Hürriyet Yurtdışı Yayınlar Müdürü Bülent Mumay'dan öğrendim. .. Almanya'da doğan ve orada yaşamakta olan Türk çocuklarının ve gençlerinin, 20 yaşa kadar olanların diyelim, sayısı 800 000 civarında. Avrupa bütününde bu sayı 1 milyonu buluyor. Bu gençlerden yüzde 80'i ana dillerini doğru dürüst bilmiyor, nitekim Türkçe kitap ve gazete okuyamıyormuş. Ve yazamıyor, doğru dürüst de konuşamıyor. Çünkü artık onlara Almanya'da doğru dürüst Türkçe öğretilmiyor.
Evet içler acısı bir durum bu. Hatta Türkiye’de Türkçe’nin onyıllardır bir erozyona tabi tutulduğu düşünülürse olay daha da vahim hal almaktadır. Hakkı Devrim bu işin uzmanlarının çözümü Ana dilde eğitimin zorunlu olmasında gördüklerini söylüyor. Ki bence de önemli bu. Çözüm Türkçe’nin okullarda normal müfredata girmesi Peki bunu bütün valığıyla savunan Türkiye’nin milliyetçileri, vatan severleri mesele Kürtlerin kendi ana dillerinde okuyup ögrenme söz konusu olunca neden Almanya’da bu tür programları engelleyen faşistlerden bile beter kafatasçı olabiliyorlar? Nasıl rahat uyur bu adamlar bu çelişkiyle?
Çelişki deyince aklıma geldi. Yurt dışına çıkanlar ya yaşamıştır ya da tanık olmustur. Yurt dışına çıkmış insanımız UTANIR Türkçe konuşmaktan? Bir markette sizi Türkçe konuşurken görseler kaçarlar öte koridorlara. Bunlar daha çok yüksek eğitimli ve Kemalist, hani o Ne Mutlu Türküm diyeneci Neo faşistlerdir ve UTANIRLAR insanlarından, ana dillerinden ve etnik kimliklerinden. Yanlış anlaşılmasın sakın iki Türk şöyle guvenli kücük bir odada yan yana gelince taş üstünde taş komaz , Türkten daha üstün bir ırk da tanımazlar. Ama yerli halktan birilerinin yanında (tabii ki aynı masada değil canım), mesela asansörde UTANIRLAR kendi ana dillerini konuşmaktan. Siz konuşursanız sizden de UTANIRLAR?
Onca milliyetçi ve "Ne Mutlu Türküm" diyenciyken çocuklarına da Türkçeyi ögretmez, hatta Türkçe isim de koymazlar. Haksızlık etmeyelim bazan çocuklarının göbek adlarını Türkçe koydukları olur. Hatta kendi adlarını Ingilizcede telafuz edeni bile vardır. Örnegin adamın adı soyadı Yücel Çuldan olsun. Adını Yusel Kuldean diye seslendirebilirler. Yani tanınmaz bir hal alır adları. Yani sıradan yerli insan nasıl telafuz ediyorsa adlarını onlar da öyle telafuz ederler. Utanıyor yok mister benim adım şöyle denir diye ikaz etmeye ya da düzeltmeye.
Bunu psikolojiyle açıklamaya kalksak bilişsel çelişki kuramıyla ya da uyum sağlayan hayvan varsayımlarıyla açıklayabiliriz, ancak sorun uyumdan, psikolojik savunma mekanizmalarından da öte pedagojiktir aslında. Ben buna bir körleştirme pedagojisi olarak milliyetçilik demek istiyorum. Ki bu körleştirme pedagojisi Türkiye’de Türkçe’nin dışında başka ana dil olmadığını beyinlere yerleştirerek ve bunu yasamın her alanına örgün bir biçimde işleyerek gerçekleştirir. Bu pedagojinin son çıktısı olan bu insan tiplerini de bu uygulamanın zavallı kurbanları olarak görüyorum kuşkusuz.
Gizil bir müfredatla aldıkları bu eğitim sayesinde, bu adamlar büyük bir olasılıkla Kürtlerin Turkiye'de Kürtçe konuşmamaları gerektigini savunurlar. Ve bilinçaltında Kürtlerin Kürtçe duymaktan da utanç duymasını isterler. Işte belki bunun için etnik kimliğine gururla sarılan bir Kürdü ancak ırkçı kalıbı altında anlayabilmektedirler. Bunu anlayacak şemaları gelişmemiş oldukları için Kürtlerin ana dilde eğitimlerini de anlayabilecek bir mental kapasiteden mahrumdurlar. Kendi kimliklerinden utandıkları için bir Kürdün yasak kılınmış, yok sayılmış kimliğinin tanınmasını istemesini de anlayamamaktadırlar. Bırakın Kürtlerin Türkiye’de kimliklerinin yok sayılışını, bunlar Amerika’daki zencilerin dahi ezilmediklerini, horlanmadıklarını, ayrımcılikla bile karşılaşmadıklarını iddia ederler. Hatta kendileri beyazlardan daha çok zencileri aşağı görürler. Yani Kemalist ideolojinin KKK versiyonunu yaratbilecek potensiyele sahiptirler çünkü doğduklarından beri aldıkları körleştirme pedagojisinin formasyonu onları böylesi durumlarda çok kolay uyum sağlama yetisini kazandırmıştır.
