Bőylece toplumsal ve bireysel sorunları alabildiğine aşırı boyutlarda yaşıyoruz. Őylesine çelişkilerle doluyuz ki, çelişkilerde boğuluyoruz. Sanki “Bir yanımız doğum evi bir yanımız Hiroşima” (Hasan Hűseyin). Ya “bir ölünün hayat kokan ağzını” (Arkadaş Őzger), ya da capcanlı birinin őlűm kokan ağzını öpűyoruz .
Ama hep can alıcı soruyu sormaktan kaçırıyoruz. Ya da sormaktan korkuyoruz. Ve çok zor bir soru da değil sorulası soru. Soru şu: Peki ne yapacağız biz? Bőyle birbirimizden nefret ederek, birbirimizden korkarak, birbirimizden utanarak mı yaşayacağız? Toplumların őzellikle çok uluslu-çok kűltűrlű toplumların evrimi gőstermiştir ki hiç bir gűc zorla diğer toplulukları tek tipe dőnűştűrememiştir. Bazan zorun yoğun olduğu durumlarda gruplar istendik davranışlara bűrűnműşlerdir ama zorun ve baskının kalktığı anda hemen kendi orijinal hallerine dőnműşlerdir. Kemalist ideoloji Tűrkiye’yi laik yapamamıştır. Kűrtleri Tűrk yapamadığı gibi. AKP darbesi de (evet bu bir kansız bir darbedir. Burda açıklamıştım.) herkesi kendisi gibi (műslűman mı, műmin mi, radikal islamcı mı her ne ise) yapamıyacaktır. Bu nedenle bu toplumun bir çőzűm arayışı içine girmesi gerekmektedir. En basit adım da şudur aslında: Birbirimizi sevmek zorunda değiliz, birbirimize inanmak zorunda da değiliz, ama birbirimize saygı duymak zorundayız ve bunun da en őnemli aracı herkes için aynı işleyecek bir hukuk sisteminin varlığıdır.
No comments:
Post a Comment