Pages

May 31, 2007

DTCF'den meraklı bir kız öğrencinin soruları..

"Ankarada DTCF (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) öğrencileri birbirine girdi."
Bu kadar basit, sıradan ve alışık olduğumuz bir haber. Ama meraklı biri olarak, ben aklıma takılan bazı soruları paylaşmak istiyorum.

Önce kendimi tanıtayım. 24 yaşında bir öğrenciyim. bu yıl son sınıftayım. Ailem beni oldukça iyi yetiştirmeye çalıştı. üniversitede hiçbir zaman siyasetin içinde olmadım. Ama tabii ki benim de kendime ait bir görüşüm vardı, ve bu konuda hep okuyarak bilgi sahibi olmaya çalıştım. Biraz sonra soracağım soruların daha anlaşılır olması için belirteyim, ailem genelde hep muhafazakâr bir görüşe yakındı diyebiliriz. Ben de öyle büyüdüm.

Şimdi sorularıma gelelim.. Olay şu; Güya bizim okulda karşıt görüşlü öğrenciler arasında çatışma çıkıyor, polis olaylara müdahale ediyor ve okul 4 hazirana kadar tatil ediliyor.Ben artık bu üniversiteden ve bu haberlerden bıktım! Fakat devlet, hükümet ve basın bunları görmezden gelmektenve yalan söylemekten bıkmadı! Olaylar bizzat gözümün önünde olduğu için, şimdi bir de benden dinleyin..

Evet, sabah saat 9.30 sıralarında, sınıfta sınav varken, içeride 30-35 kadar öğrenci ve hoca olmasına rağmen, "sağ görüşlü diye tabir edilen faşist bir öğrenci sınıfa dalıyor. Ve elinde kocaman bir satırla, (yanlış duymadınız, bildiğimiz satır) içeri dalarak bir öğrencinin üzerine saldırıyor. "bu hayvan Kürt!" diye bağırarak, öğrencinin kafasına, omzuna ve yüzüne satırla vuruyor. her yer kan içinde. Ardından komaya giren öğrenci hastaneye götürülmeye çalışılırken, polis geliyor. Panik içinde bağıran ve olayı protesto eden "solcu" öğrencileri gözaltına alıyor. (Tepki gösterenlerden biri bendim ve ben solcu falan değilim!)

