gűlűmsemeyle. Çocuklar garip garip bakardı yűzűme…
Iki gűn sonra bana ek gőrev çıktığını őğrendim sarı bir devlet zarfıyla. Ilçedeki Imam Hatip’de ders verecektim. (Sahi ne dersiydi? Hatırlamıyorum bile. Herhalde ne olduğu hiç őnemli değildi !) Sonradan őğrenecektim eski bir gűreşçi olan Imam Hatip’in műdűrű MEB Ilçede őzel istekte bulanmuş beni adam etmek için. Hemen ertesi gűn dersim var orda.
Sabah ikinci ya da űçűncű dersti. Gittim. Őğretmenler odasında iki őğretmen vardı. Merhaba dedim ve oturur oturmaz sigaramı yaktım. Hemen gittiler. 5 dakika sonra da műdűr geldi. Hiç tanışmamıştık. Şőyle kaşlarını çatarak, korkutmaya çalışırcasına “őğretmen misin?” dedi. “Benzetemedin ama evet sen kimsin?” dedim. Okulun műdűrűyűm dedi. “Ben de benzetemedim, ciddi misiniz” dedim gűlűmsemeyle. Hocam biraz odamda konuşalım dedi ve kendisini takip etmemi isteyip yűrűdű. Odasında beklenen entellektűel(!) tartışma başlamıştı. Tartışma saygı çerçevesindeydi. Ben sigaramı onlara inat içmediğimi, Ramazandan őnce de içtiğimi. Ramazan geldi diye benim davranışımı onlara saygı adına değiştirmemi beklemelerinin ahlaksal olmadığını aksine zorba ve saygısız olduğunu bu nedenle çoğunluğun bana saygı gőstermesi gerektiğini sőyleyince “olmaz ki bőyle hocam” dedi. “Bakın derse gireceğim isterseniz soruşturma açın, isterseniz cihat çağrısı yapın, ben gidiyorum bir sigara daha içeceğim derse girmeden “ deyip gittim.
Sonraki hafta benim Imam Hatip’teki dersim bir şekilde meslekçiler tarafından dolduruldu. Ve eski haftalık çalışma programıma dőnműştűm. Soruşturma falan açılmamıştı. Ben de mahkemeye vermedim tabi; verse miydim acaba?
Sonraki Ramazanda őğlen benimle yemek yiyen lise 3űncű sınıf őğrencilerinin sayısı 4 tű ve hep korkudan oruç tutuyor gibi yaptıklarını itiraf ediyorlardı.
9 comments:
Ben dil tarih-coğrafya fakültesinde öğrensiyken her ramazan olay çıakrdı.Biz inatla yemek hanede yemek yerdik sonra sandalyeler havada uçardı.Ülkücüler kafamıza sandalye atardı ve hatta kızları yemekhanenin önünde tehdit ederlerdi.Sonuç olarak hiç bir şey olmadı...Yaptıkalrı zorbalıklarla kaldılar ,yazık ki oruç tutacağımız varsa da tutmadık ...İnadımdan yemek hanede bir ay yemek yedim ....
O haber, tam da ben Twitter!da genç birisi ile Anadolu'daki tahakkimer yapının sanıldığı gibi bir kaç yıllık bir olay olmadığını, her ramazanda olduğu gibi gene birilerinin canının yanacağını tatlı tatlı tartışırken yaşandı. Şaşılacak bir durum değil benim açımdan. Hatta, Erzurum adını görünce inanın düşünmedim değil; gerçek mutaassıpların tam çoğunluk olmadığı yerlerde aslında olay çıkaranların ülkücü kesim olduğunu. İşin ironik yanı, bu heriflerin o saldırganlığı-kudurganlığının altında dürtseniz, oruçlu falan olmadıklarını görürsünüz.:))
içimizdeki karnaval ve Avram tesekkurler yorumlariniz icin. Sorun bireyin haklarinin cogunlugunun ezici baskisina peskes cektirilmesinde. Bu ulkede hukuk bireyi ne yazik ki koruyamamkta.
abi selam,
gecen gün yazdim da simdi diyeceklerime benzer bir yorumu, cok uzun oldu, bilmem ne kadar harf karakterini gectin diye bir uyari geldi yayinlanmadi sitede yorum….simdi benzer düsünceleri yeniden yazacagim, ramazan bitmeden konuyu tatliya baglamaya ve kesin olarak cözmeye imkani yok tabi, ama bir kac degisik noktadan konusmak da yarar olabilir…
medyatik boyutta olay, haliyle acik ya da örtülü olarak, sistemin laiklik-islam catismasini yeniden üreten cinsten sunuluyor…bir yanda, bakin kacinci yüzyildayiz ve hala neler oluyor seklinde sunuluyor mevzu, öte yandan bunlar önemsiz seylermis, vaka-i adiyeden, hani tecavüzü kadinin erkegi ayartmasi seklinde düsünüldügü gibi bir mantikla aciklanabilirmis seklinde sunuluyor…
aktardigin anidaki olaylar hep oldu ve olmaya devam ediyor….münferit midir artik bu olaylar, öyle görülebilir mi, bilmiyorum…safiyane bir yaklasim olacaktir belkide böyle bakmak….aniyi aktarmanin ve orada ifade ettigin cesur tavrinin anlamini bu yaniyla anliyorum….bir sorun var ve buna karsi tümüyle sessiz sedasiz kalmak dogru degil…..
