Babam’dan duyduğum ilk politik őnermelerden biriydi “Oğul devletle uğraşmaya gelmez. Devletin bileği bűkűlmez”. Devlet nasıl da gűçlű ve bűyűk birşeydi; Tanrı gibi. Gűçlűlűğű ve bűyűklűğű saygı ve sevgi değil bir şekilde korku yaratıyordu; Tanrı gibi.
Peki nerdeydi şu devlet? Hem her yerdeydi hem de hiç bir yerde; Tanrı gibi. Babamın çalıştığı daire/ofis miydi? Evet ama asıl devlet “askeriye” idi babam için, jandarma idi, polis idi, hapishaneler idi.
Sonradan devletin diğer temsili gőrűngűlerini de gőrecektim: Devlet evde babamdı. Sınıfta őğretmendi, okulda műdűr ve műdűr yardımcıları idi, camide imamdı. Yaz tatilillerinde çalıştığım işyerlerindeki ustalardı, patrondu. Sokakta polisti, kőyde ağa ve ağanın adamlarıydı. Hatta hatta eğer kadınsanız devlet diğer erkeklerdi. Devlet her yere nufuz etmişti. Tanrı gibi.
Durum bőyle olunca nerden ve nasıl karşı çıkılabilir ki? Nasıl bileği bűkűlűrdű ki? Yani devlet bizim için, bizim yararımıza, bizim tarafımızdan kurulmuş asıl gőrevi bize hizmet etmek olan sosyolojik bir kurum değildi, korkulması gereken, boyun eğilmesi gereken, sorgusuz-sualsiz ittiat edilmesi gereken bir zulum mekanizmasıydı. Bu zulum mekanizması olması bile sorgulanamazdı. Őyleki devleti temsil eden şeyler bile bir anlasılmaz gűce bűrűnűrdű. Polis ya da asker olmanın gűcű silaha sahip olmaktan değil ardında devletin gűcűnűn olmasındandı. Polisin űniformasının bir dűğmesini koparmak bile korkunç bir suçtu. Ama polis senin tırnaklarını da, dişlerini de çekebilir, en olmadık yerine elektrik de verebilir, jop da sokabilir ve sana dűşen bunu hakkedecek mutlaka bir şeyler yapmış olduğuna kendini inandırmak ve ileride bunun bir daha olmaması için elinden geleni yapmaktır. Iyi bir vatandaş ancak bőyle olurdu.
Her ne kadar kendilerinin halkçı, populist eğilimlerine gőnderme yapılarak açıklanmaya çalışılsa da bence Denizlerin, Mahirlerin, Ulaşların dahi askere, polise karşı bir eylemliliğe girişmemelerinin ardında bence bu aynı devlet ideolojisi yatmaktadır. Bu űlkenin sosyalizasyonundan geçip de devlet ideolojisinin korkusundan, hegemonyasından nasibini almamanın műmkűn olduğuna inanmıyorum doğrusu. Neyse sonuçda bőylesi bir devlet anlayışı sonsuzca hegemonyasını sűrdűremez kaçınılmaz olarak karşıtını doğuracaktı. “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir”i sőyleten aynı zulumkar hűkmetme (yőnetme değil) anlayışı değil miydi ki… Bu devlet Koçero’nun sebebidir. Yalnayakların, gőmleksizlerin, dayanaksızların bir akşam birden bire dağlara çıkmasıdır. Bu dűrtűsel “eee yeter artık” demenin dağlarda nesnel koşulların analizine yeltenmesinin bilince dayalı bir kendini aşma sűrecidir.
Dűn Sabahat Tuncel’in polise tokat atması işte bőyle bir “yeter artık”dı. Hem de őyle bir “yeter artık”tı ki dağları bile deviriyordu. Yani gerillanın dağa çıkması, sokaktaki çocukların taş atmaları neyse neydi de ya Sabaht Tuncel’in tokadı neydi? Dűn FriendFeed’den şőyle bir feed vardı. En iyi bu açıklıyor kanımca”
o bir kadin ve de kurt, yetti yaptiklariniz diyor ve erkek bir baskomisere tokat atiyor birden fazla tabuya tekrar tekrar indi o tokat benim icimde ve o kadar korkuya yetti artik dedi ki sanirim bu aslinda sasirdigim
tokati yiyen taraf olmayi kaniksamisim bilmeden
bir de kelimelerle ifade edemiyor kendini, o kadar kizmis ki, o kadar eksik ki turkcesi kendini ifade etmeye calisirken, icimden kurtce bagir diyesim geldi izlerken
elestirel bana da indi o tokat aslinda, tokat yemeyi bu kadar kaniksamis oldugum icin
anam babam bana korkmayı öğretti. ben cesareti öğreteceğim, cesaretimi toplayabilirsem
ben de oyle bunu yaparken bile korkuyorum ama ya yanlis yapiyorsam diye
Bu ne gűzel bir cűrrettir sayın Tuncel! Bu ne haklı bir haykırıştır. Bu ne gűzel bir tokattır hem o polise hem de korkularının arkasına saklanmış bizlere.
Ellerin dert gőrmesin Sayın Tuncel. Ellerin dert gőrmesin.
5 comments:
Hakikaten sancısını duyup duyup da alışmaya teslim tanımıza iyi geldi.
tanımız=yanımız
hah simdi oldu. Bir turlu anlamaistim...
Genellikle her eklediğini ara vererek de olsa okuyorum bir günde 3-4 kez gelerek filan:) Ama bazen emek verilip onca şey ortaya dökülmüş yazmak lazım iz bırakmak lazım geçerken diyorum o da kaçamak olunca kusura bakma arada hatalar oluyor.
Rica ederim ne kusuru.. O iz birakmak konusu cok onemli bence. Iyi bir duygu birilerinin okudugunu bilmek ve geri donut almak. Ote turlu akarsuya yazilmis mektuplar gibi oluyor...
Post a Comment