Şimdi sorularım:
Soru 1: Adına "sağ görüşlü" denen bu öğrenci, bu cesareti ve güveni nereden, kimlerden alıyor?
Soru 2: Onca güvenlik elemanının ve polisin cirit attığı bir mekana, o kocaman satır nasıl giriyor? üstelik okulun önü ve içi uzun süredir polis kaynadığı halde...
Soru 3: Saldırılan öğrencinin DNA testi yapılarak Kürt olduğu bugün mü anlaşıldı ki, sınav ortasında böyle bir katletme girişiminde bulunuluyor? Hem kendi halinde olduğu bilinen bir öğrencinin Kürt, Laz, Ermeni, Türk ya da Alman olması kimi neden ilgilendirir ? (ben de aslen Laz kökenliyim ve bunun kimseye battığını sanmıyorum.)
Soru 4: Polisler olay yerine gelince, hepimizin gözü önünde, sağ görüşlü öğrencilerle birlikte hareket edip, sol görüşlü öğrencilere saldırdı. Neden? Polislerin siyasi bir görevi var da biz mi bilmiyoruz?
Soru 5: Ellerinde demir çubuklarla sağ görüşlü öğrenciler hala saldırmaya devam ederken, polis neden onlara değil de, binada sınavda olan öğrencilerin üzerine ve bina içine biber gazı attı? ( saatlerce içeride mahsur kaldım..)
Soru 6: Olayla hiçbir ilgisi olmayan, ama herşeyi en yakından gören kantin çalışanları, "saldıranlar bunlar" diye sağ görüşlü öğrencileri gösterince polisin şiddetine maruz kaldılar. Neden?? Polis kendisi gibi düşünmeyenleri yok etmekle mi görevli ?
Soru 7: Solcu öğrenciler demir çubuk, sopa ve satırlara karşı, yerden topladıkları taşlarla kendilerini savunmaya çalışırken, saldırıyı yapan sağ görüşlü öğrenciler, ellerinde satırlar hala duruyorken, polisin gözetiminde ve bizzat korunarak kampüs dışına çıkarıldılar. Neden ?? Bu üniversitede can güvenliğimin sağlanması için faşist olmak zorunda mıyım? Yoksa polis abilerimizden aferin almak için elimde satırla mı dolaşmam gerek?
Soru 8: Faşistlerin saldırısına karşı sol görüşlü öğrenciler toplanırken, insanlığından şüphe duyduğum bir öğretim görevlisi ortaya çıkıp, şiddetin kötü birşey olduğuna dair nutuk çekti. Kendisine soralım şimdi, ey ulu akademisyen! az önce satırlarla insanlar doğranırken neredeydiniz? yoksa sizi de doğramalarından mı korktunuz? yoksa birileri böyle söylemenizi mi istedi?
Soru 9: Neden olayda birtane bile sağ görüşlü öğrenci gözaltına alınmıyor? evet şiddete hayır tabii ki.. ama, saldıran korunurken, saldırıya uğrayanlar neden bir de devlet dayağı yemek zorundalar?
Soru 10: Geçen sene ve ondan önceki sene, yine final haftasında sınavdayken, yine sol görüşlü olduğu söylenen öğrenciler, faşistler tarafından satırlarla doğranmıştı. Bu bir tesadüf müdür, yoksa başka planlar mı vardır? Birileri, kendisi gibi olmayanların okuma hakkını ellerinden mi almak istemektedir yoksa ?
Soru 11: Tüm bunlar sürekli olurken, basın neden "karşıt görüşlü öğrenciler birbirine girdi" şeklinde saçma sapan haberler veriyor ? Bu olayda karşıt görüş var mıdır sizce? ortada polis desteği ile yürütülen bir katliam varken, hangi görüş çatışmasından bahsediyorsunuz? Elinde satırla yürüyen bir yaratığın görüşü olabilir mi?
Soru 12: Sabahtan akşama kadar magazin izleyen, futboldan başka birşeyle ilgilenmeyen, mankenlerin ne yaptığını merak eden, geçim derdine düşmüş, hayattan hiçbir beklentisi olmayan sevgili halkımıza, üniversitelerdeki çatışmaların gerçekte ne olduğunu nasıl anlatabiliriz?

Sorularım çok gıcık değil mi.. farkındayım.. Ama artık patlamak zorunda hissediyorum biryerlere.. Herşeyden bıktım burada. sürekli sağcılar adam satırlıyorlar. polis onları koruyor. solcular taşla karşılık veriyorlar. polis onları dayaktan geçirip gözaltına alıyor. ertesi gün geldiklerinde tanınmaz haldeler.. bu okulda yaşam bundan ibaret. ben buraya okumaya geldim. sağcı ya da solcu olmak istemiyorum! sağcı zaten olamam, çünkü elimde satırla dolaşacak kadar insanlığımı yitiremem ben. solcu olmak istemiyorum, çünkü kendilerine tanınan tek şans, tüm engellemelere rağmen zorla okulu bitirmeye çalışmak.

Burası üniversite mi, yoksa polis akademisi mi, anlamak zor. İçimiz dışımız polis olmuş durumda. Solcuların "polis devleti" dedikleri şey bu olmalı. Biz bu bankta otururken, polisler yanımızdaki bankta oturuyorlar. Birlikte tost yiyip çay içiyoruz. Bolca bulmaca çözüp, arada kız kesiyorlar. Canları sıkılınca kampüsü dolaşıp, açtığımız kitap standlarını dağıtıyorlar. Bunlar zararlı kitaplar diyorlar. Artık gerçekten bıktım bu yaşantıdan.. bu lanet olası üniversiteden biran önce kurtulmak için gün sayıyorum. Öğretmen olacağım..

Geçen gün bizim okuldan mezun bir öğretmen abla ile konuşurken dedi ki, "yavrucuğum boş hayaller kurma. bu ülkede yaşam bundan ibarettir. Öğretmen olduğunda da sendikanın rengine göre muamele göreceksin. Rengi sarıya çalıyorsa abiler hep korurlar seni.. zaten koruma gerektiren biryere de gitmezsin pek.. Ama rengi kırmızıya çalıyorsa, bu günleri mumla ararsın.." Keşke konuşmasaydım hiç...

