Pages

Mar 9, 2008

Çürüme

Ezenin çeşitli aygıtlara sahip oluşundan ve bu aygıtları kullanmada gösterdiği yeteneklerden kaynaklı avantajları inkar edilemez. Bunlar sayesinde kendi statuko’sunu sürdürür, yeninin dayattığı değişımlere ayak uydurur ve hatta öyle bir yeti sergiler ki yeniyi de dejenere eder, kendine benzetir, yok eder.

Ancak varoluşunun olmazsa olmaz koşulu gereği herzaman yeniyi ve değişimleri kendi varoluşuna tehdit olarak görür. Bu nedenledir, değişimden yanaymış gibi görünse de dogmatiktir, değişimden yana değildir. Yetenkleri sayesinde bütün tehtidleri kendi kontrolu altında tuttuğu sürece sorunu yoktur. Ancak gün gelir ki kontrolu yitirir. Bu kontrolü ve gücü yitirme kaygısı patalojik bir korku ve anxiyete halini alır. Bu da özünde içkin olan tutuculuğu, dogmatikliği saldırganlığa dönüştürür. Saldırır önüne her gelene. Kendi kuyruğunu kovalayan, kendi gölgesinden bile korkan bir hayvan gibidir. Mantıkları karışır. Yöntemleri yarım yamalak, eksik ve iyi hesaplanmamıştır. Saçmalamaları bir büyücünün laneti gibidir. Ne yapsa ne etse saçmalığa dönüşmektedir. Bir içinden çıkılamaz bataktır içinde bulunduğu durum. Çırpındıkça batmaktadır. Battığını da saklamaya çalışır. Kendine öz güveni kalmamıştır. Benlik saygısı ayaklar altındadır. Umutsuzdur. Yılana sarılır. Yılan bile kaçar ondan. Sonra da karşı çıktığı şeyleri bile sahte-makyajı akan bir maske ile savunurmuş gibi görünmeye çalışır. Sanki daha dün o şeylere karşı çıkan kendisi değilmiş gibi. Mesela Newroz’u Türklerin tarih boyunca kutladığı Nevruz’a dönüştürür. Ama nasıl kutlayacağını bile bilmez. Sonra legalleştirdiği ve izin verdiği Nevruz’u basar. Kürtçe'ye kart-kurt der; Bozulmuş Türkçe der. Din kardeşi der. Kürtçeyi serbest bırakır, sonra eğitimini yasaklar. Kürtçe kurslara izin verir, ama olmadık sepeplerle kurs açtırmaz. Kürtçe hizmet etmek isteyen belediyeyi afaroz eder. Kürtçe yeni yıl kutlama kartını yasaklar. Bir dediği ikincisini tutmamaktadır.

Şimdilerde de 8 Mart Kadınlar gününü paşa karılarının Anıtkabir’i ziyaret gününe çevirdi nerdeyse. Bütün orta-zekalılaştırdığı küçük burjuva populasyonunu da ellerinde bayrak ve Atatürk resimleri ile alanlara, sokaklara döküyor. Sanki isçi ve kadın haklarını savunan yüzlerce kadını işkence tezgahlarından geçirirken, erkek egemen iktidarını kadının vajinasına soktuğu jopuyla doyuma ulaştıran Türkiye Cumhuriyetinden maaşlı ve özel yasalarla ve katakullilerle korunan işkenceciler kendi içinden çıkmamış gibi. Sanki kadına yönelik şiddeti, sömürüyü, ve zulumu her zaman protesto edermiş gibi. Sanki 1857’lerde ki tekstil kadın işçilerinin New York’taki katliamının acısını duyarmış gibi, Sanki Clara Zetkin’in Marxist feminist ideallerini paylaşırmış gibi…Sanki Atatürk onlara 8 Mart’ı armağan etmiş gibi. Sanki 8 Mart ezilen, sömürülen kadının değil de ezen erkeğin iktidarını kaybetmemesi için ezen erkeğin kadınlarının sokağa dökülme günüymüş gibi.


Herşeyde bir kusmuk tadı ve kokusu var.
Iğrençsiniz.
Zavallısınız!
Nereye dokunsanız bok ediyorsunuz…
Çürüyorsunuz.
Maskeleriniz dökülüyor….

Not: Sizi ötekileştirdiğimi düşünen var mı acaba? Bu güzelim ötekileştirme kavramını da ezenden yana bir biçimde kullanmaya ikna edilmişseniz, bu orta-zekalalaştırma makinasının sizi de içinde öğüttüğünün bir kanıtıdır. Düşünün bi…

12 comments:

Anonymous said...

"Bir dediği ikincisini tutmamaktadır"
Ne kadar dogru bir teshis.

Bu bir hastaliktir. sadece siyasi ve kulturel degil... tibbi bir hastaliktir.
Bunun kroniklestigi hal ise: bu stereo soyleve kendisinin de inanmasidir.
***
8 yasindaki bir cocuk icin babasinin katil olmasi yada anasinin hirsiz olmasi onun icin babasinin "dunyanin en iyi insani" olmasini engellemez. Cocuk bu, anlayisla karsilanir.
Ama bu cocuk 30 yasina gelmis ve hala ayni seyleri soyluyorsa iste bu durumda "hastalik" var demektir.