öte yandan anida ifade ettigin yaklasim ve tavir dogru mudur, ona da takiliyor benim aklim…disardan yapilan müdahaleleri, tehditleri, siddeti bir yana birakirsak bir an icin, bunlarin gecildigiini düsürsek, oruc tutan müslümanlarin diyelim senin bulundugun okulda hep bir agizdan, hocaya karismayin, istedigini yapabilir dedigini düsünürsek, acaba yine dogru olur mu böyle bir yaklasim….yani senin icinde dogru olur mu bu?....
kürtce duyunca derin duygulari incinen ve galeyana gelen, inanc mevzu bahis ise artik insanlarin sinirlari nereye varacagi belli olmayan bir hezeyana kapildiklari bir kültür icinde yasiyoruz…bu ayni zamanda elbette siyasal bir sorun ve belki cözümü de siyasal alanda olabilecek bir sorun…ama meselenin öncelikle ve daha cok kültürel bir vaka oldugu sir degil…
inanma ve inanmama hakkini, bir hak olarak, kendi anlam dünyasinin erdemine dönüstürememis bir kültürdür söz konusu olan…en sonunda da bu hadise,ulus devletlesme ile birlikte, siyasal ve ideolojik catismanin ana halkalarindan biri haline dönüsmüstür…baska yerlerde cözüm nasil olmustur, bu hak nasil bicimlenmistir, olmus mudur ve dahasi oldu sanilan sey iyi midir ayri bir tartisma olarak yürütlebilir, ama biz de münferit olaylardan büyük ve sistemsli vakalara bakildiginda, bunun olmadigi acik….
uzatiyorum…
aktardigin ani vesilesiyle aslinda robin le poidevin’in, politik mesaji „hosgörü“ olan, „ateizm/inanma ve inanmama üzerine“ adli kitabina isaret etmek icin yaziyorum…..anlattiklarini okurken onu hatirladim….seninki gibi kisisel deneyimler, karsi deneyimlerle birlikte gündemde tutulup saniyorum yani sira bu kitabin tartismalarini da bir sekilde ele alinmalidir….
Tartisma tümüyle akademik ve soyut görünebilir, oysa gündelik yasam dedigimiz sey bunun bizde tamamen politik ve cok somut bir mesele oldugunu gösterir….inancin baska inanclarla iliskisi ve sonunda da inancsizlikla iliskisi sorunu…belirli bir kültürel yapinin ve onun ürettigi insan tipüinin asilmasini getirebilir mi bu tür tartismalar…budalaca bir düsünce gibi görünüyor bu da, ancak sahici tartismalarin, sahici düsünme cabalarinin, tavir alislarimizi bicimlendiren, bize bir sey katan ve kavrayislarimizi gelistiren etkinlikler oldugunu budalaca da olsa düsünmek iyidir gibi geliyor bana….
ateizmi, bahadir boysal gibiler üzerinde konusmak ne kadar sinirli ve sorunlu bir seyse, inanci ve tanriya inanmayi da benzer bir cercevede tartismak ve sonuclandirmaya calismak sorunlu olacaktir….inancin bu anlamda saygi duyma talebi ve beklentisi, yalnizca dinsel saldirganlik, tehdit ve siddet mantigi icinden üreyen bir seymis gibi alinmamalidir….burada bizdeki sorun saniyorum esas olarak beklenilen saygi talebinin cercevesinin belirsiz kalmis olmasidir, ki bu da toplumsal pratiklerimizin bu türden meselelerle hakkiyla yüzleseyen bir tarihsellikten gelmesiyle ilgilidir….dünyanin her yerinde belki az cok böyle…saygi talebi ile özgürlük karsi karsiya konularak düsünülüyor mesele, saygisiz bir özgürlük özgürlük degildir ile özgürlük benim her seyi istedigim gibi yapabilmemdir seklinde yürütülüyor, ve tabiiki aslinda düsünülmemis oluyor….
