Bu bir yaşam boyu sürecek yazma projesi olabileceği için kısaca yazmaya çalişacağım. Affola!
Hadi dürüst olalım. Türkiye’de devlet hiç bir zaman vatandaşın hizmetinde olmamıştır. Olmuş mudur? 1923’den beri Türkiye’de devlet her şeyin, dolayısıyla vatandaşin, üstunde olmuştur; uludur, dokunulmazdir. Vatandaş için var-olmamış hiç, hep vatandaşa karşı-olmuştur. Inanmıyorsanız yakin tarihe bakın; göreceksiniz. Yok, yakını göremiyorum diyorsanız o zaman gidip resmi & gayri-resmi uzak tarihleri karşılatırmalı okuyun. Hala “göremiyorum” diyorsanız, üzülmeyin sizin suçunuz yok bu işte. Kendinizi de suçlamayın çünkü doğuştan gelen zeka bozukluklarına yapilacak çok az şey vardir. Ama bu az şey umutsuz olmayı gerektiren bir şey değildir. Bakarsınız bir psikolog çikar bişeyler önerir ya da bir gen mühendisi birşeyler bulur. Cünkü teknoloji hergün değişiyor. Ancak, yooook örnek aldiğiniz politikacılar gibi (örneğin Demirel ve Çiller ) “Bana bu gerçekliğin var olduğunu söylettiremezsiniz” diyorsaniz sizin durumunuz oldukça umutsuzdur ve ögrenme düzeyiniz bağlamında size ne yazık ki hiç kimse yardım edemez. Ancak Ülkü Ocakları denen, II. Dünya Savaşi yıllarına kadar geçmişi uzanan, ve Hitler’in kötü bir kopyacısı olduğu iddia edilen, adının Adsız mı Atsız mı olduğu belli olmayan biri tarafından kurulmuş bir kuruluşun sizin gibilere gerekli her türlü yardımı yaptığı bilinmektedir. Eger hiç bir şey yapamazsalar bile en azından elinize bir silah tutuşturup ya bir gazeteciyi, ya bir bilim insanını, ya bir Ermeni ya da herhangi bir gayrı-müslümü öldürtüp sizi içerde ağalar gibi besler. Içerden çıktığınızda da mafyada sizi ömrünüzün sonuna kadar yaşatacak işiniz hazırdır zaten. Ayrica içerden çıktığınızda da kahraman muamelesi göreceğiniz de garanti altındadır. Hiç bir sey olmazsa sizi Güney Doğu’ya gönderirler orda 12 yaşında çocukları da öldürseniz, “vatan sizinle gurur duyuyor” diye kıçını yırtarcasına bağiracak IQ’daşlarınız hep olacaktır.
Hadi dürüst olalım. Türkiye’de devlet hiç bir zaman demokratik olmamıştır; hep Türk Silahlı Kuvvetleri denilen kurumca yönetilmiştir. Bunun zıttını bütün dünyaya göstermek için de bir iki (hadi üç diyelim) defa yönetime el koymuş gibi yapmıştır. Sonra da evrensel bir yanılsamayı o aptal kalabalığa yaşatmak için “Hadi bakın bu defalık sizi affediyorum ve demokrasiye geçmenize izin veriyorum” demiştir. Uslu durmazssanız tekrar gelir bazılarınızın kulağını çeker, bazılarınızı da falakadan tutun da Filistin askısına kadar çeşitli kültü fizik hareketlerine tabii tutarim diye uyarmamıştır bile çünkü bu olasılıklar herkesin okumayı öğrenmeden bile once bellemesi zorunlu şeylerdir. Atatürk de bu ülkenin asıl sahibinin, gerçek intelligentsiasının Türk ordusu olduğunu söylemiştir. Egemenliğin de kayıtsız şartsız milletin olduğunu söylemişse de gücün, sermayenin, ve otoritenin kendinde olmadığı, dininin, eğitiminin, sosyal aktivitelerinin bile (derneklere üye olma, örgüt kurma,vb) sistematik olarak merkezdeki intelligentsia tarafından belirlenen ve denetlenen bir halk tabii ki egemenliği ya ayağına dar gelen bir ayakkabı gibi ya kıçındaki bir yama gibi, ya da Picasso’nun Guernica’sina bakar gibi bakacaktır.
