Pages

Oct 31, 2012

Oya Baydar'dan “Aç değiller, yiyorlar”a dair

Serpil Odabasi - Hunger Strike
Ne güzel yazmıș Oya Baydar. Ne sade yazmıș.

Ama anlar mı Bașbakan? Anlar mı gözünü kan ve ölüm bürümüș savaș tüccarları? Anlar mı “Vatan, Millet, Sakarya” dan bașka ezber bilmeyen sürü? Anlar mı “bunlar Kürt ve nasılsa PKK’lı” diyerek insanlığını, ahlakını, yüreğini umursamazlığın ardına saklayan kalabalık? Anlar mi 24 saat aralıksız ve çeșitli kanallarla beslenen ve azdırılan korkunun krallığı?

Iște bir kaç alıntı bu güzel yazıdan.

Çocukların, gençlerin, kadınların, erkeklerin, bu ülkenin insanlarının kanı hiç bu dönemde olduğu kadar ucuza gitmemişti. Kadınların hedef olduğu namus(suzluk) cinayetlerinden küçücük çocukların yakınları tarafından hunharca öldürülmelerine; yan baktın, eğri durdun, solladın, yolladın cinayetlerine; kimisine şehit, kimisine “ölü ele geçti” dense de onbinlerce insanımızın şu kirli savaşta aynı ölümle ölmelerine toplum alıştı, kanıksadı. Bu ülkenin insanlarını, hele de siyasilerini kan tuttuğu, sürmekte olan açlık grevleri karşısında takındıkları tavırdan belli.

 Aşağılayıcı, biraz da alaycı, en önemlisi de acımasız bir tonda “Aç değiller, yiyorlar” derken, bilerek bilmeyerekaçlık grevi ile ölüm orucunu bir tutuyor. 

“Kuzu şişi götürürken, içerdekilere ölün diyorlar. Oturmuş Kızıltepe’de kuzu kebabı yiyorlar” sözlerini ne vicdanla ne de sorumlu devlet adamlığıyla bağdaştıramadım. Öncelikle, Tayyip Bey’e ilham veren fotoğrafın tümüyle provokatif bir psikolojik harekâtın, -eşyayı adıyla çağıracak olursak- iğrenç bir sahtekârlığın parçası olduğu, BDP’lileri birlikte kır yemeği yerken gösteren bu resmin aylar önce çekildiği tartışmasız bir gerçek. Ayrıca, BDP’lilerin yediğinin içtiğinin konuyla en küçük bir ilişkisi yok. Bu kadar düzeysiz bir polemikle mi hallolacak Kürt sorunu? Üste çıkmanın, hasmı yenip -o neyin kanlı zaferiyse-  zafer kazanmanın mümkün olacağını düşünen bir kafayla bu ülke nereye gidecek? Kürt sorunu nasıl çözülecek? Barış nasıl sağlanacak? 
http://t24.com.tr/yazi/ya-siz-ne-yiyorsunuz-sayin-basbakan/5823

Oct 25, 2012

Sahi

sahi
şimdi siz hiç bir şey olmamış gibi bayram mı kutlayacaksınız?
namaz da kılacaksınız he?
dua de edeceksiniz, öyle mi?
bayram diye sevineceksiniz de?

sahi ya kurban bayramı bu.
yanında bir iki insan kurban verseniz,
hele de şöyle kürdünden ve teroristinden,
ne de çok sevaba geçersiniz
Tanrı'nın, TC'nin ve Tayib'in katında.





Oct 23, 2012

Ta içine...

Her ne koșulda olursa olsun insanların yok sayılmasını, katledilmesini, zulma uğramasını, ve açlık grevlerinde yașamlarını ortaya koymak zorunda kalıșlarını göz ardı etmeye izin veren bütün dinlerin, ideolojilerin, ahlakların ve de sınıf bilincinin ta içine sıçayım.







Oct 22, 2012

Yürü üstüne - üstüne

Nerede olursan ol, 

İçerde, dışarda, derste, sırada, 

Yürü üstüne - üstüne, 

Tükür yüzüne celladın, 

Fırsatçının, fesatçının, hayının







Oct 19, 2012

Umurunuzda mı ?