Bir kimse 30 yasina gelirde nasil hala 8 yasindaki bir cocugun yargilarina sahip olmaya devam eder?
Olgunlasmasina musade etmezsen.
Yalan yanlis bilgiler ogretirsen.
Onu dunyadan izole edersen.
Surekli yasak, dayak ve dipcik ile terbiye edersen.
Hayatinin her anini vesayet altinda tutarsan...
olacagi bu.

HG Wells'in "Zaman Makinasi" yapitindaki gibi o insanlar oynayip gulerler ama ihtiyac duyuldugunda devsirilirler. Soru sormazlar, sorgulamazlar. Borazan "oynayin" dediginde oynarlar, kaynar kazanlara atlayin denildiginde atlarlar.

Bizdeki fark bu kadar ucuk olmasada "haydi meydanlara" denince meydanlara dolarlar, linc yapin dendiginde Tilki Ocaklarindan bosalirlar.
***
Tek istedigim kendilerine bir iki soru sormalari.
Mesela, mesela:
Biri benim dilimi yasaklasa ben ne yaparim?

zihni örer said...

Ar damarı çatlamışlar için, kendine ait olmayan değerleri, sömürü mekanizmasının işletilmesi için kullanmalı normaldir. Onlar için asıl amaç, başkalarının yaşam değerlerine kestirmeden konmaksa, zaten bu amacın kendisi etik değil (hatta suç). Bu amaca ulaşmak için kullandıkları yol amacın kendisinin yanında masum kalır.

Toplum bunu yutarsa, kuzu postuyla , bayram yerlerinde cicili-bicili dolaşmaya devam ederler.
Toplumun önemli bir kesimi bu oyunu yutmazsa, kuzu postu, “o titremede” yere düşüverir. Takke düşer kel görünür ama, işin bu noktasında propagandanın nüvesi değişir. "Kendi sınıfının çıkarı" yerini "vatan ve din güvenliği"ne bırakır.

Hatırlarsınız, Erbakan'ın ilk büyük politik hamlesi, sosyalist söylemleri kullanarak olmuştu.
Diğeleri de “hümanizmayı”… ama paylaşmaya gelince, (dediğim gibi) post değişir.
Hazmedilir gibi değil, (ne işe yarayacaksa) bir türk kökenli olmama rağmen, türk ırkçılığına ve Sünni mezhebine devlet desteği verildiği halde, diğerlerinin (bireysel bile olsa) taleplerini yasaklayarak nasıl adalet ve barış sağlanabilir ki, anlamadım gitti!

Anonymous said...

Eline yuregine saglik!

Anonymous said...

Sayfanız rostiam.blogcu.com linklerine eklenmiştir. Çalışmalarınızda başarılar..

Eleştirel Günlük said...

Sagolasin Rostiam. Ben de sizin blogu ekledim..

Eleştirel Günlük said...

Haydar hocam valla o Zaman Makinasi'indaki ornekler bence cok kolay bulunabilir. Ben de kabul etmek istemiyorum ama korktugum bu turlerin cogalmaya basladigidir..

Ama isaret ettiginiz gibi mesele akil ve mantigin otesinde...Egitimciler veya egitimi onemseyenlerin onemle uzerinde durmasi gereken sey de bu nokta...

Eleştirel Günlük said...

Zihni hocam gercekten hazmedilir gibi degil... Bir de bugunlerde yogun olarak dusunuyorum temel sorunlarimizdan biri de kulturel demokrasiden mahrum olusumuz. Yani hep demokrasiyi parlementoda saniyor ve bekliyoruz. Ama sokaktaki insan demokratik degerlere sahip olmadikca parlementodakiler sadece isine gelen carkini dondurecek. Kulturel bir arinma lazim...

Anonymous said...

Merhaba,

Bütün yazılarınız gerçekten heyecan verici. Fasizmin golgesinde arkadaslarla bulusmak daha da heyecan verici... Sağolun.

Sağlıcakla kalın...

Tansel said...

Evet anca okumaya fırsat buldum. Altına imzamı atmak düşmüş sadece hocam. Kolay gelsin deyip fıyıyorum, iş güç malum :)

Eleştirel Günlük said...

Sagolasin Tansel...Sana da kolay gele...

Anonymous said...

güzel yazı olmus. Dogru söze eklenecek bişey yok:

Ben daha cok görsellerle ilgilendim, bu yazıya bu gorseller pek yakısmıs.
Çürüme serisine devam yoksa küf tutacaklar :-)

Eleştirel Günlük said...

Sagolasin Serpil. Curumeyi'de isleye isleye biz mi parlatacagiz yine...Herseyin ustumuze kalmasindan da yoruldum...Islamcilarin demokratik haklarini savunmak da bize dusuyor baksana...

Sonra Cocuklarin kolu kiriliyor, kimsenin kili kipirdamiyor...