inancin hor görülmesi ve inancsizligin saldirya ugramasi nasil asilabilir, ideolojik ve politik bir gerilim hatti da olusturan bu kültürel yapiya nasil müdahale edilebilir ve cözümün politik karsiligi ne olabilir…agir bir sorun bu…poidevin’in „hosgörü“ imasi, liberal anlamda, inanclilarla inancsizlarin yanyana yasadigi ama yine de karsilikli olarak kümelendikleri bir öneri degil….inanma ve inanmama üzerine, esas olarak da bir anlamda ateizme sorumluluklarini, önermelerinin gecerliligi üzerine düsünmeyi hatirlatan, en basta da kuramsal olarak birbirini anlamayi öneren bir yaklasimi söz konusu…
inanca saygi duymak gerekir, bir ifade olarak saygi duyuyorum demekle degil, davranis olarak da, inancsizlik ve inancsiz varolus bicimi de bir saygisizlik gibi görülmemeli….iyi ama, nasil olacak peki bu…senin maruz kaldigin uygulamalar ve gördügün reaksiyonlara karsi olmaya calismak bir boyutu….öte yanda ise, senin kendi tavrini gerekcelendirirken öne sürdügün argümani tartismak gerek….bu argümanin gerisindeki inanc tasarisini da saniyorum tartismaya dahil etmek gerek…
böylece, selam edip cekileyim.
Cok tesekkurler Kacak. Guzel sorular sormussun. Gecistirmek istemiyorum. Sonra bi ara detayli yazarim.
Kacak saygi tartismasinin saldirganlik, tehdit, ve siddet mantigi icinde ele almaktan ote butun yogunluguyla yasamamizin kuskusuz tarihsel ve kulturel yanlri var. Inkar edilesi degil bu. Ve eminim bu saldirganligi ve siddeti yansitan da (inananlar) ve hisseden de (inanmayanlar) Turkiye'de ki egemen ideolojiden payini almistir. Turkiye kosullarinda kuskusuz ki inanlarin saldirisinin siddetinde nasilsa bir nebze Kemalist ideolijinin baskisi varsa da inanmayanlarin da inananlari algilayisinda da bir nebze rolu vardir. Yani inancin hor gorulmesi ve inanmamanin inanca tehdit gibi gorunmesi. Ancak bu konulari tartismaktan (her ne kadar budalaca gorunse de) baska cikar yolumuz da yok. Ote taraftan saygi ve ozgurluk ikiliminde ben meseleye guc iliskileri acisindan bakilip cozumlenmesi gerektigini dusunuyorum. Yani saygiyi isteyenin (istemekten ote dayatmasinin) cogunlugu olusturmaktan kaynakli bir gucu var. Bu gucu argumanlarinda tartistigi surece istemleri dayatmaya donusuyor. Ote taraftan inanmayanlarin bu dayatmaya aldiklari tavir kendi ilkelerinden odun vermemeye dayali bir tur nefsi mudefa oluyor. Inaniyorum ki dayatmaci tavir olmasa insanlar biri oruclu ve digeri oruclu olmayan gul gibi beraber vakit gecirebilir. Cunku dedigim gibi inanmayanin inanana giciklik olsun diye yaptigi bir sey degil zaten bu. Bir de "saygi beklentisi" basli basina sorunlu bir sey. Kendin inandigin icin yaptigin bir seyden baskalarinin saygisini beklemek talep etmek basli basina problematik geliyor bana. Ama dedigim gibi konusmaktan - insan gibi konusmaktan - baska caremiz yok anlasmak icin...
Kacak ikinci yorumunda yazdiklarina dair bir iki kucuk deginme. Kesinlikle katiliyorum sana mesele siyasi olmaktan daha cok kulturel. Bu kulturel sorunu asabilmenin yolu da icigina bicigina butun bilincalti bilincustu varsayimlarimizi hatta dil yapilarina kadar irdelemek. Ornegin argumani kurarken "hocaya karismayin" denmesi bile dogalinda bir karisma hakkinin varolduguna (hakmis gibi sakli olduguna) gonderme yapiyor. Sonucta ben sorunun saygi kavrami adi altinda bir "dayatma" olmasiyla ilintili goruyorum ki bu da guc kavraminin boyutlarini irdelemeyi zorunlu kiliyor.
Yaşadığımız ülkede herkesin olduğu gibi kavramlar ve yaşantılar da şucu ya da bucu ne yazıkki. Konuşurken ya da yazarken otururken veya kalkarken her ne yaparsak yapalım bir süperegonun ağır etkisi ile karşıkarşıyayız. Bu gerçek her ne kadar da ortada olsa bile: Ramazan ayında Ağrı da ermeni bir ailenin daha küçüçük ermeni çoçuklarının bile (kesinlikle korkularından değil)aleni olarak yemek yemediğini hatırlıyor ve müslüman komşunun da o Ermeni ailesine iftarlık ikramlarını ve hatta ermeni aileyi iftar yemeğine davet ettiklerini hatırlıyorum da... Sen ve ben yani biz yani kısaca insan. Ne değişti hayattımızda acaba? Ya da neyi değiştirmemiz gerek? diye aklıma geliyor.
Post a Comment