Insanlar cezaevlerinde açlık grevinde sınırlara dayandılar?

Haberiniz var mi?

Umurunuzda mı hiç?

Sessiz kaldığınız ve sessiz kalmayı yeğlediğiniz her zulum bir gün sizin bașınıza da gelebilir.

Kimse muaf değildir insanlık dıșı uygulamalardan.

Kimse!

Bu Mehmet Güneş'in savunmasından






Bu da Cüneyt Özdemir'den

"Bu açlık grevlerini haberleştirmememiz aslında büyük bir ölçüde kendi içimizdeki otosansürün nasıl hareket ettiğinin de iyi bir göstergesi. Türkiye'de gazetecilik yapıyorsanız yıllar içinde dayak yiye yiye bazı dokunulmaz konular olduğunu biliyor ve ona göre pozisyon alıyorsunuz. Önemli olan bir konuyu övmek ya da yermek değil. Mesela bu eylemi yerden yere vurup eleştirebilir, PKK'lılara kızabilir, hatta küfür bile edebilirsiniz. Ama yapmıyorsunuz. Tam tersi görmezden geliyorsunuz. Zira biliyorsunuz ki bazı konularda eleştiri bile tehlikeli, o yüzden ademe mahkûm etmek en iyisi"
Kaynak: http://www.imc-tv.com/haber-cezevlerindeki-aclik-grevini-gorduler-5029.html#.UIEwhxVYG3A.facebook#ixzz29kg6FYQd

Oct 17, 2012

Sosyal medyada yeni gőrseller, faşist propaganda ve ideolojik tutum

Nefret ediyorum bazı facebook ya da sosyla medya paylașımlarından. Artık kimin șair olduğunu bile karıștırır olduk. Hangi șiir ya da șiirimsi kime hangi șaire aittir bilmek nerdeyse imkansız.

Bir de ortalıkta yoğunca dolașan sığ ve fașist propaganda görselleri var ki, bir çok insan üzerinde düșnmeden bir diz refleksi gibi paylașıp duruyor ortaliklarda. Fașist söyleme hizmet ettiğini bile farketmeden oluyor bu paylașımlar. Ve en tehlikeli fașist propaganda da bu zaten; bilinçsizce içselleștirilmiș yanlıș algılar (lillizyonlar). Daha önce algı ve bilginin manipülasyonunda medyanın rolüne değinmiștim.

Ama nedense insanların, hem de eğitimli ve duyarlı diye bildiğim insanların bile,  bu görselleri paylaștığını görünce zıvanadan çıkıyorum. Bir ara boșver diyordum. Ama sonraları baktım ki olmayacak. Arkadașlığımı yitirecek olsam da ses edip bu paylaștıklarının anlamlarına dair ayna tutmaya çalıșıyorum. Evet rahatsız bile edecek düzeyde “niye bunu paylaștın?” diye soruyorum artık. Çünkü sormasam o propagandalara sessiz onay vermiș gibi hissedeceğim kendimi. Bir de bunları paylașarak kendi zekalarına bile hakaret ettiklerinin farkında olmadıklarını söylemek istiyorum çünkü bu görseller o denli zeka fakiri düșüncelerin ürünleri ki bunu görmemeleri korkunç bir șey. Bu görsellerin en tehlikeli yanı ise direk söylediklerinden öte söylemedikleri - dolaylı olarak sakladıkları ya da gizlice gönderdikleri mesajlardır.

Iște bir örnek. Biraz evvel gördüğüm șu görsele bakın.