May 15, 2007

Hem Sorup Hem Cevapladığım

Soru: Birgün gelecek biz de şu resimdeki eli bayraklı genç kiz gibi dayak yeme, gaz bombasi, ve işkence korkusu olmadan alanlarda özgürlüğün şarkısını söyleyebilecek miyiz?

Cevap: Bir gün şu eli bayraklı kız kendisine tanınan ayrıcalıklı ögürlüğün başkalarının prangası olduğunu farkedip bundan rahatsiz olduğunu hissedince o gün herkes için daha güzel bir Türkiye’nin başlangıcı olacak …

May 12, 2007

Umutlu Olmak için Bir Sebep Gösterin

Umutlu olma çabasında ben de kendimi avutup duruyordum: Insanlarımız öğreniyordur. Insanlarımız demokrasinin ne mene bir şey olduğunu deneyimlerinden ögreniyordur en azından diye umutlu olmaya-kalmaya çalışıyordum. Hepimiz Hrant’ız az buz bir şey miydi? Ne irtica ne cunta diyen sesler küçümsenir bir şey miydi?

Yanılmışım! Beni gidi umut budalası beniii!!!

Şu Kürtleri meclise sokmamak için nasıl da dost-düşman herkes hemececik kardeş oluverdi böyle! Nasil da populist-oportunist, islamcı-laikçı, Kemalist-Marxist, kapitalist-feodal ve sosyalist, Feminist- patriarşist hemencecik bir bütün oluverdi.

Bir de ülkenin bütünlüğünün tehdit altında olduğundan dolayı kaygılıydınız öyle mi? Yok yok en bölünmez ortak paydaniz , ırkçilık, varken kaygılanmanıza gerek yok…Kimse sizi bölemez. Demokrasi bile… Siz en eşitlikçi demokrasilere bile en totaliter rengi verebilme yetilerine sahipken kimse sizi bölemez, kimse sizi demokrat yapamaz, kimse sizi daha da körleştiremez, kimse sizi daha aptallaştıramaz.

Yetmedi mi onca dökülen kan ha? Anlamıyor musunuz demokratik yollari tıkarsanız, demokratik olmayan, şiddete dayalı yollara pirim vermiş oluyorsunuz. Problemi çözmeden üstüne yeni bir katman daha ekleyip kökleştiriyorsunuz.

Gerçekten bu denli kör mü etmiş sizi bu ırkçılığınız?

Bravo size!

Demokrasi kavramı ancak bu kadar soysuzlaştırılabilir. Bravo size!

Sizin bu denli rezilce, utanmazca, edepsizce, ahlaksizca, demokrasi adina en büyük irkçılığı, ayrımcılığı, içine sindiren kendine aydin ya da demokrat diyen herkese de bravo!

60’lı yıllarda Amerika’nın Güney Eyaletlerinde zencilerin oy kullanmaması için akla gelebilecek her türlü zorluğu çıkaran Ku Klux Klan’dan hiçbir farkınız yok…

..nin de!!!

Böylesi demokrasinin de!!!

Önce müslümanları dışlamak için faşist mitingler düzenlenip, milliyetçilik damardan verildi. Sonra asker apoletleri ve çizmeleri gösterildi… Sonra bu haksızlığın kurbanı AKP’lilerin yaptığına bakın. Bu haksızlığı yaratıp uygulayanlarla birlikte olup başka bir gruba (Kürtlere) başka bir haksızlık yapıyor…

Kızgınlık dolu sözlerden başka ne anlatır bu durumu sahi?

Sizin adalet inancınızın da!!!
Sizin demokrasi inancınızın da!!!


Peki
şu insan yapımıza ne demeli?

Bir ülkenin insanı ancak bu kadar gerçekliği göremez düzeyde köreltilir. Tebrik edilmeli bu siyasetçiler.

Sonra da bir gazetede Ahmet Türk’ün "Biz istersek bu seçim iptal olabilir. Yarın Diyarbakır’dan, Mardin’den, Batman’dan, Siirt’ten binlerce adayla müracaat ettiğimiz zaman o birleşik oy pusulasını hangi zarfa, sandığa koyacaklar? Bunu nasıl becerecekler? İnanıyorum ki bu adil olmayan yaklaşımı Sayın Cumhurbaşkanı veto eder” sözlerini hic anlamayacak kadar körleşmiş yığınların Faşist Milliyet’de ki yorumlarını görünce demez misiniz yahu

Sizin zekanızın da!!!
Sizin beyninizin de!!!