Hadi dürüst olalım. Türkiye’de devlet hiç bir zaman laik de olmamıştır. Ustaca beyinlerin uyusturuldugu, sistematik bir biçimde gözlerin korkutulduğu, ve en sonunda da askerlik adi verilen coğunluk zavallilar için zorunlu ve 18 ay olan bir süre zarfinda bütün kişiliklerin tek-tipleştirildiği bu ülkede hem insanlara laiklik dinle devlet işlerinin ayrılması diye belletilirken, öte yandan da dinden sorumlu bir bakanlik sahibi olunması insanlara çelişik gelmemiştir. Ancak trajikomik bir biçimde devlet hi mi hiç müslümanlık denen dinini ve elhemdülillah’ını dilinden düşürmemiştir. Sonra da işine geldiğinde kendini müslüman sayan kalabalığı kullanmis, ölmelere ve öldürmelere göndermistir. Ancak nasil olduysa bu aralar ipleri biraz fazla gevşetmiş kontrolü yitirme tehlikesini hissetmeye başlamiştir. Öyle ki sanki orduya da bu herifler sızdı mı diye paranoyalara girmis (çünkü bence gerçekten potensiyeline olan güveni sarsılmıştır) kime saldıracağını bile kestiremez bir halde sağa sola tehditler savurmaktadır. Bütun umudunu insanlarda varolan dinsel potensiyeli Anitkabir’in soyut bir Kabe imgesine dönüştürülmesinde ve milliyetçi bir sosyal hareketliliğe bağlamıştır. Yüzde 99’nun müslüman olmakla övündüğü bir ülkede en çok korkulan şeyin yine müslümanlik olmasi gibi bir traji-komikliği yaratmanın becerisini tarihe hediye etmektedir.
Öte yandan bu, nüfusunun yüzde 99’unun kendini müslüman saydigi, ibadetini serbestçe yaptiği, ihtiyaçları için devletten maddi ve manevi bir çok destek aldığı bu ülkede insanlar Islam zulum altındadır propagandasıyla nerdeyse cihâda gidecek kadar, sistemi tehtid edecek kadar tehlikeli olmuştur.
Ve nihayetinde bu ülke sadece ayrıcalık sahibi insanların ve insan guruplarının
- “lâik” olduğu,
- “Atatürkçü” olduğu,
- “Avrupalı” olduğu,
- “Amerikan eğitimli” olduğu,
- ülkenin “gerçek sahibi” olduğu,
- bütün artı-değerlerin kendi ceplerine aktığı,
- dağlara gidip ölmek zorunda kalmadiği,
- çoçuğunu “vatan”a kurban etmek zorunda olmadığı,
- çoçuğunun gözaltında kaybolma olasılığının hiç mi hiç olmayacağı,
- sadece kendi çoçuklarının işkence göremeyeceği yasalarca garanti altina alınmış,
- hastalandığında “Türk tabiplerine” ve o yüce Türk halkının koridorlarında horlanip-itilip sonra da yanliş teşhisle öldürüldüğü hastahanelerine gitmek zorunda olmadığı bir ülke olmuştur.
- hiç demokratik olmamıştır,
- laik olmamıştır,
- Atatürkçü olmamıştır,
- Avrupali olmamıştır,
- çağdaş olmamıştır,
- müslüman dahi olamamıştir.
Türkiye’de şehir gibi şehir sayısı da 3’tü zaten. Simdi söylenenlere göre onlar da köyleşme belirtileri göstermeye başlamıştır.
Türkiye
- Köşe dönücü olmuştur,
- Hep Totaliter – Jakoben olmuştur,
- Hep Irkçı,
- Ayrilikçi,
- Eşitsizlikçi,
- Hukuksuz,
- Ahlaksiz,
- Idealsiz,
- Sivas’tan Maraş’a kadar Kan sevici ve Linç edici olmuştur…
Erkekliğin saltanatı sürsün diye Kadinlar susturulmuş. Sesleri boğulmuş.
Başlik parasi adina çocuksevici sapıklara peşkeş çektirilmiş kız çocuklarımız
Namus adina gün boyu onlarca cinayetin işlendiği ama kerhanelerinde ne kadin sayısının ne de kerhaneye giden erkek sayısının azaldığı bu ülke yarı açık koca bir kerhaneye dönüşmüştür.
Bu ülkeyi gerçekten sevenler ya kaçmak zorunda kalmiş, ya kaçamamış içeri girmiş, ya da işkencelerde, gözaltılarda kaybedilmiş. Koca ülke bir mapushaneye dönüşmüştür…
Elinize sağlik…
Hala umudunuz varsa önce adını koyarak başlayin bari. Belki çozüm göz kırpar…
önce adını koyun, ülkenin içine hep birlikte (birileri aptalliktan, birileri kurnazliktan, birileri aç gözlülükten, birileri... adnını siz koyun gerisinin) ettik deyin..
1 comment:
Ah efenim ah, iki yazıya da katılmamak mümkün değil.
Sonun başlangıcı diyorlardı buna.
Umut mu diyordunuz? Çoktan unuttuk.
Post a Comment