Sevdiğim bir arkadaș paylașmıș. Marx’ın sözü mü ondan bile emin değilim. Arakadașımın Marx okumadığını da biliyorum. șimdi söylenen sözle cehaletin yeni bir tanımı yapılıyor burda. Ve korkunç ve alabildiğine sığ bir tanım bu. Cehaletin kriteri olarak doğa bilimlerindeki gelișmeler örnek olarak gösteriliyor. Bir digger kriter de çember sakallı olmak. Bu görsel sadece her çember sakallının cahil, hem de kara cahil olduğunu söylemiyor ayrıca șiddet dolu, korkunç adamlar olduğu önyargısını besliyor. Bu da daha çok Batı merkezli bir mentalitenin propagandası gibi duruyor. Çember sakallının Batılıya korkunç gelmesini anlarım da bize, niye bu kadar korkunç geliyor bu. Ya da korkunç gelmesi gerekiyor. Komșumuz ya da yakın akrabamız çember sakallıyken bu korku politikası nedir? Oysa ki çember sakallı olup oldukça zeki, entellektüel olan insan da vardır ve bu insanlar șiddet dolu değil barıș dolu da olabilirler. Peki bu resmin kaçırdığı, ya da sakladığı diğer cahillikler nelerdir? Bu resmi paylașanlar bu cahilliklerin de farkında mı? Iște bir can alıcı nokta da bu.


Bir diğer cehalet de cahilliği sadece çember sakallıda aramak değil midir? Peki

  • Bol yıldızlı apoletleriyle paşalarının kıçını yalayan cehalete ne demeli? 
  • Kapitalinin űstűnű bayraklarla, hem de kanlı bayraklarla, őrten milliyetçi-kapitaliste sessiz kalan cehalete ne demeli? 
  • Yűzyıllardır birlikte yasadığı insanların sosyal, ekonomik, ve politik haklarının çiğnendiğini gőrűp de sessiz kalan cahilliğe ne demeli? 
  • Kendi cocuklarını yiyen bir canavara dőnűşműş bir devlete durmadan asker çocuk doğurur, kirli savaşlara kurban eder sonra da “vatan sağolsun” diyen cahilliğe ne demeli?

Oct 16, 2012

Anne Kürt ne demek?

Böyle insanlara ve yazılara çok ihtiyaçı var bu ülkenin.

Foto: Nehir Ida


http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/anne-kurt-ne-demek-1448

-- didem koryürek

Altı yıl önceydi. O zaman 7 yaşında olan kızım hayatında ikinci kez, annemin oturduğu Küçükçekmece'de sokakta oynamaya çıkmıştı. Eve geldiğinde meraklı bir ifade ile yüzüme baktı ve 'Anne Kürt ne demek' diye sordu. Şaşırdım önce. Sonra dilimin döndüğünce Kürt kimliğinden ve dilinden söz ettim. Bir Fransız okuluna giden kızım 'Yani Fransızlar gibi mi? Onların da Fransızlar gibi ayrı bir dili mi var?' dedi '. Güldüm, ‘Evet, Fransızlar gibi’ dedim. Sonra Kardeş Türküler’den Kürtçe bir şarkı dinlettim. Ardından niye birdenbire tüm bunları merak ettiğini sordum. Küçücük kızımın boncuk gözlerinden tuhaf bir bulut geçti adeta. ‘Sokaktaki kızlar Kürt çocukları ile oynayamazlarmış. Yoksa anneleri kızarmış. Benim de oynamamam lazımmış. Ama ben oynamak istiyorum’ dedi. O an yüreğime saplanan acıyı bugün tarif etmek çok zor. Yalnızca kulaklarımın uğuldadığını ve ‘Biz ne zaman bu kadar acımasız olduk? Biz ne ara çocuklarımızın arkadaşı olan diğer çocukları Türk-Kürt diye ayırmaya başladık? Biz nasıl anneler haline geldik, nasıl korku doluyuz ki küçücük yaşlarında çocuklarımızın kalplerine nefret sokabiliyoruz?’ diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Sonra annemin evinin tam karşısındaki, yeni ama çirkin apartmanın küçücük alt kat penceresine daha bir dikkat ile bakmaya başladım. O pencerede beyaz başörtüsünün ucu ile ağzını kapatan çok genç bir kadın, bir yandan bebeğini camdan baktırıyor, diğer yandan sokakta oynayan oğluna Kürtçe sesleniyordu. Ev iki göz oda olmasına rağmen, iki kardeş, iki gelin ve on kadar çocuk bir arada yaşıyorlardı. Evin kadınları hemen hiç dışarı çıkmıyor, erkekler ise her akşam ellerinde torba torba ekmek ile geliyorlardı. Çocukları Türkçe’yi zor konuşuyordu. Bisikletleri, patenleri ya da sarı saçlı bebekleri yoktu...