Hele birisi şöyle bir yorum yazıyor ve onu da aynı zeka ve ideolojik yapıya sahip sayın editor de yayınlıyor. Şu yorumun zeka özürlülüğünü kim midesi bulanmadan açiklayabilir yahu. Ahmet Türk’e şöyle diyor

“bu resmen bir tehdit , aba altından sopa göstermektir. sana kulak verip sandık kapatacak vatandaşın da zaten temsil edilmeye hakkı yoktur. türkiye cumhuriyetinde yaşamaya da hakkı yoktur.”

Bu gerizekalıyla aynı evrende aynı havayı solumaktan bile utanç duyuyorum. Türkiye Cumhuriyet’nin özel bir isim olduğunu, ilk harflerinin büyük harflerle yazılması gerketiğini, ve “de” ekinin yukarıdan virgülle ayrılması gerektiğini bile ögrenememiş bu gerizekalı kalkmış bu ülkede kimin yaşama hakkına sahip olup olmayacağı gibi birşeyden söz ediyor… öyle bir hakkin varlığı ne zamandan beri var ey salak?

Ey geri zekalı aptal senin bile en azından Türkiye gibi bir ülkede dahi yaşama hakkın var!!!

Öffff katlanılır gibi degil bu!!!!!!!

May 6, 2007

Elektronik-Muhtıra

Herkes şu Elektronik-Muhtıra hakkında yazdı. Böyle olunca, yani bir şeyden herkes söz etmeye başlayinca genelde bende bir okumama eğilimi gelişir. Filimler için de durum böyledir. Ancak bu defa öyle olmadı.

Bir sürü şey var bu muhtıranın hakkında yazılacak. Öncelikle çok büyük kaygı ve aceleyle yazılmışa benziyordu. Bunun ne anlama geldiğini yapacak değilim çünkü bunu yaparsam herhalde yarin sabah uyandığımda falcılık yapmış gibi hissederim kendimi. Neyse! Bu değil asil yazmak istediğim.Ayrıca burda bütün konulara değinmeyeceğim. Sadece iki şeye yönelik söyleyeceklerim olacak.

Birincisi şu islamcı fobi.
Kimse kusura bakmasın ama niye bu kadar korkuyorsunuz bu dunyanın en “barışçı” dininden. Bu en “barışçı” ve halkimizin en “kutsal dini” Sivas’da insanları yakarken, çocuklarını bu vahşeti seyrettirmeye getirip “bak çocugum o sevgi dolu Allah’in cenneti (pardon!) cehennemi böyledir” derken korkmadınız da simdi kurallarını ve sınırlarını ince eleyip sık dokuyarak belirlediğiniz “SÖZDE” demokratik seçimlerle başa gelmiş, kendisinin de en az siz kadar laik olduğunu iddia eden bu mazlum müslümanlardan mı korkuyorsunuz?

1980’in başından beri bağıra bağıra boğazımızda ses kalmadi; Bu herifler köylerden zeki çocuklari topluyorlar, bakin bunlar memleketin % 99’unun müslüman olduğu iddia edilen (ben gibi dinsizleri, Hırıstiyanlari, Ermenileri, Yahudileri niyeyse sayıma katmadınız.) bu “SÖZDE” laik cumhuriyette “Islam baskı altındadir” diye propaganda yapıp taraftar topladığını söyledik. Ne yaptınız? Pardon ama şimdi de siz korkun biraz. En çok da sayin Çiller’in korkup korkmadığını merak ediyorum. Aziz Nesin, Sivas ceheneminden kurtulduktan sonra söylemişti ya “Seni saçlarindan sürükleyecekler” diye. Umarım öyle bir şey olmaz. Gerçi sayin Çiller önceden haber alip Amerika’ya gidiverir….Neyse demek istediğim gerçekten korkulacak bir şey yok şu mazlum müslumanlardan…

Ikinci mesele şu "Ne mutlu Türküm diyene" meselesi. Deniyor ki “ Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.” Blog yazarlarından Çarpım Tablosu iyi bir dilsel analizini yapmış. Ben de meseleye başka bir açıdan yaklaşacağım: Bu önermenin bu muhturayla tarihsel anlamda ilk defa ne kadar radikal bir form olduğunun ortaya çıkması ve resmi bir hal almasıdır.