Işleri zor bu gerçeklik dışı ırkçı ideolojiyi yaşama geçirmeye çalışanların. Işleri zor bu ideoloji kurbanlarının.
Hem “Ne mutlu Türküm” diyecek hem de dillerinden, insanlarından utanacaklar.
Ne ilginçtir ki bu adamların utancını kırmak, Türkçe’nin de Ingilizce kadar güzel ve değerli bir dil olduğunu “el alemin gavuruna” gururla savunmak da kalkar ben gibi bir Kürde düşer.
Ne ilginçtir ki, onca dindar, onca Kemalist ögretmen dururken köylerden topladıkları çocuklara yurtlarda iskenceyle ibadet ettirenlerle kavga etmek de, o bugünün potensiyel islamcı çocukları korumak da yine bana, ben gibi dinsize düşmüştü…
Bu pedagojinin açılımını şarkı formunda buyuk üstad Fikret Kızılok seslendirmişti…
7 comments:
Ve turbanlarina ozgurlugu de biz savunmak zorunda kaldik, daha dun Sivas'da bizi yakarlarken...
Acma yaram kan gider Huseyin...
Konuyu cok guzel yakalamissiniz. Tebrikler.
***
Hani bir psikiyatrist cikipta bu toplumsal sizofreni ile toplumsal paranoyanin bir analizini yapsada bu asagilik kompleksinin nedenlerini ogrensek diyorum.
...gerci yapar yapmaz garibim direk 301 lik olur ya.
Haydar hocam simdi entellektuel kapasitenin filtre edilisi cok acimasiz biliyorsundur. Bu analizi yapacak beyinler once korertilmeye calisilir, korertilemeyenlerin onune YOK diye bir ortacag kurumu cikar, sonra bunlari kahve entelektueli yapar ki siktiriboktan arabeskciler bile bu kisilere "entel" deyip dalga gecer, yok butun bunlardan gecebilirse iste o zaman da 301 cikar onune...
Atatürk, neye dayanarak, "türk zekidir, çalışkandır" demiş anlamıyorum? Kemalist bir arkadaşıma sormuştum bu soruyu da, şöyle yorum yapmıştı:Savaşa göndermek için cahilin en iyi anladığı "dil", gaza getirilmek, Atürk bu özelliği değerlendirmiş olabilir demişti.
En belirgin özelliğklerimizden biri de, (çapımızı dikkate almadan) rekabetten geri kalmadığımızdır. Üniversite okumuş olsanız da bir köye gittiğinizde, din fetvaları veren anlayışta değilseniz, sizi "aydınlatmak"(!) için olağanüstü çaba sarfederler. Eğitiminizle alay edebilmek için, köylü kurnazlığının ürünü olan sorular sorarlar. Örneğin, "bir sepette on yumurta vardı, altı düştü kaç kaldı" gibi....
Yani haklısınız, “özü” değiştirmek kabuğu değiştirmekten daha zor. Bu zorluğu göze almaktansa, taklit etmeyi daha uygun bulurlar.
Kendisi için istediğini başkası için yasaklamak da ilkel “id” denilen bencilliğin ürünü olmalı..
Evet, yurtdisinda yasayan türk gencleri dogru düzgün türkce konusamiyor, yazmayi, cizmeyi bir yana birakin. Bu aci bir durum olabilir ama sayilari onlar kadar cok olan aileleri de yasadiklari ülkenin dilini dogru düzgün konusamiyor, bu daha da aci bence.
Türkce konusmaktan utanma haline ben pek tanik olmadim acikcasi burada. Bir cekinme oluyor, o dogru. Yabancilarin türkler hakkinda pek ic acici ön yargilari yok cünkü. Ama yine de türkce konusuldugu icin rahatsiz olan bir türke ya da türkce bilene rastlamadim ben.
Isimleri yabancilar gibi telaffuz etmeye gelince. Bu bir süre sonra tembellik ve usanmisliktan oluyor cogu zaman. Isminizi anlamalari, bir görüntü olarak beyinlerine göndermeleri genelde zor ya da imkansiz oluyor, kendi bildigimiz gibi telaffuz ettigimizde. Sadece 2 dakika isimin oldugu bir devlet memuruna, illa ki ismimin nasil telaffuz edildigini degil de, nasil yazildigini ögretmem gerekiyor. Bu amaca da ancak onun telaffuz edebilecegi gibi söyleyerek ulasabiliyorsun. Yok, arkadasinsa eger karsidaki kisi elbette ki ismini dogru düzgün söylemesini talep ediyorsun.
teyzenteyfik haklı, buradaki gencler ne türkçeyi ne de almancayı kullanabiliyorlar hakkıyla....tuhaf bir kültür ve tuhaf bir dil durumu çıkmış ortaya....bir arada kalma kültürü ve dili de değil....eleştirel günlüğün işaret ettiği milliyetcilik de bu tuhaflıktan nasibini alıyor elbette....üstün-ama-ezik bir milliyetçilik belki....oradaki milliyetcinin çelişkisinin pedagojiyle ilgisi de açık....
Post a Comment