Yıllar içinde mahallenin istenmeyen çocukları büyüdü. Camdan bakan bebek ilkokula başladı. Tuba benim kızım ile yaşıt, güzel gözlü bir genç kız oldu. Abileri yakışıklı birer delikanlı oldular. Ne zaman anneme gitsem hala kendimi balkondan gizlice onları gözlerken yakalıyorum. O çocukların gözlerinde öfke görüyorum. Hala o mahalleden bir tek anneme ‘Günaydın Taylan Teyze’ diyorlar. O çocuklar kırgınlıklarını dik başlı bir gurur ve gizli ama yakıcı öfke ile perdeliyorlar. Gözlerinde görüyorum. Ve ben hala o çocukların gözlerine baktığımda utanıyorum. Tüm o mahalle adına, tüm bir ülke adına utanıyorum... Bugün şehitlere mi ağlamalı, dağda ölenlere mi tartışmalarından utandığım gibi utanıyorum. İster asker, ister dağda gerilla olsun, hepsi bu ülkenin çocukları değil mi? Gencecik yaşında ölen o çocuklardan dolayı utanıyorum. Ve tüm bunlardan hiç utanmayanlardan dolayı, çok hem de pek çok utanıyorum...

Oct 11, 2012

için

"Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm. "


-- Ahmed Arif...

Oct 9, 2012

Hayat Larus

Hayat Larus, belleğimizdeki kişisel an’ların bir araya getirildiği bir mecra, bir an’ı toplama merkezi. Hayatımız boyunca tesadüf ettiğimiz insanların, nesnelerin, biçimlerin ve hayallerin buluştuğu bir yer. Çocukluğumuzun kanepesinde başucumuzda duran Büyük Larousse’a sıcak bir gönderme. Furüğ Ferruhzad’ın gökyüzüne çaldığı renkten birazını sözcüklere bulaştıralım ve sözlerimizi birlikte söyleyelim istedik.
Hoş geldin arkadaşım!
İnsan ölür. Sen an’ı hatırla…

Böyle diyor sitenin tanıtımı. Hoș değil mi?

Bir anı da șöyle bașlıyor


Abu Dabi doğumluydu. Babası konsolostu. İlkokulu Roma’da, ortaokulu Oslo’da, liseyi Bağdat’ta okumuştu. Tek başına United Colors Of Benetton’du.
Babasının tayini İstanbul’a çıkınca bizim üniversiteye gelmişti. Aynı fakültedeydik. Zaten böyle insanlarla bir araya gelebildiğimiz tek yer üniversiteydi.

Adı Aylin’di. Çok güzeldi. Ve körkütük âşıktım.
Mahcup, hüzünlü bir ifadesi vardı. Sanki dünyanın bütün kötülüklerinin müsebbibi kendisiymiş gibi bakardı. Hep gülümsesin isterdim. Çünkü güldüğü zaman içimdeki bütün ağaçlar çiçek açardı.  --- Gerisini oku ---
 

Sıcak, insanca, umut dolu bir proje gibi geldi bana. Yazılan anılar bir jurinin elemesinden geçecek mi? Editör șöyle bi bakacak mı? Her gönderilen yayınlanacak mı? Bunlar belli değil. Belki de henüz belli değil.

Ama hoșuma gitti. Takip edeceğiz…
Burdalar http://www.hayatlarus.com/
Bakalım...


Oct 5, 2012

Yeni Savaș Stratejisi

Suriye konusunda Suriye'nin perspektifinden hiç haber duyuyor musunuz? Ben duymuyorum, görmuyorum. Bütün duyduğum, gördüğüm, okuduğum șey Suriye alehinde olanlar.Sanki Suriye diye bir ülke yok. Sanki hikayenin onlar tarafındaki kısmı yok.

Garip değil mi bu? Hadi medya ve bilgi kontrolünü biliyoruz da, bu ne? Bu kontrolden de bașka bir șey. Sanki savașa gidilse, düșmanı olmayan bir savașa gidilmis gibi olacak.