Oysa ki bu "Ne mutlu Türküm diyene" önermesi şimdiye kadar hep masumca ilkokuldan doktora düzeyindeki çocuklara kadar, herkese ama herkese her sabah tekrarlatılan hiç de bir ideolojik, Pavlovik koşullamayı içermeyen gündelik-sıradan birşeydi ve ben pek çok ezilmiş olduğum için bu masum sözün altinda buzaği ariyordum ve bir buzağı yerine hep Ötüken’den kaçmıs kuduz bir kurt buluyordum. Ben hep böyle dellüzyonlar görüyordum.

Herkesin Türk olduğu bir yerde bu sözün mantıksal bir yanlışlık içerdiğini çünkü mantıksal bir zorunluluk olarak "Türküm" diyemeyecek ya da dememe gafletine düşecek birilerinin varlığını öngürdüğünü söylüyordum. Bu önermede hem mutlu olmayan Türkler’ hem de mutlu olan Türk olmayanlari içkindi. Böyle birşey söylemenin de milleti ve dünyayı Türk ve Türk olmayan diye ikiye ayırmayı amaçlayan bölücü bir söylem olduğunu düşünüyordum…

May 4, 2007

Kelimeler Yetmeyince.....



Kopyalayip baska bir yerde yayinlamayi dusunuyorsaniz buraya nerede kullandiginizi yazarsaniz sevinirim...

May 3, 2007

Milliyet Gazetesinin Yorum Editörünün Faşist Filitresinden Bir örnek

Taksim'de gerçekleşen 1 Mayıs kutlamalarında polisin biri yemeğini yiyen yaşlı bir adama tokat atiyor ve bu kameralara yakalaniyor. Sonra da bunu Milliyet haber yapıyor.

Gıcıklık bu ya yayınlanmayacağını bile bile çok radikal sayılmayacak (en azından faşistlerin yazdığı ve bizim editörun filitresinden geçen yorumlar kadar düzeysiz, kışkırtıci, nefret dolu, düşmanlık dolu olmayacak bir yorum yazdım. Ki ben öyle yorum zaten yazmam.) Yorumum aşağı yukarı şöyleydi.

Dilara’nin babası kazayla(!) kızını öldürenlerden şikayetçi olmuyor. Haksız yere polisin şiddetine maruz kalan bu kişi şikayetçi olmuyor. Peki kim şikayetçi olacak bu işini yapmayıp çocuk öldürenlerden? Peki kim şikayetçi olacak güvenliği sağlamak için halkin vergisiyle maaşını alip da etrafa korku ve güvensizlik yayan bu heriflerden?

Evet işte bu yorum sayin Milliyet’in editörünün filitresinden geçemedi. En son baktığımda da hala (Türkiye saatiyle geceyarisi 3 civarı) hiç bir yorum yazılmamış görünüyor…

Bir de bu gazete yeri geldiğinde ülkede özgürlükleri savunuyor…

May 2, 2007

En Güzel 1 Mayıs Fotoğrafı


Yaşasin Bir Mayıs!
Biji Yek Gulan!




Viva Uno de Mayo!
Happy May Day!

Turkiye’de Neler Olup Bitiyor? -2-

Devlet-Demokrasi-Islam-Laiklik-ve Avrupalılaştıramadıklarımız Meselesi:

Bu bir yaşam boyu sürecek yazma projesi olabileceği için kısaca yazmaya çalişacağım. Affola!

