Pages

Mar 26, 2012

Anna

Çok sevdim bu șiiri. Ben gibi Allahsız biri nasıl olur da “inançlı” bir șiiri sever diye bir șey söz konusu değil, çunkü ben iyi șiir severim. Neyse bu șiirde bir tek șey rahatsız etti beni. O da seslenilenin Anna olușu. Neden Hatice, Emine, Ayșe, falan değil de Anna?( Diğer bazı șiirler de vardır buna benzer adlar kullanır - șimdi bi tek Atilla Ilhan’ın Pia’si geliyor aklıma ama daha diğerleri de vardı). Neden Türkiye dıșından bir isim? Neden illa Batılı bir isim? Bir de onunla gitme isteği var. Nereye? O nerde? Șairin bulunduğu ülkede mi (Türkiye), yoksa kendi memleketinde mi? Peki bu kaçma isteği nereden? Türkiye’den mi (kim kaçmak istememiștir ki bu lanet ülkeden?)? Peki nereye? Onun ülkesine mi? Neyse bütün bunlara ragmen güzel bir șiir. Iyi okumalar…

Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıylabaşlayan adamlarız anna.
büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.
piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.
işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.
insaf et anna!

gidelim buradan.
senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların…
tamam sustum.
gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler,sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…
bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba,babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.
hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.
gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.
sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.

tarik tufan
http://tariktufan.net/post/5930856837/tar-k-tufan-anna

3 comments:

Gulsen said...

"gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak. "

çok iyiydi...

zihni örer said...

Şiirin estetiğine, heyecan tetikleyici yapısına ben de hayranım.

"sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz..." kalınmasaydı, anna'yı hayal etmesi bile kralın iznine bağlı olabilirdi.

Estetik ile somut gerçekleri gölgelemeye çalışmış.

sezai karakoç'un monaroza şiiri de beni çok etkiledi. Bu bahaneyle bloga koyayım:)

Eleştirel Günlük said...

Mona Roza da baska bir ornek, batili isim kullanmaya...