Bütün değișkenleri gerçekliği çarpıtmak için kontrol altında tutulmuș bir deney laboratuarına hapsedilmis gibi hissediyorum kendimi...

Zorla bir iki link (kaynak) buldum. Burda dursunlar (Ingilizce)

http://www.pbs.org/wgbh/pages/frontline/battle-for-syria

http://www.nationalreview.com/corner/302261/report-rebels-responsible-houla-massacre-john-rosenthal

http://www.pbs.org/wgbh/pages/frontline/foreign-affairs-defense/battle-for-syria/syria-the-crisis-the-rebels-the-endgame/#ha

http://www.aljazeera.com/indepth/interactive/syriadefections/2012730840348158.html

Oct 4, 2012

Çocuklar ölebilir yarın

Çocuklar ölebilir yarın,
Hem de ne sıtmadan ne kuşpalazından
Düşerek de değil kuyulara filân;
Çocuklar ölebilir yarın,
Çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,

Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında,
Ne bir santim kemik, ne bir damla kan,
Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
Arkalarında bir avuç kül bile değil
Arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.

Nazım Hikmet Ran

Eski Bir Askerin Ağzından

"Bizi savaşa gönderenler tetik çekmek ya da havan topu ateşlemek zorunda değiller. Onlar savaşmak zorunda değiller, sadece savaşı satmak zorundalar. Askerlerini isteyerek yıkıma gönderecek bir halka ihtiyaçları var. Sorgulamadan öldürecek ve ölecek askerlere ihtiyaçları var."
- Irak'ta onbaşı olarak görev yapmış 
ve yaptıklarından pişman olmuş bir eski asker 
ABD'li Mike Prysner, 2008 

Oct 2, 2012

Barış

Çocuğun gördüğü düştür barış,
annenin gördüğü düştür barış,
ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir barış;
Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir
gülümseme elinde yemiş dolu bir zembil ve
alnında ter tomurcukları,
Pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi;
Akşam üstü eve dönen babadır barış,
Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken
ağaçlar diktiğimizde
havan mermilerinin kazdığı çukurlara;
Yangının kavurduğu yüreklerde
ilk tomurcuklarını açarken umut
ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek
yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir
barış…
Barış yemek kokusudur tüten,
Aksamlayın
arabanın yolda durmasının korkutmadığı,
Kapı çalınmasının dost demek olduğu,
Ve pencereyi saat başı açmanın renklerinin uzaktaki çanlarıyla
gözlerimizin bayram etmesini sağlayan
gökyüzü demek olduğu zamandır barış;
Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır,
Uyanan çocuk önünde
başaklar birbirlerine eğilip işte ışık ışık ışık dedikleri
Ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır barış;
Hapisaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman,
Eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman
geceleyin,
Cumartesi akşamları mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş
bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır barış;
Geçmiş gün yitirilmiş bir gün olmadığı, sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök ve kazanılmış bir gün hak edilen bir uyku olduğu zaman acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından güneşin hemen ayaklarını bağladığını duyduğun zamandır barış.......
Barış ışınlar demetidir yaz ovalarında iyilik alfabesin tanın dizlerinde,
Kardeşim dediğin yarın kuracağız dediğin zaman kuracağız dediğimizi kurunca
türkü çağırdığımız zamandır barış;
Ölüm yüreklerde az yer kapladığı ve güvenli parmaklarla
mutluluğu gösterdigi zaman bacalar;
ikindi vaktinin büyük karanfilini
ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır barış;
insanların sıkışan elleridir barış,
Dünyanın masasındaki ekmektir,
Gülümsemesidir annenin
Budur yalnızca
başka bir şey değildir barış
Ve toprakta derin yarıklar açan sabahlar
tek bir sözcük yazarlar,
Barış başka bir şey değil barış;
Dizelerimin rayları üzerinde
buğday ve güller yüklenmiş geleceğe doğru yol alan bir trendir barış,
Kardeşlerim barış içinde derin derin soluk alıyor tüm dünya bütün düşleriyle
verin ellerinizi kardeşlerim işte budur barış…..


Yannis Ritsos