Hadi dürüst olalım. Türkiye’de devlet hiç bir zaman vatandaşın hizmetinde olmamıştır. Olmuş mudur? 1923’den beri Türkiye’de devlet her şeyin, dolayısıyla vatandaşin, üstunde olmuştur; uludur, dokunulmazdir. Vatandaş için var-olmamış hiç, hep vatandaşa karşı-olmuştur. Inanmıyorsanız yakin tarihe bakın; göreceksiniz. Yok, yakını göremiyorum diyorsanız o zaman gidip resmi & gayri-resmi uzak tarihleri karşılatırmalı okuyun. Hala “göremiyorum” diyorsanız, üzülmeyin sizin suçunuz yok bu işte. Kendinizi de suçlamayın çünkü doğuştan gelen zeka bozukluklarına yapilacak çok az şey vardir. Ama bu az şey umutsuz olmayı gerektiren bir şey değildir. Bakarsınız bir psikolog çikar bişeyler önerir ya da bir gen mühendisi birşeyler bulur. Cünkü teknoloji hergün değişiyor. Ancak, yooook örnek aldiğiniz politikacılar gibi (örneğin Demirel ve Çiller ) “Bana bu gerçekliğin var olduğunu söylettiremezsiniz” diyorsaniz sizin durumunuz oldukça umutsuzdur ve ögrenme düzeyiniz bağlamında size ne yazık ki hiç kimse yardım edemez. Ancak Ülkü Ocakları denen, II. Dünya Savaşi yıllarına kadar geçmişi uzanan, ve Hitler’in kötü bir kopyacısı olduğu iddia edilen, adının Adsız mı Atsız mı olduğu belli olmayan biri tarafından kurulmuş bir kuruluşun sizin gibilere gerekli her türlü yardımı yaptığı bilinmektedir. Eger hiç bir şey yapamazsalar bile en azından elinize bir silah tutuşturup ya bir gazeteciyi, ya bir bilim insanını, ya bir Ermeni ya da herhangi bir gayrı-müslümü öldürtüp sizi içerde ağalar gibi besler. Içerden çıktığınızda da mafyada sizi ömrünüzün sonuna kadar yaşatacak işiniz hazırdır zaten. Ayrica içerden çıktığınızda da kahraman muamelesi göreceğiniz de garanti altındadır. Hiç bir sey olmazsa sizi Güney Doğu’ya gönderirler orda 12 yaşında çocukları da öldürseniz, “vatan sizinle gurur duyuyor” diye kıçını yırtarcasına bağiracak IQ’daşlarınız hep olacaktır.

Hadi dürüst olalım. Türkiye’de devlet hiç bir zaman demokratik olmamıştır; hep Türk Silahlı Kuvvetleri denilen kurumca yönetilmiştir. Bunun zıttını bütün dünyaya göstermek için de bir iki (hadi üç diyelim) defa yönetime el koymuş gibi yapmıştır. Sonra da evrensel bir yanılsamayı o aptal kalabalığa yaşatmak için “Hadi bakın bu defalık sizi affediyorum ve demokrasiye geçmenize izin veriyorum” demiştir. Uslu durmazssanız tekrar gelir bazılarınızın kulağını çeker, bazılarınızı da falakadan tutun da Filistin askısına kadar çeşitli kültü fizik hareketlerine tabii tutarim diye uyarmamıştır bile çünkü bu olasılıklar herkesin okumayı öğrenmeden bile once bellemesi zorunlu şeylerdir. Atatürk de bu ülkenin asıl sahibinin, gerçek intelligentsiasının Türk ordusu olduğunu söylemiştir. Egemenliğin de kayıtsız şartsız milletin olduğunu söylemişse de gücün, sermayenin, ve otoritenin kendinde olmadığı, dininin, eğitiminin, sosyal aktivitelerinin bile (derneklere üye olma, örgüt kurma,vb) sistematik olarak merkezdeki intelligentsia tarafından belirlenen ve denetlenen bir halk tabii ki egemenliği ya ayağına dar gelen bir ayakkabı gibi ya kıçındaki bir yama gibi, ya da Picasso’nun Guernica’sina bakar gibi bakacaktır.

Hadi dürüst olalım. Türkiye’de devlet hiç bir zaman laik de olmamıştır. Ustaca beyinlerin uyusturuldugu, sistematik bir biçimde gözlerin korkutulduğu, ve en sonunda da askerlik adi verilen coğunluk zavallilar için zorunlu ve 18 ay olan bir süre zarfinda bütün kişiliklerin tek-tipleştirildiği bu ülkede hem insanlara laiklik dinle devlet işlerinin ayrılması diye belletilirken, öte yandan da dinden sorumlu bir bakanlik sahibi olunması insanlara çelişik gelmemiştir. Ancak trajikomik bir biçimde devlet hi mi hiç müslümanlık denen dinini ve elhemdülillah’ını dilinden düşürmemiştir. Sonra da işine geldiğinde kendini müslüman sayan kalabalığı kullanmis, ölmelere ve öldürmelere göndermistir. Ancak nasil olduysa bu aralar ipleri biraz fazla gevşetmiş kontrolü yitirme tehlikesini hissetmeye başlamiştir. Öyle ki sanki orduya da bu herifler sızdı mı diye paranoyalara girmis (çünkü bence gerçekten potensiyeline olan güveni sarsılmıştır) kime saldıracağını bile kestiremez bir halde sağa sola tehditler savurmaktadır. Bütun umudunu insanlarda varolan dinsel potensiyeli Anitkabir’in soyut bir Kabe imgesine dönüştürülmesinde ve milliyetçi bir sosyal hareketliliğe bağlamıştır. Yüzde 99’nun müslüman olmakla övündüğü bir ülkede en çok korkulan şeyin yine müslümanlik olmasi gibi bir traji-komikliği yaratmanın becerisini tarihe hediye etmektedir.

Öte yandan bu, nüfusunun yüzde 99’unun kendini müslüman saydigi, ibadetini serbestçe yaptiği, ihtiyaçları için devletten maddi ve manevi bir çok destek aldığı bu ülkede insanlar Islam zulum altındadır propagandasıyla nerdeyse cihâda gidecek kadar, sistemi tehtid edecek kadar tehlikeli olmuştur.

Ve nihayetinde bu ülke sadece ayrıcalık sahibi insanların ve insan guruplarının
  • “lâik” olduğu,
  • “Atatürkçü” olduğu,
  • “Avrupalı” olduğu,
  • “Amerikan eğitimli” olduğu,
  • ülkenin “gerçek sahibi” olduğu,
  • bütün artı-değerlerin kendi ceplerine aktığı,
  • dağlara gidip ölmek zorunda kalmadiği,
  • çoçuğunu “vatan”a kurban etmek zorunda olmadığı,
  • çoçuğunun gözaltında kaybolma olasılığının hiç mi hiç olmayacağı,
  • sadece kendi çoçuklarının işkence göremeyeceği yasalarca garanti altina alınmış,
  • hastalandığında “Türk tabiplerine” ve o yüce Türk halkının koridorlarında horlanip-itilip sonra da yanliş teşhisle öldürüldüğü hastahanelerine gitmek zorunda olmadığı bir ülke olmuştur.
Işte bunun içindir ki Türkiye
  • hiç demokratik olmamıştır,
  • laik olmamıştır,
  • Atatürkçü olmamıştır,
  • Avrupali olmamıştır,
  • çağdaş olmamıştır,
  • müslüman dahi olamamıştir.
Türkiye’de üniversite sayısı bir elin parmaklarını geçmemiştir.
Türkiye’de şehir gibi şehir sayısı da 3’tü zaten. Simdi söylenenlere göre onlar da köyleşme belirtileri göstermeye başlamıştır.

Türkiye
  • Köşe dönücü olmuştur,
  • Hep Totaliter – Jakoben olmuştur,
  • Hep Irkçı,
  • Ayrilikçi,
  • Eşitsizlikçi,
  • Hukuksuz,
  • Ahlaksiz,
  • Idealsiz,
  • Sivas’tan Maraş’a kadar Kan sevici ve Linç edici olmuştur…
Kürt ağalar sefalarini sürsun diye feodal olmuştur…
Erkekliğin saltanatı sürsün diye Kadinlar susturulmuş. Sesleri boğulmuş.
Başlik parasi adina çocuksevici sapıklara peşkeş çektirilmiş kız çocuklarımız
Namus adina gün boyu onlarca cinayetin işlendiği ama kerhanelerinde ne kadin sayısının ne de kerhaneye giden erkek sayısının azaldığı bu ülke yarı açık koca bir kerhaneye dönüşmüştür.

Bu ülkeyi gerçekten sevenler ya kaçmak zorunda kalmiş, ya kaçamamış içeri girmiş, ya da işkencelerde, gözaltılarda kaybedilmiş. Koca ülke bir mapushaneye dönüşmüştür…

Elinize sağlik…

Hala umudunuz varsa önce adını koyarak başlayin bari. Belki çozüm göz kırpar…

önce adını koyun, ülkenin içine hep birlikte (birileri aptalliktan, birileri kurnazliktan, birileri aç gözlülükten, birileri... adnını siz koyun gerisinin) ettik deyin..